28 Nisan 2021 Çarşamba

Aşk Ateşi

 

Aşk Ateşi

Ateş varsa, ışık ve sıcaklık vardır. Isı, enerji, varsa ateş vardır, sıcaklık ve ışığını ölçerken, kaç mumluk ışık olduğu ölçülürken, J/s=watt, (joule per second), ısı ile ölçülmüş olur. (1) Ateşin ısı, ışık ve sıcaklığı, açığa çıkan enerjisi, yananın ve yangının çeşidine göre çok farklıdır. İnsanın bedensel yangını ile içinin yanması; eşyanın yanması ile eşyanın oluşumu için gereken yanış, çok farklıdır. Güneşteki yanma ve sıcaklık, altın ve demir madenleriyle birlikte güneş sisteminin oluşumu için gereken, bir süpernovanın yanma ve sıcaklığının yanında sönük kalır. Önce, sıcaklığı sonsuz olan yanma vardı. Sıcaklık ve hareket özdeştir, birbirlerinin kaynağıdır. Su ısıtılırsa yani enerji verilirse hareketlenir, sürtünme hareketi yani enerji harcanması da sıcaklığı artırır. Potansiyel varsa açığa çıkar.

Ateş ısıtır, ısınanın sıcaklığı artar, ısıtıcıdan ısınana olan enerji aktarımına ısı denir. Enerji aktarımı ısınanın atomlarının hareketlerini artırır ve çarpıştırır. 1 Kg suyu 1 0C artırmak için 1.000 cal yani 4.186 Jule ısı gerekir.

Bir hadise göre “Kişi sevdiği ile haşir olunur, kıyametten sonra onunla dirilir, ağacın çekirdekten çıkışına benzer.” Bunun nedeni, insan kalbinin, muhabbet ettiği şeyin suretinde şekillenecek kadar o şeyin, nefsine kazınmasıdır. Kalpten sevilen kişi, insanın dünyasını doldurur. Ateşin harareti, yanmanın maddi mi manevi mi olduğuna bağlıdır. Cismanî kuvvetler çok sınırlı oysa ruhanî kuvvetler sınırsızdır; ruhanî ateşin elemi, cismanî ateşin eleminden hem daha sürekli hem de daha şiddetli olur. Bu nedenle, «Cehennem ateşi,  yetmiş defa su ile yıkandıktan sonra faydalanmak için dünyaya indirildi» denir. “O ateş,  dinden mahcup olanlar, kâfirler, için ihzar olunmuştur.” (2 Bakara, 24)

            “Kişi kendini bilince, yapısı değişir, olgunlaşmak üzere başkalaşım gerçekleşir.  Bu ilk yapının çöküşü, harap olması ve göçüşüdür. Yapı taşlarının aslının olmayışının, zan oluşunun, idraki, külli idrake ve ilahi aşka götürür.  Bu durum,  haviye, göçmeye,  göçük oluşumuna ve göçükte ilahi aşk ateşinin yanmasına;  asar ateşine,  eserler yaratan yanışa ve yeniden diriltilmeye gider.” (2.259) Bir kişi potansiyeli ne ise onu açığa çıkarır, uygular. Kişinin kendini bilmesi, zanlarından kurtulmasıdır. Sonsuz ve sınırsız ‘Ruhani Kuvvetlerin’ gücünü idrak edince, bunların elektromanyetik enerji şeklinde ortaya çıkabileceğini görebilir. Nefsanî ve kalbi duyguların kaynağında ruhani kuvvetlerin olduğu anlaşılır.

“Beş duyu ile gazap ve şehvet olarak bilinen iki nefsanî kuvvete, hakikatleri bilinmediği için, ‘yedi gaip’ denir. Bilinmeyen yedi gaip, geceyi temsil eder.  Vücut,  hayat,  ilim,  irade,  semi,  işitme,  basar,  görme, kudret ve kelamdan ibaret sekiz sıfat, gündüzü temsil eder. İnsanların,  bu yedi gece ve sekiz sıfat rüzgârlarıyla, zahir ve batınlarına etki edilir, kökleri kurutulur, hatta katledilir. Kendi nefisleriyle ayakta olduklarını ve yaşadıklarını düşünenlerin hayatları olmayan ölüler olduğu görülür. İçi boş hurma kütükleri gibi şeklen kuvvetli fakat hayatları ve manaları yoktur, birer haviye, göçüktürler, hakiki vücutları ve değer verilecek anlamları yoktur. İlahi aşk ve şevk ateşi olmadan göçüktekiler yanamaz, şiddetli soğuk ve nefsanî heves rüzgârlarıyla helak olurlar.” (69 Hakka, 5-7) İlahi, ruhani kuvvetlerin suyla yıkanmış hali, elektromanyetik kuvvetler olarak bilinir. Bu kuvvetler, Higgs Bozonu içinde toplanarak maddeyi ve bedeni oluşturur. Yedi Gaip kuvvetler bunlardan oluşur. Bu kuvvetler, ruhani yani ilahi aşk ateşi olmadan yanamaz.

 

“İzdiham eden kuvvetler, gölgeleşip cisimleşir. Kütlenin hakikati bilinirse,  kütlenin görünen ışık enerjisi olduğu idrak edilir. İzafi vücut, ‘Mutlak Vücudun’ ortaya çıkmış, görünür, aşikâr olmuş sıfatıdır. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halindedir,  hakikatini görünür kılar,  enerji yayarak yanar.” (25.45) “Nefsin zulmet gecesi, insanlara libas, elbise kılınmıştır. Bu zulmet,  sizi istila ederek,  Hakkın zat,  sıfat ve gölgesinin müşahedesinde, sizi setir eder, örter. Siz hakkın zat, sıfat ve gölgesini müşahede ediyorum diyerek meşgul olur,  var olduğunuzu zannedersiniz.  Sizi,  hayat ve dünya da, böylece, gaflet uykusunda uyutur. Hadisi şerif: “Bütün insanlar uykudadır, ölünce intibah eder, pişer, uyanırlar.” Uykudayken, ‘Daimi hakiki hayattan’  gafil olunur. Kalpleriniz ruh nuruyla hayat bulunca,  his uykusundan sonra, kutsal âlem fezasında, intibah ile intişar eder, güneş gibi parlayıp,  ışık saçıp,  dağılıp,  yanarak yaşarsınız.” (25 Furkan, 47) Ölmeden önce ölen, pişer, yanar!

“Birbirinize karşı düşmanlık etmeyiniz. Düşmanlıklar, vücutta, akıl etme gücü ve vehim, kuruntu, hayal etme gücü arasında oluşur. Uygunluk ve uyumluluk, lezzet veya menfaat için olursa, bunlardan mahrum kalındığında düşmanlık başlar. Tevhitten mahcup olduğu ve nefsini sevdiği için her biri günahından sıyrılmak ister. Bunlar, arası açık insanların ortasında olan cehennemde, yanarak, çekişirler.” (50 Kaaf, 28)

Kâmil insan, ruhani kuvvetlerle yanmış, Hakk’ın ruhunun nuru ile aydınlanmış kişi olarak yanar ve aydınlatır. Süreç aynı süreçtir, her birey bu sürecin mutlaka bir yerindedir, ama başında ama sonunda. Tasavvuf, gayriyi yakan ilahi aşk ateşiyle yanıp, yakıcı olmaktır. İnsanın fıtratında, ruhun nuruyla yanmak vardır. Potansiyel olarak ruhani kuvvetlerin yakıcılığını hissedebilen insan, maddesel veya bedensel yanışın sönüklüğünü idrak edebilir.

      Umarım, biz de ölmeden önce ölebilir, intibah edip, pişip, intişar edip, yanabiliriz.

                                                                                                    28042021

 

 

(1)     https://www.khanacademy.org/science/ap-chemistry/thermodynamics-ap/internal-energy-tutorial-ap/a/heat

 

 

14 Nisan 2021 Çarşamba

Kavuşmaya Azmetmek

 

Kavuşmaya Azmetmek

 İnsan,  cahilden,  cehaletten kaçar,  bilmek,  öğrenmek,  bilenler ile beraber olmak,  onlarla konuşmak ister. Bilme isteği, bilgisizlikten bilgeliğe sığınmaktır, Allah’ın âlim ismine sığınmaktır. Bir şeyden kurtulmak için önce bunu istemek ve gereğini yapmak şarttır.   Daha iyisini isterken,  daha iyi olmayanın da idrakinde olmak gerek.  Yani bir şeyin daha güzeli veya çoğu mümkün olmadıkça eldeki ile yetinilir. Mevcut ile yetinmek, kanaat etmek daha iyisini aramayı durdurmamalıdır. Çocuklar kendi aralarında oynarlarken hiçbiri diğerinden sıkılmaz veya halinden şikâyetçi olmaz. Ancak, çıraklarla veya çocuklarla beraber olmayı isteyip de aralarına girmiş olan bir büyük, üstat, zamanı gelince ayrılmayı da bilir. Çocukluğun, çocukluk olduğunun idraki içindedir ve esas yerinin başka olduğunu, kendisinin bir büyük olduğunun bilinci içindedir. Sürekli çocuklarla birlikte kalması ve çocukluk, çıraklık etmesi kendisine ve büyüklüğüne zarar verir. Halkın arasına girmek, halk ile halk olmak, onlardan biri gibi davranmak, sıradan bir insan gibi olmak, yetişmiş, olgun bir insan için de mümkündür. Samimiyetle talebelerinin arasına girmiş olan bir öğretmen,  fazla kaldığında,  laubalilikle karşılaşabilir.  Buna sebep olmamak için her an diğerlerinde olmayan  “Öğretmenlik”  sıfatına sığınabilir.  Cahil ile arkadaşlık edip ona yardım etmeye çalışan bilge kişi bir süre sonra cehalet karanlığından bilgeliğin aydınlığına çıkar.   Bedensel zevklere meyli olan bir kalbin bunlara dalıp gitmesi, sonuçta zararlı olacak beden gecesinde kalmasını doğurabilir. Böylece, nefsanî fiiller, efalden, kalbî duygulara, sıfatlara, geçilir.

Ancak,  aklî,  ulvî,  uhrevî ve manevî zevklerin derinliğine ve güzelliğine dalmış,  bunları zevk etmiş bir kişi,  uzadıkça acı vermeye de başlayan bedensel ve dünyevî zevklerin karanlığından kurtulmaya, ilâhi nurların aydınlığına çıkmaya, bakar. Bakmaz ise, bu zevklerini kaybettikçe artık ne çıkmak ister ne de çıkabilir.   Daha iyi olmaya azmetmiş bir kişi, o yönde iradesini kullanmaya kasteder, azmeder, ancak, daha kolay elde edilebilen zevklere dalarsa,  nefsine uyarsa,  azim ve iradesini gevşetir, kaybeder,  hayal ve vehimlere kapılır.  Nefsin şerrinden, mananın yüceliğine sığınmasını,  kaçmasını bilmeli,  bunun kendisi için iyi olmayacağının idrakine varmalı. Dünyada daha çok şeye sahip olma, yeme içme, şehvet gibi nefsanî zevklerin verdiği huzur ve mutluluk eğer kalpte yerleşirse kalp artık ilmin aydınlığından, “İlahi nurun doğuşu” zevklerinden mahrum kalır.

Özet olarak, “Zat güneşinin doğuşundan önce oluşan, sıfat tecellisi nurunun, aydınlığının, gerçekleşmesi için, beden-vücut gecesinin şerrinden”; “Daha iyi-doğru-güzele gitmek için gösterilen azim ve iradeye, bedensel zevklerin vereceği hayal ve kuruntuların şerrinden”; “Kalbî ve bedensel yaşamın sağlıklı yürütülmesine zarar veren, nefsin şerrinden” korunmalıdır.  Kalp, Beden, Nefis üçlüsünün uyumu bir ihtiyaçtır! (113 Felak S.)

Bilgi, ilim, insanın kaybıdır bulup almalı. Gece, insan, nefsine uyar, karanlık ve uyku, insanın gaflete düşme halidir. Gaflete düşmezse eğer uyanıktır, aydınlıktır. Bir yerde, bir kişide akıl var, ortamda da ilim var ise bu ateş ve barut var demektir patlama kaçınılmazdır. Bu patlama “Big Bang”ten de büyük olabilir. Birinde var olunur, diğerinde Yaradan kalır! Bedensel, maddî âlemde, fail ve kalbî duygularla sıfatlanan, mevsuf, Haktır!

“Siz O’na ve elçisine itaat edin.  Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir. Sadıksanız, gayret, azim gösterin. Hayvandan da beter,  duymadıkları hâlde dava edenlerden,  sağır ve dilsizlerden olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup,  anlama,  basar ve uygulama yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle,  çabuk yüz çevirenlerde,  anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde debelenir, tereddüt eder. Kalpleri, hakikati, huzur ve sükûn içinde karşılayamaz; hakikati işitip,  anlayıp,  kabul edip,  basiretle görüp uygulayamazlar.  Henüz görmeden,  gaibe iman edenler,  Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna inananlar, O’na ve elçisine uyunuz, duyduklarınızı uygulayınız.” (8 Enfal, 20)

“İnsan,  böylece, esfel-i safilinden yani maddenin çukurundan,  açılan temelden,  ana rahminden,  arş-ı alaya yücelir.  ‘İnsanlık ilmi,  Allah’ın ilmiyle bağlantılıdır’  denebilir. İnsan,  kuvvet ve kudretini,  maddeye ve bedene hükmetme iradesini doğrudan Hak’tan,  gaip âleminden,  alıyor olabilir. İnsan,  onun ilmi ile âlim,  vücudu ile mevcut,  nefsi ile kaim yani ayakta, hayatı ile hay, diri, kuvvetiyle kuvvetli ve hükmü ile iradelidir. Fıtratı gereğince, her nefsin kudret âleminden kuvveti ve onu terbiye eden hükümdarlık âleminden gelen iradesi vardır. Kudret ve kuvveti, ilim ve nurdan, aklıyla ilmin idrakinden gelir.  Hükmü yerine getirme,  uygulama azim ve iradesini ise hükümdarlık âleminden, zaman içinde, yerine ve zamanına göre, gerektikçe, yardım olarak, alır.” (50 Kaaf, 21)

Akıl, bir tek iş yapar, o da bilgi alıp işlemesidir. Ortam da tam bu işe hazırdır. Ortam zaten ilmin uygulanmış halidir. Akıl yuvarlansa ilmin üzerinde yuvarlanır. Evvelinden ahirine olan da bu, olacak olan da. Başka ne beklenir ki? İnsan var, insanda arayış var, akıl var, ataleti bozmak yeterli. İnsan, insanı okuyunca, ayet okunur. İnsanın, bilgili, azimli ve uyanık olması yeterlidir. Her okunan ayetin doğruluğu, âlemde ve Âdem’de yeri bulunarak, kanıtlanabilir. İnsanın, hiçbir gayreti boşa gitmez, hak ettiği tam olarak, Hakça verilir.

Umarım, bizim gayretimiz de, vücudu ile mevcut olduğumuzun idrakine yeterli olur!

                                                                                                          08042021