Vaat Edilmiş Topraklarda Deprem
Akıl, bazen çok aciz kalır. Aklın işleme ilkesi itibarî ve izafîdir,
kıyas yapar. Maddenin tanımı: ‘kütlesi, hacmi ve ağırlığı olan şeye madde denir’.
Bu en çağdaş tanım, akıl içindir ama düşünen akla uygun değildir, çünkü ne
olduğu belirlenmiyor, ‘ona madde denir’ deniyor. Aslında madde ve zaman yoktur,
‘ego’muz gibi zandır. Elektriksel ve manyetik dalgalar, sırasıyla, gazap ve
şehvet güç ve kuvvetleri, vardır. Güçlü kuvvetler maddeye bağlı ve bağımlı
değildir. İnsan bilinci, ruhu, maddeden bağımsızdır, birbirlerinden ayrılmaları
doğaldır ama bu iş, kıyas olmadığı için akla zor gelir. Cansız, ruhsuz, beden
sarsılır, dökülür.
Bölünemez anlamına gelen ‘atom’, maddenin en küçük parçasıdır ama madde
değildir, tam bir boşluk ve yokluktur. Atom altı zerreler, tamamen elektrik
yüklü dalgalardır, elektromanyetik kuvvetlerden başka bir şey değildir. Bilim
burada da ‘parçacık hali gösteren dalgalardır’ deyip çıkar işin içinden. Hayat,
‘maddesel’ değildir, DNA’ya yüklenmiş bir ‘yazılım, irade’ olduğu
kanıtlanmıştır. Donanımın yazılıma tabi oluşu, hayatı, canlılığı, ortaya çıkarır.
DNA, maddeye hükmederek ‘enerji üretir’, ‘yaşar’ ve ‘çoğalır’. Bir hücrede bu
üç işlem aynı anda mevcut olmalıdır. Hayatın, sadece yaşayan bir hücrenin
çoğalmasıyla oluşabileceğini de bilim kanıtlamıştır. Evrim, hücrenin gelişimine
aittir.
Dalgaların, yalnız insan nazarı altında parçacığa dönüştüğü bir
gerçektir. Maddeye nasıl geçilmiş ise cansız maddeden canlılığa da öyle geçiliverir.
Bu konuda kutsal mesajlar daha anlamlıdır. “Ortada, açıkta, görünür olanın
anlatmaya çalıştığı hafi, gizli olanı, görünür olmaya çalışanı görmeden, hatta
inkâr ederek, surette kalmayınız. Aşikâr olarak görünen ‘arz’, görünmeyen,
henüz bilinmeyen ‘ilimden’ rızkını alır. Arzın, dört temel anasırdan alacakları
takdir edilmiştir. Yeryüzü ve gökyüzü veya arz ve sema olarak bilinen oluşumlar,
Haktan rızkını hakça aldıkça oluşur, açılır, gelişir.” (41 Fussilet, 9,10)
Rivayete göre, Allah’ın nefsiyle kaim, yerine geçen, ayakta olan, hayatıyla
hay, canıyla canlı, ilmiyle âlim, ruhuyla dirilmiş iken cennette yaşayan Âdem, bedenleşerek
dünyaya indirildi. Bedensel nefsaniyeti, canlılığı, Âdem’in zevcesi, eşidir.
Âdemoğluna, ilim halinden tekrar ruha dönebilmesi ihsan edilmiştir. Bilgiler,
kuvvetler halinde uygulandıkça hareket eder, oynaşır. Bedensel
nefsaniyetin, canlılıkta, bilgilerin özelliğine uygun bir şekilde,
farklılaşarak belirginleştiği için ruh ile cilveleştiği söylenir. İnsanî
nefsaniyetin dişiliğinin, eril ruha, her aşamada, aldığı bilgilerin özelliğine
uygun gelişip, bir kalp çocuğu doğurduğu rivayet edilir. Veledi kalp, akıl
aracılığıyla ruhtan aldığı bilgilerle beslenir, büyür ve kendine vaat edilmiş
topraklarda, alanlarda serpilir, hüküm sürer. Bireysel düzeyde, her kişinin
bedeni, kendine özgü bir Mısır ülkesidir. Azan Nil, verimli toprağı yarıp akar,
taşar; ‘sudan gelen çocuk’ Musa, rahimde kalmaz, doğar, vaat edilen bedeninde yaşar.
İnsana, nefsaniyetin her aşamasını, edebiyle, yaşama hakkı ihsan edilmiştir.
Mısır ülkesinde, emmare nefisle tutulan yolun sonu olmadığı görüldüğünde, Firavun
Nefis, kendini levam ederek, ‘yererek’, bir başka hale geçer; kendisinin,
hayalince, her şeye hükmedemediğini, eksikliğini anlar. Firavunun bir rehbere
ihtiyaç duyduğu, halk arasında
duyulunca, tevhit ilmine hâkim olan İbrahim’in, aklı temsil eden, oğlu Yusuf önerilir.
Beden ülkesi Mısırda, akıl Yusuf’un hükümdarlığı süresince, işlerin
düzelmesi memnuniyet verir ve aklın ülkede hüküm sürmesine izin verilir. Önce
baş tacı yapılan akıl, zamanla sömürülür ve sadece köle gibi çalıştırılıp nefsanî
menfaat için kullanılır. Duygudan yoksun ortamda, sömürü ve kölelikte, kalbe ihtiyaç duyulur. Aklın kalpsizce kullanımı, maddesel zenginlik verse de mutluluk
getiremez. Levama nefsin, sudan yani ilimden gelen oğlu, Hz. Musa, kalp çocuğu olarak, kalbe gerektiği
gibi önem verenleri toparlar. Her yer ve zamanda, iş ve işlemlerin, tüm
hareketlerin, efalin, aynı ilmin uygulaması olduğu, akla gelen fikirlerin kutsallığı, anlaşılır. Kalp
Musa, kendisine vaat edilen topraklara göç edip, Yusuf’un kardeşlerini, gazap
ve şehvet kabileleriyle birlikte, Mısır’dan çıkarır, kalbiyle aklı kölelikten
kurtarır. Akıl aracılığıyla kalbe dolan ilim, kalpte mayalanarak çoğalır, taşar
ve yayılır. Beden ve madde âleminde yalnız ve sadece bir ve tek ilmin
uygulandığının idraki, ayrıca, ilme ulaşma zevk, lezzet ve keyfini de verir. Levam
Nefis, bu aşamada tatmin olup, kalbe ram olur, esas krallığın mana âleminde olduğunu
hissedip yeni bir hal içine girer. Mutmain Nefsin, ruh babadan olma, kalp
çocuğu Hz. İsa; ilmin kendisinin, maddeden, madde halinden, daha önemli olduğunun idrakine varır. Bu
aşamada kalp, âlemin tüm sıfatlarının da yine aynı, bir ve tek, ilmin çeşitli
uygulamaları olduğunun idrakine erer. İlmin kaynağı göklerdedir. Mutmain nefis,
emmare ve levam nefislerden sonra, ruhun üçüncü eşidir; Hz. Yusuf ve Musa’dan
sonra, İsa da üçüncü oğuldur. Âlemde olan Âdem’de de olur!
Aynı Rivayete göre, kalp çocuğu rehberinden tevhit ilmini talep eden, nefsaniyetin
aşamalarını yaşayarak, Allah’ın ilmiyle, ruhuyla, zatıyla dirilebilir.
Ebeveynleri, Allah’ın kulu Abdullah ve âmin deyip teslim olan, ilham alan, dördüncü eş Mülheme Nefis sahibi
Âmine hatundan olan ve vaat edilmiş topraklarda özel eğitimle yetişen kalp
çocuğu, dördüncü oğul Resulümüzdür. Miraca çıkıp inerek, Allah’ın kelamını
getiren efendimiz, Hakka ulaşıp dönmüş, ruhun maddeden soyunabileceğini, örnek
olmak üzere, gerçekleştirmiştir.
“Beden arzının kadir ve kıymetinin bilinmesi, beden arzının sırrının
ortaya çıkışı ve aklın bu sırra erişidir. Sırra eriş, kalpte yerleşen bilgi ve
inançlara bağlıdır. Beden ile canlılık hareketleri farklıdır. Bunu fark ediş,
madde ile mananın birbirinden ayrılışıdır, mananın maddeden, ruhun bedenden soyunuşu,
ayrılışı, aklın zanlarından kurtuluştur. Ruhsuz, cansız beden, sarsıntı
geçirir. İnsan ruhu, bilinci, hayvani ruhtan ayrılıp, arınması sırasında, beden
ve ruh ilişkisi bozulur, beden harap olur. Bu durumda beden arzı, bir çeşit
deprem sarsıntısı geçirir ve şiddetle sarsılır. Beden arzının kadrinin ve
kıymetinin bilinmesine sebep olan ilim ve amellerin tümü, kalpte yer eden ilim
ve inançlarla ortaya çıkar. İnsan, beden arzının ıstırabına anlam veremez,
nedenini bilemez. O zaman beden arzı, hal diliyle haberlerini verir. Bu durumda
insanlar da inanan ve inkâr edenler olarak ikiye ayrılır. Bedenlerinin
mizaçlarına göre hesap verme ve ceza çekme yerlerine doğru hareket ederler.
Zerre kadar hayır işleyen hayrını, şer işleyen şerrini görür.” (99 Zelzele, 1-8)
Umarım biz de tüm beden eşlerimizin kadir, kıymetini ve oğullarını idrak
edebiliriz!
Necdet
Altınay 20102021