27 Kasım 2020 Cuma

Birlik ve Beraberlik

 

Birlik ve Beraberlik

 Âlimler, analiz ve sentezler yapar. Arifler de, zaman içinde gelişen bir şekilde, bilinenler ile felsefe, bilinenin felsefesini, yapar. Önem ve öncelik zaman içinde değişse de bir noktada felsefe yapan arifler, inanç ile ilgili düşünceleri, belirli bir sonuca bağladı. Kısaca, “Allah vardır, birdir, tektir ve var olandır!” dendi.  İnanç,  bir ve tek sonuca bağlandı ama bilim, sonucu kanıtlamayı sürdürmektedir. Evrenin, ‘Bağlantısal Bütünsellik’ ve bireylerin, ‘Konnektom’ projeleriyle, Âlemle Âdemin de birlik, vahdet, içinde olduğu kanıtlanmaktadır. Birlik kavramı içinde, ‘vuslatta’, iki varlık varmış gibi düşündüren, ‘beraberlik’ kavramı olmayabilir. Kesrette mevcudat arasında beraberlik, vahdette ise birlik söz konusu olabilir.

“Görme,  işitme,  dokunma,  tat ve koku alma, beş duyu nedeniyle beş vakit namaz farz olmuştur. Bu duyular, maddeye yöneltmiş,  kalbi işgal etmiş,  ilimden ve ruhtan uzak tutmuş, nur ve huzurdan perdeli kılmışsa namaz,  rücu için tek yol,  farz olur.  Kalbin nefse açılan kapısının, Sadrın, kapanması ve ruha açılan Fuat kapısının açılması, nura yönelmenin odaklanması, idrakin tevhidinin, birliğinin sağlanması ve Rabbine yaklaşma namazlarının kılınması farz olur. Bu namazlar, Rab yönüne açılan beş kapıyı, nefse açılan beş duyu kapılarının tam karşılarında yer alacak şekilde, oluşturur. Beş vakit namaz kapıları ile kalbe nur girer ve bu nur zulmeti siler. Her namaz, bir duyuya kefaret oluşturur.” (11 Hud, 114)

Bünyemizdeki kuark,  elektron,  nötron, proton,  atom,  hidrojen,  oksijen su ve DNA moleküllerinden hatta hücre ve el, ayak gibi organlarımızdan söz edilmez.  Bunların hepsi kendilerini, bizim varlığımıza,  ilmimize feda etmiş,  fani olmuş, fena bulmuş,  kendilerini  ‘bilgi’leriyle teslim etmiş durumdadır. Her biri bir ‘şey’ iken, özellikleriyle, şeker küpü gibi, bilgi küpü iken, artık yalnız biz varız, onlar yok. Bilgileriyle, bizim insanlık ilmimize itaat ederek, tabi olarak, bize biat etmişlerdir. Hepsi beraberce, bizim birlik ve bütünlüğümüze delildir, şahittir, kendilerince bize teslim olmuşlar, bize çalışır, bizi anarlar. Bedenimizde bir biz varız bir de onlar var gibi ikilik oluşturacak şekilde yokturlar. Bu bağlı, bağımlı ve bağlantılı halleri,  beden dilinde bir anlamda, onların namazları, vuslatları,  miraçlarıdır.  Her şey bir ve tek ilmin uygulaması ise, her şeyin bilgisi ilmine tabi ise, biz bağımsız ve bağlantısız, hür, olmamızı neye borçluyuz? Cehalete mi acaba?

“İnsanın fıtratına işitme,  anlama,  idrak etme ve davete icabet etme kazınmıştır.  Benlik ve bencillik yapması fıtratları gereğidir.  Bu durumda muhatap alınır ve doğru yola davet edilir.  Kesretin vahdet, beraberliğin birlik, olduğunu anlayarak,  bütün içinde, tümde fani olarak,  fıtratınız gereğince yola girin. Fıtratı yok saymak doğru değil. Yaradılışınız gereğince davete uyun, sülûkta ilerleyin.  Var olup da davet edilen,  edilince,  yokluk iddia etmez, varlık ile kabul edip tehir etmeyin, karşılığını alırsınız. Tümde fani olmak,  yokluğun idraki değildir.  Sonra kendisine ruhumuzun üflenmesi ve suretimizle tasviri sebebiyle, insanı,  yaradılıştan gelen “Başka bir hale girme” haliyle halk edilmiş olarak inşa eyleriz. İnsanın fıtratından gelen ahdi misaka uyma hali, bir halden diğer hale geçiş yeteneğidir. Bu yetenekle insan,  evrimsel gelişim alanı olan doğadan kurtulma ve önce yükselerek,  sonra da yer çekiminden kurtulup, yücelerek hal değişimiyle inşa edilir.”(8 Enfal, 24)

“Her bir ‘şey’in, o şeyi diğerinden ayıran, bir özelliği vardır. İnsan, insanlığı ile insandır. İnsan, insanlığını kaybederse, kendisi de kaybolur,  ona insan denmez.  Her özellik Hakk’ın vahdaniyetine,  birliğine delildir.  Gökler ve yerler adalet ile ayakta durur.  Adalet, kesret âleminde vahdetin gölgesidir. Eşyanın düzeninde yumuşak huyluluk,  birbirleriyle uyumluluk gibi vahdaniyete,  birliğe,  beraberlikte birliğe, götüren özellik mevcut olmasa düzen mevcut olamaz.  Birlikten gelen ve hep beraber birliğe götüren özellik yok olursa, düzen ve düzenlilik hemen bozulur. İnsan veya insanların, insanlık özelliğini kaybetmesi durumunda birlik ve beraberlik içinde yaşamaları mümkün değildir, insanlık düzeni bozulur.” (21 Enbiya, 22)

“Eşyanın tümünü, hakikatini, vasıflarını ve diğer vücudu olan ve olmayan şeyleri kapsayan,  Kur’an aklı olarak bilinen, kâmil insan istidadını, insanın fıtratında yaratıp kazıyarak Kur’anı öğretti.  Kâmil insan fıtratında toplanmış olan şey, ayrıntısıyla, fiilen zahir olmuş görünmüştür.  Bu zahir oluş rahmanî rahmet değil rahimî rahmettir.”  (55 Rahman, 2)  Konuşma yeteneği ile birlikte fıtratına kazınan akıl,  insana özgü, verilmiş, özel bir nimettir.

Gazap ve şehvet kuvvetleriyle hayat çok canlı ve heyecanlı yaşanır.  Konuşma yeteneğiyle tevhit ilmine sahip olunur, ilim onunla anlatılır, birlik ve beraberlik sağlanır, sevgi ve muhabbet ortamı oluşturularak,  Hakk’ın hakikatinin idraki sağlanabilir. Gazap ve şehvet kuvvetleri, üstünlük sağlanıp olumsuzlukları giderilerek,  teslim alınır.  Böylece,  kalp,  akıl vasıtasıyla ilmin kaynağına,  ruha,  yücelebilir.  Nefsanî ve hayvani düzeyde sahip olunan el,  bel ve dile artık gerek duyulmaz.  Her var olan şeyin,  Hak’tan hakkını hakça alması nedeniyle var olduğu idrak edilir.  Nutuk kuvvetiyle alınan haberler,  yine nutuk ile isteyene,  hak edene yalansız, apaçık verilir. Fıtrata kazınmış ahide,  anlaşmaya ve verilen söze kalp,  dil ve hal diliyle evet denir.  Konuşma yeteneği ve akıl yardımıyla, canlılığın yaratılmışlığının ve insanın inşasının hikmetine varan kişi, kendini önce sezgiye sonra ilhama bırakabilir. Her şey ve herkes ile beraberce birlik içinde oluş, görünen kesretin vahdet oluşu, idrak edilebilir.

Umarım, biz de hep beraber, herkes ve her şey ile tüm mevcudat ile birlikte, Bir Vücut içinde fiiliyle fail, sıfatıyla mevsuf ve vücuduyla mevcut, olduğumuzun idrakine erebiliriz.