29 Mayıs 2020 Cuma

Aklın Yolculuğu!

Aklın Yolculuğu
İnsan, hayatını, kazancını, bilgisini, aklına borçludur. Herkese verilmiştir, verilen en büyük nimettir. Âşıklarda pek çalışmaz denir. Evreni ve doğayı ilmeklerine kadar araştırır, bulur, okur ve anlar. İlham, hikmet ve sezgiyle güzel sanatlara açılır. Yaratılışın temellerine ulaşır. Temelde, din de bilim de aklı zorlar, iman edilen kanıtlanır. Akıl, fikir yürütme, bilme gücü ve ‘kuvveti’ olarak, ilim ortamında amacına ulaşır. Hıfzedici kuvvetleri keşfeder, bedenleştiğini kanıtlar ama genelde ne bulup, bildiğini keşfedemez, hikmetsiz eremez.
Büyük Patlama, ilk ışık, bulunup okundu. Deterministlik ararken, “Belirsizlik İlkesi” bulundu. İlkeye göre zerreler yokluktan çıkar, var olur, yok olur. Yalnız ‘kuvvet’ iken kütle kazanır. Zerrenin, her yerden birden geçip, ‘eş zamanlı olarak her olasılığı tükettiği’ saptandı. Maddenin de hem parçacık hem dalga olduğu, durağan olmadığı, kanıtlandı. Her bilimsel bulgu, muhteşem evrenin ihtişamını ortaya çıkarır. Aklın ‘bilinenler çemberi’ genişledi daha büyük ‘bilinmezler çemberi’ oluştu. Işığın gelişi var, gidişi yok, ‘her zaman her yerde o ışık vardır, ölçülmeye hazır ve nazırdır’, aynı ışık, evren 15 milyar yaşındayken de saptanabilir. Akıl, bilgiden ilme, kuvvetten kütleye ulaşır ama ilmin tümünü bilemez.
Aklı zorlayan konular genellikle ‘Kuantum’ alanındadır. Çift yarık deneyini Doçent olan eşime anlattım. Hem parçacık hem de dalga olan ‘foton’ veya ‘elektronun’, gözlem yapılırsa bir, yapılmazsa iki yarıktan geçişini ve karşısındaki ekranda bırakacağı iz ve izlerini çok güzel anladı. “Sol taraftan geçmeye doğru yol alırken son anda sağ yarıktan geçer” deyişim mantıklı geldi.  “Sağ yarıktan geçip fosforlu ekrana ulaşmadan önce uzun bir yolculukla Andromeda galaksisini dolanır.  Bu,  durmaksızın devam eder gider.  Feynman’a göre,  elektron çıkış noktasını varış noktasına bağlayan her olası yolu eş zamanlı olarak tüketir” deyince, eşimin tepkisi “Yok artık!” oldu. (1) Tek olarak yakalayıp incelemesi zor olan zerrenin, halden hale geçişi aklı zorlar. Ya yeri bilinir ya da hızı, ikisi aynı anda asla bilinemez. Dalga ve parçacık hallerini de düşününce ‘tespit’ etmek güçtür. “Kütleli, kütlesiz zerre, her zaman her yerdedir ve ölçülmeye hazır ve nazırdır” kavramı bilimseldir.
Parçacığı, mermi gibi bir ‘şey’ düşünmek kolay, Evreni su dolu bir küre gibi düşünüp, merkezden küresel dalga halinin hayali çılgıncadır. Parçacık dalgayı yapan mıdır, dalganın kendisi midir? Bilime inanmak da zormuş. Sormadan olmaz, parçacık nokta mıdır; dalga küre, hatta evren, midir? “Eş zamanlı, durmaksızın, her yerde” ifadesini duyunca insanın aklına ‘senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?’ demek gelir. Böyle durumda, ‘turpun büyüğü heybede’ denir. Bilim insanlarına göre “Higgs bozonu içinde toplanan ‘kütlesiz kuvvetler’, nasıl oluyor bilinmiyor ama ‘kütle kazanır’ ve maddeleşir.” Bir bilimsel bulgu da şöyle: “Bir ‘şey’ kara deliğe düşse de ‘infosu’ kaybolmaz ‘olay ufkunda’ kalır, kütle ve maddesi tekrar enerjiye dönüşür.”  Holografik yapı sayesinde, ‘şey’, kaybolmayan bilgisinin ve kuvvetinin yeniden kütle kazanmasıyla, yeniden oluşabilir. Kütle kazanan ‘kuvvet’, yeniden, yoktan, var olur. Parçacık kuvvettir, kuvvet bilgidir, bilgiyi depolar. Bilgi içeren zerrelerin bir kere var oluşları yeterlidir, kaybolmazlar. Evrenin oluşumu, zerrelerle bilgi ihracıdır.  ‘İnsanın, maddeden soyunup, yeniden dirilmesi’ böylece, makul ve mantıklıdır.
 Bilinmez ve belirsizliklerden, bilinen atomlar âlemine geçiş görünüşte aklı rahatlatır. Kütlesini düşününce ise, atomların tam bir boşluk olduğunu kabul etmek zordur. Atomun % 99, 99… (12 adet 9) u boşluktur. Dolu kısımda ne var olduğu da bilinmez. İnsan, gözlem yaparsa zerre yapmazsa dalga halinde yolculuk yapan foton ‘seçimini geciktirdiği’ bilinir. (2) Çift Yarık deneyinde, Galaksilerden gelen bir fotonun, son anda değiştirilecek ‘gözlem’ durumuna göre ‘Süper pozisyon’ hali, yani ‘hem dalga hem zerre’ hali, geçerlidir. Süper determinizm son gelinen nokta. Buna göre ‘özgür irade’ yoktur ve her olmuş ve olacak Büyük Patlama anında ‘Belirlenmiştir’. Yani, yalnız Allah’ın dediği olur!
İnsan, bedensel ve zihinsel gelişimi tamamlandığında reşit olur. Bedensel gelişim, hormonsal dengeyi gösterir. (3) Zihinsel gelişim ise beyin hücrelerinin, uygun elektrik akımları yaratarak, düşünce, bilinç üretimidir. Hangi mesajı diğer hücrelere taşıyacak, hangi hormonun, hangi atomlardan yapıldığını, nerede ve nasıl üretildiğini, biz yeni öğrendik. (4) Nöron hücrelerimizde, hangi molekülün, nasıl elektrik ürettiğini ve nasıl mesaj yükleyip diğer hücreye gönderdiğini de yeni öğrendik. DNA maddeye hükmeder, talimat verir ve hücrelere ne zaman, ne yapacaklarını söyler. Moleküler biyoloji, hormon ve elektronik mesaj üretimi,  ‘verilmiş bir irade’ varlığını kanıtlar. Binlerce yıl önce, moleküller, elektrik üretip kodlamayı biliyor ve kullanıyordu!
Beynimizin ürettiği bilinç diğer beyinlerin ve bitkiler dâhil, tüm canlıların ürettiği beyin dalgalarıyla etkileşim ve iletişim içindedir. Bu durumun böyle olduğu ‘Connectome’ Projesiyle kanıtlanmıştır. (5) Projeye göre ‘özgür irademiz’ yoktur. Diğer yandan matematik ilminin son şaheseri ‘Bağlantısal Bütünsellik’ modellemesidir. Modele göre güneş sistemi ve evrende bulunan bütün galaksiler birbirlerine bağlı, bağımlı ve bağlantılıdır. Uzay zaman birleşik alanında var olan her ‘zerre’ ve ‘kuvvet’ sürekli etkileşim ve iletişim içindedir.
İlk gidenler Amerika kıtasını keşfedemedi. Bilgi ve zerreden, tüm ilmi keşif zordur. Ruhumuz, ruhun; ilmimiz, ilmin; bedenimiz, Vücudun; bir parçası olduğunu, akıl keşfeder. Bağımsız ve özgür görünen ve bilinen davranış ve sıfatlarımız, yakın ve uzak çevremize, doğa ve evrene, bağlı ve bağımlıdır. Küllî akıl şefliğinde, cüzî akıl aletini çalar, oynarız. “Allah, yerin göğün nurudur, ışığıdır, her yerde, her zaman, hazır ve nazır, yoktan var eden,  ‘Var Olan’, batın ve zahirdir” gerçeğini inkâr eden, ya bilimi satan, çıkarına kullanan, ‘dinci’ gibi, ‘bilimcidir’ ya da Allah’ı idrak ve keşif edemiyordur. Tüm ilmin bütününü idrak edenin, isim verme hakkı vardır. Her isim ve sıfat Allah’ındır. Allah, Allah’ın ilmiyle bilinir ancak!
‘Akıl’ bizi, ‘Bilim’ gemisiyle, verene, O’na götürür, birinin O’nu tanımaması, O’nu bilmediğindendir! Olanı idrakin ödülü, ‘Var Olandır’! Umarım, ödülümüze kavuşabiliriz.

(1)     “Evrenin Zarafeti”, Brian Greene, sayfa  272.

18 Mayıs 2020 Pazartesi

Taklidî ve Tahkiki İman


Taklidî ve Tahkiki İman
Bilim, doğa, evren ve yaradılışa ilişkin kutsal mesajları kanıtlar. Kısaca, ‘bilimin amacı inancı kanıtlamaktır’. “Din ile bilimin ne ilgisi var” hatta “Dinde aklın yeri yok” diyen vardır. Oysa tahkiki imanın gereği akıl ve bilimdir.  Din ve bilimin ilgi odağı insandır, insan içindir. İnsana hitap, akla ve mantığa uygun, makul ve mantıklı olmalıdır. Kutsal mesajlar da, bilimsel bilgiler de, evren ve varoluşa ilişkindir. Kadim bilgiler, bilim açısından İdris Peygamber olarak bilinen Hermes’e, dinsel bilgiler ise, büyükbabası, Hz. Âdem’e dayanır. İnsanın gelişimiyle, her iki alanın bilgileri de, yaradılışın temelindeki evrime, değişim ve gelişime uğrar. Kutsal mesajlar da, bilim de, insanlığın gelişimiyle birlikte gelişir. Dinde tagayyür, ‘farklılaşarak mükemmele giden belirginleşme’ esastır.
Kişiler, kişiliklerinin bakış açılarına uygun olarak, bilgi ve mesajların uyumundan veya uyumsuzluğundan söz eder. İçten, kalpten vahiy ile gelen mesajların da, doğadan elde edilen bilgilerin de kaynağı, ilham veya sezgiler olmuştur. Bazı despotik kişilerin, kendi çıkarları uğruna, halkı sömürdükleri dönemlerde, ortak akıl ve kalpten gelen mesajlar, geniş kitlelerce kabul görmüştür. Doğanın ardındaki, fizik ve kimya gibi, ilme dayalı bilgiler de, doğa karşısında çaresiz kalınan alan ve dönemlerde gelişmiştir. Düşünen akıl, gerek kalpten aldığı duygusal, gerekse doğadan alınan bilimsel, bilgilerin daima makul ve mantıklısını seçer. Bilgi ve mesajların kaynağına inen akıl, mesaj ve bilgiler arasında asla bir tercih yapmaz, ‘akılsızlık’ veya ‘düşüncesizlik’ tercih yapar. Halkı sömürmek gibi akıl da sömürülerek, bilimsel bilgilerin doğru, mesajların dogma olduğu söylenir. Aklı, verilen en büyük nimet olarak, amacının dışında kullanmak yanlıştır. Âlem ve Âdemin halk edilişi, ilmin, ‘İlahi İrade Kanunları’ halinde dünyayı döşeyip, yaşama uygunluğunun sağlanması ve insanın bilinçle donatılarak yaratılması, mesajlar gibi hep akıl için ve akla hitap eder.
Kutsal mesajlar, devrinin, aklını kullanan kişilerine hitap eder, akılsızlara olmadığı üzerinde ayrıca durulur. İnsanlığın gelişimine uygun, anlaşılabilecek şekilde ve anlaşılmak üzere, her şeyin varoluşu açıklanmaya çalışılır. Bu nedenle, mesajlar, evrenin yoktan, yokluktan ve boşluktan yaratıldığından başlar. Bilimsel çalışmalar da nihayet bu gerçekleri kanıtlamış bulunmaktadır. Mesajları içeren kitap bir bilim kitabı değil ama sadece sosyal ilişkileri düzenleyen felsefe kitabı hiç değildir. Evrende, muhteşemin ihtişamı görülür ve Grand Dizayn, Büyük Tasarım gibi ifadelerle anlatılır. Hitap, her zaman aklını kullanan, işleten ve ibret alan kişiyedir; evreni ve kendisini, kendisine anlatır, ayna görevi yapar. Kitap, bakana kendini gösterir, okuyup düşünene kendini bildirir. İnsanı, böylece muhatap alarak, Kitap, ‘Yaratıcısını bilmek amacıyla, özgür iradesinin verildiğini’ idrak etmeye çağırır. Önce, bir başka kişiye kulluk etmemesi istenir. Verilen cüzi iradesinin de külli irade karşısında fazla geçerli olamayacağının idrak edilmesi öğütlenir. Bilim, özgür iradenin yokluğunu kanıtlamıştır. İnsanın ne olduğu, nereden gelip nereye gittiğini açıklamak dinin, aklın, bilimin ve ilmin işidir. İnsan ile evren, Âdem ile Âlem, ikizdir. Âlem nasıl oluşmuşsa Âdem de öyle oluşur. Her ikisinde de çok geniş çaplı doğal ve evrensel yasalar geçerlidir. İkizler, uyumlu bütünleşme için sürekli etkileşim, değişim ve gelişim içindedir.
Gelecekte de geçerli olacak olan Kitabımızın temel konusu insandır. Rahman Suresi ikinci ayetinin “Kuranı öğrettik”, üçüncünün “İnsanı yarattık”, oluşu düşündürücüdür. Cenin, yumurtanın döllenişinden itibaren, ilk kırk günde ‘su damlası’, ikinci kırk günde ‘kan pıhtısı’, üçüncü kırk günde ‘çamur’ kavramlarıyla anılır. Bilim kanıtlamıştır ki cenin, ilk dönemde ‘su içinde damladır’, ikinci dönemde ‘bel kemiğinde kandamlası’ oluşur, üçüncü dönemde ise ‘bedenin eli ayağı organları belirginleşir’. Bebeğin önce kalbi oluşur ve kalp atışı başlar, kalbi durunca da hayatını kaybeder. Tam bir boş ve boşluktan oluşan atomlar, emirle, su içinde su damlası oluşturur. Kalbin oluşumu, tüm kuvvetlerin madde ve bedeni oluşturmak üzere toplanması, izdiham etmesi halidir. Bilim de, ‘ilgili kuvvet alanları içinde’ ‘toplanan kuvvetlerin’, ‘kütle kazanarak’ ‘madde’leştiğini kanıtlar. Kitap da ‘kuvvetlerin izdihamıyla bedenleşir, temessül ve tecessüm edersiniz’ der. İnsan beyni başlı başına bir mucizedir. Boş bir madde iken bilgi ve bilinç oluşturmayı başarır. İnsan, bildiğini bilen tek yaratıktır, ‘konuşma geni ve kemiği’ ile ayrıcalıklı olarak donatılmıştır. Adı FOXP2 olan genin hükmettiği 116 insan geninin şempanzelerde olmadığını bilim belirlemiştir. (1)
Ormanda kaybolmuş bir ergen insanın, konuşmayı unutup maymunlaşması, insanın yaratıldığına delil oluşturabilir. Doğadan, doğa koşullarına uyum sağlayarak gelmiş olamayacağını kanıtlayabilir. İnsan bedenini, farklı titreşimlere sahip parçacıklar, irade ilavesiyle toplanıp oluşturur. Çok farklı bilgi, bilim ve ilmin bütünleşerek oluşturduğu ‘insan bilincini’ geliştirmek, doğal bir süreç değildir. Akıl, fikir, hafıza, düşünme, fikir geliştirme ve konuşma, başkalarına öğretme ve öğrenim kuvvetleri, yetenekleri, diğer canlılara ilaveten, verilmiş nimet olabilir. Gazap ve şehvet kuvvetleri, elektrik ve manyetik kuvvetleri andırır. Elektriğin fazlası insanı öldürür, gazabın fazlası da kahreder; şehvet ise cezp edici veya itici, manyetik kutupları andırır. İnsanı, hangi kuvvetlerin yoldan çıkardığı ve hangi kuvvetlerin doğru yola ilettiği anlatılır. Elektromanyetik radyasyon, ışınım, evrenin her köşesindedir ama hiç mesaj taşımaz. Yalnız canlılarda, mesajlaşma amacıyla, bu ışınım, verilen cüzi iradeyle, kodlanıp çözümlenir, moleküller röle istasyonu gibi çalışır. Bu bilgi, maddesi kaybolsa da kaybolmaz. Aynı şekilde ruh da maddeden soyunabilir.
Umarım, biz de doğa ve evreni, dedikleri ve demek istedikleriyle, ‘kozmik bilinç’ olarak okuyabiliriz.
(1)   Konuşma Geni: FOXP2; Konuşma Kemiği: HYOID BONE

7 Mayıs 2020 Perşembe

Doğumla Bir, Mevtle Bin Yaşa!


Doğumla Bir, Mevtle Bin Yaşa!
Tam ve mükemmel, kesin yok ve yokluktan, tam ve mükemmel, kesin ve mutlak boş ve boşluktan gelir yaşarız. Atom boşluktur, atomun bile olmadığı yerden geliriz. Geriye doğru bakar, tarihi yazar ve yaşayabiliriz. Geleceğe doğru bakar, geleceği yazar ve yaşayabiliriz. Sevginin ne kadar güçlü, kuvvetli ve kudretli olduğunu bilir, sever ve seviliriz. Bedenimizin ne kadar güçlü ve kuvvetli olduğunu bilir, bedensel iş ve işlemler yapar hareket ederiz. Ruh ve maddemizin kıymet ve kadrini bilir, ikisinin ayrı zevkine varır ve birlikte keyfini sürer, yaşarız. Beynimizin, madde olarak, atomlardan oluştuğunu biliriz ama bilincimizin de olduğuna şahit oluruz. Üstelik bu bilinci kozmik bilinç ile bütünleştirme cesaret ve bilgeliğini gösteririz. Hafızası boş olarak doğan beynimiz, zaman içinde bize, evreni kalbimizin içinde bir zerreye dönüştürebilir. Bu hâl içinde, doğum ve mevt kavramlarını, bilimsel ve dinsel mesajlar açısından değerlendirebiliriz. Ruh, maddeye bağlı ve bağımlı mıdır? ‘Verilmiş olan maddeye hükmediş iradesi’ sonuçta bilince mi dönüşür?
Zelzele suresinin tevilinde, çok ayrıntıdaki bir bilimsel gerçeğe değinilir. İnsan ruhunun yani ‘ilminin’, ‘maddeye hükmedişin’ verilen bir ‘irade’ olduğu anlatılır. Bu iradenin idrak edilme bilinciyle, maddeden soyunulabileceği açıklanır. Ruhun, maddeden soyunup, bir bilgi, ‘info’ olarak kalabileceğini ancak kütle ve maddenin tekrar enerjiye dönüşeceğini, yeniden toprak olacağını anımsatır. “İnsan ruhunun, insanı insan yapan ilminin, maddeden soyunup, temizlenip, maddeyi terk etmesi, arınması zamanında, hayvanî ruh ve kuvvetler, canlılık ilmi ve canlılık veren kuvvetler, ıstırap ve acı çeker. Beden ve maddenin, ruhsuz, ilimsiz bir şey yapamaz sadece bilinçsiz hareket edebilir, kişiliği bozulur. Ruhsuzluk durumunda, madde, tek düze bir sarsıntı, sallantı ve titreşim içinde olur, yalnız bilinçsiz sarsıntı ve titreşim içinde oluş vardır. Bu eşkâl, bu tanım içindeki sarsıntı, sallantı ve titreşim, evvel-i meta manasında olan sakaleyn yani insan ve diğer canlıların cemidir, toplamıdır. Diğer bir deyişle herhangi bir ‘şey’ olmadan önceki haldir. Yani madde ve beden arzının, kendisinin kadri ve kıymetinin bilinmesine sebep olan ervah, mana ve ameller kuvvetlerinin heyetinin tümünü ve kalpte kökleşen itikatlar meta'larını, kıymetlerini, değerlerini meydana çıkarır. Bu hal içindeyken insan, «Beden arzının bu suretle muzdarip olmasının, sarsılıp titreşmesinin sebebi nedir, bunun devası, çaresi, derdi nedir, bu ıstırap, mizacın inhirafından mı, bozulup değişmesinden mi, yoksa ahlâtın, içine karışan şeylerin, galebesinden mi ileri gelmiştir?» der. Böyle durumda, beden arzı, halinin diliyle, hal diliyle, içinde bulunduğu halinin anlattığı şekilde, haberlerini söyler. O vakit beden arzı, verilen iradenin nasıl kullanıldığını, evveline ait haberlerini, söyler. Tahkik, incelendiğinde, görüleceği gibi senin Rabbinin ona işaret eylediğini, ruhun yok oluşu, ilmin ortadan kaldırılışı ve mevtin, ölümün tahkiki, incelenmesi, zamanında ıstırap ve harap ile ağırlığının ihracı ile emir eylediğini söyler. Maddenin içinden bir ‘şey’ oluşmasına ilişkin ilim çıkarıldığı zaman, maddenin kütle ve ağırlığı da ihraç edilir, ortadan kaldırılır, aslına döner. Ruhun maddeden soyunması zamanında, beden arzı da ıstırap içinde harap olup ortadan kalkar, kütlesi ve maddesi de yok olur. O vakit insanlar,  kimi hayırlı,  kimi hayırsız, eşkıya olarak müteferrik, ayrılmış oldukları halde, bedenlerinin mizaçlarından, mezarlarından,  hesap ve ceza yurtlarına sudur ve hareket ederler. İmdi hayırlılardan zerre miktar hayır işleyen kimse o hayrı görür. Eşkıyadan zerre miktarı şer işleyen de o şerri görür.  Küfür ve hicap sebebiyle eşkıyanın hayırları yanıltıcıdır, keza iman, tövbe, galebe-i hayrat, selameti fıtrat ile hayırlıların da şerleri af olunur. (99.1-8)
‘Her Şeyin Birleşik Bir Kuramı Olarak Sicim Kuramına’ göre, “Madde atomlardan oluşur, atomlar da kuarklar ve elektronlardan. Bütün bu parçacıklar, aslında titreşen küçük sicim ilmekleridir. Sicim kuramı, tek bir ilkeden - en ileri mikroskobik düzeyde her şeyin titreşen tellerin bileşimlerinden oluştuğu ilkesi -  bütün kuvvetleri ve bütün maddeyi içerebilen açıklayıcı tek bir çerçeve oluşturur. Elektron,  bir biçimde titreşen bir sicimdir,  yukarı kuark başka bir biçimde titreşen bir sicim vs. Her hangi bir ‘şey’in ‘info’su asla yok olmaz ama kütlesi, örneğin kara deliğe düşerek, enerjiye dönüşür.” (1)

Bulunan, bilinen, tanımlanan her zerre, bilimsel özellikleriyle, titreşimiyle, kendine özgüdür ve böylece biri diğerinden farklı isim, cisim ve resimdedir. Her parçacığın bilimsel olarak özellikleri bilinir, öyle oldukları bilinse de neden öyle oldukları bilinmez. Tüm fizik bilgileri fizik ilmini oluşturduğu gibi tüm parçacıkların fiziksel özellikleri de ilmi oluşturur, ilimleri nedeniyle öyle oldukları söylenebilir. Her ‘şey’, Haktan, hakkını, hakça aldığı için var olur. Madde, canlılık ve insanın ruhu, kendine özgü ilmi, vardır ve Haktan alınmıştır.

Kemale eren insanlar, belirli bir bilince ulaşmış olarak kabul edilebilir. Bu bilinç düzeyi, everensel veya kozmik bilinç ile birleşebilirse ‘Bir ve Tek Bilinç’ olabilir ve parçalardan söz edilemeyebilir. Bir ülkenin tüm elektrik sistemi bir bütündür, küçük parçaları geçici olsa, ömrü kısa olsa da tüm sistem kalıcı ve ömrü uzun olabilir. Bir atomun alt parçacıkları var olduğu sürece, bir atom yok olsa da, yeniden uygun koşullar oluştuğunda, aynı atomdan yeniden oluşabilir. Hidrojen atomu, aynı bilimsel özelliklere sahip olarak, maddesel düzeyde yeniden oluşabilir. Canlılık ve insanlar, özellikle de beyin ve bilinç konuları üzerindeki bilimsel araştırmalar, madde düzeyindeki bilimsel özellikler ile ‘bilinç’ konusunun birbirlerinden çok farklı olduğunu gösterir. Binlerce atomdan oluşan moleküllerin, milyonlarca elektriksel akımlar oluşturarak, ortaya koyacağı bilinç, uzun ömürlü olabilir. Ayrıca, insanın mı bilinci oluşturduğu yoksa bilincin mi insanı oluşturduğu tartışılabilir. İradesi olmayan atomların bilinç oluşturması yerine, atomların verilen belirli bir irade çerçevesinde, örneğin DNA ile önce bir canlılık sonra da bilinç oluşturduğu, kutsal mesajlarla, anlatılıp açıklanmaktadır.

Umarım biz de olabildiğince külli iradenin idraki içinde olabiliriz.


(1)     “Evrenin Zarafeti”, Brian Greene, sayfa 43, 45.