İyilik, Doğruluk, Güzellik,
Âlemdeki bir yolculuğun tevili ve tefsiri, Âdem için de geçerlidir. Hz.
Musa’nın Hızır ile yolculuğu, Âdemin kendinden Rabbine olan yolculuğu ile tevil
edilebilir. Reşit biri, maddeden manaya, Nefisten Kalbe, yolculukla olgunlaşır.
‘Manevi Olgunlaşma İradesi’ gösterdiğinde kendisine manevî, Bâtıni, ledün ilminin
tüm kutsal bilgileri, ‘Beşer’ aracılığı olmadan verilir, bu ‘İrade’, kişinin
Hızır’ıdır. Olgunlaşmak, senden sana bir yolculuktur. Başlangıçta, Maddeye
dönüklük ve ihtiyaç duyuş nedeniyle Sabredilmesi güçtür. Yaradılışta verilen
güç, irade ve kararlılık sayesinde, ‘inşallah sabrederim’ denip yolculuğa
başlanır. İyilik, doğruluk, güzellikten ayrılmadan, güzel ahlak ile yola
çıkılır. Hakikate ulaşmak amacıyla, Madde ve Mana denizinde, Beden Gemisine
binip yolculuğa başlanır. Bedensel ihtiyaç ve zevklere az önem verildiği için,
eskisine oranla ihmal edildiği için, önce, Beden gemisi yara alıp zayıflamış
zannedilir. ‘Gemiyi batırmak mı istiyorsun?’ denerek, ‘Bedensel zevklerden’
mahrum kalındığı için şikâyet edilir. Hak, hukuk, adalet ve vicdana uygun davranmak
yeterli bulunmaz; doğru, dürüst, iyi olmakla yetinilmez. Olgunlaşma yolunda
daha azimli ve kararlı olmak, iradesine hâkim olmak gerektiği hususunda uyarı
ve teşvik görülür. ‘Hata ettim özür dilerim’ denerek ‘Hatayı kabul etme’
fazileti gösterilir. Aza kanaat edip
iyilik, doğruluk ve güzellikle
yetinince, her şeyin daha çoğunu isteyen Hayvani Nefis ölür. ‘Çocuğu niye
öldürdün’ denilse de böylece, ‘Acımasızlığı’ ölüp yeniden dirilerek ‘Merhamete’,
vahşi ‘Şehveti’ ölüp yeniden dirilip ‘İffete’, dönüşerek ‘Efal’ makamı geçilir.
Kalp, nefse acır, önce nefsin isteklerini kabul edip arzularını
karşılarken, nefsin iyiliği için, Nefis, disiplin altında tutulur. Bu, ruhsal
bir tefekkürdür. Yine, hata, kabul ve itiraf edilir. Kalbe hâkim Nefisten,
nefsin ram ve âşık olduğu Kalbe, ‘Sıfat’ makamına, geçilir.
Kalp, nefse hâkimiyet sağlayınca, nefis kalesi fethedilince, önceleri nefse hizmet eden, onun zevk ve
ihtiyaçlarını sağlayan, beş duyumuz gibi, bedensel güçler topluluğu ile
karşılaşır. Üzerine hakikat güneşi doğmakta olan kalp, gerçeğin ışığını görmüş ve ısısını
hissetmiştir. Hakikatin, sabır ve şükür gibi, doyum olmaz zevklerini tadan kalp, artık daha fazla ilim, adalet, iyilik,
güzellik, merhamet, hoşgörü ister. Yeni fethedilen nefis kalesi ahalisinden,
yani, görme, işitme, koklama, dokunma ve tat alma duyularından da ruhani kutsal
gıdalar temin etmelerini ister. Bedensel beş duyu ise, kutsal aydınlanmaya, ilahi
bilgiler elde edilmesine, manevi bilgiler sağlanmasına, cemal ve celal
tecellisine katkı yapamayacağı gibi bunlara karşıdırlar. ‘Hayvani Nefsin’
kesilip kurban edilmesinden sonra, tatmin olmuş, kanaat eden, ‘İnsani Nefis’; madde
ile mana, ruh ile beden arasında, yeniden
inşa edilmeyi bekler, ‘Sıfat’ makamından ‘Zat’ makamına geçilir. Hayvani nefis
harabesinin ötesinde, inşa edilmeyi bekleyen bir duvar vardır. Hayvani nefis,
sahibini hayvana yakınlaştırır, İnsani nefis ise sahibini Hakk’a ve hakikate
yakınlaştırır. İnsani nefis duvarının onarımı, hakikate ulaşma amacıyla yapılan
yolculuğun en önemli dönüm noktasıdır. Para, makam ve güç anlamını yitirir.
İyilik, baskıyla, zorla, bir şey karşılığında olamaz. Fazilet, İlahî ahlakla
ahlaklaşmak ve İlahi sıfatla sıfatlanarak nur âlemine çıkıştır. Sıfat perdesi
açılır, Gaip idrak edilir, Allah’ta fenadan sonra, Allah ile hareket edilir. İnsanî
nefisle, ilahi sıfatla, Kalp, Zülkarneyn, yolculuğu ile nur âlemine çıkılabilir.
(18 Kehf, 78)
“Bu vücutta Zülkarneyn; vücudun iki boynuzuna, yani Doğu ve Batısına,
sahip olan ‘Kalp'tir. Biz Kalbi, Gönlü, mana ilminin ve bu ilmin uygulanışından
ortaya çıkan hazine mallarının tümünü elde etmeye, birleştirmeye, Doğu ve
Batıdan istediği yöne gidebilmeye yetkili ve yetenekli kıldık. Her gönlün,
içinde bulunduğu olgunluktan, istediği herhangi bir olgunluğa erişebilmesi için
en uygun yolları gösterdik. Zülkarneyn, «seyrifillah» ile bir yol tuttu. Maddi
ve Manevi kâinatların arasında yüceldiğinde gördü ki “Asli makamı ve mertebesi”
burasıdır. Doğu ve Batıda seyri ise, maddeye tenezzül ediş ve manaya yüceliş
seferidir. İstediğini yapabileceği zaman ilk tercihi süfli âleme yönelmek oldu
ve bedeniyle ilgilendi. İlk yolculuğu, güneşi izleyerek, doğudan batıya yaptı
ve Ruh-Güneşinin kavuştuğu yeri gördü. İzleme ve inceleme sonunda, güneşin
karaların ötesindeki denizden battığı gibi, ruhun da nutfe-cenin denen çamur
ile karışık bir kaynak suyunda, karanlık cisim, rahim ile çok iyi bir uyum
içinde bulunan ve bedenin maddesinden ibaret olan çamur ile karışık bir suda
gurup ettiğini gördü. Bu su bir çukurda idi ve çukurun başında “Bedensel
Nefsanî Güçler” ile “Ruhani Güçler” kavimlerini, topluluklarını gördü. “Ey
Zülkarneyn, bu topluluklara istersen hazlarını ifa ile iyilik; istersen,
perhiz, kahır, uzaklaştırma ile azap edebilirsin” dedik. Zülkarneyn, ‘Şehvet,
gazap, vehim ve hayaller ile geçimsizlik ve zorbalık yapanlara karşı güzel
ahlak anlayışını getirerek azap edeceğiz’ dedi.”
“Sonra, maddeden arınarak, Allah’a yücelme yolunu tuttu. Ruhun, yani ‘Hakikat
Güneşinin’ doğuşunu gördü; bu Güneşin, adalet, vicdan, zekâ, hayal, akıl,
fikir, sezgi, ilham ve kutsal güçlere doğuşunu gördü. Bunların, ruhun nuru ile
aydınlanıp mananın tümünü idrak ettikleri için “Hakikat Güneşi” ile aralarında
bir perde kılmamıştık. Zülkarneynin, ilim, bilgi, olgunluk ve faziletini biz
ilim açısından kaplamışızdır. Yani, Kalp, tüm âlemleri kapsadığından, bizim
gayrimiz kalbi kaplayamaz. Bu nedenle, Allah’tan başka, kalbin bildiğine vakıf
olan bir mevcut yoktur. Onun için kalbe “Arşullah” denir. Yücelme yolunu
tutan, Doğuya giden kavimle, maddeyi
seven Batıya giden kavmin yolları ayrılır. Aralarına, ‘Neden duvarı onardın’
dense de bir Set inşa edilmelidir. Bu set, şeraitin sınırı, hikmetli davranışa
dayanan kalbin hicap duyması, ar, namus, ayıp, utanma, duygularıdır. Zülkarneyn: Bu “Set yığını kanunu”, kul için
emniyet ve beka açısından rahmettir, Fenafillâh ve Bekabillahı yaşatır. ‘Hâl-i
Fenada’, «Kıyameti Kübra» ve Hakk’ın
zuhuru sebebiyle, o makamda; ilim ve hikmetin irtifaı, yücelmesi ve gayrin, fiilinin
intifası, yok olması ve «Efal-i İlâhinin tecellisi» hâli vardır. Hâl-i Bekada’,
«vucûd-i hakkani» ile icat, diriliş, vardır; Sur da nefiy olunur, üflenir ve
kâffesini, tevhit, istikamet ve temkinde, nefisleri ile değil, Allah ile
olmakta cem eyleriz. «Kıyamet-i Kübra» sahibine; kâfirlerin cehennem ateşinde
yandıkları, zahir olur, görünür.” (18
Kehf, 83 - 109)
Umarım, Olgunlaşma
Yolculuğunda, Kalbimiz, Fena ve Beka hallerini yaşatabilir!
Necdet
Altınay 27052023