20 Aralık 2023 Çarşamba

Helakten Kaçmayınız!

 

Helakten Kaçmayınız!

Yokluktan indirilen, tevhit ilmiyle yüklü bir damla enerjiden olan Evrende, bitki gibi bittik, maddeden soyunduk, amacımıza ulaşınca, helak olup yokluğa dönebiliriz. (1) Hakkın hayatıyla diri, ilmiyle âlim, vücuduyla mevcut olduğumuzu idrak edip, helak olup aradan çıkarsak, kalır yine Yaratan. Bilinmeyi sevdiği için yaratıldık, O’nu bilerek fena bulup, aşk içinde fani olup, helak olursak, umarım, yeniden diriltiliriz; bilemezsek, helak olup gideriz. Biliş sürecinde her türlü yardım var, yazılım ve donanım fıtratımızda. Seçim hakkı bizim!

“Var olan her şeyin ve herkesin varoluşunun bir amacı vardır ve amaca ulaşılmasıyla varoluş amacı ortadan kalkar ve helak kaçınılmaz olur.”  (17 İsra, 16) “Şu dünya, su dolu bir denizdir. Eğer bedenin harap olduğu zaman binecek bir gemi yaptınsa, kendi âleminde kurtuluşa erersin. Yapmadınsa, o suda gark olup helak olursun.” (11 Hud, 38) “Ego, benlik, cahillik, hayvani nefis, şehvet, gazap ve bencilliklerden oluşan, ‘Nefsin Semud Kavmi’, ilim suyu tufanında helak olur.” (85 Büruc, 17,18) "Akıl  göğünün,  kesretin ilmini  içeren,  külli  ilim  kuyularının, kuvvetlerin, süfli  âleme dökülen ilim suyu kapaklarını açtık. Nuh’un nefsi, külliyen ilim olmuşçasına, nefis arzında, kesret âlemindeki mevcudata ilişkin tüm cüzî ilim kaynaklarını kaynattık. Takdir edilen helaklerine kadar, akılları göğünden yağan ve arz nefislerinden kaynayan iki ilim de uyumlu bir şekilde birleşti. Biz Nuh’u, külli ilmi içeren şeriat  gemisine  yükledik. Gemi, cahilleri  boğan  cehalet dalgalarında  yüzer.  O,  şeriat  ile  amel  ve  istikametle  necat buldu. Kavmi  ise cehalette cahil kalıp, inkâr  ve  isyan etmeleri  sebebiyle, heyula, madde denizinin cehalet dalgalarında gark ve helak oldu. O şeriat  ve  davetin  asarını, eserlerini, ibret  alanlara, apaçık ayetler olarak bugüne bıraktık.” (54 Kamer, 11-16) “Beş dış duyu ile gazap ve şehvet olarak bilinen iki nefsanî kuvvete,  hakikatleri  bilinmediği  için, ‘yedi  gaip’ denir. Bilinmeyen yedi gaip, geceyi temsil eder. Vücut, hayat, ilim, irade, semi, işitme, basar, görme, kudret ve  kelamdan ibaret  sekiz  sıfat,  gündüzü  temsil  eder. İnsanların, bu  yedi gece  ve  sekiz  sıfat  rüzgârlarıyla, zahir ve batınlarına etki edilir, kökleri kurutulur, hatta katledilir. Kendi nefisleriyle ayakta olduklarını ve yaşadıklarını düşünenlerin, hayatları olmayan ölüler  olduğu görülür. İçi  boş  hurma  kütükleri  gibi şeklen  kuvvetli  fakat  hayatları  ve  manaları yoktur, birer haviye, göçüktürler, hakiki  vücutları  ve  değer  verilecek anlamları yoktur. İlahi aşk ve şevk ateşi olmadan göçüktekiler yanamaz, şiddetli soğuk ve nefsanî heves rüzgârlarıyla helak olurlar.” (69 Hakka, 5-7) “Sevilenin, sevgilinin sevdiği de sevilir, sevgilidir. Bu nedenle, Allah’ı sevenler, Resulünü de sevsin, ona tabi olsun, biat etsin. Böylece, Allah da onları sever ve sakınır.” (3 Ali İmran, 30, 31) Efendimiz der ki: “Benim Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir. Her kim o gemiye binerse kurtulur. Her kim muhalefet ederse gark olur. Sefine, gemi, ilim ile amelden oluşur.” “Her kim bir şeyi severse, ona itaat eder, onun için çalışır; ona ibadet etmiş olur. Hadisi kutsi: «Bana yaklaşan kulu severim, sevdiğim vakit işittiği kulağı, gördüğü gözü ben olurum», buyurur. (16 Nahl, 75) Bu sebepten «Dünya gölge gibidir, eğer tâbi olursan yetişemezsin ve eğer terk edersen;  o sana tâbi olur.» insan;  Vücûd-u İlâhinin vasıtası, aracı ve hazretinin, varlığının, vekilidir.

“Şevkinin şiddetinden kendine özgü çalışması ve gayretiyle, nefsini terbiye ederek,    Allah yolunda,  menfaat beklemeksizin, çalışıp ilerleyenler, içtihat ederler. Bu nefisler, fikir ile bilgileri birleştirip, nazar çakmağını çakarak, faal akıl nuruyla uğraşma ateşini yakar.  İlahî tecelli sabahının, idrakinin ortaya çıkışıyla ve eserinin sürekli görünüşüyle; nefsin, vehim ve hayal vesveseleri, şehvet ve lezzet eğilimleri, ortadan kalkar. Nefsin efal ve sıfatının tümü yağma edilir. Büyük kıyamet sabahında, aşk ile Hakk’a şiddetli yönelme nedeniyle, bedeni geride bırakıp, kalp ve ruh dostluğuna dönüş, beden toprağının tozunu atar ve bedenden toz koparır. Yani ifna ve helak ederek, tecelli sabahının nuruyla, cemi aynı zata dâhil ve aynı cemde gark olurlar. Beden toprağını o derece latif hale getirirler ki cemi zata dâhil olurlar. Çünkü miraç beden ile olmuştur, vasıl olma ancak beden ile olur. Hakka, hakkın nimetleriyle vasıl olunur. Hakka ulaştıran malı çok sevmesi nedeniyle, insan, Hakka arkasını, mala önünü, dönerse, cimri olur ve şen şakrak, güler yüzlü olamaz, Hak’tan mahcuptur. Beden kabirlerinde bulunan nefis ve ruhları dirildiği zaman sadırlarında gizlenmiş olan tüm niyet, sıfat ve ameller ortaya çıkar,  herkes hak ettiği karşılığı alır.”  (100 Adiyat, 1-8) “Mearic, Miraçlar, Merdivenler, mutluluk halleri demektir ki, huylar makamından, manadan madde, cemadat makamına, sonra nebatat makamına, sonra hayvan makamına, hayvan makamından bazısı bazısının üstünde, mertebeler ve dereceler halinde, insan makamına, getiririz. Sonra nefis menzilinden ve kalp menzilinden, ehli sülukûn işaret eylediği intibah, uyanıklık, yakaza, tövbe, inabe, hak yoluna girme, mürşide biat, gibi süluk menzillerinde, sonra fenayı efal ve sıfat mertebelerinde ilerletiriz. Ta fenayı zata kadar helak olma ve uyanıklık, terakki mertebeleridir. Çünkü sıfatta fena makamına tekabül eden mertebelerden sonra Cenabı Hakk’ın, her sıfat hizasında terakki edilecek bir mertebesi vardır. İnsan vücudunda bulunan, arz ve semavî kuvvetler ile insan ruhu, kıyamet-i kübrada, büyük kıyamette, Hakkın Zatı camiasına, ezelden ebede kadar sürüp giden zamanlarda urûc eder, yücelir.” (70 Mearic, 3, 4) “Arzın yarılıp,  çekirdekten bitki çıktığı gibi sizi de, rahimde, vücudun siyah madde denizinden, ters tutunan damlanın bedensel maddeden arınmasıyla, kurtarırız. Maddeden kurtulamadığı zaman, nefsin, madde fesadından helak olduğunu müşahede eder, görür, gözlemlersiniz. İman ederek, genlerinizde olan nuru, ilim ve irfanı, taşıp yayılan olgunlaşma nurunu,  kabul edip uyarak,  içinize doğan şeylere uyunuz. Güzel ahlak ve tevhidin istidadınıza, genlerinize, delilleriyle konulması, kazınması ahittir; bu ahde uyulması da sizin ahde vefanızdır. Nurlu parıltılarla verilen ilim ve irfanı,  nefsanî lezzet ve kazançlarla değişmeyiniz. Nefsanî sıfatlarla, ruhani bilgi ve aydınlığı karıştırmayın. Ruhani kuvvetler ve hisler, nefsanî kuvvet ve hislerden şereflidir. İnsan, ruh, ilim, âleminden taşıp yayılan olgunlaşma nuruyla ilim, irfan sahibi olur.  Nurun kalbinize dolmasını,  nefsin lezzet ve kazancıyla değişmeyiniz.” (2 Bakara, 50) Bitki gibi cemadatta olup koptuk, hayvani nefsimizle büyüdük, insan olarak inşa olabiliriz.

Umarım seçimimizi doğru yapar, helakimizden sonra diriltiliriz!

                                   Necdet Altınay 23122023

(1)     Enerji Damlası: David Bohm, “Wholeness and The Implicit Order”, s.242. (İsteyene ‘Pdf’ gönderebilirim)

6 Aralık 2023 Çarşamba

Yaratılışın Amacı Vardır!

 

Yaratılışın Amacı Vardır!

Bilim, Dini kanıtlar. “Hakk’ın delili, gölgesi olan ilimden halk edilen ilk cevherin, yani Büyük Patlamada Tevhit İlmiyle yüklü ilk Enerjinin, Celalî nazarla taşıp yayılmasından sonra, uygulanarak açığa çıkan ilmi hıfzedici  kuvvetlerin  izdihamıyla temessül ve tecessüm ettiniz. İlimden başka bir şey olmayacak şekilde bedenleştiniz.” Kısaca, “Önce Yokluk vardı, Yokluktan ani olarak genişleyen Uzay-zaman vakum ortamında, ‘oluşan’ Tevhit İlmi yüklü yarım cm3 Enerji, Kozmik Yumurta, zuhurunun şiddetinden görünmeyecek şekilde, ortaya çıktı. Yumurtanın DNA’sındaki ‘şeyler’ ışık, parıltı, aydınlık, nur oluştu; nur maddeleşerek her şey halk olundu, canlılık yaratıldı, kendini ve Rabbini bilecek insan inşa edildi.” Böylece, sebepleri de yaratılarak Âlemin yaratılış amacına ulaşıldı, ‘Bilinme’ gerçekleşti.

“Eğer biz ‘var olur, yok olur’ mevcudat olsun isteseydik öyle olurdu. Lâkin istemedik, çünkü hikmet ve hakikate aykırı olurdu.” (21 Enbiya, 17,18) “ Hakk’ın arşı, mai, bir çeşit su, sıvı, üzerindeydi. Arş, akl-ı evvel, akıl öncesi bir durumdan ibarettir; ilm-i evvel, ilim öncesi durum üzerine bina kılınmış, inşa edilmiş ve ilme dayanan cisimler âleminin vücut olarak öncesidir. Altı yön veya altı gün gizlilik, gizli kalma müddetidir. Yer ve göklerin halk edilmesi de Hakk’ın mevcudat ile gizlenmesidir. Arşın su üzerinde oluş hali, Hakk’ın gizlenmesi öncesi zahir olan ve nâsâ, insanlara, malum olan, ilim ve akıl öncesi haldir. Halis amel eden insanlara bazen, olacak olanlar malum olur, bir ihsan olarak, bir ilham olarak iner, bazı şeyleri, olmadan önceki halini bilirler. Arşın, ilmin rumuzu olan ‘su’ üzerinde olmasının anlamı da nâsâ malum olup bilinmesindendir.” (11 Hud, 7) Bir hadis der ki: “Yüce Allah, en evvel bir cevher, enerji halk etti, cevhere celali ile nazar edince cevher hayâsından eriyerek, taşıp yayılarak, kısmen su kısmen ateş oldu.” Cevher hayâsından, saygı ve edebinden taşıp yayılarak, kısmen su ve ateşe, bir anlamda ‘plazma’ya, maddenin dördüncü hali, plazma haline, dönüşmüş denebilir. “Ahdi evvelde malum ve gayb-ü istidatta mahzun bulunan tevhidi ezelîyi sabıkı tasdik edici olduğu halde, evvelce Tevrat ve İncil’i de böylece insanlara hidayet olmak üzere inzal etmişizdir. Ve sonra fark itibariyle Hak olan Akl-ı Furkanî olarak bilinen tevhidi tafsili inzal eyledi ki, bu tevhit tafsili, istikametin menşei ve davetin mebdeidir, kaynağıdır.” (3 Ali İmran, 3, 4) “Ey Rabbimiz, biz senin inzal ettiğin tevhit ilmine ve nur feyzine iman ettik.” (3.53) “Evvelinden sonuna, ezelden ebede, kadar mevcudatın tümünün vücudu, ilmi sana inzal olunan bir kitaptır.” (7 Araf, 1-2) “Ruhul-kudûs semasından, ilim suyu inzal edilir.” (13 Rad, 17) “Her şey, o şeye özgü bir nazar olduğu için vardır. Herkes kendisine özgü bir nazar olduğu için vardır, bunun idrakinde olanlar bu sırrın başkası için olmadığını bilirler.” (42 Şura, 38) “Yokluk, gizlenip sırlanarak, sır tutarak, izafî vücut bariz, apaçık olmuştur. Yokluk boşluk değildir, yoklukta eşyanın ilmi vardır, ilim ışık olarak görünür hale geçer. Nur, hariçte zahir olan vücuttan ibarettir. Vücut nurdan, ışıktan oluşur, ışır. Eşya ve görünen vücutlar, ezeldeki ilimlerinin açığa çıkmış halidir. Her mevcut bir ilimle görünür; mevcut, ilmin, bilginin görünür halidir. Her şey Hak ile zahir olmuş, görünmüştür. İlmin görünür haline ‘gölgenin uzatılması’ denir. Yokluk, her şeyin batındaki vücut hakikatinin sabit bulunduğu ‘Levha-i Mahfuzdur’, ‘sırf yokluk’ değildir.” (25 Furkan, 45) Bilimsel olarak da ‘Varlık’, ‘Yokluktan’ çıkıp var olur!

DNA maddeye hükmeder. Ana rahminde yumurtanın döllenmesinden 25 gün sonra önce kalp, 32 gün sonra el ve kollar, 36 gün sonra omurga, 52 günde retina-burun-parmaklar oluşur. Kalpten sonra oluşanlar ‘Kalbin’ kontrol ve denetiminde kalır. Büyüme bu hızda 9 ay devam etseydi bebek 1,5 ton olurdu. Doğumda 90.000 km damar oluşur. Bebeğin oluşumunun matematiksel modelini anlamak mümkün değildir. (*)

“Hakkın batındaki ilim hazinesinde vücudu olmayan bir şey asla zahire çıkamaz ve vücut bulamaz. Her şeyin bilgisini içeren ‘Yokluk’, sır tutarak, önce enerjiye ve ışığa sonra eşyaya dönüşür, görünür hale gelir. Eşyanın aslı ve esası, görünen maddenin hakikati, Hakk’ın, yokluk aynasındaki, görüntüsü, gölgesidir. Nasıl ki gölge, güneşin varlığına delildir, madde de Hakk’ın varlığına delildir. Bilinmelidir ki eşyanın mahiyeti ve görünenin hakikati, Hakk’ın gölgesi ve Mutlak Vücudun sıfatının işaretidir. Mevcutlar, nur ile hariçte zahir olur görünür. Mevcudat, ezeldeki ilmin izhar edilmiş halidir. Kütlenin, görünen enerji olan ışığın, maddenin hakikati, Hakk’ın ilmi, görüntüsü, gölgesidir. Kütlenin hakikati bilinirse, kütlenin, görünen ışık enerjisi olduğu ve Hakk’ın ilmi idrak edilir. Mutlak vücudun ortaya çıkmış, görünür olmuş sıfatıdır. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halindedir, hakikatini görünür kılar, enerji yayar. Sonra ‘Akıl Güneşini’, ‘Vücut Gölgesine’ delil kıldık. Akıl delili, gölgenin hakikatinin Vücut’tan farklı bir şey olduğunu doğrular, kanıtlar. Akıl güneşi delalet etmezse, gölgenin vücudu ile hakikati arasında ayrılık olmazsa, mevcut kendiliğinden var olmuş olur. Vücut, mevcut olur. Bir ‘şey’ mevcut olamaz. Mevcudun, ilminden ayrı ve gayrı bir ismi, cismi ve resmi olamaz ama farklılığa yalnız akıl şahitlik eder.” (25 Furkan, 45) “Kur’an, değişmez, bozulmaz, bozulamaz, noksansız, korunmuş, kanıtlanmak üzere, evrenin tümünde, apaçık olan ve hakikatleri muhkem, sağlam kılınmış bir kitaptır. Hakikatlerini, daha sağlam ve daha güzel olması mümkün olmayan, bir ilim ve hikmet üstüne inşa eder. Zahirde, görünürde, belirli ve bilinen miktarda, belirli zamanlarda aşikâr olur. Takdir ve tertibi, hikmete uygun intizamda, düzendedir. Ayrıntılarından lâyıkıyla haberdar, bilgi sahibi, olan ilim ve hikmet sahibince, ahkâm ve ayrıntısı cüzi âlemde ortaya çıkarılmış, aşikâr edilmiş bir kitaptır.” (11 Hud, 1) “İlim, tüm mevcutlar için gereklidir, her mevcut kendine özgü bir ilmin uygulaması, bilgisinin deposudur. Uygulanamayan ilim gerçek ilim değildir, böyle ilmi, kalp idrak etmez, kalbi güçlendirmez. Her şey ilminin aynısıdır. İlim, kalpte kökleşir, damarlarda ve nefiste yerleşir, organ ve objelerden ayrı düşünülemez, et ve kan ile karışır, sahibine muhalefet etmez. Zerrenin, ilminden ayrı ismi, cismi ve resmi olamaz. ‘Vehim’ ile karışık akıllar, ilim ile aşikâr olamaz, ilmi anlayamaz. İlmin ayrı bir varlığının kalben idraki ise Hakkın varlığına delildir. Bir eşyanın gölgesi varsa, gölge, ışığın varlığına delilse, aynı şekilde, ilmin varlığı da Hakkın varlığına delildir. İlim, böylece Hakkın ‘gölgesidir’.” (39 Zümer, 9) (3 Ali İmran, 96) (16 Nahl, 48) (7 Araf, 179)

Umarım, ‘Bilinme’ amacını aklımızla anlar, kalbimizle hikmetiyle idrak edebiliriz!

                                   Necdet Altınay 09122023

(*)https://www.ted.com/talks/alexander_tsiaras_conception_to_birth_visualized?language=tr