30 Mart 2012 Cuma

Ezoterik Yolculukta Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz (2)

(sayın okuyucu, aşağıda, 237 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (20 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)
 

Revize edilmiş makale ve Kitabı okumak için lütfen: Tıklayınız
 



Sevgili kardeşlerim, insanlığa giden yolumuz ve adam olma amacımız var. Şimdi buna genişlik, esneklik katalım, zevkli ve keyifli olsun. Hikaye de anlatalım efsane de. Sohbet edelim. Yeni bir bilgi beklemeyin, benim bildiğimi siz de biliyorsunuzdur.

Öncesi,

Siz zaten kendini bilen, olgun, alim, arif, anlayışlı, sevecen, hoşgörülü, idraki olan, akıl ve hikmet sahibi, sezgileri güçlü bir insansınız. İnsansınız demem yeterliydi. Ben biliyorum
sizi. Başkalarını bilen, hele başkalarının ne mal olduğunu, kaç paralık adam
olduğunu bilen kendini bilmez, benim gibi. Henüz kendine bu soruyu sormayan
olabilir. Mutlu, mutlumuyum demez. Sanki soru, cevaptan daha önemli. Bu soruyu
ben size soruyor değilim. Cevabını verecek değilim, bulmuş da değilim. İtiraf
edeyim, aczimi ve acizliğimi anlatıyor ve sizden yardım diliyor, yalvarıyor
olmak bana daha yatkın. İşte size tavan ve taban. Dört yönde yayılıp uzanan
mabedimiz evrenin derinliği de tabandan tavana olsun.

Bir dönem, yaşantımı sorguladım. Bu soru bana takıldı kaldı. Aramadım, ama, arandım, hakettim bunu, kafama takıldı ve cevabını ya bulamadım ya da bin kere buldum, bin farklı cevap buldum. Kendini bilme, kimse için bir lüks değil, üstelik ihtiyaç. Çıkarlarımız gereği
kendimizi bilmeliyiz. Bilmediğimiz anlarda biz kaybederiz, kaybediyoruz da,
üstelik ne kaybettiğimizi de bilemeyiz. Kazanıp da kaybetsek bilirdik, neleri
kaçırdığımızı bilemeyiz.

Nasrettin hocanın hayat hikayelerini ibretle anarız. İş olacağına varır, akacak kan damarda durmaz misali eylemlerinde sanki kendisi yokmuş gibidir, ne bir özel görüşü vardır ne de ‘ben bilirim’ciliği. Herkese haklısın der, öyle de olur mu, herkes haklı olmaz diyene sen de
haklısın der. “Sayar, on katırla değirmene gider, birisinin üstüne bindiği
zaman sayınca dokuz kalır, inip saydığında on katır, bu duruma şaşıp kalması”
olayı hala ibretliktir. Mevcut olan bir ve tek vücut bütün, binince eksilir,
bindiğin sensindir, senindir, o diğerlerinden farklıdır artık, mevcuttan
düşülür. Üstelik, var olanın sayısı çoğalır, ikiye çıkar önce, biz ve diğerleri
vardır artık, bir de bütün!

Bazen de mucizevî yeteneklerle karşılaşırız. Tersine mühendislik yapar, yer çekimi kanununu buluruz. Doğal olanı örnek alır, doğadan bilgi elde ederiz, kuş gibi uçar, balık gibi yüzeriz, uzakları yakın eder, zamanın önüne geçeriz. Verilmiş olanın, doğanın, önemi yok
gibi, biz bulur, bilir, yaparız. En büyük biz, bizden büyük yok.

Hoca’da tam bir teslimiyet ikinci durumda üstün başarı var. Bu iki durumu dip ve doruk olarak görebiliriz. Kendimizi ele alırsak dip-doruk kavramlarını biz de yaşarız. Bazen öyle bir “ben” görürüz kendimizde ki her şeye kadirdir. Mucize beklemeye ne gerek var, hemen
bir mucize gösterebiliriz. Bazen de nefes alıp vermekte güçlük çekeriz. Diple
doruk arasında yolculuk yaparız. Nereden nereye sorusuna cevap; ister tabanla
tavan, ister diple doruk deyin, burada gizli olabilir.

Yeri ve önemi,

Kardeşlerimiz doğunun da batının da en iyi, en büyük düşünürlerinin en güzel deyişlerini önümüze sererler. Bunlara Yüce Yaradanın dedikleri de dahildir. Bize ulaşmayan mesajı yok sayabiliriz. Ama, ulaşanlar bizim içindir, özellikle sevdiklerimiz, bizedir, yararlıdır,
bizi en iyi, doğru ve güzele götürmeye kararlıdır.

Sürekli yanıp tutuşan, ancak, hiç bitip tükenmeyen nefs çalısından, “beni, ‘ben benim’ diyen ben gönderdi ve benim ‘sakın bana farklıymış gibi düşünülen bir ‘ben’lik iddiasıyla şirk koşup ikilik yaratmayın’ dememi istedi” mesajı inanç tarafımızdan gelir. “Bir damla
enerji ne var, ne de yok edilebilir”, “evrende E=MC2 formülü uyarınca var olan
vücut birdir, tektir, başkası da yoktur, ne artar ne de eksilir” bilgisi de
bilim tarafımızdan gelir. Bir tarafımızdan mesaj bir tarafımızdan bilgi alırız
ve ikisi de aynı anlama gelir. İki kapılı han biz olmayalım? Ruh ve maddeye
açılan kalp de hancı!

Galaksiler arasında dolaşan aklımızla doğadan bilgi elde eder, evreni içimizde bulur, analiz ve sentezden sonra önemli sonuçlara ulaşırız. Biz evrende değil, evren bizdedir. Ancak,
büyük sonsuzlukta da kayboluruz, hücre, atom, kuantumu bilip küçük sonsuzda da
kayboluruz. Çok öğrenip, aklımız sayesinde, kaybolmayı başarırız. Çelişki değil
ama karşıt görüş çok. Galaksi ve evren boyutlarında yok denecek kadar küçük
olan bizim beden, kuarkların yanında devasa ve insanlığımız yücedir. Öteden
küçük görünen beriden büyük ve yücedir. Gerçek, “küçük dev adam!”, kayıp kelam!

Her zaman bir kişinin sesi bir yerden ve bir yönden gelir. Ama, her yönden ve herkesten bir anda gelen sesle en yüce makamdan nur verilir. Her birimiz, aynı ruhun nuru ile bir süre
yetiştirilir ve diriltiliriz. Büyüklerimiz der ki, “Hiram, kendisinde Tanrı’nın
tecelli ettiği insandır ve amacımız Hiram olmaktır”. “Tanrı, yaradan değil
varolandır”. “Kardeşler herkesi sevmesini bilmelidir”. Bunlar, akıllı akil
adamlarca duygusal tarafımızdan verilir.
Seve seve aşık oluruz, ne seven kalır ne de sevilen. Sonuç, aşkta
eriyiş. Yine kayıp kelime, kelam, kişi ve kişilik.

Bir açıdan bakınca “alt tarafı kendimizi bileceğiz, bilinecek ne var ki, çok kolay” deyip sonuca varabiliriz. Ama, uygulamaya gelince, ne dip ne de doruk bilinir. “Bilenle bilmeyen bir
olmaz” der yalnız bu konuda ayırım yaparız. Bilen neyi bilir, neyi bilince ona
bilen denir konusunda anlaşamayız. İnsanlık kadar eski tapınaklarda “kendini
bil” yazısını buluruz. Halen bu bilginin ötesine geçtiğimiz düşünülemez. Bu iş
bu kadardır, bundan ötesi de yoktur demek zor. Bu durumda “kendimizi bilmenin
de sonu yok”. Var mı, yok mu? Çocuklara da aşılarız “bir varmıış, bir yokmuş!”
Varsa bir vardır, bin, bin tane birdir. Belki, bir var, gayrisi yoktur! Öteden
yok, beriden var, büyük ve yüce!

Soru mu, cevap mı?

Bilgi sahibi olgun ve bilgi yüklü, dolgun, dolu ise, cehalet kuyusu çok mu geniş ve derindir ki bir türlü dolduramıyoruz. Öğrendiklerimiz bizi kuyudan çıkaracak alim yapacaksa, alim
üstelik arif ise, ne kadar boşluğumuz kaldı, neyi öğrenince dolacak, nasıl olur
da bilemeyiz? Yolun sonuna gelemiyoruz, ama, neresinde olduğumuz da mı
bilinemez?

“Olmak ya da olmamak!” denmiş artık, bugün belki, “doğmak ya da doğmamak!” diyebiliriz. Adem suretiyle, siretiyle doğmuş mudur? Suretinin ve siretinin hikayesi ortadayken, diriltilen Adem’in ben doğdum, dirildim demesi doğru mudur? Adem, adam oluşunu, yeniden doğuşa borçlu ise, ben adam oldum diyebilir mi? Yeniden doğuş deneyimini yaşayan,
birisi tarafından ruh verilip yeniden diriltilen, kalkınca dirildim diyemez.
Aradığımız cevap da burada olabilir. Doğuran, dirilten, öğreten, yeniden
yaratan söyleyebilir bilip bilmediğimizi de, hatta kendimizi bilmenin neresinde
olduğumuzu. Siz üzerinize alınmayın ama ben bu “hazıra konma” konusunda
suçluyum, “köyde doğdum, şehirde oldum” diyor ve gerçeği sonra idrak
edebiliyorum.

Doğuda Yunus diye görünür, batıda sonsuzluğa yürünür! “Yunus diye göründüm” diyen Yunus değil, olamaz O sadece öyle görünmüş, öyleyse, hiçlikten heplik idrakine ulaşan da yürüyen değildir artık. Vitriol kavramıyla anlatılmak istenen kısaca şudur : kendi özüne inen
nura garkolur! Kuantumdan ötesi salt enerji, aynı anda hem madde, hem de değil.
Enerjim var ama ben enerji değilim. Su damlası, su buharının yoğunlaşmış hali.
Kesafet, letafetin maddeleşmiş hali. Ben bir damlayım ama suyun kendisi, su
değilim. Madde, hakikat güneşinin gurub etmesi ile oluşur, hakikatin gurub
etmiş halidir. Güneşin battığı yere batı diyorsak madde gerçek batıdır, hakikat
güneşinin battığı yerdir. Eşyanın hakikatini bilmek nura garkolmaktır.
VİTRİOLün gerçekleşmiş durumudur bu denebilir.

Bilim ve teknolojinin sonu yok, bizi sonsuzluğa götürür. Din ve felsefe ise gerçeği ve gerçekliği zevk ettirir, hamdeder, şükrederiz. Kalana “hoşca kal” gidene “güle güle” diyen Anadolu kültürü herşeyi özetlemiş. Öğrendikçe ileriye gideriz, gittikçe öğreniriz.
Yaşam bir yolculuk, ezelden ebede, cehaletten bilgeliğe. Hakikati bilmekten
keyif alırız, sonuca varmak zevk verir, zevkin doruğundaki tatminde kendimizden
geçer, boşalır, boşlukta hissederiz, gülerek gider, hoşca kalırız, bizden geriye kalan bir ‘hoş seda’dır. Yolculuğunuz zevkli geçsin, her anınızın keyfini çıkarın, teşekkür de etseniz, şükür de, lâf yerini bulur, sahibine ulaşır, bilsek de bilmesek de, henüz.

“Özrü kabahatinden büyük” gibi “kendimizi bilmenin neresindeyiz?” sorusunun kendisi cevabından daha büyük. Sanki soru, cevaptan daha önemli demiştik, zanları bırakalım. Sorunun bilincinde olmak, üstelik her daim her an, bizi bilinçli kılar. Bu bilinç bizi zinde tutar, farkındalık verir. Sürekli çaba ve çalışma içinde olmayı gerektirir, biliyorsak bildiğimiz için,
bilmiyorsak bilmek için.

Kozmik yapı !

Deryada bir damlayız! Her şey Allah’tan! O’nun dediği olur! Ektiğini biçersin! Halk, aynel haktır, hak batın halk zahir! Fail haktır. Küçülttüm Adem, büyülttüm alem ettim. Halk arasında dolaşan bunlara benzer deyişler çoktur. Üzerinde düşündüğümüz hatta düşünsek de pek
idrakimiz yoktur. Damlaya konarız ama su olmaktan korkarız. “Deryada damlayız
derken dediğime değil, demek istediğime bak!” demeye gerek yok belki de, her
ikisi de, doğru, olabilir!

Kozmoz! Makrosu ve mikrosu! Anlatmaya gerek yok hemen anlaşıldı. Hem de nasıl? Ahmet bilemez, Mehmet’e sorar komutan, Mehmet de “vatan anamdır!” deyince tekrar sorar Ahmet’e, işte cevabı: “vatan, Mehmet’in anasıdır komutanım!” Mehmet bu
deryanın, her iki anlamında, bir damlasıdır da, biz su olmadan nasıl damla,
enerji olmadan nasıl var oluyoruz? Damlalardan oluşmayan derya, enerjiden
oluşmayan varlık, mikrolardan oluşmayan makro var ise ben de var siz de
varsınız. Bir “toplama” isek, biz mi topladık, hadi dağılalım deyip mi
dağılıyoruz?

Atomik yapıda da anlaşabiliriz. Atom tam bir boşluktur, biliriz. Ama, kütlesi de vardır, varlığı bilindiği halde nerede olduğu bilinmeyen, sadece yörüngede bir yerde olarak bilinen, elektronu da vardır. Merkez kaç, kısaca, itim ve çekim güçleri denebilen iki gücü de
vardır. Bize çok benzer atom. Durgunluğu da vardır sürekli hareketliliği de.
Özlemle yaklaştığımız her şey ve herkesten belirli bir tatmin sonrasında
kaçmaktan mutlu oluruz. Fazlası fazla!

Sakın atomu patlatmayın, bindiğimiz dalı keseriz. Saysak atomları, hocanın katırları gibi bir eksik çıkar, bindiğimizi bilemeyiz, sayamayız. Bindiğimizi idrak ettiğimizde öyle bir nur
çıkar ki ne ben kalır ne de benliğimiz, bir daha eski haline getirebilen aşık
olsun! Zaten kim koymuş, nasıl koymuş o ısı ve ışığı oraya? Neyse, en azından
biz koymadık, varız ama o kadar da değil! Her şey aşk için, aşk içinde, aşık ve
maşuk için.

Anlayışımızın burasında “deryada damlalık ‘out’, kozmozda atomluk ‘in’ olsun. Atomun üstüne oturalım ki bindiğimiz dalı kesmemiz zor olsun. Üstelik, bir elektronu olan, “H” olarak
bilinen, “Hu” olarak anılan, Hidrojen atomu olsun. Gözümüze bir yazı
iliştiğinde okumamak elde değil. Çünkü, dur durak bilmeyen işlek bir aklımız
var, elektron gibi. Ama, küçük görmeyin elektronu, Einstein der ki elektronlar
etkileşim içindedir, daha önce yanlarından geçtiklerini “sens” eder, algılar,
bilirler, ikinci geçişlerinde titreşimleri ona göredir. Atomun merkezi ise
sabit, bedenimiz gibi. Kalbin çevresi ve ruhun yörüngesinde dönen, elektron
kılıklı, aklımız! Akılla bilinir her şey, ama, akıl nerede olduğunu bilemez!
Hikmet, sezgi olmasa olduğunu da, ne olduğunu da idrak edemez!

Bilmek akılla olduğuna göre! Denebilir ki elektron aşağıda ise dipdeyiz, yukarıda ise dorukta! Biz, bir makro kozmozun mikrosu isek, herşeyden olduksa, bizden de her şey olur! Atomun da, insan gibi, potansiyeli yüksek! Alim de olur zalim de. Kızdırmasınlar, ısınan atomlar gibi hızlı hareket ederiz. Bir atom diğerini tek tek algılarsa biz de beş duyumuzu
kullanır evreni algılarız. Altıncı hissimiz fazlası, sezgimiz algılanan evrene
anlam ve mana kazandırır. Yapımız kozmik, her birimiz bir atom. Uygun bir
teşbih! Dediğimiz mi, demek istediğimiz mi, yoksa, ikisi de mi doğru?

Özet !

Yukarıda gözden geçirdiğimiz bilinenlerin ışığında tünelin ucu görülebilir. Kendini bilmek, inanç işi değil bilimseldir. Bilmeden, görmeden, işitmeden inanmanın ödülü inandığının
görünmesi, bilinmesi ve işitilmesidir. Yapımız ne olursa olsun, damla, atom,
mikro kozmoz, evrendeki oluşumu tam anlayan ve tamamlayan biz. İsim, cisim ve
sıfatları biz yaratmayız, alıp kullanırız. Örneğin, adalet vardır, biz adil
olduğumuz için adalet var denemez. Gözlem altında başka davranan kuarkların,
gözlem altında olup olmadıklarını algılama bilinci, elektronların etkileşimi ve
diğerini algılama bilinci bize “biz bilinçli olduğumuz için evrende bilinç
vardır” da dedirtmez. Çevremizi kendimiz gibi bilip davranmamız kendi
yararımızadır. Hassas ve kırılgansanız çevrenizi de öyle bilin, sert ve
güçlüyseniz çevrenizi de öyle bilin yoksa siz zarar görürsünüz. Bir durum değil
her durum bizim içindir. Durumdan duruma, her an be an değişir, her anda bir
farklı şende ve neşede oluruz. Benlerden oluşan biz! Sizin de kendinize ben
deme hakkınız varsa, sonuç bu olabilir kim ararsa :
BEN ve SEN; O !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder