22 Aralık 2022 Perşembe

Kelam Hakkındır

 

Kelam Hakkındır

Kelam, konuşma, nutuk kuvvetinin, anlayış ve idrak iradesinin, çok özel bir halidir. Nutuk kuvveti, ilmin idrakini içeren, manayı kavrama ve anlatma kuvvetidir. Bu kuvvete sahip olanlar arasında kelam edilir. ‘Bilinmek’ için ‘Yaratılışın’ amacına ve özüne uygun kelam edilir. Manayı kavrayan ve anlatmak isteyen, anlamasını istediğine, Allah sevdiğine, kelam eder. Kör, sağır ve dilsize kelam edilemez, ariften arife kelam olabilir. İlim, ilimden nasibi olana anlatılabilir. İlimden hazzı ve bilgiden nasibi olmayan,  âlim ve arifi ve onların ilmini bilemez. Kuran, Allah kelamıdır ve sana fena bulman ve yeniden dirilerek bekaya geçmen için indirilmiştir. Bu kitap, ilim olarak, bütünün, eşyanın, özüne konduktan sonra ayrıntılı ayetleri indirilen Furkan, uygulama aklı, kitabıdır. Kuran, eşyanın özüne Furkan olarak konan uygulamanın, ilim olarak anlatımıdır. Allah, hiç bir beşere kelam etmedi, vahdette fena bulan bir insanla ancak vahiy yoluyla veya sıfat perdesi arkasından konuşur, ya da bir resul gönderip ona vahiy eder. Tur, Hz. Musa’ya kelam olunan dağdır yani akıl ve nutuk mazharı olan insanın dimağıdır. Görünen, Görenin görüntüsüdür!

“Maddenin çekimine kapılan, Dünya hayatına dalan kişi, hidayetten kör, hak söz söylemeye dilsiz ve haklıyı, makulü, işitmeye sağırdır. Zira nutuk ile murat olunan manayı idrak edemez, çünkü anlayacak ve fehim edecek kalp sahibi değildir. Anlaşılamayan bir şeyden söz etmek nasıl mümkün olabilir? Hidayet eden kelam, ne ilham tarikiyle Hak’tan, ne de insanların kelâmından işitmek yolundan ve ne de ibret almakla basar tarikinden gelebilir. Nutuk kuvveti, ruhun nurunu, ilmin idrakini, içeren manayı kavrama ve anlatma kuvvetidir. İlahi ilmin tümünün Hakk’ın gölgesi olduğunu, göklerdeki ve yerdeki her mevcudun bu gölgenin uzatılmasıyla vücut bulup kudret ile halk edildiğini inkâr ederler. Bu nedenle de öldükten sonra tekrar diriltilme kudretini inkâr ederler.” (17 İsra, 97,98) “Araştıran ve inceleyen ilim sahipleri, kitabın hakikatini apaçık görür. Gözlerinde perde olan mahcubun, arifi ve kelamını, dediklerini anlaması mümkün değildir. Çünkü bir şeyi anlayan kişi ona kendisinde bulunan manalardan bir mana verebilir ve verdiği o mana ile anlayabilir. İlimden hazzı ve bilgiden nasibi olmayan, âlimle arifi ve ilimlerini bilemez.” (34 Sebe, 6) “Biz, Davut’u kuvvetlendirdik. İlmimizle vasıflanması sebebiyle ona nazari ve ameli hikmeti, marifet ve şeriatı, yani ahkâmı beyan eden kelamı verdik.”  (38 Sad, 20) “Allah, Hak ve sadıktır, biri diğerine benzeyen, sana ve senden evvelki peygamberlere nazil olanları içeren, bir kitap olduğu halde, sözün en güzelini ikişer ikişer olarak tenzil eyledi, indirdi. Kuran ayetleri,  sana kalp makamında, fani edip fena bulduran ve fenadan sonra baki kılan olarak, nazil olduğu için Kuran ayetlerinin tenzili, indirilişi, Hak ve halk itibarıyla mükerrer olur, iki defa indirilmiş olur.” (39 Zümer, 23) “Ayetleri, bazen ‘Ben’ diyerek Hak ve bazen de ‘Biz’ diyerek Halk tilavet eyler, okur. Kalbe gelen ve eseri bedene nazil olan nurlu anlam ve idrakiyle hareketlenmesi dolayısıyla, o kitaptan, Allah’ı bilen ve haşyet ehli olanların tüyleri ürperir. Her kim, nurundan mahcup olup da, kelamını anlamaz ve manasını görmezse onun için başka bir hidayet edici yoktur. (39 Zümer, 23) Kuran, olgunlaşmak isteyene, kuvvetlerini dönüştürmek üzere, örneğin şehveti iffete çevirmek için, önce kemale ermek için, sonra baki kılmak, bekada kalmak için indirilmiştir.

“Allah, hiç bir beşere kelam etmedi, bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Ya da resul gönderip vahiy eder. İnsana, Allah’ın söz söylemesi ancak şu üç halde olabilir. Birinci hal: insan vahdet makamına ulaşırsa ve onda yok olup sonra beka makamında Hakk’ın vücuduyla hakikat olarak dirilirse, vasıtasız olarak ona vahiy olunur. “Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın beraberliği gibi, belki ondan da yakındı. Böylece vahiy etti kuluna vahiy ettiğini, buyurduğu gibi.” (53 Necm, 8-10) İkinci hal: Kalp perdesinde ve sıfat tecellileri makamında olup Allah’a yalvarma, konuşma,  gizliliği görme, dostluk yolu üzere yüce Allah, ona konuşmuş olur. Hz. Musa’nın halinde olduğu gibi konuşur. Sıfat örtüsüyle perdelenmiş olduğu için göremez.” (42 Şura, 51) Böylece muhatap alınan insan, hala Hakka yüz çevirip, diğer kulları muhatap alır. “Tur, Musa’ya kelam edilen dağdır. O dağ akıl ve nutuk mazharı olan insanın 'Dimağı’dır.” (52 Tur, 1) “İnkâr edenlerin kalpleri taştan daha katıdır, çünkü dağa indirilseydi ‘İlahi Kelam’dan dağ bile etkilenir, paralanırdı.” (59 Haşır, 21) “Kuran, benlik ve ikilikten uzak, Haktan gayrı olan batıl ile karışık olmayan vahdet, cem makamından indirilmiştir ve hakken yakindir. Kalp makamından indirilseydi ilmen yakin, ruh makamından indirilseydi aynen yakin olurdu.” (69 Hakka, 38-52) ”Kalbin, ruha en yakın halinin yeri, ufku mübin, Kutsal Nefesin Kuranı indirdiği yerdir.” (81 Tekfir, 23) ”İnsan, «Kelimetullah» ise Kelam, Kelimeler, söz de insanın en olgun halinin özelliklerinin anlatımıdır. Furkan, ilmin uygulanmış hali Evren ise Kuran, Evrenin ilminin anlatımıdır.” (1 Fatiha, 1) Kuran, ikiz olan ‘İnsan’ ve ‘Âlemi’ anlatır.

“Bu Kitap, Arapçadır ama Hakk’ın Kelamıdır ve tüm beşeriyete müjdeleyicidir. Hak, Muhammed suretinde zahir olmuş, Halk olarak görünmüştür. Nihai olgunlaşma ve gelişim özelliklerini de kapsayacak şekilde,  bütün mevcudat ve eşyaya vücut verildi. Bu vücut veriş rahmeti rahmaniye yani genel olan her şeyi kapsayan, rahmani olan, rahmettir. Rahmani özellikler birbiriyle uyumludur, tevhit edilebilir, birleştirilebilir.” (41 Fussilet, 1-4) Güncel olan “Bağlantısal Bütünsellik” kavramıyla tüm galaksilerin bir ağ şeklinde birleştirilmesi bu nedenle gerçekleşebilir. Tüm Evren Bir ve Tek bütündür, her zerre ötekiyle sürekli etkileşim ve iletişim içindedir ama her zerre farklı bir titreşimdir. Bununla birlikte, bireye veya kişiye özel olgunlaşma ve idrake uygun özellikler de vardır. İnsanlık, insana uygundur. Her insana, insanlığa uygun ama bireysel düzeyde farklı kişilik oluşturan özellikler verilir. Her eşya da madde,  kütle ve enerjiden oluşur ama masa masadır,  cam da cam.  İnsan kemale erer,  olgunlaşır, eşyadan da sanat eseri oluşur. İnsanlığın kapsadığı tüm özellikler ve insan, birbirleriyle tam bir uyum içindedir. Ancak, insanların, insanlıktan seçip aldıkları özellikler, bireysel ilişkilerde, ilk bakışta, Hak kelamına karşı kör, sağır ve dilsiz olan mahcuplara, birbirleriyle uyumlu görülmeyebilir!  

 Umarım,  kelamın idrakiyle, olgunlaşma özelliğimizi gerçekleştirip, vasıl olabiliriz!

                                                           Necdet Altınay 24122022

8 Aralık 2022 Perşembe

Meşakkat Çekmeyin

 

Meşakkat Çekmeyin

Doğal olarak insan, doğar, bebeklik, gençlik ve olgunluk çağlarını geçerek gelişir. Bebeklikte, her şey Bir ve Tek bütündür, sonra ‘şeyler’ birer ikişer öğrenilir, herkes ve her şeyin farkı belirginleşir. Böylece rahmanîden rahimsiye, vahdetten kesrete, açılım süreci gider. Öğrenim ve gelişimin bir yerinde, insan, kutsal mesajla karşılaşır. Kesretten vahdete dönüş başlar. Ortam ve çevre koşullarına uyum göstermek çok meşakkatli bir iş iken; hareketlerin, fiillerin ve sıfatların kaynağının bir ve tek olduğu görülür. ‘Kuranı öğrettim, insanı yarattım’ mesajına uygun olarak, insan, olgunlaşmaya başlar. Allah’ı bildikçe meşakkatlerden kurtulmayı öğrenir. Bu süreç, fıtratın ve genetik yazılımın gereğidir.

“Kuranın daveti ancak kalbin hicabı, perdeli, halinde ve nefsin vücudu ile mümkün olabilir. Davete uyup beşeriyetin tümü tamamen fena bulduğunda, nefsin, Hak ile bekası görülür ve fani olma secdesi edilir, nefis ile mevcut olunmayıp Hak ile mevcut olunarak; Hak, ikilik ve benlik zuhurundan tenzih edilir. Bu makamda daimi olarak tespih edilir. Zatın tecelli ettiği gün, büyük kıyamet günüdür ve o gün hiç kimsenin tahammül edemeyeceği, arkalarında bırakacağı, meşakkatli gündür.”  (76 İnsan, 26,27) “Allah, sizin için meşakkat ve darlık murat etmez. Herkesin vahdet âleminde olduğu çocukluğundan sonra bireysel tercihler ve koşullar nedeniyle, kesret âlemine geçenleri, içine girdikleri çirkin nefis sıfatlarından kurtarmayı diler. Sizler, fenadan sonra beka zamanında kemal nimetine şükür edersiniz.” (5 Maide, 6) “Biz, insanı, nefis ve hevesi, kalbinin fesadı ve perdesinin kalınlığı, yüzünden meşakkat üzere halk eyledik.” (90 Beled, 4) “Sizin karşınıza çıkan güçlük, meşakkat ve musibetlere sabredip, tevhit üzere olarak, yardım dileyip Allah’ın dostluğunu isterseniz ve tevekkül edici olursanız muradınıza erer, güzelce korunursunuz.” (3 Ali İmran, 120) “Bazılarının, ’Keşke öyle yapmasaydı, orada olmasaydı ölmeyecekti’ gibi düşünmeleri, kendi kalplerine meşakkat ve darlık verir. Eğer onlar muvahhit, tevhit eden, yakın sahibi ise o ölümlerin Allah’tan olduğunu görüp, bilecek ve sadırları genişleyecektir.” (3 Ali İmran,  156) “Alışmış olduğu ve huy edindiği nefis karargâhından, hak yoluna girmek üzere, hicret ederse; istidadındaki meşakkatler, kuruntular, hayaller, hayvanlık, canavarlık gibi nefis sıfatlarından kurtulur ve göğsünde genişlik hisseder.” (4 Nisa, 100) “Nefsanî günahlarının ve cismani muhabbet fiillerinin meşakkatlerini yüklenirler. Bu yükler nefislerinde kökleşirse murat ettikleri şeylerden geri kalır ve yükler gittikçe ağırlaşır.” (6 Enam, 31) İnsan, meşakkat ve güçlüklerden kurtuluşun hakikatini aramalı, hikmetini bulmalıdır.

“Senden evvel de, dinleyip dediklerine inanırlar da hicaptan, perdelenmekten kurtulurlar ve itaat ederler diye, ümmetlere resuller gönderdik. Hatta nebilerin gelmesine yakın şiddet ve meşakkatlere tabi tuttuk.” (6 Enam,  42) “İman edip de meşakkatlere katlanarak hicret etmeyenlerle, hicret edinceye, Allah yolunda infak edinceye kadar, dostluk etmeyin.” (8 Enfal, 72) “Bedende herhangi bir organın eksik, sakat olması veya hastalık durumu size nasıl meşakkatli gelirse, resule de sizin azap çekmeniz öyle meşakkatlidir.” (9 Tövbe, 128) “Gaflete düşene dünyada azap vardır ama ahret azabı daha meşakkatlidir.” (13 Rad, 34) Meşakkat, nefisten kalbe, akılla ruha hicrete sevk etmelidir.

“Davut’a gelen vahiylerden biri şöyledir: «Ey dünya,  bana hizmet edene hizmet et, sana hizmet edene de meşakkat çektir.» Kutsal hadislerden biri de şudur: “Bana nafile ibadetlerle yaklaşana ben de yaklaşırım ve severim, sevince de işittiği kulağı ve gördüğü gözü olurum.” (16 Nahl, 75) “Allah için sabır, Allah’ta sabır, Allah ile beraber sabır, Allah’a sabır, Allah’la sabır olmak üzere beş çeşit çok meşakkatli sabır vardır.” (16 Nahl, 127) “Kuranı, senin meşakkat çekmen için indirmedik, hidayet bulamayanlar, doğru yola gelmeyenler senin yüzünden değil kalplerinin katılığındandır.” (20 Taha, 2) “Din, size, ibadeti külfet ve meşakkat kılmamıştır. Nefis baki oldukça, kalp ve ruhtan kendisinde bakiye buldukça, ibadet hakiki olmaz ve zevki de tam olamaz. Muhabbeti tam ve safa sahibi için zaman müsait ve ibadet rahat olur.” (22 Hac, 78) “İnsan ömrü, nefis denen Tur dağına inip çıkmakla, meşakkatle, geçer. Doruktan, dibe, esfeli safiline, bedenin çukuruna düşülür.” (74 Müddesir, 26) İnsan, meşakkatli nefis mücadelesinden dönmeyi bilmelidir.

“İnsanları çarpıp helak eden büyük meşakkat ve bela, ya küçük, ya da büyük kıyamettir. Çarpan büyük kıyamet ise çarptığı kişiyi ifna eden, zat-ı ehadiye,  bir olan zatın,  tecellisidir; beşeriyetin tamamen ifnası hali, değeri ve kadri bilinemeyen bir haldir. İnsanlar o Şuhut’ta, her şeyde Hakk’ı görmesi halinde,  dağılıp parçalanarak hakir ve zelil olurlar.  Çünkü muvahhidin, tevhit edenin, nazarında, kendisinin kadri ve kıymeti yoktur. «Nazarlarında insanlar, sivrisinek ve pervane gibi olmadıkça, kişinin imanı kâmil olamaz» denir. İnsanlara aynı fena ile nazar ettiğinde, insanlar, yanmış ve dağılmış pervaneler gibi olurlar.”  (101 Karia, 1-4) İnsan için ölmeden önce ölmek, kurtuluşun tek yolu olabilir!

 İndirilen Kitap, insanın olgunlaşmasını amaçlayan öğütleri kapsar. Ruh ve nefsin kalp çocuğu olarak muhatap alındığında, insan, mahcuptur, perdelidir, örtülüdür, tesettürlüdür. Dünyaya çıplak, korumasız, bilgisiz, boş beyinle gelen insan; örtünür, korunur, bilgi edinir, bilinci gelişir; çevresindekilere kıyasla kendinin ne olduğunu anlar, kendince benlik ve diğerleriyle ikilik oluşturur. Meşakkatlerin kaynağına indikçe Allah’a yaklaşır, sever, sevilir, mesajları anlayıp uyguladıkça, benlik ve ikilikten kurtulur. Her şeyde Hakk’ı görmesi halinde kişinin imanı kâmil, kendisi de insanı kâmil olur.

Umarım biz de meşakkatlerden kurtulur, Hak, biz diye de görünür!

                                                                        Necdet Altınay, 16032022

Doğal olarak insan, doğar, bebeklik, gençlik ve olgunluk çağlarını geçerek gelişir. Bebeklikte, her şey Bir ve Tek bütündür, sonra ‘şeyler’ birer ikişer öğrenilir, herkes ve her şeyin farkı belirginleşir. Böylece rahmanîden rahimsiye, vahdetten kesrete, açılım süreci gider. Öğrenim ve gelişimin bir yerinde, insan, kutsal mesajla karşılaşır. Kesretten vahdete dönüş başlar. Ortam ve çevre koşullarına uyum göstermek çok meşakkatli bir iş iken; hareketlerin, fiillerin ve sıfatların kaynağının bir ve tek olduğu görülür. ‘Kuranı öğrettim, insanı yarattım’ mesajına uygun olarak, insan, olgunlaşmaya başlar. Allah’ı bildikçe meşakkatlerden kurtulmayı öğrenir. Bu süreç, fıtratın ve genetik yazılımın gereğidir.

“Kuranın daveti ancak kalbin hicabı, perdeli, halinde ve nefsin vücudu ile mümkün olabilir. Davete uyup beşeriyetin tümü tamamen fena bulduğunda, nefsin, Hak ile bekası görülür ve fani olma secdesi edilir, nefis ile mevcut olunmayıp Hak ile mevcut olunarak; Hak, ikilik ve benlik zuhurundan tenzih edilir. Bu makamda daimi olarak tespih edilir. Zatın tecelli ettiği gün, büyük kıyamet günüdür ve o gün hiç kimsenin tahammül edemeyeceği, arkalarında bırakacağı, meşakkatli gündür.”  (76 İnsan, 26,27) “Allah, sizin için meşakkat ve darlık murat etmez. Herkesin vahdet âleminde olduğu çocukluğundan sonra bireysel tercihler ve koşullar nedeniyle, kesret âlemine geçenleri, içine girdikleri çirkin nefis sıfatlarından kurtarmayı diler. Sizler, fenadan sonra beka zamanında kemal nimetine şükür edersiniz.” (5 Maide, 6) “Biz, insanı, nefis ve hevesi, kalbinin fesadı ve perdesinin kalınlığı, yüzünden meşakkat üzere halk eyledik.” (90 Beled, 4) “Sizin karşınıza çıkan güçlük, meşakkat ve musibetlere sabredip, tevhit üzere olarak, yardım dileyip Allah’ın dostluğunu isterseniz ve tevekkül edici olursanız muradınıza erer, güzelce korunursunuz.” (3 Ali İmran, 120) “Bazılarının, ’Keşke öyle yapmasaydı, orada olmasaydı ölmeyecekti’ gibi düşünmeleri, kendi kalplerine meşakkat ve darlık verir. Eğer onlar muvahhit, tevhit eden, yakın sahibi ise o ölümlerin Allah’tan olduğunu görüp, bilecek ve sadırları genişleyecektir.” (3 Ali İmran,  156) “Alışmış olduğu ve huy edindiği nefis karargâhından, hak yoluna girmek üzere, hicret ederse; istidadındaki meşakkatler, kuruntular, hayaller, hayvanlık, canavarlık gibi nefis sıfatlarından kurtulur ve göğsünde genişlik hisseder.” (4 Nisa, 100) “Nefsanî günahlarının ve cismani muhabbet fiillerinin meşakkatlerini yüklenirler. Bu yükler nefislerinde kökleşirse murat ettikleri şeylerden geri kalır ve yükler gittikçe ağırlaşır.” (6 Enam, 31) İnsan, meşakkat ve güçlüklerden kurtuluşun hakikatini aramalı, hikmetini bulmalıdır.

“Senden evvel de, dinleyip dediklerine inanırlar da hicaptan, perdelenmekten kurtulurlar ve itaat ederler diye, ümmetlere resuller gönderdik. Hatta nebilerin gelmesine yakın şiddet ve meşakkatlere tabi tuttuk.” (6 Enam,  42) “İman edip de meşakkatlere katlanarak hicret etmeyenlerle, hicret edinceye, Allah yolunda infak edinceye kadar, dostluk etmeyin.” (8 Enfal, 72) “Bedende herhangi bir organın eksik, sakat olması veya hastalık durumu size nasıl meşakkatli gelirse, resule de sizin azap çekmeniz öyle meşakkatlidir.” (9 Tövbe, 128) “Gaflete düşene dünyada azap vardır ama ahret azabı daha meşakkatlidir.” (13 Rad, 34) Meşakkat, nefisten kalbe, akılla ruha hicrete sevk etmelidir.

“Davut’a gelen vahiylerden biri şöyledir: «Ey dünya,  bana hizmet edene hizmet et, sana hizmet edene de meşakkat çektir.» Kutsal hadislerden biri de şudur: “Bana nafile ibadetlerle yaklaşana ben de yaklaşırım ve severim, sevince de işittiği kulağı ve gördüğü gözü olurum.” (16 Nahl, 75) “Allah için sabır, Allah’ta sabır, Allah ile beraber sabır, Allah’a sabır, Allah’la sabır olmak üzere beş çeşit çok meşakkatli sabır vardır.” (16 Nahl, 127) “Kuranı, senin meşakkat çekmen için indirmedik, hidayet bulamayanlar, doğru yola gelmeyenler senin yüzünden değil kalplerinin katılığındandır.” (20 Taha, 2) “Din, size, ibadeti külfet ve meşakkat kılmamıştır. Nefis baki oldukça, kalp ve ruhtan kendisinde bakiye buldukça, ibadet hakiki olmaz ve zevki de tam olamaz. Muhabbeti tam ve safa sahibi için zaman müsait ve ibadet rahat olur.” (22 Hac, 78) “İnsan ömrü, nefis denen Tur dağına inip çıkmakla, meşakkatle, geçer. Doruktan, dibe, esfeli safiline, bedenin çukuruna düşülür.” (74 Müddesir, 26) İnsan, meşakkatli nefis mücadelesinden dönmeyi bilmelidir.

“İnsanları çarpıp helak eden büyük meşakkat ve bela, ya küçük, ya da büyük kıyamettir. Çarpan büyük kıyamet ise çarptığı kişiyi ifna eden, zat-ı ehadiye,  bir olan zatın,  tecellisidir; beşeriyetin tamamen ifnası hali, değeri ve kadri bilinemeyen bir haldir. İnsanlar o Şuhut’ta, her şeyde Hakk’ı görmesi halinde,  dağılıp parçalanarak hakir ve zelil olurlar.  Çünkü muvahhidin, tevhit edenin, nazarında, kendisinin kadri ve kıymeti yoktur. «Nazarlarında insanlar, sivrisinek ve pervane gibi olmadıkça, kişinin imanı kâmil olamaz» denir. İnsanlara aynı fena ile nazar ettiğinde, insanlar, yanmış ve dağılmış pervaneler gibi olurlar.”  (101 Karia, 1-4) İnsan için ölmeden önce ölmek, kurtuluşun tek yolu olabilir!

 İndirilen Kitap, insanın olgunlaşmasını amaçlayan öğütleri kapsar. Ruh ve nefsin kalp çocuğu olarak muhatap alındığında, insan, mahcuptur, perdelidir, örtülüdür, tesettürlüdür. Dünyaya çıplak, korumasız, bilgisiz, boş beyinle gelen insan; örtünür, korunur, bilgi edinir, bilinci gelişir; çevresindekilere kıyasla kendinin ne olduğunu anlar, kendince benlik ve diğerleriyle ikilik oluşturur. Meşakkatlerin kaynağına indikçe Allah’a yaklaşır, sever, sevilir, mesajları anlayıp uyguladıkça, benlik ve ikilikten kurtulur. Her şeyde Hakk’ı görmesi halinde kişinin imanı kâmil, kendisi de insanı kâmil olur.

Umarım biz de meşakkatlerden kurtulur, Hak, biz diye de görünür!

                                                                        Necdet Altınay, 16032022

Sağlık ve Sıhhat

 

Sağlık ve Sıhhat

            Beden, kalbin, maddeye bağlı ve bağımlı, kesif, cisimleşmiş kısmıdır. Kalp için, bedenin sağlık ve sıhhati önce gelir. Nefis, bedenin kemalini,  olgunluğunu sağlamaktan sorumludur ama önce sağlık. Beden sağlığı sağlanmadıkça nefsin, manevi olgunluğunu sağlayıcı basireti açılmaz, idraki saf olmaz ve rüştünü ispat edemez. Ulvi bilgilerden rızkını almadığı sürece de nefis, yetim sayılır. Yetimler, nikâhlandığı zaman rüştünü kanıtlamış olur ve kendilerine hakları olan ilim malı verilir. Doğal olarak insanın çocukluk evresinde,  bedensel organları yeterince gelişinceye kadar, insanlık konusunda olgunlaşması beklenmez. Bu devrede nefis, bedenle meşgul, onunla dalgındır ve kemalinden gafildir. Sağlıklı bedende nefis, ruh ile bağlantı kurar, ulvi bilgiler edinir. Doğru bilgi iyi uygulanır.

“Rahman, sıhhat ve rızık gibi zahirî ve genel kapsamlı nimetleri verendir. Rahim ise ilim ve bilgi gibi Bâtıni nimetlerin kişiye özel hayırlarını verendir. Bütün mevcudat, kendi özellik ve hassasiyetleriyle kemallerini, olgunluk ve mükemmeliyetlerini, kuvveden fiile, kavramdan gerçekliğe, çıkarmaya çalışarak Hakkı tespih ve hamt ederler. Bu amaçla, ihtiyaç duyulan her şeyin verilmesi rububiyettir.” (1 Fatiha, 1) “Saadet üç kısımdır. Biri kalbe, biri bedene, biri de beden etrafındaki şeylere aittir. Kalbe ait olan saadetler, hikmet, marifet, bilgi, ilmî ve amelî kemallerdir. Bedene ait olan saadet, sıhhat, kuvvet, tabii şehvetler, cismani lezzetlerdir. Beden etrafındaki şeylere ait saadet, mallar ve sair sebeplerdir. “Zenginlik, büyük bir nimettir ve zenginlikten daha büyük nimet, sıhhattir ki, sıhhat, kalbi kuvvetlendirir.” (2 Bakara, 3) “Allah’a tevekkülünün sıhhati hususunda Nuh’un haberini tilâvet et, oku ki senin halini onunla itibar edip anlasınlar. Eğer sizin yakinen imanınız sahih oldu ise itaat etmek şartıyla Allah’a tevekkül ediniz. Zira tevekkülün sıhhatinin şartı, kuvvet sahibi olmamanın idrakidir.” (10 Yunus, 84) “İlim ile amel edilir, iyi, doğru ve güzel bir bilgi uygulanırsa yapılan iş ve işlemler iyi, güzel ve doğru olur. İnanış, şüphesiz bir şekilde ve itikat, sıhhatli olursa ancak amelin en iyi hali olur. İnanış sıhhatli olmazsa kemale erdirecek amel de mümkün olmaz.” (16 Nahl, 97) “Meskeniniz sıhhat ve mizacın itidali ile güzel bir beldedir.” (34 Sebe, 15) Yani vücudunuz, bedeniniz sizin yuvanızdır, sağlıklı ve sıhhatli ise inanışınız, tevekkülünüz, kalbiniz sıhhatli olur.

Atomların çekirdeklerinde bulunan protonların iç basınçlarının,  Büyük Okyanusun en derin yeri olan Maryana Çukurundaki basıncın trilyonlarca katından daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle protonları oluşturan ‘Quarkları’ birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kuarklar güçlü itim-çekim kuvvetleridir. DNA molekülünün 25.000 civarında olan genlerden oluştuğu bilinir. Kuark atomun, DNA da hücrenin çekirdeğinde bulunur. Hücre, kendi başına çevresinden enerji alan, aldıklarını içinde işleyen veya yakan,  bölünerek kendini oluşturan, artık ve atıkları toplayıp atan gibi alt sistemleri, organelleri,  organcıkları, bulunan, bir açık sistemdir. Çevresinden girdi alıp işler ve çevresine belirli çıktılar verir. Hücre, çevresini etkiler ve çevresinden aldıkları sinyallerle etkilenir, etkileşim içinde yaşayan canlı bir organizmadır. Hayatı ve hayatını sürdürmek için gayretleri olan bilinçli bir yapısı vardır. Hücrenin bilinçli faaliyetlerine biz sadece yardımcı olabiliriz.

Sağlıklı ‘Beslenme’ ile sıhhat kazanma süreci, güneş ışığının şekere dönüştürülmesiyle başlar. Klorofil molekülü, güneş enerjisini, ışığını, elektromanyetik dalgasını, elektromanyetik enerjisini, itim-çekim kuvvetini, şekere çevirir. Şeker molekülünün oksijeni, hücrede, mitokondri molekülü içinde, koparılır ve hücreye ‘bağ enerjisi’ kazandırılır. Bu enerji, gerçek nefes alma işlemidir ve oksijen atomu, karbon atomuyla birleşip,  karbondioksit olarak ciğerlerde temizlenir. Açığa çıkan bağ enerjisi, hücredeki ‘Molekül Yapan Moleküllerce’ üretim sürecinde kullanılır. Beslenme, sağlıklı yaşam amacıyla, besin unsurlarının, sindirim sistemi yoluyla vücuda alınmasıdır. Canlılar, enerjiyi kullanma yeteneği olan metabolizmaya sahiptir;  enerjiyi,  moleküler düzeyde, formunu değiştirerek kullanır. Gerçek nefes alma,  hücrede oksijenin kullanımı, gerçek beslenme de hücre içinde ihtiyaç duyulan proteinlerin, alınan besinlerden üretilmesidir.  İnsan, ‘bilinç’  üreten canlıdır,  beslenmesi amaca uygun olmalıdır. Her şey insan için insan Hak içindir, Hak, bilinçle bilinmelidir. Cansızın halk edilişi, canlının yaratılışı ve ruhla dirilerek yüceliş, varoluşta üç aşamadır. Her şey, bir bilginin uygulanmış halidir.  Bilgi enerjidir, sıhhatin temelinde halden hale geçebilen bilgi veya ilim vardır denebilir. Sağlık için yaptıklarımız, Yaratılışın, amacına ulaşmasına yardımcıdır. (1)

Oruç tutarak, nefsini kontrol edene, hücrelerdeki yenilenme süreci sonucunda, daha sağlıklı bir bünyenin verilmesi,  onun kalbî duygulara daha fazla zaman ayırmasını sağlar. Kalbin güçlenmesiyle de ruhsal ve ulvî duygulara geçilmesi beklenir. Yaratıcının huzurunda ve huzur içinde oluş duygularıyla, verilmiş akıl, fikir, bilgi ve ilim yeteneklerinin kıymeti daha iyi bilinebilir. ‘İnsanın içi ve dışının bilinçle dolu oluşu bilinci’ mükemmel bir duygudur. Akıl, fikir, bilgi, bilim ve ilimden maluma, bilince, geçiş insanı nihai amacına ulaştırabilir. Ancak küllî ilmin malum olan bilinci ile maddesel olanların, cansızların halk edilmesi,  canlı olanların yaratılması ve insanın inşa ediliş süreci anlam kazanabilir.

Özet olarak, “Zat güneşinin doğuşundan önce oluşan, fecir, sıfat tecellisi nurunun,  aydınlığının,  gerçekleşmesi için, beden-vücut gecesinin şerrinden”;  “Daha iyi-doğru-güzele gitmek için gösterilen azim ve iradeye,  bedensel zevklerin vereceği hayal ve kuruntuların şerrinden”; “Kalbî ve bedensel yaşamın sağlıklı ve sıhhatli yürütülmesi, nefsin zarar veren şerrinden” korunmalıdır. Kalp,  Beden,  Nefis üçlüsünün uyumu bir ihtiyaçtır! (113 Felak S.)

Umarım biz de Yaratılışın doğal akış sürecini idrak ederek uyum gösterebiliriz.

                                                                       Necdet Altınay 10122022

 

(1)   http://necdetaltinay.blogspot.com/2020/12/beslenme-sureci.html

 

23 Kasım 2022 Çarşamba

Fikirler İndirilir

 

Fikirler İndirilir

Her açık sistem, bir üst sistemin alt sistemi ve her alt sisteminin de üst sistemidir. Alt ve üst sistemler birbirini tamamlar ve bütünler. Örneğin, sindirim sistemi ağız, mide ve bağırsak alt sistemlerini kapsar. Hepsi bir bütündür, birbirini tamamlayıp bütünler ve birbiriyle etkileşim ve iletişim içindedirler. Aynı ilişkiler, ‘aklıma bir fikir geldi’ denildiğinde düşünülen, ‘akıl’ ve ‘fikir’ sistemleri arasında da görülür. Fikir üretim sistemi, aklın dışında ve üstündedir. Akla düşen bir fikir, üstten alt sisteme indirilir. Akıl daha sonra bir fikri analiz edip, kıyaslayıp, parçalara ayırarak, inceleyip, ölçüp biçer. Çocuk sahibi olmak isteyen bir insanın henüz bir arkadaşı bile olmayabilir. Gerisi sonradan akılla tamamlanır.

“İnsanlara gönderilen on iki vekil, beş dış duyu; görme, işitme, koklama, dokunma, tat alma ve beş iç duyu; adalet, vicdan, zekâ, hayal ve fikir gücü ile teorik ve pratik akıldan ibarettir. Eğer siz ruh, kalp ve melekût, hâkimiyet, imdadından gelen akıl ve ilhamla, isabetli fikirler ve doğru hatıralarla, akıl ve fikir resullerine hürmet edecek olursanız, fena ile zatınızı da teslim ile Allah'a iyi bir ödünç verirseniz, sizden hicaplarınız olan zat,  sıfat ve ef’âlinizin vücutlarını elbette setir eder, örterim.” (5 Maide, 12) “Musa, ruh semasından, ilim, hikmet ve mana yağmurunun inmesini istedi. Biz de, beden arzında, dünyasında, ayakta durmasını sağlayan nefis asasını, fikir ile aklın kaynağı olan dimağ taşına vurmasını emir eyledik.  Nefis asasını, fikir ile dimağ taşına vurunca,  beş zahiri duygu, beş Bâtıni duygu ve teorik akıl ile pratik akıl olmak üzere, insanın başlıca on iki duyusundan, on iki göz ilim kaynadı. İnsanların her birisi bir ilmin kaynağını bilir, âlim, sanatkâr olur, böylece, Allah’ın vermiş olduğu ilim ve amel, düşünce ve davranış, rızıklarından yararlanın, cehaletle, yeryüzünde fesatlık yapmayın.” (2 Bakara, 60)  

“Ruhu temsil eden Ümran, karısı olan cismani tabiat yani bedensel kuvvetlerin karnındaki mutmain nefis kızını Allah’a adak olarak adadı. Nefis kızı kutsal ve temiz olunca, Allah adağı kabul etti ve fikir Zekeriya’sını ona kefil kıldı. Fikri temsil eden Zekeriya, ne zaman dimağ mihrabındaki nefis Meryem’inin yanına girse, manevi rızkını, hakikatleri, Nefsi temsil eden Meryem’in yanında bulurdu. Bu nedenle, o anlarda, Fikir Zekeriya’sı kendisinde gelişen mananın içeriğini talep eder ve tabiat kirinden arınmış, bu güzel manevi hakikatleri idrak eden güzel bir oğlu olmasını isterdi. Duası kabul edildi ve Fikir, olacak olan oğlu Akıl Yahya’sı ile müjdelendi. Ruhu temsil eden Ümran’ın manevi kutsal hakikatler ile beslediği, büyüttüğü, Nefis kızı Meryem sonunda ‘Kalp’ kelimesiyle müjdelendi.” (3 Ali İmran, 38,39) “Dünya ve ahrette sözü geçen ve dinlenen birisi olarak, külli manayı ve kutsal bilgileri idrak ederek Hakk’a kıyam eden, Hakk’ın tecellilerini ve keşiflerini kabul edici olarak nur ile mesh edilen, Meryem oğlu İsa, Kalp Çocuğu olarak doğmuştur. (3 Ali İmran, 45) Ayetlerde anlatıldığı gibi fikirlerin kaynağı ruhtur; akıl, fikirleri idrak için verilmiştir. Fikirler ruhtan doğarlar, kutsal ve etkindirler, edilgen olan nefisten Akıl Yahya’sı ve Kalp Çocuğu İsa’nın doğmasına sebep olurlar. “Allah, ‘İşte böylece dilediğini halk eder’. Yani cezbeye, çekimine, kapılıp keşiflerde bulunana, seven ve sevilenlerin hallerinde olduğu gibi başka bir beşerin talim ve terbiyesi olmaksızın, kalp makamını bağışlar.” (3 Ali İmran, 47)

“O şaşkın kimsenin, akılcı nazariye, akılcı ameliye ve fikir gibi hidayete çağıran refikleri, arkadaşları, vardır. «Yol budur, Bize gel» diye davet ederler, fakat heves ve arzularıyla kalp kulağı tıkanmış olduğundan,  onların sesini işitmezler.” (6 Enam, 71) “Hiç bir şey’i Allah’a şerik etmeyiniz.  Zira şirk,  kuvve-i nutkiyenin, nutuk, konuşma, kuvvetinin yani fikir, izan ve idrak kuvvetinin, fikirde hatasından ve aklı kullanımdaki ve delili anlamaktaki kusurundan ileri gelir.” (6 Enam, 151) “İç ve dış duyular, gözler, kulaklar ve burun gibi kökleri bir kendileri ayrı kuvvetlerdir. Lisan, fikir, kuruntu ve zikir ise kökleri de kendileri de farklı kuvvetlerdir. Bu kuvvetlerin hepsi de hayat suyu ile sulanır.” (13 Rad, 4)

 “Eshâb-ı kehf ile «bedenin harabından sonra,  baki kalan,  insanın ruhaniyetinin»  murat olunması da caizdir. ‘Eshab-ı kehf; üçtür’ diyenler için ‘ruh, akıl, kalp’ olabilir. Köpek de; mağaranın kapısına sımsıkı bağlanan nefistir.  Beştir diyenlerin sözü ‘ruh,  kalp,  akl-ı nazarî,  akl-ı amelî ve enbiyada bulunan ve enbiyadan olmayanlarda «fikirden» ibaret olan kuvve-i kudsiyeye, kutsal kuvvete’, işarettir.” (18 Kehf, 10) “Kıyas terkibinde; ancak fikir ile külliyatı cüz'iyata zam edebilir. Fikirsiz, «külliyatı cüz'iyata zam edemez.» Fikir vasıtasıyla iki âlemin, ahvalini ihata ve her ikisinin hayretini cemi' eyler.” (27 Neml, 22) Örneğin, ‘araba fikri’ olan arabayı parçalarına ayırabilir ve tekrar birleştirerek araba yapabilir. “Fikir çakmağının çakmasıyla yaktığımız kutsal mana ateşini ve onun ağacı olan ‘Fikir Kuvvetini’ siz mi inşa eylediniz, yoksa biz mi inşa ediciyiz?” (56 Vakıa, 71-73) “Allah’a yaklaştı, fena ile Cebrail’in makamından ilerledi ve zatta fena bularak Sebahat ile yüzerek, yandı.” (53 Necm, 3)  “Allah, onların üzerine, ruhun nuruyla nurlanmış zikir ve fikir kuşlarını, ebabilleri, gönderdi ki o kuşlar, akıl ve şer’in kalemi ile her biri üzerine ismi yazılmış,  meselâ zillet kibri,  tevazu böbürlenmeyi, savm, oruç, şehveti,  inkıhar gazabı giderici, taşları atarlar.” (105 Fil, 3) Fikir üretme gücü, insana verilen kutsal kuvvetlerden biridir.

Bilim insanları der ki ‘Evreni anlamak isteyen enerjiyi, titreşimi ve frekansı iyi bilmelidir’. Yoktan veya yokluktan yaratılan evrenin nasıl oluştuğunu kanıtlamak üzere, vakum ortamı yaratılarak zerrelerin yokluktan boşluğa çıkıp var olduğu ve yok olduğu deneyler yapılır. Uzay zaman birleşik alanına, uzam boşluğuna, zerreler dolar. Gaz ve toz bulutu, çekim gücüyle göçerek ateş olır, sonuçta Güneş olup yanar. Bu konseptte eksik olan, zerrelere yüklenmiş olan “İlimdir.” Her zerre yüklü olduğu ‘bilgi’ ile hareket eder. Bu ilim ilmullahtır, malumdur, bilinendir, Allah’ın bildiğidir, ilim maluma tabidir. Her zerrenin ilim yüklü enerjisi, titreşimi ve frekansı farklıdır, öyle tagayyür etmiştir, ‘farklılaşarak belirginleşip mükemmelleşmiştir’. “İnsan, bir ‘Fikir’ ile gaflet uykusundan intibah eder, uyanır, ısınıp ateş alır harlar, pişer; kalp ruh nuruyla hayat bulunca kutsal âlem fezasında intişar eder, Güneş gibi parlayıp yanar.” (25 Furkan, 47) Hâkimiyet veya hüküm Levhasında yazılı olanlar Kader Levhasına indirilir. Her şeyin temelindeki Kuvvet ve Kudreti, O’nun vekili olarak kullanırız. Aklını iyi kullanan, hikmete, ilhama hatta vahye ulaşabilir!

Umarım bizim de, bir fikir ile ham taşımız pişer de Güneş gibi parlayıp yanarız!

                                                                       Necdet Altınay 23112022

9 Kasım 2022 Çarşamba

Kudretin Vekiliyiz!

 

Kudretin Vekiliyiz!

Akıl ve fikir yürütmede kimsenin kontrolü, kuvveti ve kudreti yoktur. Fikirlerin çıkışı ve uçuşması maddeye bağlı değildir, eşya ile ilgili olsa da fikirler eşyaya dayanmaz. Yerde ve gökte,  gizli olan büyük kıyametin ilmi; eşya, nefis, kalp, sır, ruh, hafa, gaybül gaybtan oluşan yedi makamın sırrı; yer ve göğün gizli hakikati; ceset ve ruh âlemlerinin ilmi Allah’ındır,  Allah’a mahsustur. Varlık âleminin ardında olup da gece gibi görünmeyen yedi makam, manada veya batında, perde arkasında olduğu için görünmez. Vücut, hayat, ilim, işitme, görme, irade, kudret ve kelamdan oluşan sekiz sıfat mertebesi ise gündüz gibi maddede, zahirde, açıktadır. İnsan, yedi makamda, sekiz sıfatı, Allah’ın kudretinin vekili ve şahidi olarak yaşar. Hakikat Güneşinin doğup batışıyla, kalpte, mana, maddeye hükmeder.

“Mevt ile hayat, harekâtı iradîyedir; hayat, iradenin olması, mevt ise iradenin olmamasıdır. Yaşam ile ölümün halk edilmesinin amacı maluma tabi olan ilmin insanlarda uygulanarak ortaya çıkışıdır.  Malumun zuhuru ile zahir olan Allah’ın ilmidir.” (67 Mülk, 2) “İnsana, ilim öğretir ve kudretimizle onu kadir kılarız. İnsan; İlâhi Vücudun vasıtası ve kudretinin vekilidir.”  (16 Nahl, 75) Kutsal hadis:  Kulum, güzel ahlak ile bana yaklaşırsa ben kulumu severim, sevdiğim vakit, işittiği semi sıfatı kulağı, gördüğü basar sıfatı gözü, tuttuğu kudretli eli ben olurum» (19 Meyem, 96) “Bu vücutta Zülkarneyn;  vücudun iki boynuzuna, yani, Doğu ve Batısına sahip olan kalptir. Kalbi, «beden arzında» kudret ve tasarruf sahibi kıldık. Güneşin battığı yere gelince, Ruh güneşinin «beden maddesinden» ibaret bulunan çamur ile karışık bir suda gurup eder olduğunu gördü. Ve o çukurun yanında «nefsanî bedensel kuvvetler» ve «Ruhani kuvvetler» kavmini buldu.” (18 Kehf, 86) Parlayan ve aydınlatan Ruh Güneşi, ışığın, çamur ile karışık, kütle kazanmış madde denizinde gurup etmiş, ışığın maddeleşmiş durumda olduğunu gördü. Kalp, bu çukurda, Doğu olarak enerji kuvvetlerini ve Batı olarak kütle kuvvetlerini buldu. Ayet der ki: Hakikat Güneşinin doğduğu yer olarak Doğunun, ışık enerjisi olduğu anlaşılmalı; Hakikat Güneşinin gurup ettiği yer olarak da Batının, kütle yani madde denizi anlaşılıp idrak edilmelidir. Işığa enerji yükleyerek ‘Yaratılışın’ başlatılması Kudret, İrade, gösteriminin başlangıcıdır. “Allah,  bütün kudret ve kuvvetlerin kaynağıdır.” (39 Zümer, 36) “İlmi,  bütün eşyada nafizdir, işleyendir. «Hayat, ilim,  irade,  kudret,  semi,  basar,  kelâm» sıfatları, sıfatların anasıdır. Size verilen bu sıfatlarla Hakk’ın sıfatlarına şahit olursunuz.” (20 Taha, 7) (15 Hicr, 87)

“İnanmayanlar, ‘Öldükten sonra yeniden diriliş olur mu?’ derler. Oysa insan ve âlem, durum ve koşulların değişimiyle, her anda başka, yeni bir hilkattedir, yaradılışta, oluşumda ‘halkı cedid’ kapsamında, her anda bir şendedir. Âlemdeki oluşuma, ibret almak üzere bakan kimse, değişim ve yeniliği inkâr edemez. Rububiyeti, Hakk’ın, hak edene hakkını vermesini, efal ve tecellileri, göremeyenler anlık yeniliği inkâr edebilir.” (13 Rad, 5,6) “Allah'a, ancak tevhit edenler dua eder, diğerleri, vücudu ve kudreti olmayan, Hak olmayan bir hayale dua eder.” (13 Rad, 14) “Göklerde ve yerde kudret ve kuvveti ile tasarruf edici ancak O'dur. Göklerin ve yerin küllisi, tamamı, O’nun batını ve zahiridir. O’ndan başka bir şey yoktur ki,  size yardım ve sahiplik edebilsin.” (2 Bakara, 107)

Var olan herhangi bir şeyin var olması için  ‘zaman’ ihtiyaç duyulan bir şey değildir. Atomun veya suyun var olabilmesi için belirli bir zamanın geçmesi gerekmez. Var olan, zamana gerek olmaksızın var olur. Zaman, bağımsız bir değişken değildir, uzay ile birlikte “Birleşik Alan” oluşturur. ‘Uzay Zaman’, uzam, bir bütündür. Proton nötron birleşmesi, zaman değil ama “Güç” ister. Kuvvet ve kudret yok ise ortamda, kuantum fiziğinin elemanları gibi, “Şeyler”, birbirini çekip itmez ve birleşemez, atom bile oluşamaz.  Hidrojen atomu için proton, nötron ve elektrondan birer tane gerek,  ama ayrıca bir birim zaman gerekmez. Zaman, insan aklı içindir ve itibarî, izafîdir. Kuvvet ve kudret esastır, temeldir.

İnsanlar ayetleri uygulamaz, ayetler insanların yaptıklarını ve yapacaklarını, olan ve olacakları, açıklar. Evren,  gökyüzü ve yeryüzü ile ilgili ayetler, güncel bilimsel bulgulara uygun ve uyumludur. “Kudretle icâd ve hikmetle tasarruf ancak O’nundur. Kûn, Ol, ilim,  irade, kudret sıfatlarıyla olur.” (16 Nahl, 40) “Evreni güç, kuvvet ve kudretimizle biz kurduk,  onu genişletmekteyiz.” (51 Zariyat, 47) “Gaz ve toz halinde bulunan evrene ve yeryüzüne ‘isteyerek veya istemeyerek gelin’ dedik, ikisi de  ‘isteyerek geldik’  dedi.” (41 Fussilet, 11).  “Sema,  arza bitişikken onu ayırdık.” (21 Enbiya, 30) “Düşünüp,  ibret alabilmeniz için her şeyi çiftler halinde yarattık.” (36 Yasin, 36;  51 Zariyat, 49). “Yeryüzünü canlandıran suyu gökyüzünden indirdik.” (2 Bakara, 164) “Gördüklerinden de ibret alamazlar. Bu nedenle kalp ve ruh yönünden gelebilecek herhangi bir duygu ve bilgi, bedensel zevk ve lezzetlere düşkün olanlara tesir etmez, etkili olmaz. Oysa sema ve arzın halk edilmesinin amacı yeniden diriliştir. İlahi sıfatlardan mahrum kalışlarının nedeni yeniden dirilişe inanmamalarıdır.  Bu nedenle de Hakk’ın kudretinden de mahrum kalırlar.” (17 İsra, 97,98)

Doğanın ve çevrenin neden, niçin gibi sorularına ve amaçlarına takılıp cevap aranabilir. Felsefe yapılarak çeşitli görüşler tartışılabilir. Evrenden, çevrenden ve kendi âleminden geri çekilmeye başladıysan arınmaya çalışıyorsun demektir. Tabiat ateşini hisseden yanmaya da başlar. Hayat boyu süren çabanın aslında bizim olmayan güç, kuvvet, kudret ve bir enerji ile mümkün olduğunu anlayabiliriz. Sonradan ‘Evrim’ denen ‘Tagayyürün’ yani ‘farklılaşarak belirginleşip mükemmelleşmenin’ hüküm sürdüğü düzlemden, önce hakikat ilmi ile yükselip sonra da hakikate doğru yücelmek mümkündür.

Umarım biz de Hakka yücelmenin bir yolunu bulabiliriz!

                                                                       Necdet Altınay 12112022

26 Ekim 2022 Çarşamba

Kader Levhasında Yazılıdır (2)

 

Kader Levhasında Yazılıdır (2)

Somut gerçekler, araştırılıp bulunabilir, incelenebilir, yaşamdaki yeri belirlenebilir, bilimsel bilgi ve bulgularla kanıtlanabilir, akıl ve bilgiye dayandığı için kutsal mesajlarda da yer alabilir. ‘Varoluş’, bu gerçeklerden biridir. Evvelinde, hakkında hiçbir şey bilinmezken,  bir hiçlik-yoklukta iken, bir şey, bir konu, önce akıl ve hayal, Külli akıldan, Kaza âleminden, Cüzi akıl, Kader âlemine düşer, sonra ilgili ilim ve bilgisiyle, Nefis Âleminde gerçekleşir.

“Kur’an, değişmez, bozulmaz, bozulamaz, noksansız, korunmuş, kanıtlanmak üzere, evrenin tümünde, apaçık olan ve hakikatleri muhkem, sağlam kılınmış bir kitaptır. Hakikatlerini,  daha sağlam ve daha güzel olması mümkün olmayan,  bir ilim ve hikmet üstüne inşa eder.  Zahirde,  görünürde, muayyen ve malum,  belirli ve bilinen,  miktarda, belirli zamanlarda aşikâr olur. Takdir ve tertibi, hikmete uygun intizamda, düzendedir. Ayrıntılarından lâyıkıyla haberdar,  bilgi sahibi, olan ilim ve hikmet sahibince,  ahkâm ve ayrıntısı cüzi âlemde ortaya çıkarılmış, aşikâr edilmiş bir kitaptır. (11 Hud, 1) “İlim, tüm mevcutlar için gereklidir, her mevcut kendine özgü bir ilmin uygulaması, bilgisinin deposudur. Keza, uygulaması olmayan ilim gerçek ilim değildir. Uygulaması olmayan bir ilim, geçici olup,  kalbi güçlendirmez.  Her şey ilminin aynısıdır. İlmi, organlar ve objelerden ayrı düşünen cahil, inkârı nedeniyle kâfirdir. Zerrenin, ilminden ayrı ismi, cismi ve resmi olamaz. Diğer yandan, ‘vehim’ ile karışık olan akıllar, tezekkür edemez ve bu ilim ile aşikâr olamazlar, bu ilmi anlayamazlar. İlmin ayrı bir varlığının idraki ise Hakkın varlığına delildir. Nasıl ki bir eşyanın gölgesi varsa, gölge,  ışığın varlığına delilse, aynı şekilde, ilmin varlığı da Hakkın varlığına delildir. İlim, böylece Hakkın ‘gölgesidir’.” (39 Zümer, 9) (3 Ali İmran, 96)

Varoluşun, bilimsel açıklaması vardır. “Evren kavramı, bir Uzay-Zaman, ‘Uzam Balonunu’ ve ‘Galaksiler’ gibi bunun ‘İçindekileri’ kapsar. Önce ‘ani bir genişlemeyle, Patlamayla, Uzam Balonu oluşmuş ve sonradan bu ‘Boşluğa’, kendine özgü bilgi, ilmi ve özelliğiyle oluşan mevcutlar doluşmuştur. “Evren, yoktan, yokluktan var olmuştur. Küçük kütleli zerrelerin yokluktan çıkıp, kısa bir süreliğine, var olduğu sürekli görülür, deneylerle kanıtlanır. Zerreler, çok az miktarda enerji taşırlar ve bir an için var olup yok olurlar. ‘Ani Genişleme Kuramına’ göre küçük bir zerrenin sonsuz derecede ani genişlemesi sonucunda, 13,8 milyar yıllık bilinen bu ‘Evren’ oluşmuştur. Yokluktan herhangi bir ‘Şey’ olmuş değildir, Evren hala bir ‘Hiçlik’, ‘Yokluktur’, sadece ‘Düzenli Yokluktur’. İsviçre’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısında, CERN’de, kanıtlanmıştır ki ‘yokluk’ sadece enerjinin olmamasıdır, ‘fizik yasalarının olmaması’ değildir. Çünkü ‘Uzay Zamandaki’ bir ‘Boşluk’, tanımlanmış bölgede enerjinin olmadığını gösterir, ama Uzay Zamanda ‘fiziksel yasalar’ her zaman, ‘Doğanın’ matematiksel olarak tanımlanması için vardır. Belirli bir zamanda bir şeyin ya enerjisi, hareketi ya da hızı ölçülebilir. Hızı bilinirse enerjisi bilinmez, enerjisi bilinirse hızı bilinemez. Bu, geçerli olan ‘Belirsizlik Kuramıdır’. Yokluktan yaratılan küçük miktardaki enerji, ani bir şişme ile bugün bilinen evreni oluşturur. Bu süre içinde, E=MC2 formülüne göre, ‘Kütle’ içindeki pozitif enerji (E) ile ‘Gravite’, ‘Yer Çekimsel’ formundaki negatif enerji (M) birbirine eşittir, birbirini dengeler. Toplam enerji böylece ‘sıfır’dır.” (1) (55 Rahman, 19)

Yokluktan var olup boşluğa çıkan cansızlar, ilmin uygulanmış halleriyle,  boşluk denizini,  kesret âlemini,  oluşturacak şekilde,  görkemli büyüklükte, doldurur. Bilimsel bulgulara göre bir atomun % 99,9 (12 adet 9)u boştur ve dolu alanın da neyle dolu olduğu bilinmez. Uzay zaman boşluğundaki belirli küçük alanlar içinde toplaşan, enerji yüklü ‘Kuvvetler’, kütle ve madde oluşturur.  Enerjinin, toplaşıp dönüşümüyle oluşan madde, yine enerjiye dönüşebilir. Yokluktan boşluğa çıkıp var olan cansızlar,  ilmin uygulanmış halleriyle, ‘boşluk denizi’ sayesinde, kesret âlemini, oluşturacak şekilde, görkemli büyüklükte, doldurur. Bu ‘Boşluk Denizi’, yokluktan boşluğa çıkan elektron-pozitron çiftinin arasında yer alan, ‘Olasılıklar Denizi’ de denen, ‘Boşluk Denizini’ hatırlatır. (2)(3) Kütlenin, hakikati bilinirse, görünen ışık enerjisi olduğu idrak edilir. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halinde, hakikatini görünür kılar, enerji yayar. Enerji, iletişim ve etkileşim içinde olan kuvvetler halinde hareket eder, gölgeleşip maddeleşir. Akıl, Hakk’ın elidir, vücut gölgesinin delili ve şahididir. Akıl, her mevcudun, Hakkın gölgesinin uzatılmasıyla vücut bulduğunu idrak eder. Akıl ayrıca, maddeden soyunarak, esaretinden kurtulabilir. Buna da ifna ediş denir ki akıl, eski halini unutup yeni haliyle kaydederek yapabilir.

Varoluş, Kuranda da açıklanır. “Eğer biz  ‘var olur yok olur’ mevcudat olsun isteseydik kudret yönünden bize mümkün olurdu. Lâkin öyle mevcudat, varlık, olsun istemedik, çünkü hikmet ve hakikate uygun olmaz, aykırı olurdu.” (21 Enbiya, 17,18) “İnsanlar bir düzen (order) içindedir ancak düzeni bilmezler, kaos derler! Batıl inancı, yakin olmanın kanıtı ve keşfiyle değiştiririz. Hak, batılı kökünden söker, batıl derhal zail, yok olur. Ve hemen mevcudatın fâni olduğu görülür, hakikat zahir olur. Önce her şey, ilmiyle, Kaza Âleminde, Külli Akılda resmedilir, Sonra Levha-i Mahfuz denen Külli Nefis Âleminde şekil ve sebepleriyle oluşturulur, Sonra şekilleri, miktarı ve vasıfları, sıfatları ayrıntısıyla, Kader Levhası da denen Dünya Semasında çizimleriyle yer alır.” (15 Hicr, 21) “Sakfı  merfu',  levha-i  mahfuza, levha-i kaderden, ilmin suretleri ve ahkâmı nazil olan  sema-i  dünyadır.  Dünya semasına nüzulden,  aşağı inişten,  sonra ilmin,  cansız şeylere, hululü, içine gizlice girişi ile ilim şahadet âleminde zahir, aşikâr, olur. Bu da insandaki mahal-i hayal,  tasavvur merkezi, var oluş yok oluş, levhasıdır.” (52 Tur, 5) “Bahri mescur, ‘Boşluk Denizi’, adı geçen ruh, ilim ve cansızlarla ispat olunan eşyanın kâffesinin,  tümünün, zahir olduğu, göründüğü, canlı cansız suretlerle dolu heyuladır, görkemli büyüklüktür.” (52 Tur, 6) (4) Varoluşun, levhadan levhaya nüzulü, inişi, yazılıdır hatta bazı levhalarda kanıtlanmış şekliyle, DNA’nın A, T, G, C harfleri gibi bilinen şekilde, yazılıdır. Her zerrenin bir sembolü, harfi, vardır.

Umarım, bilimsel ve kutsal gerçekleri idrak ederek ‘Hakkın Hakikatine’ ulaşabiliriz.                                                                                     Necdet Altınay 30102022

(1)      By PAUL BALDWIN EXCLUSIVE, Mar 10, 2016. https://www.express.co.uk/news/science/612340/Origin-of-the-universe-riddle-solved-by-Canadian-physicists-and-er-it-wasn-t-God

(2)     Boşluk Boş mudur? (https://www.youtube.com/watch?v=FYf7af2tb5U)  

(3)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/02/kuran-kantlanr.html

(4)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2022/01/golgeden-hakka.html

 

Âşık Bilir Aşkı

 

Âşık Bilir Aşkı

“Hararet, aşk ve şevk ile beraber, vahdetten kaynaklanan, cennetteki bir muhabbet kaynağıdır. Vuslat yolundaki salik, talip ve her şeyi bir tarafa bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas olunamayacağı bir zevktedirler. Efalde, ilahi kudreti ve hükmedişi izlerler, sıfatta ise eserleri, güzel sıfatlı hurileri izlerler. Burada devamlı kalabilirler.” (76 İnsan, 18, 19) “İnsan vücudunun aslı, madde ve mana veya ulvi ve süfli olmak üzere, iki âlemden oluşturulur. Hangi âlemde ve halde olursa olsun insan, kendisine emanet verilmiş ve sonra kendi başına terk edilmiş değildir. Emanet edilen şevk ve muhabbet, sürekli gelişim içindedir. Örneğin kimse, sıfat makamında Zat’tan perdeli şekilde terk edilmez. Keşfetmeyi alışkanlık haline getiren salikin, âşık olması için, kendisine Zat’ın tevhidi keşfettirilir ve perdesi kaldırılır. Böylelerine, muhabbetin ateşiyle benliğinin erimesi ve sırrın letafet kazanması için Zat tecellisi yolu engellenir. Sonra, keşfinin mükemmel olması için yolu açılır ve Hakk’ı keşfetmesi sağlanır.” (93 Duha, 2, 3)

“Seyr-i sülûktan, doğru yola girdikten sonra yapılacak şey içinizdeki Hakk’a yaslanıp,  sabırla beklemektir.  Bu durumda sabrınız taşsa bile Rabbiniz size melek ve melekeler ile yardımcı olacaktır. Çıkmış olduğunuz yoldaki zorluklar, cihat, mücadelede karşınıza çıkacak üzüntülere karşı sabır ve ilahi rıza için Allah’a itaat etmeyi, zorluklara dayanmayı, nefse karşı koymayı gerektirir. Ancak, Hakkın size kuvvet vermesi ve nuru görerek nurlanmak ve size sekine, huzurda bu isteğin inmesi için, sabır, Hakk’ın emrine karşı gelmemek,  menfaat ve ganimete meyletmemek, nefis korkusundan sakınmaktır. Nefsin, ruh ve kalp sultanlarının zorlaması altında kırılması gerekir. Sabır, sebat ve onur ruhun sıfatıdır.  Hareket ve acı ise nefsin sıfatıdır.  Ruhun gücü kalbe sahip olunca, kalbi nefse karşı korur. Nurun Zat’ındaki sevgi nuru ile kalp, ruha âşık olur ve sükûnete kavuşur. Bu şekilde kalp, nefis kuvvetlerini yener, nefis sıfatlarının zulümlerini kovar. Ve nefis de kalbin nuru ile aydınlanır, mutmain olur.  İşte o zaman rahmet, Ruh semasından ilmen yakin suyu, iner ve kalp, bu nurla, ilmin idrakiyle, nefis kuvvetlerini yok ederek, ûrûc eder; semanın meleklerine ulaşır ve tüm meleklerin kuvvetini ve vasıflarını çekip indirir. Meleklerin inmesi, özellikle, dünyadan tamamen çekilip koparılarak yücelik yönüne tevekkül edildiğinde ve gazaba uğrandığında yardımcı olmaları içindir. Ancak kalp, sabırsız davranıp acele eder,  bağırıp çağırıp,  korkuya yenik düşerse veya dünyaya meylederse,  nefis kalbe galip gelir, kahır ve istila eder, sıfatlarının zulümleriyle nuru engeller ve o ilişki kopar, yardım da kesilir, melaike de inmez.” Halil kendisinde gayrilik bakiyesi tevehhüm, vehim olunmaya, kuruntuya düşmeye, yakın olan bir muhiptir, sevendir.  Habib ise kendisinde bu cihet tasavvur olunmayan bir mahbup, sevilendir.  İşte bu sebeptendir ki, Halil aşk ateşine atılmış Habib bu ateşe atılmamıştır. (3 Ali İmran, 125) “Akıl, kalbe ezelden âşıktır.”  (12 Yusuf, 94) “Ruh semasından aşk ateşi gelerek nefislerini yer bitirir ve ifna, yok, eder.” (3 Ali İmran, 181) Kutsal mesajlar, kâmil insan olma yolundaki insana, yol göstermek üzere, delil olma niteliğindedir. Seyri sülûk yolunda, soyut kavramlarla, somut adımlar atılmasını önerirler. Hareket, fiil, iş ve işlemler, sıfat ve kişiliğin; ruh, ilim, akıl, kalp, nefis ve beden üzerindeki yansımalarını kapsar. Örneğin, ‘güzel’ sıfatı, ruh, akıl ve nefsi farklı titreştirir.

“İstisna hükmüyle cennetten çıkmak öyle bir şeydir ki o da saîdin;  «Ehadiyet-i zât» da fenası ve «sabahat-i cemâlde, cemalin güzelliğinde» aşk ateşiyle yanmasıdır. Ki bu yanmak, «makam-ı müşahede»  de Ruhun vücuduyla olmayıp,  şahit ve meşhût, şahit olunan, Hak olmak ve gayrin,  ayn ve eseri baki kalmamak derecesinde; gören göz, işiten kulak, hatırlayan kalp-i beşer olmaksızın, «Şuhûd-i Zâtiy-i Ehâdî» ile olandır.” (11 Hud, 108) “Akıl; ancak fıtrata hidayet bulabilir ve ancak maarife, bilgi bilmeye, hidayet edebilir.  Amma cemal nuruyla nurlanmak ve visal, vasıl olma, talebine şevk ve celâl ve cemâlin kemâline belki cemalin celâline ve celâlin cemaline aşk zevkiyle lezzetlenmek, ancak hidayet-i Hakkaniye nuru ile müyesser olunabilen bir iştir. Şüphesiz bizim ona talimimiz dolayısıyla Yakup, ilim sahibidir,  ayan ve şuhud sahibi değildir. Lâkin insanların çoğu bunu bilmeyip, kemâli «Akılda olan ilimden ibarettir» zan ederler, Havas insanları, aklı küllinin ilmini bilemezler.” (12 Yusuf, 68) Hak edene, celalin cemaline âşık olma zevki verilir!

“Şevkinin şiddetinden kendine özgü çalışması ve gayretiyle,  nefsini terbiye ederek,  Allah yolunda, menfaat beklemeksizin, çalışıp ilerleyenler, içtihat ederler. Bu nefisler, fikir ile bilgileri birleştirip, nazar çakmağını çakarak, faal akıl nuruyla iştigal, meşgul olma, uğraşma, ateşini çıkarır. İlahî tecelli sabahının nurunun, anlayışının, idrakinin, ortaya çıkışıyla ve eserinin sürekli görünüşüyle; nefsin, vehim ve hayal vesveseleri, şehvet ve lezzet eğilimleri, ortadan kalkar. Nefsin efal ve sıfatının tümü yağma edilir. Büyük kıyamet sabahında, aşk ile Hakk’a şiddetli yönelme nedeniyle, bedeni geride bırakıp, kalp ve ruh dostluğuna dönüş, beden toprağının tozunu atar ve bedenden toz koparır. Yani ifna ve helak ederek, tecelli sabahının nuruyla, cemi aynı zata dâhil ve aynı cemde gark olurlar.  Beden toprağını o derece latif hale getirirler ki cemi zata dâhil olurlar.  Çünkü miraç beden ile olmuştur, vasıl olma ancak beden ile olur. Hakka, hakkın nimetleriyle vasıl olunur. Hakka ulaştıran malı çok sevmesi nedeniyle, insan, Hakka arkasını, mala önünü, döndüğünden cimri olur ve şen şakrak güler yüzlü olamaz, Hak’tan mahcuptur. Beden kabirlerinde bulunan nefis ve ruhları dirildiği zaman sadırlarında gizlenmiş olan tüm niyet, sıfat ve ameller ortaya çıkar, herkes hak ettiği karşılığı alır.” (100 Adiyat, 1-8)

Molekül, organel, hücrenin organları, hücre ve bedenin organlarından oluşan bedensel bütünlük içindeki bilinçli insan, ‘düşünen akıl’ sahibi ise, idrak eder, bilir ki, bu alt sistemler, insana, nimet olarak ‘verilmiştir’. Genler, doğa ve çevre bilinçli kişiyi, kişiye gerek duymadan, emaneten oluşturur. İnsan, bunu idrak edip: “Biz, vücudumuz günahlarından sana rücu eyledik, bize bu dünyada fenadan sonra bekada adalet, ahrette müşahede takdir et” demeli. (7 Araf, 156) Evrenin amacı insan oluşturmak; dinin amacı olgun insan, kâmil insan olmak isteyeni inşa edip kendini ve Rabbini bilmesini sağlamaktır!

            Umarım biz de kendimizi bilip, dünya ve ahrette Haktan hakkımızı, aşkla alabiliriz!

                                                                                    Necdet Altınay 15102022

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Aşkla Vuslat

 

Aşkla Vuslat

Molekül, organel, hücre ve organlardan oluşan bedensel bütünlük içinde oluşan bilinç, ‘düşünen akıl’ sahibi ise, idrak eder, bilir ki, bu alt sistemler, insana, nimet olarak ‘verilmiştir’. Genler, doğa, çevre bilinçli kişiyi, kişiye gerek duymadan, emaneten oluşturur. İnsan, bunu idrak etmeli. “Biz, vücudumuz günahlarından sana rücu eyledik, bize bu dünyada fenadan sonra bekada adalet, ahrette müşahede takdir et.” (7 Araf, 156) Evrenin amacı insan oluşturup inşa etmek; olgun insanın amacı ise kendini ve Rabbini bilmektir!

“Var olan her şeyin, eşyanın ardında, akıl ile bilinebilecek bir ilim vardır. Bunu Kur’an bildirmiş, bu ilmin nasıl uygulandığı da Furkan olarak indirilmiştir. İnsan, ilim ve amelin, ilim ve uygulamanın, ayrıntılarını idrak ederek namazı (salât) yerine getirir ve ilim ile uygulama arasını birleştirir. Namaz, teslimiyet, zikir, tabi olmak, itaat etmek ve ulvî ilişki eylemlerini içerir. İlmin ve uygulamasının idraki olan namaz,  her düzey için yerine getirilir.  Bedenin idraki ‘Yatsı’; Nefsin rızası ‘Vitir’; kalbin huzuru “Sabah”; sırra erme “Akşam”; benlik ve bencilliğin yok edilmesi ve hakikat güneşinin parlaması, yüceliş yolunda ruhun Şuhut’u, uyanıklığı, ‘İkindi’; Hakk’ın ruhuyla dirilerek, itaat ve hakikat ilminin zevkiyle şükretmekle “Öğle” namazları kılınır. Hakikat idrak edilince, ayni vahdette, kul ve namaz yoktur.” (29 Ankebut, 45) Güneş tepede ise, gölgeler yoksa yalnız Cuma namazı kılınır.

“İnsan ile şeytandan başka hiçbir mahlûkta küfür bulunamaz. Kâffesi, hepsi, Allah'ın emirlerine uyar ve itaat eder. Şeytan, küfrünün hakikatinde Allah'ın iradesi olduğuna inanır, bu da ayni imandır. Yalnız insan, kendi iradesi ile hicaplaşır, perdelenir, örtünür, tesettüre girer.” (3 Ali İmran, 83) “Sizden şeytanın vesvesesini gidermek, yakin kuvvetiyle kalplerinizi kuvvetlendirip göğsünüzü sakin tutmak ve o kuvvetle ayaklarınızı sabit kılmak için, size Ruh semasından ilmen yakin suyunu indirdiğini hatırlayınız. Çünkü korku ve tehlike yerlerinde sebat ve şecaat, ancak yakin kuvvetiyle olur.” (8 Enfal, 11)

“Şevkinin şiddetinden kendine özgü çalışması ve gayretiyle,  nefsini terbiye ederek,  Allah yolunda, menfaat beklemeksizin, çalışıp ilerleyenler, içtihat ederler. Bu nefisler, fikir ile bilgileri birleştirip, nazar çakmağını çakarak, faal akıl nuruyla iştigal, meşgul olma, uğraşma, ateşini çıkarır. İlahî tecelli sabahının nurunun, anlayışının, idrakinin, ortaya çıkışıyla ve eserinin sürekli görünüşüyle; nefsin, vehim ve hayal vesveseleri, şehvet ve lezzet eğilimleri, ortadan kalkar. Nefsin efal ve sıfatının tümü yağma edilir. Büyük kıyamet sabahında, aşk ile Hakk’a şiddetli yönelme nedeniyle, bedeni geride bırakıp, kalp ve ruh dostluğuna dönüş, beden toprağının tozunu atar ve bedenden toz koparır. Yani ifna ve helak ederek, tecelli sabahının nuruyla, cemi aynı zata dâhil ve aynı cemde gark olurlar.  Beden toprağını o derece latif hale getirirler ki cemi zata dâhil olurlar.  Çünkü miraç beden ile olmuştur, vasıl olma ancak beden ile olur. Hakka, hakkın nimetleriyle vasıl olunur. Hakka ulaştıran malı çok sevmesi nedeniyle, insan, Hakka arkasını, mala önünü, döndüğünden cimri olur ve şen şakrak güler yüzlü olamaz, Hak’tan mahcuptur. Beden kabirlerinde bulunan nefis ve ruhları dirildiği zaman sadırlarında gizlenmiş olan tüm niyet, sıfat ve ameller ortaya çıkar, herkes hak ettiği karşılığı alır.” (100 Adiyat, 1-8)

“Siz,  tabiatın,  doğanın maddesel, bedensel, şeylerinin kendisini görüp de ardındaki ilmi görmezseniz, tabiat cehenneminin ateşini görürsünüz. Daha sonra ilmin de üstünde olan zevk ve vicdan ile o ateşi aynen yakin olarak zevk edeceksiniz. Bunun üzerine nimetin ne olduğunu takdir edecek, fani, gelip geçici, lezzetler mi yoksa baki olan uhrevi nimetler mi daha kıymetli olduğunu anlayacaksınız. İlmen yakin mertebesine varmış olsanız, ilmen yakin olarak bilseniz, bedensel ve duygusal olgunlaşma, şehvet ve kuruntuda boğulma rezaletleri içindekilere özel, tabiat cehennemi ateşini görürdünüz ve bu rezaletlerden tamamıyla sakınırdınız.  Diğer bir deyişle,  yediklerinizin,  yalnız damak tadı yerine,  verdiği güç ve kuvvetle geliştirebileceğiniz düşünce ve fikirleri görebilseniz, bu fikirler ile o yiyeceklerin ardındaki (protein ve vitamin moleküllerini oluşturan) ilmi idrak etseniz, geçici lezzetlerde kalmamış olursunuz. (Yiyeceklerden alınan protein ve vitamin moleküllerinin beyinde oluşumunu tetiklediği, lezzet, zevk, haz veren seratonin ve melatonin moleküllerinin ardındaki ilmi idrak edip, bilgi işlem sürecinin, bilincin, kıymetini bilirsiniz.) İlmin kıymetini bilmemek halinden, bilmek haline geçilirse, bilmemek halinin nasıl bir hal olduğu daha iyi anlaşılır. Maddede, eşyada, lezzette ve yiyecekte kalmanın zararları görülür. Lezzetin faniliği, geçiciliği, diğer bir lezzeti iticiliği, böyle düşünmenin sığlığı ortaya çıkar. İlmî yakınlığı bilseniz şevkinin şiddetinden, aşk ateşinin yakışından, cenneti ve cehennemi görürsünüz. Sonra o şevk ile aynen yakin ve müşahede rütbesine terakki ederseniz, aşk ateşinin hakikati ayanen, apaçık, görünür.” (102 Tekasür, 6-8) İlmen yakınlık aşk ateşine götürür, aynen yakınlık ise aşk ateşinin hakikatini apaçık, görünür kılar!

“Ebrara, iyi niyetlilere, ikram edilen şarabın mizacı, sırf hakiki aşkın yüce makamındandır ki o da cem halinde, mertebesinde, sunulur, kâfur denilir ve zat muhabbetidir, cennet meşrubatının en güzelidir, vücut rütbelerinin en âlâsıdır, vasfının suretinden tecerrüdü, soyunulması, nedeniyle deresiz ve oluksuz akar. Ebrar, iyi niyetli sadıklar, için ikram, sıfat makamında, sıfat muhabbetinde olduğu gibi zat muhabbetinde de vardır. Zatı da müşahede ettikleri için şarapları, zat muhabbeti ile karışık olabilir. Doğru yolda, sıratı müstakimde, yaklaşmakta ve yakınlaşmış olanlara, tafsil makamında ehli istikamette olanlara ebrar, sadık, denir bunların hakikatleri ve içtikleri ile cem makamında ehli istiğrak, gark olmuşların hakikatleri ve içtikleri farklıdır. Zat muhabbeti, vücutsuz, efal ve sıfatın üstünde, deresiz, oluksuz (kütlesiz, maddesiz, meysiz) akar. Ebrar için sıfat makamında sıfat muhabbeti olduğu gibi zat muhabbeti de vardır, zatı da müşahede ettikleri için,  karışıktır.  Mukarrebler,  yakınlaşmış olanlar,  tafsil makamında doğru yolda olup da tevhidi zata vasıl olanlar, Allah ile kaim olan kâmillerdir. Cem makamında ehli istiğrak, gark olmuş,  dalmış, olanların şarabı nispetsiz,  farksız,  beyaz ve halistir,  saftır kâfurdur.” (83 Mutaffin, 27-29) Aşk ateşinin hakikatini görene, aşkın yüce makamında olan sadıklara, Ebrar denir ve şarap ikram edilir. Cem makamında ikram edilen ise kâfurdur!

Umarım, nimetlerin ardını, ilmini, idrakle, aşk ateşinin hakikatini apaçık görebiliriz!

 Bil, ilmî ve aynî yakine dek,/Ruhun, ruha geldiyse denk, /Yoktur, mekâna gerek,/Aşk ile müebbet muhabbet!

 

                                                                        Necdet Altınay, 27072022

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Canım Cananım

 

Canım Cananım

 

Âdem’e, ruhundan ruh üflemiş,

Hayatıyla diri, canla canlanmış,

İlmiyle âlim, nefsi ile kaim imiş,

Yalnız insan ilimle inşa edilmiş.

 

Denir, müşahede edemiyorsan,

Her şeyde Hakkı göremiyorsan,

Bir rehbere ihtiyaç duyuyorsun,

Vuslatsa amaç, ne duruyorsun!

 

Bilge Hacı Bey demişti ki iyi bak,

En sevdiğinde bulursun mutlak,

Denedim, seni hep sen sandım,

Nefse, yüzüne bakıp, aldandım.

 

Nefsi nefsim sandım ilk görüşte,

Yanıldım, çok utandım, bilince!

Oysa ben, seninle hayattaydım,

Kalp gözüyle, şimdi mi baktım?

 

Ruh, aşk ile kalbimde, kaynıyor,

Bedene dar gelip de, çıkamıyor,

Gözlerim dolup, taşarak ağlıyor,

Kalbim bu zevki ilk defa yaşıyor!

 

Ruhun, kalpte dolup, taşıyorum,

Önce sanki seninle yaşıyordum,

Oysa şimdi hep seni yaşıyorum!

Aşkta vuslat mı, yok oluyorum?

 

Dedim, ne haldeyim bilmiyorum,

Hayatın bu gerçeğine şaşıyorum.

En sevdiklerin başına toprak attı,

Hepsi, tamam oldu deyip bıraktı.

 

Bedenini mezara bırakıp geldiler,

Kalbime sığamayanı bilemediler,

Umarım, hep senle dolu olurum,

Aşk içinde, Hak görünür, kalırım!

 

Varlığımızın kaynağı bir ve tekse,

Yaradılışımızın amacı bilinmekse,

 Mevtle giden kaynaktan gelense

Hakikati anlamayız ne hikmetse!

            Necdet Altınay, 17062022