26 Nisan 2018 Perşembe

İnsan Kitaptır


            İnsan Kitaptır

            Her insan aslında, özünde, bir kitaptır. Karşıdan görünse, ne kitabı acaba denir. Adını okuyunca bir tahminde bulunulur. Okunmadan gerçek açığa çıkmaz. Birisi geliyor denilse, kim olabileceği düşünülür. Adı duyulsa, cinsiyeti anlaşılabilir. Görüldüğü zaman, ziyaretin amacı merak edilir. Gelenin konuşmasından sonra her şey açıklığa kavuşur. Hayat da buna benzer. Bir ömür, yaşanır ama nelerle karşılaşılacağı tam olarak yaşanmadan bilinemez. İnsanın da bir ismi, buna mütenasip, uygun, ilminin sıfatı ve isim ile sıfatını kapsayan kişiliği veya zatı vardır. Her sıfat, ilminin özelliklerini içerir ve onların tümünü açığa çıkarıp aşikâr eder. Sıfatları sıfat yapan açığa çıkardıkları ilimdir, ilgili ilmi olmadan o özelliklere sahip olunamaz. Her renk bir dalga boyu, her koku bir kimyasal bileşimdir. Bir ismi olanın, daima kendine özgü hareketi vardır. Diğer şeylerden farklı olan, farklı hareket edene farklı bir isim verilir. İsmi olanın da daima bir cismi veya tasavvur âleminde bir yeri vardır. Önce mana sonra madde âlemlerinde farklı, özel bir yeri olmayana ayrı bir isim verilmez. Her isim de belirli bir sıfata ve bu özellikleri oluşturan ilme sahiptir, aslında isim, o ilmi açığa çıkaran sıfatındır.

            “Ayetin başındaki (Ta), (Sin) ve (Mim) harfleri de Resulün isim, sıfat ve zatı için olabilir. Hz. Ali, Resule, “Sen harfleri ile gizli olan şeyin zahir olduğu aşikâr bir kitapsın” demiştir. Resul de herkes gibi bir beşerdir ama ona vahiy gelir.” (16.1) Herkeste bir kitap olma potansiyeli vardır. Herkesin bir ismi ve sıfatı vardır, vücudu, kişiliği de ismiyle sıfatını kapsar ve ilminin açığa çıkmış halidir. Doğumdan itibaren düşünülse insan, önce ne olduğu belirsiz bir nokta, sonra bir harf, daha sonra anlamlı bir kelime olarak düşünülebilir. İlk defa “Ben diğer halk edilmişlerden ve canlılardan farklıyım, ben bir hayvan değil insanım” diyen Âdem olabilir. İlmin nuru ile aydınlanmaya, ilmi anlamaya, resulün nuru ile yaratılıp dirilmeye başlayabilir. “Nebiler, Allah’ın kelimesi, kelimetullah veya kelamıdır” deyimleri anlam kazanır.

            “İnsanlar özellikle iki tiptir, biri inanan diğeri inkâr eden. Müşrik, inkâr eden, doğuştan dilsiz gibidir. Dilsiz insanın ‘konuşma yeteneğinin’ doğuştan olmaması gibi, inanmayan, şirk koşan da, istidadında, akıl ve idrakten yoksundur. İnanmayanın, akıl yürütme gücü ve idrak etme yeteneği eksiktir. Bu eksiklik ‘verilmemişlik’ anlamında değildir. İlahî adalet açısından herkese verilenler eşittir ama önem verilmez, üzerinde durulup çalışılmaz, aksi tercihler kökleşir, bu nedenlerle eksiklik oluşturulur. İman, kalbin emridir, nefsaniyetten kurtulamayan, kalbî değerlere erişemeyen, kalbini geliştiremeyen imana erişemez. İnsan, ilahî vücudun aracı, hazretinin, hazır veya var olanın vekilidir, vekâleten vardır. Haktan gayrisinin noksan olduğu ve imkânlarının kısıtlı olduğu anlaşılmalıdır. İnsanın kendisine gerekenler, amacına, kemaline uygun olanlar verilmiştir. Verilenlerle noksanını idrak edebilmeli ve nefsini bilerek Hakka sığınabilmelidir.” (16.76)(26.3)

            “Resule, Hakk’ın vücudu bağışlandıktan sonra, ‘Furkan aklı’ indirilmiştir. Diğer bir deyişle gayrinin olmadığı idrak edilince, tüm vücut Hakkın olur ve hakkın vücudunun nasıl oluştuğu da aşikâr olur. Kuran ilminin nasıl uygulandığı da indirilmiş olur. Her şeyin hakkını tahkik edene hakikat aşikâr olunca, fıtratının selameti için, kişi teslim olur ve itaat ederse, kemaline hidayet edilip terbiye edilir, bekası müjdelenir.” (16.89)

            Her hareket edenin, rengi ve kokusu olanın, sıfatı farklı olanın hakkında ‘nasıl oluyor’, ‘nasıl çalışıyor’ veya ‘bu özellikler nasıl ortaya çıkıyor’ gibi sorular sorulur. Cevap bulundukça her şeyin ardındaki ilim bilinmiş olur, ilim idrak edilmiş olur. İnsan da madde ve manasıyla veya beden ve ruhuyla çok karmaşıktır.

            İnsanın alt sistemlerinin nasıl çalıştığı bilinse de tüm sistemin nasıl işlediği bilinemeyebilir. Kitap yazımı ve basımında olduğu gibi noktalardan harflere, harflerden kelime ve cümlelere geçilse de bir sonuca varmak mümkün olamaz. Bir kişinin yaşamı sona ermedikçe her an halden hale geçiş sürdüğü için her insan dinamik kişiliğe sahiptir. Kesin ve belirli bir sonuç elde edilemez. Her kişinin bir ve tek veya ‘biricik’ olması nedeniyle bir başkası örnek de olamaz. Hastalığı ve sağlığı, fiilleri ve sıfatlarıyla, herkes bir diğerinden farklı bir bütündür. Ayrı ve ayrıcalıklı bir kitaptır, dinamik, canlı ve sürekli bir değişim içindedir. Birisinin diğerini bilmesi ve anlaması başka, insanın kendini anlaması başka şeydir. “Hayır ve şer Allah’tan ise fıtrat ve istidatların verilmişliği esas ise kaza ve kadere inanmak varsa ve elde irade yoksa benim ne günahım olabilir?” diyen kişiye söylenebilecek bir tek şey vardır ‘benim’ dediğin iradesiz kimdir?

            Doktorun hastasını, öğretmenin öğrencisini bilmesi ve anlaması beklenir. İnsanın kendini bilmesi ise kendisinden toplumca istenir. Kutsal mesajlar da insanın kendini bilip anlaması konusunda yardımcı olur. Bu mesajlara inanmak insanın kendi yararınadır. Halk edilenlerin nasıl halk edildiği, yaratılan canlıların nasıl yaratıldığı ve inşa edilen insanların nasıl inşa edildiği, kutsal kitaplarda örnekleriyle açıklanır. Her şeyin bir amaç için yaratıldığı ve bu amacın ne olduğu, hedefe nasıl ulaşılabileceği anlatılır. “Oku, düşün, tefekkür et, bilgi elde et, ilmi anla, tüm varlığı idrak et” kutsal mesajları akıllı ve aklını kullanan insanlar içindir. Akıl, kullanıldıkça gelişir, anlayış ve idraki artar.

            Her insan bir kitaptır, ayrı bir bütündür, farklı bir ismi, cismi ve resmi vardır. Evrende, altın ve elmas gibi, var olan her şeyden insanda da vardır. Kutsal mesajlar Âdem ile âlemin ikiz olduğunu bildirir. Birine bakarak diğeri anlaşılabilir. İkiz atom, elektron ve fotonların her özelliği âlem ve Âdem için de geçerlidir. İki galakside saptanan ikizler, örneğin elektronlar, birbirleriyle anında haberleşircesine ortak hareket ederler. Zaman ve mekân mefhumları yoktur. “Doğada ve evrende ele alınan her şey bir isim ile anılır ve bilinir. Farklı şeyler varlığın kesret halidir ve celal tecellileri olarak anılır. Kesretin vahdet olduğunun idraki büyük bir güç, kuvvet ve kudretin ortaya çıkışına, cemalinin görünmesine neden olabilir.” (13.12)

            Her insan, her kitap ve her şey kendine özgü fiil, sıfat ve kişilikle vardır ama hepsi birden bir ve tek bütün de oluştururlar. Celal tecellileri kesret görünür ama aslında kesretin de vahdet olduğunun idraki kaçınılmazdır. İnsanlar birer kitap ise de aynı kütüphanenin birer kitabı oldukları hemen anlaşılabilir. Kendini bilenin bir kitap olduğunu anlaması ve bir kütüphaneye ait olduğunu idrak etmesi gerekebilir. Bu kitabı da kendisinin yazdığı gerçeği ayrıca düşündürücüdür. Kitap yazımı için çok sayıda gerekli şeylerin ‘verilmiş’ olmasının idraki bireysel akışkanlığı durdurabilir ve dondurabilir. Yağmurun damlalar halinde yağması damlaların faaliyetleri değildir. Damlaların birleşerek göl veya derya oluşturabileceğini bilerek damlanın özelliklerinden deryanın tüm özelliği bilinemez. Damlada deryalık yoktur. Ancak inşa edilişinin kanıtı olarak insanın insanlığı gösterilebilir. Kâmil insanın kalbinde insanlığın ve âlemlerin tümü zerre kadar yer tutabilir. Allah, insanın gönlündedir!

            Umarım, biz de kendimizi arar, bulur, bilir ve Resulün kitabında yerimizi alabiliriz.

8 Nisan 2018 Pazar

Resulsüz Olmaz


            Resulsüz Olmaz

            “Düşünme, düşünerek fikir üretme, gücü ve kuvvetini, kutsallığı nedeniyle, terbiye etmeye gerek duyulmaz. Cisim ve cesetten arınmış hali nedeniyle de fena etmeye, fani olmasına gerek yoktur. Düşünebilme, fikir üretme yetisi, kısa zaman içinde, bir anda, zahir olabilir ve bir anda bir fikir ortaya çıkabilir ve delillerle yön değiştirerek, tüm kıyaslamaları birleştirip, senteze ulaşabilir. Kalp, vücudun birliği ve bütünselliğini idrak eder ama akıl, kıyas yolu ile cüzî, kısmî, parçalara ait bilgilerden sistemin bütününe, fikirsiz geçemez. İnsan, beden şehrindeki her ayrıntıyı tam olarak idrak edemez. Bilinen ayrıntılar, bütünü oluşturacak şekilde birleştirilemez. İlim ve cisim âlemleri ayrı iki âlemdir. Ayrıntılı incelemelerle bilinmeye çalışılan parçalardan, bütüne ve onu oluşturan fikrin kendisine ulaşmak mümkün değildir. Fikir sayesinde iki âlem idrak edilebilir.” (27.22) Kuş gibi uçak bile, hala, kuş değildir.

            Her şey, ilmin bir uygulamasıdır. Şey ile hakikati farklıdır, akıl bunu fark edebilir. Şeyin, ilminden farklı ismi, cismi ve resmi olamaz; şey, ilminin deposudur. Uygulama sonucu olan ‘şey’ uygulanan ilmi bilemez, o ilme ulaşamaz, o ilim ile doğrudan iletişim ve etkileşim içinde olamaz. Parça, bütünlüğü bilemez, doğrudan, eşit gibi iletişim ve etkileşimde olamaz. Bütün fikri, ilmin ayrıca uygulanabilir bir bölümüdür. İnsan, kendisine hizmet eden yeteneklerinin, alt sistemlerinin toplamıdır. Göz sadece görmeyi, kulak sadece duymayı bilir. Sindirim sistemi, kendi içinde bir bütündür, alt sistemler uyumlu çalışır ama biri diğerini bilemez. Her alt sistem bir üst sistemin bir parçası, bir alt sistemidir. Her alt sistem bir üst sisteme bağlı ve bağımlıdır, bağımsız ve ayrıca çalışamaz. Her açık sistem çevresinden girdiler alır, girdileri kendi bünyesinde işleme tabi tutar ve üretimin sonuçlarını ürün, çıktı olarak çevresine yani bir üst sistemine verir.  “İnsan bir parça mıdır, bütün müdür?” cevap ilham gerektirebilir.

            İnsan, bir açık sistemdir, işlem ve oynama alanı çok geniştir. Çok şeyden etkilenir ve çok şeyi etkiler. Bulunduğu yere hâkim olmak ister. Doğaya hükmetmek, onu değiştirmek ve arzu ve isteklerine uygun hale getirip, kendisine hizmet ettirmek ister. İnsanın hakikati de kendisinden farklıdır. İnsan da ilminin aynı ve deposudur, ilminden ayrı ve gayrı ismi, resmi ve cismi olamaz. İnsan, bir fikrin uygulamasıdır ve fikir kutsaldır. İnsan açık bir alt sistemdir.

            “Dedikleri ve düşündükleri bilinen, zahiren de İslam hali üzere olan müminler terk edilmez. Belki bağlılığı ve bağımlılığı artırmak veya imtihan etmek amacıyla, bir süre için serbest bırakılır. Böylece kötü nefis sıfatlarına, şeytan ve kuruntuya dayanan heveslere sahip olanlar ortaya çıkar. Kalp sıfatlarıyla oluşan güzel ahlak sahipleri, ruhun müşahedesi, sırra ulaşma isteği ve girişimleriyle nefis sıfatlarından uzaklaşır. Bu nedenle bu iki grup arasına fitne girer, anlaşmazlık çıkar, kötü olaylar olur. Sonuçta nefis ve şeytan tarafını seçenler ile kalp ve ruh tarafını tercih edenler arasında ayırım keskinleşir, fark yaratılır, bilgi ve muhabbetin Allah için olduğu idrak edilir. Müşahedeleri, bilgileri ve muhabbetleriyle müminler doğru yoldadırlar.” (3.179)

            “Ancak gaip vücudunuzla sizin aranızda uzaklık vardır. Fıtratınızda, ilişki kurup, gaip vücudunuzla iletişim ve etkileşime girme istidadınız, yeteneğiniz yoktur. Resul vasıtası olmaksızın, siz, sizde gizli bulunan ahval ve hakikatlere ulaşamaz, gaip vücudunuzla haberleşme kuramazsınız. Kendi hakikatinize, kendi kendinize ulaşamazsınız. Allah, sizi hidayete, doğruluğa, eriştirme yeteneğine ve nefsaniyeti açısından aynı cinse sahip resulleri seçer. Sizin gaip olan vücudunuzun esrar ve hazinelerine sizi hidayet etmesi için o resulü keşif eyler, esrarlı hakikatlerine muttali, haberli, kı­lar.” (3.180)

            “Buna binaen sizin, re­sullerden telâkki ve kabul etmenizin mümkün olması için, kalben kabul ile Allah ve Resullerine iman ve irade ve şeriata sıkıca tutununuz. Tutunursanız, size ‘hakikati keşfetme’ büyük sevabı vardır. Allah'ta fâni olmakla infak ediniz, rahmetine kavuşursunuz, nurlu cemalini örten perdeleriniz kalkar. Peygamberlerin tevhit ilmiyle, gökten, ruh semasından gelen aşk ateşiyle, nefislerini kurban edip, ifna etmeleri rablerinin işitici olmasındandır.” (3.181)

            Nefsanî faaliyetler ile kalbî faaliyetler iki ayrı âlemdir. Nefsanî âlemde yarışma, kalbi âlemde paylaşma hâkimdir. Üreticiler arasında da bir rekabet, tüketiciler arasında da bir rekabet vardır. Rakipler arasındaki yarışma mücadeleye dönüşebilir. Bunlar arasındaki paylaşımlar, paylaşılanların az veya çokluğuna göre kapışmaya dönüşebilir. Paylaştıkça azalan şeyleri paylaşım, adaletten uzaklaşabilir. Gazap ve şehvet kuvvetlerinin hâkimiyeti altındaki nefsanî güç ve kuvvetler, tüm paylaşım fiillerini kavgaya dönüştürebilir. Böylece kötü nefis sıfatlarına, şeytan ve kuruntuya dayanan heveslere sahip olanlar ortaya çıkar. Kalp sıfatlarıyla oluşan güzel ahlak sahipleri ise ruhun müşahedesi, sırra ulaşma isteği ve girişimleriyle nefis sıfatlarından uzaklaşır. Nefsanî fiiller beden, madde ve maddi şeylerle ilgilidir. ‘İnsanın fikir babasına ihtiyacı yoktur’ deyip resulü inkâr eden, toplumsal öğretileri de reddedebilir. Kalbî fiiller ise ruh, ilim, güzel ahlakla ilişkili duygusal düşünce ve fikirlerle ilgilidir. Önemli olan düşünen akıl sahiplerinin nefis ile kalp ayırımını yapıp kalbi tercih etmesidir.

            Bir ayette, ‘İlim, Hakk’ın gölgesidir’ deyimi geçer. (25.45) İnsan, kutsal bir fikirdir. “Her şeyin hakikati Hakk’ın ilminin aynısıdır, vücudu ilmi ile oluşur, ilmi zatının aynıdır ve zatı aynı vücududur. (41.53,54) Yukarıdaki ayet ‘Ancak gaip vücudunuzla sizin aranızda uzaklık vardır’ diyerek, parçanın bütünü anlayamayacağına işaret etmektedir. Üstelik “Fıtratınızda, ilişki kurup, gaip vücudunuzla iletişim ve etkileşime girme istidadınız yoktur. Resul vasıtası olmaksızın, siz, sizde gizli bulunan ahval ve hakikatlere ulaşamaz, gaip vücudunuzla haberleşme kuramazsınız. Kendi hakikatinize, kendi kendinize ulaşamazsınız.” Gerçekleriyle, insanın, elçiyi görevlendirene ulaşmak için elçiye muhtaç olduğu üzerinde durulmaktadır.

            Su, ilmin rumuzudur. Yağmur, bir rahmettir. Yağmur taneleri halinde gökten inen suya benzer şekilde, bilgiler de kutsal olan ilimden kutsal fikirlerle iner, anlaşıldıkça, bilgiler çoğaldıkça bilim halini alır, uygulamaların ardında ilim olduğu, ilmin vücudunun olduğu idrak edilir. Yağmur damlaları buluta kadar izlenir ancak bulutların oluşumu hakkında sadece fikir vardır. Güneş altında buharlaşıp bulut oluşturan suyun, orman veya okyanus gibi, hangi mevcuttan kaynaklandığı bilinemez ama bir vücuttan çıktığı kesindir. Suyun yeryüzüne gökyüzünden indiği de düşünüldüğünde, suyun evrende bilinemeyen bir vücuttan kaynaklandığı da gerçektir. Bilinemeyene ‘gaip’ denebilir. İnsanın madde ve manasının kaynağı da bilinemez, ‘Görünmeyen, Gizli olan, Âleme’, gaip vücut denebilir. Gayba inanmak, bilinemediği için, bir anlamda zorunludur. Damlanın serüveni bulutta başlar, deryada biter. İnsanın yaşamı da aslına dönünceye kadardır. Kalbî iman ile Allah’a dönüş kaçınılmazdır, bilinse de bilinmese de. Resulüne inanarak aslına dönenin yeniden dirilişi de bir gerçektir. Resul, hakikati arayanlara şefaat edecek, hakikat güneşi altında rahmete kavuşturacaktır.

            Umarım, elçinin muhabbet elini tutar, hakikat güneşine maruz kalıp rahmete ulaşırız!