21 Aralık 2018 Cuma

İmanın Sevdirilmesi


                İmanın Sevdirilmesi

                Tecelli edişte, bir isim altında, bir kişiye tecelli edişte, o kişinin riayet etmesi, uyması ve uygulaması vacip olan, münasip olan bir edep vardır. Her halin, sahibine muhafazası vacip olan, koruması uygun olan, bir edebi vardır. Her oluşum, yerinde, zamanında ve dozunda, en uygun bir şekilde farklılaşarak olur. (1) Oluşumun önüne geçmek ve müdahale etmek doğru değildir. Tecelli süreci bir bütündür, tecelli olunan kişinin, bu sürecin önüne geçmesi, benliğinin zuhurudur, ikilik oluşturmak, karşı çıkmak ve karşı durmaktır. Benlik ve bencillikle tecelliye karşı çıkmamak edep etmektir. Bu edep diğer her tecelliyi de, oluşumu da, Allah’tan bilmek ve görmektir. Oluşumda hiçbir iradesi olmadığı halde varmış gibi davranmak uygun değildir. Aynı şekilde, ‘irade ile zuhur’ gibi ‘ilim ile zuhur’ ve ‘gösteriş yaparak zuhur’ da uygun değildir, vacip olan edeptir. Öğretildiği için bilen bir kişi, ‘öğretildim’ yerine, ‘bildim’ diyemez, gerçeğe karşı duramaz. (49.1)

                Oluşan olaylara ve gerçekleşen eylemlere rıza gösterilmesi ve razı olunması gereken hallerde, irade gösterisi yapıp, karşı çıkmak uygun olmaz. Kıyas yaparak çalışan akla, ilk gelen hemen ‘bana yapılan kötülüğe karşı çıkmayacak mıyım?’ gibi bir fikirdir. Yapılan bir iyiliğe ‘ben bunu hak etmedim’ diyen akıl pek görülmez, böyle durumlarda irade beyan edilmez. ‘Ben bunu hak edecek ne yaptım’ düşüncesi nadiren vaki olur. Aynı şekilde büyük emek, para ve zaman harcanarak öğretilen bir şey için teşekkür ve şükür edilip, razı olunup ‘nihayet anlayabildim’ demek yerine hemen ‘ben bildim’ gösterişi içine girilir. Bu haller ‘ilim ile zuhur’, ‘irade ile zuhur’ ve karşı eylemde bulunmak da ‘fiil ile zuhur’ halleridir. Bu haller tecelliye karşı ‘gösteriş’ halleridir. İnsanı insan yapan her şey kendisine hazır olarak verilmiş olduğu halde, insan, her çeşit karşı çıkış hali içindedir. Aklı kendisine nimet olarak verilmiş olduğu halde, Allah’ı inkâr etmeyi marifet zanneder. Edep ise kendini bilmeyi gerektirir. Ne zahir edebi, ne de batın edebi, ihlal edilmelidir.

                Her şey bir ilmin uygulamasıdır, ilminin deposudur. (2) Her ‘şey’ ile onun ‘hakikati’ ayrıdır, akıl aradaki farkı kıyas yoluyla bulur ve bilir. (3) Maddi ve nefsanî âlemde olanlar ile meşgul olmak, var olanları kullanıp, yiyip içip yararlanmak, bir süre sonra yeterli gelmeyebilir. Akıl, var olanların hakikatini de ortaya koyar. Ruhun inzali, ilmin uygulanması, bir süre sonra, ruhun nurunun yani ilmin idrakinin de ortaya çıkmasına sebep olur. İnsanlara, fıtratlarının, asıl olan nurlarının sefasını sürmek, yani imana gelmek sevdirilmiştir. Ruh nurunun kalbe doğuşuyla, yani ilmin idrakinin kalbi doldurmasıyla, Resulün ahkâmı ile kayıtlanmakla, kalpler ziynetleşti; böylece kalplere iman yerleştirildi. Nefis de kalbin nuru ile nurlanıp, yani idraki ile aydınlanıp, kalbin emrine uyar, böylece uzaklaştırıcı şeytana uymaz oldu. Bunların hepsi, ruhun kuvvetindendir, fıtrî nurun kalp ve nefsi kapsamasındandır. İmanın muhabbeti ve kalplerin ziynetleşmesiyle günahların terk edilmesi, sıratı müstakimdir, doğru olan yoldur. İki nokta, nefis ile kalp, birleştirilirse ruhun yolu bulunur. (49.7)

                Genellikle tavsiye edilir ve “Eğer aklın ile kalbin arasında kalırsan, kalbinin sesini dinle” denir. Önce nefis akla hâkimdir, alt yapıyı oluşturmak, bedeni sağlamlaştırmak, hayatta kalmak ve sağlığı sürdürmek amacıyla aklı kullanır. Doğada varlığını sürdürebilmek için doğal koşullara göğüs gerilmeli, yerçekimine karşı koyarak ayağa kalkılmalıdır. Kasları güçlendirmeli, beş duyuyu sağlıklı tutmalıdır. Acıkınca yemeli, susayınca su içmeli ve yorulunca dinlenmelidir. Her eylemin bir amacı olmalı. Eylemler amaç edinilirse, daha iyi ve güzelini yemek amaç olursa, fıtratın uygulanması değiştirilmiş olur. İnsan artık yemek için yaşayabilir. Amacı daha çok oynamak, eğlenmek, zevk almak, keyif sürmek olabilir. Büyük amaçlarını gerçekleştirmek için yola çıkan yoldaşlar, yolda yiyip içip birlikte eğlenmeyi amaç edinebilir. Amaç yanılgısı, yanlış amaç, ulaşma başarısızlığını doğurur. Böyle, bir hedefe varmak mümkün olamaz. Kocaman kurum ve kuruluşlar, dergâh ve dernekler, birlikte güzel vakit geçirmek için kurulmuş zannedilebilir. İnsan, fıtratının yanlış ve eksik uygulanmasından dolayı, kederlenir ve neşesini kaybederse fesatlık yapmaya razı olur, rıza gösterir. Bu durumda, aslî nurdan uzak düşüleceği için, vahdet görülmez, muhabbet zayıflar, iyi olmaya çalışmaktan kaçınılır. Bu kısır döngüden kurtulabilmek için ise merhamete sığınılmalıdır. (49.10)

                Merhamet duygusu kalpte bulunur. Madde ve nefis âleminde uygulanabilir, gösterilebilir ama kalbe aittir, kalpten doğar ve bedeni kullanır. Ortada acınacak bir hal içinde olan bir şey veya kişi vardır. Kederli olan kişi, halinden neden memnun ve mesut olmadığını düşünür. Araçları amaç edinmenin yanlışlığını anlayabilirse, kendine merhamet gösterebilir. Yanılgısını anlar, düzeltebilir. Birisine veya bir şeye sahip olmayı amaç edinme yanılgısı yalnız değildir. Bir yanılgı onu başkasına gösterme ve bildirme yanılgısını da beraberinde getirir. Yediğini veya giydiğini bildirmeden ve göstermeden edemez. Bütün bu yanılgılar için pişmanlık duymak veya bunlardan utanmak yine kalpten kaynaklanan duygulardır. Utanma veya arlanma, insan fıtratına kazınan faziletli duygulardır, yitirilmemelidir. Kendine acımayan başkasına hiç acımaz.

                İman ile İslam arasındaki farkı ortaya koymanın ve imanın Bâtıni ve kalbî, İslam’ın ise zahirî ve bedenî olduğunu beyan etmenin amacı “Hakiki İmana” dikkat çekmektir. (4) Hakiki iman, şek ve şüpheden arınmış, kalpte sabit ve kararlaşmış yakınlık hissinden ibarettir. Sürekli ve sonsuz değişime tabi olan maddî ve bedenî âlemdeki, nefsanî hatıralara dayanan iman olamaz, her şeyin hakikati bilinmelidir. Şek ve şüpheden arınanlar, malları ve nefisleriyle, Allah yolunda infak ve cihat ederler. Davranışlar, hakikatine, özüne özgün, uygun olmalıdır. Fiilleri sözlerini tasdik eder. Sadece söz ile kabul etmek yetmez, hal içinde olmak gerek. (49.15)

                Nefsin içinde ne varsa hepsi aynı zamanda kalbin de içindedir, farklı ve başka bir şey olamaz. İnsanlar, yalnız nimetlerle ilgilenir ve alıp kaçarlar, nimetler nereden gelir, kim verir ilgilenmezler. Verilen şeyleri sevmek güzeldir, güzel ve lezzetli oldukları için sevilir, hatta sevdirilir, önemli olan sevilenlerin hakikatini düşünmek ve özünü idrak etmektir. Hakiki iman, Hakka ve hakikate imandır, hakikati bilinen şeylerle yakınlık hissine kapılmak önemlidir. İslam olarak tecelli ediş namaz kılma davranışını gerektirir. Müslüman namaz kılar, namaz kılan kişi Müslüman’dır. Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur. Gereken bedensel davranışlar içinde olup da gerekli duygular içinde olamamak kederle sonuçlanır. Kıyameti koparcasına kıyama durup namaz kılmak müminin miracıdır. Görüneni idrak edebilmek hakiki iman ile mümkündür. Nefiste kalan, kalbe geçemeyen, ruha ve ruhun nuruna eremez, anlayıp idrak edemez.

                Umarım, imanımız hakiki iman olur da Hakkı ve hakikati idrak edebiliriz.





 

5 Aralık 2018 Çarşamba

Yaradılıştaki Ev: Hakiki Kalp


                Yaradılıştaki Ev: Hakiki Kalp

                Dinî hikâyeler veya din konusunda hikâye edilen hususlar, genellikle, “Bir Rivayete Göre” diye anlatılır. Öyleyse, “Rivayet” ne kadar güvenilir? Resulümüz Kuran ayetlerini açıklamış. Açıklamaları birileri, yakınları, dostları dinlemiş. Bu ilk ağızdan dinleyenler, anlayabildiklerini, kendi dostlarına anlatmış. Üçüncü kişilerin, anlayabildiklerini kendi dostlarına, “Resulü doğrudan dinleyenlerin anlattığına göre” diye anlatması, “Bir rivayete göre” olur. Burada önemli olan ilk anlatanın Resul olması ve ‘ilk dinleyenin anlayabildiği ve anlatabildiği kadar’ ifadesiyle anlatılmış olmasıdır.  Belki de en önemli husus, ‘aktarılanın’, gittikçe gerçeğinden uzaklaşıp uzaklaşmadığıdır. Resulün, “Akla uygun ise kabul edin, yoksa ben öyle dememişimdir!” ikazı olmasa uzaklaştığı düşünülebilir.  Hakikatin ortaya çıkışında, ‘en son bilimsel bilgi ve bulgularla kıyaslama’ konusunun önemi büyüktür. Böylece “Hakikat”, bilimsel olarak ‘kanıtlanmış’ olur. Peygamberler tarafından ortaya konan hususların, düşünen akıllarca ‘kıyaslanarak doğrultulması’ ve hakikate ulaşılması, imanı güçlendirir ve ariflerle âlimlerin buluşmasını sağlayabilir. Akıl, insana verilen en büyük nimettir ve kıyas yaparak çalışır. Düşünen akılların buluşması, din ile bilimin ve imanın bütünleşmesi, işin doğasında vardır. Hitabın akıllı kişilere olması, aklı başında olmayanın muhatap alınmaması önemlidir. Düşünen akıllı kişiler de aldıkları mesajı akla uygun ise kabul etmek için doğrusunu aramaya zorlanır.

                 Bir rivayete göre, bir ayetin açıklanması, Standart Sıcak Büyük Patlama Kuramına uygundur. Açıklamadaki ‘temel kavramlar’, akıl ile kıyasla doğrultulursa hakikate ulaşılabilir. Bu ayete göre, “Yerle göğün yaradılışında, ‘iki mertebe’ içeren ‘su’ üzerinde ‘beyaz bir köpük’ olarak ortaya çıkan ilk ‘ev’ hakiki kalptir ve tüm kuvvetlerin izdiham ettiği, ilim, hüküm ve hakikatlerin toplandığı mevzidir, yerle gök bu evin altına döşenmiştir.” (2.96) Ayetin Kâşani teviline göre, ‘iki mertebe’ kavramı; zamanla kullanılan nefis ve kalp, ruh ve madde, mana ve madde, hatta enerji ve kütle kavramlarını hatırlatır. Su çok özel bir maddedir, maddenin katı, sıvı, gaz ve plazma hallerini düşündürür. Kuranda ilmin sembolüdür. Yanıcı Hidrojenin yakıcı Oksijenle birleşerek söndürücü özellik kazanması aklı zorlar. Su, birçok özelliği kapsayan bir sıvıdır, henüz evrende ne zaman ve nasıl oluştuğu bilimsel olarak belirlenmiş değildir. Güneş sisteminin çevresinde, 2 trilyon civarında buzul taşlardan oluşan, küresel oort bulutu vardır. Kuyruklu yıldızlar bu buluttan gelir gider. Suyun üzerindeki ‘Beyaz köpük’ kavramı, kütle oluşmadan önceki çok sıcak haldir. Yerle gök, evin altına, içindekilerle döşenmiş. ‘Ev’, içinde bir şeyleri barındırır, ev sahipliği yapar. Bu ev ise evreni oluşturan tüm kuvvetlerin izdiham ettiği, toplandığı yerdir. O ev, tüm ilim, bilgi, kanıt, delil, hüküm ve hakikatlere ev sahipliği yapmıştır. İçindeki delillerden biri de akıldır. Önce, Hakkın arşı, müminin kalbi vardı!

                Günümüzde, genel kabul gören Standart Modelin ‘en son bilgi ve bulguları’ ile kıyaslama yapmadan ayetin açıklamasını anlamak zordur. Resul, gelen vahyi ‘iletmiş ve açıklamış’ bunları ‘anlamak’ aklın işidir. “Modele göre ‘boyutu sıfır ve kütlesi sonsuz’ olan bir şeyin patlamasıyla ortaya çıkan ‘sonsuz sıcaklık ve sonsuz basınç’, ‘zamanla’, soğuyup genişlemiş. İlk üç yüz seksen bin yıldan bilgi alınamaz. Daha sonraki saniyelerde neler olduğu bilinir. İlk yasa: “Hacim iki katına çıkınca sıcaklık yarıya iner”. Bu yasa, “Sonsuzun yarısı kaç?” sorusu sorulmazsa geçerlidir. İkinci ‘aklı zorlayan’ gerçek bilgi: “Saniyenin bir kısmında, genişleme, milyar (1in önünde 32 sıfır) kere daha büyük idi ve sonra genişleme bugünkü kritik değere düştü. Bundan sonra ilk saniyede ilk atomlar oluştu, üçüncü dakikada sıcaklık 1 milyar dereceye düştü ve madde ile ışınım eşitlendi, üç yüz seksen bin yıl sonra ilk ışınım, bir milyar yıl sonra da ilk galaksiler, oluşmaya başladı. Fizik ve kimya gibi doğa yasaları, ilim, ilk andan itibaren sürekli yürürlüktedir. Evren, halen, düzenli ve gittikçe artan bir hızda genişler. Enerji nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde Higgs bozonu içinde kütleye dönüşür. Yeryüzü böylece döşenir!”

                                “Evren, beyaz köpük gibi çok sıcak ve basınçlı olduğu zamanlarda, akkor plazma halinde, “White hot”, iken basıncın büyüklüğü, ışınımı, foton çıkışını, engelledi. Fotonlar yayılmaya başlayınca Mikro Dalga Art Alan hakkında bilgi elde edilebildi. Işınım öncesi ‘hal’, ışınım sonrası halleri içinde barındırmakta, içinde bulunanlara ev sahipliği yapmaktaydı. Evreni oluşturan tüm kuvvetler burada toplanmıştı.” (1) Doğa yasaları da bilinmeye başlamadan önce tüm bilgi ve kanıtlarıyla oradaydı. Genel ‘ilim’ halindeydi, tüm delil, kanıt, hüküm ve hakikatler buradaydı. Sonra fizik ve kimya gibi yasalar ortaya çıktı. Kısaca, sonradan ortaya çıkanları bildikçe her şeyin içinde barındırıldığı ‘ev’ ve ‘içindekiler’ anlaşılabildi. Tam da ayetin bildirdiği gibi, ‘beyaz köpük cevherin saf olduğuna’ işarettir. Uzay ve zaman oluşmaya başlar, önce uzay zaman birleşik alanı, sonra da enerjinin ışınımı ile kütle oluşumu ortaya çıkar. Akıl işlemeye ve kıyas yaparak bilgi toplamaya başlar. Fotonun nereden ve nasıl geldiğini ölçüp değerlendirerek geldiği yeri, bu yerin veya yıldızın yaşını ve hareketlerini bilmek kolaydır. Foton, yıldız ve galaksinin yeri, yaşı, uzaklaştığı veya yaklaştığını bildirir, hakikati haykırır!

                Diğer bir rivayete göre de insanoğlu aynı şekilde oluşurmuş. Önce dışında olsa da, bir beyaz köpüğün içinde ve üstünde olan, içinde çok şeye ev sahipliği yapan, barındıran bir ‘ev’, ‘eşleşmeden’ sonra genişlemeye başlarmış. Eğer bir süre sonra başladığı ‘genişleme ve büyüme hızını’ doğuncaya kadar sürdürseymiş, bebek doğuşta bir buçuk ton olurmuş. Büyüme sonra normale dönermiş. Bebek, önce ‘su damlası’ iken ikinci kırk günde kan hücreleri oluşmaya başladığı için ‘kan pıhtısından’ oluşmaya devam edermiş. “Sıradan bir ‘çamur beden’ halindeyken üçüncü kırk günde çamura ilim halinde ruh verildiği için beden, insan organlarıyla bezenir.” (41.11) İnsanlar için yapılan evlerin en evvelkisi, suret itibariyle göğüs şehrinde bulunan evdir, hakiki kalptir. İnsan, kutsal bir fikirdir.

                Bilinmeyi seven ve isteyen, kendini bilecek insanı inşa etmek istemiş. Gönlünden ilk geçen, içinde yalnız kendisi olacak, bir kalp olmuş. Kalbin içine, açılıp kâmil insan inşasının gerçek olabilmesi için gereken her şey konmuş. Suyun içine katı madde oluşturacak malzemeler, kuvvetler konmuş. Bu kuvvetlerden oluşmuş yerle gök. Hüküm, hakikat ve hikmetler açığa çıkacak şekilde yerleştirilmiş evin içine. İlim, bilimsel tanımı “Hiçbir şeyin özeti”, “Summary of Nothing”, olan fotonda gizlenmiş. ‘Her şey’, ‘hiçlikte’ gizli olduğu için açığa çıkınca anlaşılabilir. Hepliği, hiçliğe borçluyuz. Hakikat, yanlış anlaşılıp, anlatılabilir ancak er geç ortaya çıkar. Foton, kuvvetlerin bir kısmını taşıyarak, hakikati ortaya çıkarabilir, ışınım açılımdır, küçük gerçekler hakikate açılır.  Foton, ışık hızında ve küresel olarak, üstelik her ortamda yayılır, bu mektup iyi okunursa, Kuranın Furkan olarak açığa çıktığı anlaşılabilir.

                Umarım bize de hakikat aşikâr olur.

Bakara, 96: (İnne evvele beytin vudi'a linnâsi lellezî bîbekkete) Tahkik insanlar için konulmuş olan beytlerin, yâni evlerin en evvelkisi Mekke'de bulunan beyttir. Beyt-i şerifin yerle göğün yaradılışında, su üzerine ilk zuhur eden beyt olduğu, ve bir yüzünden iki bin sene evvel yaratıldığı ve su yüzünde beyaz bir köpük idi ki, yeryüzünün onun altında döşendiği rivayet olunur, îmdi beyt kalb-i hakikîye işaretdir. Su yüzünde zuhur etmesi, ruh-u hayvani seması ile beden arzında nutfeye taalluk etmesidir. Yeryüzünden evvel halk olunması, kalb-i hakikînin kadîm ve bedenin hadis olduğuna işaretdir. Evvel yaradılmasının, iki bin sene olmakla taayyünü, adedler ara-sında bin adedi tam bir rütbe olmasına nazaran kalbin beden üzre birisi nefsî tavrı, ve birisi kalb tavrı olarak iki tavrı rütbe ile takdim eylediğine, ve beyaz köpük olması, cevherinin saf olduğuna, ve yeryüzünün onun altında döşenmiş olması, kalb-i hakikînin tesiri ile bedenin tekevvün eylediğine, ve bedenin eşkâl ve hutud ve suveri azasının kalb-i hakikî hey'etlerine tabi olduğuna işaretdir. Hikâyenin tevili bu vechiyledir. Bilmelidir ki, Ruhun bedene taalluku ve kalb-i hakikînin bedene ittisalinin ilk mahalli; suver-i (suri) kalbdir. Ve suver-i (suri) kalb, azanın ilk hasıl olanıdır ve hareket eden azanın en evvelkisi sükûn bulan azaların en sonuncusudur. Bu sebeble insanlar için yapılan evlerin en evvelkisi, suret itibariyle göğüs şehrinde bulunan evdir. Yahud mânâ: insanlar için vaz olunan en evvelki mescid ve ibadethane, sadr-ı manevî Mekke'sinde bulunan kalb-i hakikîdir. İşbu sadr-ı manevînin makamı, nefisden daha şereflidir, ve kalb-i hakikîye müteveccih olan kuvvanın izdiham ettikleri mevzidir. (Mübâreken) (Ayet 96) O beyt, kendisinden bütün vücûdun feyz ve hayat ve kuvvet alması dolayısıyla ilâhi bir bereket sahibidir. Zira azada bulunan bütün kuvvetler evvelâ hep o beytden azalara sirayet eyler. (Ve hüden lil'âlemîne) (Ayet 96) Ve o beyt alemlere sebebi hidâyetdir. Ve Allah Teâlâ'ya onun sebebiyle hidâyet bulunan bir nurdur. (Fîhi âyâtün beyyinâtün) (Ayet 97) O beytde âyat ve beyyinat yâni ulum ve maârif, hüküm ve hakayık vardır. (Makamü İbrâhîme) (Ayet 97) O Ayetlerden biri de İbrahim makamı, yani Ruhu ibrahim'in ayağı yeri, yâni Ruh Nurunun kalbe ittisal mahali olan akıl vardır.

(1) S.Hawking, Zamanın Resimli Kısa Tarihi, ALFA Bilim, s.156.
(2)   
http://necdetaltinay.blogspot.com.tr/2017/03/gunesle-gizlenen.html,


26 Ekim 2018 Cuma

Sevilmeyi Sevmek


            Sevilmeyi Sevmek

            “Sonradan dallara ayrılacak ve fizik, kimya ilmi gibi adlandırılacak tüm ilim, yani ilmin tümü indirilerek yaratılan bir cevhere Allah celali ile nazar etti, cevher hayâsından, edebinden, eriyerek yarı ateş ve yarı suya dönüştü” kutsal bir mesajdır. Sonradan bilim insanları cevherin bu dönüşmüş haline “Maddenin Plazma hali” demiş olabilir. Plazmada her “Şeyi” oluşturma, tüm mevcudata dönüşme potansiyeli vardı. Çünkü bugün var olduğu bilinen her şey bu ilk plazmadan oluşmuştur.

            Kozmik mikrodalga artalanının içinden değil dışından bilgi alabiliyoruz. Hatta saniyenin milyarda milyarda milyarda birinde, evrenin, ışık hızından çok daha hızlı bir şekilde, aniden şiştiği kanıtlanmıştır. Bu ani şişmeden itibaren, bugün galaksiler birbirlerinden ışık hızından daha hızlı ayrılmaktadır. Diğer bir deyişle ilk 380.000 yıldan sonrasını biliyoruz. Genç evrenin genişlemesi ışık hızından çok daha hızlı olabilir ama uzayda bir cismin ışık hızından daha hızlı hareket etmesi mümkün değildir. Maddenin plazma haline biraz yakından bakmakta yarar vardır. Daha sonra oluşacak her şey plazma içinde yer alan parçalardan oluşmaktadır. Güneşin plazma katmanı aynı görevi yapar. İçinde elektrik yüklü parçacıklar vardır ama plazmanın elektrik yükü yoktur. Altom altı parçacıklar vardır ama atom yoktur. Uzay boşluğunu ve gökadaları oluşturacak malzeme vardır ama ne boşluk ne de yıldız vardır. Işığı oluşturacak enerji vardır ama görünür ışığın değil çok sıcak, erimiş enerji ışınımıdır.

            Büyük patlamadan sonra açığa çıkan enerjide ilmin yüklü olduğu, her oluşan kütlenin veya parçacığın bu ilimden aldığı info, bilgi ve özelliklerle oluştuğu kabul edilir. Bu bilgi kaybolmayacağı için, ‘hiçbir şey ölmez, her şey yaşar’ denir. İkiz foton, elektron ve atomlar üzerinde yapılan çok çeşitli deneyler sonucunda, ‘her şeyin, evrenin oluşumunda, önceden belirlendiği’ bilimsel olarak kanıtlanmıştır. (1)

            “Maddenin oluşumunda yer alan, matematiksel formüller ve fiziksel yasalar şeklinde özetlenen, ‘düzen’ ilk oluşum anında enerjinin içinde vardır.” (2) Bu nedenle herhangi bir cismin veya resmin kendine özgü ilminden ayrı olamayacağı bir gerçektir.

            Yeni sonuçlanan deneylerin bulgularına uygun geliştirilen kuramlar, evrenin oluşumuna son noktayı koydu. Söz konusu bulgulara göre ‘Evrenin, Yoktan Var Olan Düzenli Bir Hiç’ olduğu kanıtlandı, (3). Evren, yoktan var olan bir zerrenin ani şişmesiyle oluşmuş ama ilk andan itibaren, fizik ve kimya gibi tüm yasaları içinde barındırdığı için ‘düzenli’ bir şekilde oluşmuştur. Düzensizliğin olamadığı kabul edilirse ilmin varlığı açıktır, her şey ilmiyle olur.

            Maddenin ham maddesinin nur, ışık oluşu ve yaşamın kaynağının maddeye yüklenen ilim oluşu aklı zorlayabilir. İnsanı ele alırsak, bedeni vardır ama beden değildir, ruhu, ilmi vardır ama yalnız ruh, ilim değildir. Hayat, verilen bir şeydir, bağış yapılır, bahşedilir. Ölüm karşısında bazen “Madem alacaktın hayatı niye verdin?” demek isteriz. Yaşamı anlasak da ölüme isyan ederiz. Oysa hepsi hayatın içinde vardır, hayat böyledir. Verilene sevinir, alınana üzülürüz, hayattaki biz de buyuz. Böylece insan olgunlaşır, olgunlaştıkça kesafetten, madde esaretinden kurtulur, letafete yücelir. İnsan, aydınlandıkça, ‘nur üzerine nur’ olur.

            İnanç âleminde kabul edilen temel anlayışa göre maddi âlem halk edilir, canlılık âlemi yaratılır ve insan, bunların dışında ve üstünde olmak üzere, inşa edilir. Halk edilenler, alt yapıyı oluşturan toprak, ateş, hava ve su gibi temel anasırlardır. Uzay zaman birleşik alanında yer alan galaksiler, atılmış pamuk veya yün misali, kendi ortamında yüzer. Arz ve atmosferi de bu ortamda yerini alır, hareket eder, yüzer, seyir halindedir. Bitki ve hayvanlar bu alt yapı üstünde kendi âlemini oluşturur. Her bitki ve hayvan, neslinin devamını sağlayarak hayatını sürdürür. Hiçbiri kendi ölümünü, nereden gelip nereye gideceğini bilemez, bilinçli değildir.

 

            İnsanın analizi ve sentezi ise hakikat arayışının temelini oluşturur. Hakikati arayıp da bulan bir beşer henüz doğmamıştır. Görmeden inanmanın mükâfatı, inanılanın görünmesidir. Hakikat basittir, açıktır, apaçıktır ama beşer göremez. Görünen, görenin görüntüsüdür. Kutsal mesajlarda “Ben görürüm, bilirim ve işitirim” dendiği için beşerin göremediği bir hakikattir. Kuran ilimdir, Furkan ise bu ilmin uygulanmasıdır. Halk edilen ilk cevherde, Kuran ilmi, yüklü olmalı ki uygulaması bugüne kadar gelmiştir. İnsan, bilgi edinmeye, en sondan, uygulanmış olan ilimden başlayarak, uygulanmakta olan ilme doğru analiz edilenlerin en güzel senteziyle başlar ve sürdürür. İnsan, sürüp giden sürecin izleyeni ve bunun bilincini oluşturanıdır.

            İnsan bilinci ise evrenin açılım ve gelişim sürecinin temel taşıdır. Bilimsel bulgulara, en son yapılan bilimsel araştırma sonuçlarına göre, insan bilinci, “Doğal olarak ‘dalgasal’ hareketleri olan foton, elektron ve protonun, ‘parçacık’ olarak hareket etmesini sağlamaktadır.” Bu durum ise kütle oluşumunun temelidir. Aksi takdirde maddenin oluşamayacağına kadar tartışılabilir. Bilim çevrelerinde “Gerçeklik insan için midir?” sorusu gündemdedir. Her şey insan içindir. ‘Dalgasal parçacık’ hareketi ‘rahmanî rahimsi’ açılımıdır.

            İnsan, kendini böyle bir bilinçle bilirse çok şey farklı görünebilir. Bir çay ikram edene teşekkür eden, güler yüz gösterene tebessüm eden ve hediye, iş ile aş verene minnettar kalıp seven insan kalbi, uğruna verilenlerin tümünün bilincine vardığında kendisini de sever, vereni de sever. Kendi oluşum ve gelişimine sevgi ve saygı duymayan, kimseyi sevemez ve sayamaz. İnsanı insan yapan bu bilinçtir. Her canlı ve cansızın bu âlemde bir yeri vardır, sevilmiş ki vardır. ‘Kendine özgü bir nazar’ ile mevcut olan bir şey veya canlıyı, kendisi dâhil, insan; kabul edip sevmek ve saygı göstermek durumundadır. Herkes verilenlerden oluşan bir sevilendir!

            Umarım bilincimizi, verilenleri ve bilinmeyi seveni idrak edebiliriz.

(1) The Economist, Quantum theory, Oct 24th 2015.

(2) D. Bohm, “Wholeness and the Implicate Order”, 1980, Routledge & K. Paul

30 Eylül 2018 Pazar

Akıl Seması



            Akıl her şeyi düşünür, akıl erer, anlar, bilgileri hafızaya depolar sonra çıkarır tekrar kullanıp yeni bilgiler elde eder. Başka kişi ve şeyleri düşünmekten kendine zaman ayıramaz, sanki kendini düşünmeye vakti yoktur. Akıl, beyin hücrelerinin birbirlerine gönderdiği sinyallerin toplamı mıdır? Sinyallerin bir kısmının oluşturduğu mu, yoksa akıl, sinyalleri oluşturan mıdır? Nasıl oluyor da yazılım kadar yumuşak ama donanım kadar sert ve kırıcı olabiliyor? İnsan kendi aklını bile neden kolayca değiştiremiyor? Aklımızı doğada mı bulduk, biz mi geliştirdik yoksa bize verilmiş bir nimet midir? “Esas olan maddedir ve bilinç maddeden kaynaklanır mı?” yoksa “Esas olan bilinçtir ve madde bilincin cesetleşmiş hali midir?” Evrende her şey ‘gerçek’ halini alır, gerçekleşir yalnız ve sadece, insan gözlem yaparsa. Daha da çarpıcı olan ‘şimdi’ yapılan ölçüm, fotonun ‘geçmişini’, izlediği yolu, tayin eder, değiştirir. Bunlar nasıl oluyor da insan aklının marifetleri oluyor? İnsan, maddesel beyin sinyallerinden aşk ve sevgi gibi latif duyguların üretimine ancak beyin, akıl ve bilinci iyi anlarsa geçebilir.

                “Hak'tan mahcup olanlar görmez mi, yer ve gökler, heyula iken, görkemli bir hayal ve cismanî bir madde iken, yapışık idiler? Biz bu iki suretin, ayrışarak, oluşumlarının aşikâr tebayünü ile uyumlu farklılaşma ile yer ve gökleri ayırdık. Ervah, canlılık, mana gökleri ve uzayı ile beden ve ceset arzı, bir nutfe suretinde bitişik idi. Biz, arz ve ervahın tebâyünü, uyumlu farklılıklarının kendiliğinden ortaya çıkışı ile her ikisini birbirinden ayırdık”, cenin ve Büyük Patlamada olduğu gibi. “Yani biz, nutfeden her hayvanı halk ve izhar eyledik. Ve ceset arzının, yok olmayıp kaim ve müstakil olması için, ceset arzında kemik dağlarını, sinir ve kas sistemleri, damarları gibi özellikli yollarını, oluşturduk.” (21.30-33)

 

            “Bunlar sebebiyle Allah'ın ayetleri ve sıfatlarına hidayet bularak, Hakk'ı arif olmaları için, ceset arzında duygu ve düşünce mecralarını; havas tarikleri, arzu, heves ve isteklerine uygun yolları, var ettik. Ve biz, akıl semasını, üstlerinde, atmosfer gibi yükselterek, ceset arzını, tagayyür etmek üzere, başkalaşmak, mükemmel olmak için tazelenmek, yenilenmek ve sehven, yanlışlıkla, kasıtsız olarak, olabilecek hasar ve hatadan mahfuz kıldık, koruduk. Akıl seması, her türlü hayal, tasavvur, duygu ve düşünceleri kapsayacak ve birbirine bağlayacak şekilde yer alır. Her birisi makul ve mantıklı olarak akla dayanır. Akılda boşluk bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca aklını terk edemez. Bütün bunları anlayamayanlar için akıl seması, mana göklerini yani uzayını, delil ve şahitlerinden, maddi veya bedensel kanıtlarından, uzaklaştırıcıdır. Allah-u Teâlâ Hazretleri, nefis gecesini ve ruh güneşinin nuru olan akıl gündüzünü ve gece ile gündüzü içine alan kalbi halk eden ve izhar eyleyen, açığa çıkaran, zattır. Bunların her biri, ulvi bir karargâh veya makamda ve ruhaniyet semasının bir mertebesinde Allah'a seyir eder.” (21.30-33)

 

            Ayetin açıkladığı gibi yer ve gök önce bitişik iken sonradan ‘uyumlu farklılaşıp kendiliğinden ortaya çıkış’ ile yer ve gök ayrılmıştır. ‘Uyumlu farklılaşma’ kavramı en iyi gök kuşağında görülebilir. Renkler, en kısa dalga boyundan en uzun dalga boyuna kadar kesiksiz, boşluksuz, atlamasız bir şekilde fotonun her dalga boyunda hareketiyle oluşur. Fotonun bir ucu gözde iken, uzun dalganın boyu evrenin fiziksel büyüklüğü kadardır. Dalga halinde radyasyon, ışınım, bir noktadan küresel bir şekilde açılımdır. Bu açılım uyumlu farklılaşmayla kendiliğinden ortaya çıkışın örneğidir.

            Bu açılım için ne bir itme ne de bir çekme kuvveti söz konusudur, tamamen kendiliğinden, özelliğinden dolayıdır. Özellik ise içinde yüklü bulunan bir ilmin olduğunu gösterir.

            Işınım, bir ilmin açılımıdır denebilir. Işığın veya fotonun açılıp yayılımında, en kısadan en uzununa kadar, dalga boyları arasında bir boşluğun olmadığı açıktır. Dalga fonksiyonunda bir çatlak, yırtık veya boşluk olmadığı gibi beynin sinyalleri arasında da olamaz. Beyin sinyalleri aklı oluşturur. Beden arzımızın, dünyamızın, etrafında bir nevi ‘akıl seması’ oluşur. Akıl için de ‘uyumlu farklılaşmayla kendiliğinden oluşma’ kavramı söz konusu olabilir. Dünyanın atmosferinin, uzayın derinliklerinden gelen yıkıcı ışınımlara karşı koruma sağladığı bilimsel bulgularla kanıtlanmıştır. Aynı şekilde insan da kendi dışından gelen yıkıcı etkilere karşı akıl ile korunmuştur. “Akılda boşluk bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca aklını terk edemez” gerçeği de yadsınamaz. Beynin belirli dalga boyundaki sinyallerinden oluşan bir akıl, diğer dalga boylarından oluşan aklın yeteneklerine sahip olamaz. ‘Gözle görülebilir ışık’ çok sınırlı, belirli dalga boylarındaki ışıktır. Mor ve kırmızı ötesi ışınları göz göremez. Herkesin aklının da belirli sınırları olabilir.

 

            “Ruh seması, duhan, duman, yani kalpten yükselen latif bir madde idi. Hadis der ki: “Sizin her birinizin hilkati, yaradılışının hakikati, anasının karnında kırk gün nutfe, döl suyu, olarak cem olur. Sonraki kırk gün aleka, kan pıhtısı, olur.” Son bilimsel bulgular ‘Hadisi’ doğrular, kanıtlar niteliktedir. “12.Haftadan sonra kemik iliğinde kan hücreleri belirir ve kan yapımı başlar.” Sema, akıl ve ruh seması, latif bir cevherden, enerjiden, oluşur, beden arzı gibi kesif cevherden, maddeden değildir. Üçüncü kırk günde yani cenin ana rahminde dört aylık iken ruh üflenir.” (41.11)

            “Diğer bir deyişle insana özgü organlar, kendilerine özgü ilim ile ayrışır. İlim, insan halini almış, insana özgü her ayrıntı yer almış ve organların çoğu kendi işlevlerine başlamış olur. Ruh ve beden ayrılmadan önce tesviyede bir ve beraberdi. Tesviyeden sonra ruh seması ve beden arzına ‘isteyerek veya istemeyerek, kerhen, hâsıl olun’ dendi. Her ikisi de birbirinden ayrılmaksızın, Vücudun birliğine şahitlik edercesine, yeni, daha önce görülmemiş ve kullanılmamış olarak, ayrı bir ruh seması ve beden arzı oluştu. Arzın yayılmamış ve döşenmemiş hali ruh verilmesinden öncedir. Ruh, semadan da evveldir ama arz, semadan sonra yayılarak, kabararak döşenmiştir. Beden, ruha kavuştuktan sonra azaları, organları kabarıp genişleyerek, birbirinden ayrışarak oluşur. Bu nedenle “Ana rahminde bebeğe dört aylıktan sonra ruh üflenir” denir.” (41.11)

            Arz ve sema, madde ve mana, yer ve gök ayrılmadan önce bitişikti, heyula iken, görkemli bir hayal ve cismanî bir madde iken, yapışık idiler. Uyumlu farklılaşma ve başkalaşarak mükemmelleşme sayesinde, sonra, kısadan uzuna ses ve renk dalgaları gibi ayrıldılar. Benzer şekilde bebek, nokta iken, önce kan pıhtısı oldu, ruh verilip, insan olma ilmiyle donatılıp, arzı ve semasıyla, yayılıp döşendi.  “İnsan ile Dünyada, arz ve sema, madde ve suret, farklı olarak yedi kat olarak hüküm ve takdir edildi. Semanın her katına amacı, işleri, araçları, tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.12) Bazı tesirlere karşı da dünya gibi insan da uyumlu farklılaşıp başkalaşarak, örneğin fazla ışığa karşı bronzlaşarak, korunur.

            Umarım, akıl atmosferimizle aklımızı idrak edebiliriz.

 

18 Temmuz 2018 Çarşamba

Hakikatin Gölgesi


            Hakikatin Gölgesi

            “İnsanlık hali” deyip geçilir, halden hale geçiş bazen küçümsenir, bazen yüce duygular içine girilir. Karşılıklı etkileşimin sürekliliği nedeniyle, bedensel ve ruhsal hal değişimlerini birlikte ele almak uygun olur.  Eşyanın aslı ve esası da ilminin aynı olduğuna ve birinin diğerine göre farklı bir ismi, resmi ve cismi olamayacağına göre beden ve ruh aynı olanın farklı görünümüdür. Birisi latif diğeri kesif hal, görünümdür. İkisinin arasına hayvanî nefis canlılığı yerleştirilmiştir. Canlılık söz konusu olunca, belirli bir amaca dönük, makul ve mantıklı hareketler dizisi zorunludur. Bu durum akıl gerektirir. Akıl, izafî düşünür, kıyas eder, her şeyi ayrı ele alır inceler, analiz eder, sentezleri bile çok farklıdır, gölge devreye girer.

            Canlılık, us, akıl gerektiren hareketler dizisi, ilmin uygulanmasıdır. Madde, örneğin taş, bir düşünce üretmedikçe aksini düşünmek makul olur. Yani, “Özelliği, bir bilgisi veya ilmi olan hıfz edici kuvvetler birleşip, bir araya gelip toplanarak kütle oluşturur” demek akılcıdır. Eksi ve artı elektrik yüklü kutuplar ile kuzey ve güney kutuplu manyetik kuvvetlerin etkileşimleri, eletromanyetik kuvvetlerle birlikte, belirli alanlarda izdiham edip, toplanıp kütle oluştururlar. Bilimsel açıdan, “Nasıl oluyor bilinmiyor ama kuvvetler, bozonlar içinde toplanarak gölge oluşturup pıhtılaşır ve kütle oluşturur” ve madde oluşur. Bir hadis der ki: “Yüce Allah en evvel bir cevher (enerji) halk etti, cevhere celali ile nazar edince, cevher hayâsından eriyerek, taşıp yayılarak, kısmen su ve kısmen de ateş oldu.” Cevher de hayâsından, saygı veya edebinden, potansiyelinde olan taşıp yayılma özelliğinden, su ve ateşe dönüşmüştür.  Arştan, ilmin yüklenmesi, indirilmesiyle cevherin su ve ateşe dönüşümüne dikkat çekilmektedir. Bu durum Büyük Patlamada veya Güneşte ilk oluşan ‘maddenin plazma halini’ anımsatır.

            “Her şey, o şeye özgü bir nazar olduğu için vardır. Herkes kendisine özgü bir nazar olduğu için vardır, bunun idrakinde olanlar bu sırrın başkası için olmadığını bilirler.” (42.38) Bilimin ulaştığı son güncel bulgu “Gözlem yapan ile gözlenen birbirinden ayrılamaz.” Enerjinin dalga fonksiyonunun ancak insan gözlemi altında çöküp parçacık özelliği göstermesi ilginçtir. Ele alınan bu bilgiler ışığında, ‘bilgi’ler ve özelliklerin maddeyi ve insana verilen akıl, fikir ve düşünme yeteneklerinin de “Bilinç” oluşturduğu açıktır. İnsanın bilinçli gözleminin, enerjinin dalga açılımını parçacık haline dönüştürdüğü gerçektir. İnsana bahşedilen bilinçli nazar, gözlemleme ve basiretin varoluşa büyük katkıda bulunduğu böylece kanıtlanmaktadır.

            “Yokluk, gizlenip sırlanarak, sır tutarak, izafî vücut bariz, apaçık olmuştur. Yokluk boşluk değildir, yoklukta eşyanın ilmi vardır, ilim ışık olarak görünür hale geçer. Nur, hariçte zahir olan vücuttan ibarettir. Vücut nurdan, ışıktan oluşur, ışır. Eşya ve görünen vücutlar, ezeldeki ilimlerinin açığa çıkmış halidir. Her mevcut bir ilimle görünür; mevcut, ilmin, bilginin görünür halidir. Her şey hak ile zahir olmuş, görünmüştür. İlmin görünür haline ‘gölgenin uzatılması’ denir. Yokluk, her şeyin batındaki vücut hakikatinin sabit bulunduğu ‘levhi mahfuzdur’, ‘sırf yokluk’ değildir. Hakkın batındaki ilim hazinesinde vücudu olmayan bir şey asla zahire çıkamaz ve vücut bulamaz. Her şeyin bilgisini içeren yokluk, sır tutarak, önce enerjiye ve ışığa sonra eşyaya dönüşür, görünür hale gelir. Eşyanın aslı ve esası, görünen maddenin hakikati, Hakk’ın, yokluk aynasındaki, görüntüsü, gölgesidir.” (25.45)

             “Nasıl ki gölge, güneşin varlığına delildir, madde de Hakk’ın varlığına delildir. Bilinmelidir ki eşyanın mahiyeti ve görünenin hakikati, Hakk’ın gölgesi ve Mutlak Vücudun sıfatının işaretidir. Mevcutlar, nur ile hariçte zahir olur görünür. Mevcudat, ezeldeki ilmin izhar edilmiş halidir Kütlenin, görünen enerji olan ışığın, maddenin hakikati, Hakk’ın ilmi, görüntüsü, gölgesidir. Kütlenin hakikati bilinirse, kütlenin, görünen ışık enerjisi olduğu ve Hakk’ın ilmi idrak edilir. Mutlak vücudun ortaya çıkmış, görünür olmuş sıfatıdır. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halindedir, hakikatini görünür kılar, enerji yayar. Sonra ‘akıl güneşini’ Vücut gölgesine delil kıldık. Akıl delili, gölgenin hakikatinin Vücut’tan farklı bir şey olduğunu doğrular, kanıtlar. Akıl güneşi delalet etmezse, gölgenin vücudu ile hakikati arasında ayrılık olmazsa, mevcut kendiliğinden var olmuş olur, Vücut, mevcut olur. Başka bir ‘şey’ mevcut olamaz. Mevcudun, ilminden ayrı ve gayrı bir ismi, cismi ve resmi olamaz ama farklılığa yalnız akıl şahitlik eder.” (25.45)

            “Ve biz, akıl semasını, üstlerinde (atmosfer gibi) yükselterek, ceset arzını, tagayyür, başkalaşma ve sehven, yanlışlıkla, kasıtsız olarak olabilecek hasar ve hatadan mahfuz kıldık, koruduk. Akıl seması, her türlü hayal, tasavvur, duygu ve düşünceleri kapsayacak ve birbirine bağlayacak şekilde yer alır. Her birisi makul ve mantıklı olabilmek üzere akla dayanır. Akılda boşluk bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca aklını terk edemez. Bütün bunları anlayamayanlar için akıl seması, mana göklerini yani uzayını, delil ve şahitlerinden, maddi veya bedensel kanıtlarından, uzaklaştırıcıdır. Allah-u Teâlâ Hazretleri, nefis gecesini ve ruh güneşinin nuru olan akıl gündüzünü ve gece ile gündüzü içine alan kalbi halk eden ve izhar eyleyen, açığa çıkaran, zattır. Bunların her biri, ulvi bir karargâh veya makamda ve ruhaniyet semasının bir mertebesinde Allah'a seyir ederler.” (21.30-33)

            Enerji görülemez, etkisiyle bilinir. Görülemeyen bilinebilir; algılanabilir olan ilim, enerjiye dönüşünce EMR, elektromanyetik radyasyon, yayılımı ışık hızında hareket oluşturur. Hareketi algılama yeteneği de insan bilincindedir. Bilinç, akıl ve akıl semasında oluşur, aklın hızı, zaman ve mekân sınırı tanımaz. Gölge, oluşturulur, düşürülür, ses duvarını aşan uçağın oluşturduğu perde misali, hareket perde oluşturabilir. Siz hala “Hak değil perde görüyorsanız, perdenin yanlış tarafındasınız!” denebilir. Perdeyi kaldırmak için nefis gecesinden, akıl gündüzüne, oradan da kalbe geçilebilir. Kalbin içinde gölge olmaz, bilinçli hal içinde, akıl semasında olmaz. Düşünce âleminin içinde, iç âlemimizde gölge olmaz, dış âlemde olur. İç âlemde ‘ben’ yok, gölge yok, dışta ikisi de vardır. Gölge benim vücudumun hakikati, belki de ‘ben’! İnsanın akıl semasında, kuşku olmaksızın, her düşünce makul ve mantıklı olmalıdır.

            Umarım biz de, “Hakikatimiz, Hakk’ın gölgesidir” gerçeğini idrak edebiliriz!

 

22 Haziran 2018 Cuma

İnsan Zannetme!


         İnsan Zannetme!

Çok şeyler beklenir, ‘insan’dan,

Verilenler farklıdır ‘hayvan’dan,

Ayrık gibi görünse de ‘aslı’ndan,

Mevcut, kopmaz ‘Vücudu’ndan.

 

Âlemde olanlar, ikizi Âdemdedir,

Oluşum, ilk cevhere, nazar iledir,

Cevher de ‘hayâ’dan taşar yayılır,

Yarı ateş, yarı su ‘oluş’ halindedir.

 

Etkileşen ‘kuvvet’ler, bulunur da,

Bilim açıklayamaz nasıl olduğunu,

Maddenin, ‘boş’u doldurduğunu,

Yoklukta, ‘ani şişerek’ oluştuğunu.

 

Allah’a isyan etmek kolay, izniyle!

Verilenlerin üstüne konan bilgiyle,

İyi insan olmak için gerekmezmiş

‘Din ile iman’, bu akıl ve bilinciyle?

 

Herkesi insan zannetmek yanıltır,

Suretten insanlık ummak yanlıştır,

Yanılma hayatın kaynağı kutsaldır,

Bitki ve hayvan da kutsal 'Varlık'tır!

 

Ete kemiğe bürünen, Yunus değil,

Zan edilen şey asla, hakikat değil,

Doğa, Evren, Güneş, Dünya dâhil,

İnsan zannedilen, Varlığa da eğil!

 

Görünen, Görenin görüntüsüdür,

Muhteşem, halden hale bürünür,

O büyüktür, ben diye de görünür,

Necdet’e düşen zevk ve şükürdür!

                                   18.6.2018

6 Haziran 2018 Çarşamba

İndirmeden Yücelmek


            İndirmeden Yücelmek  
(Güncellenmiş Kitabı okumak için lütfen tıklayınız)

            Kapsamlı bir ‘şeyi’ anlatmak için küçültmek gerekebilir. Örneğin foton için ‘göze gelen enerji damlasıdır’ denip geçilebilir. Oysa bilimsel olarak bilinir ki fotonun yayılımı küreseldir ve frekanslarının bir ucu evrenin fiziksel büyüklüğü kadardır. Foton, önce pinpon, sonra tenis, sonra futbol topu gibi bir merkezden, küresel olarak, ışık hızında, genişleyip yayılır. Görünür ışığın bu yayılımı aslında dalga fonksiyonu halindedir ama göze bir parçacık olarak etki edip görme sağlar. En küçük enerji birimi ‘kuanta’lardan oluşan ışığın hakkında bilinecek çok önemli bilgiler vardır ama az bilgiyle de tanımlanabilir. Kısaca, nur, parlaklık, aydınlıktır. Her şey bu parçacıklardan oluşur. Foton da bilgisinin deposudur ve ardında ilim vardır. Anlatılmak istenen kavram ‘bilinç’ ise foton örnek olarak da ele alınabilir. “Önemli olan maddedir, mana maddenin bir üretimidir” yanılgısına düşülmezse, her parçacığın bir bilinçle halk edildiğine rahatça inanılır. Bilim insanları bizi evrene götürmek istediğinde evreni bize indirgeyip anlatır. Aynı kapsamda, Allah ehli, Allah’ı “Allah yerin, göğün nurudur” ayetiyle anlatır. Bu ayetten ‘bilince’ tırmanıp çıkmayı yalnız insan başarabilir. İnsan, indirilenlerle yetinmeyip, bilgilere tutunup, yücelmeyi bilmelidir.

            Yumurtayı çevresinden ayıran kabuğudur. İçindekinin evrenle bütünleşmesi için kabuğun içten çıtlatılması gerekir. Duyu ve algılarıyla sınırlı, kayıtlı olan insan, benliğinden vazgeçerse çevresiyle bütünleşebilir. Einstein “Olabileceğimi olabilmek için ne olduğumdan vazgeçmeliyim” demiştir. Her insanın bir bilinci vardır ama bilincin genel ve geniş kapsamlı olduğu da bilinir, örneğin, insanlık bilincinden söz edilebilir. Bilinç hayata kuvvet verendir, hayatı oluşturan kuvvetlerin kaynağıdır. Öz benlik bilinciyle var oluruz ama benliğin özünden, özümüze dönerek, kabuğumuzu çatlatıp, bilince ulaşmayı deneyebiliriz. Bilinç, anlaşılabilmesi için, önce indirgense de sonunda bilince yüceliş mümkün olabilmelidir.

            Eşyanın mahiyeti, özü, aslı ve esası, görünen maddenin hakikati, Hakkın gölgesidir. Nasıl ki gölge; güneşin, aydınlığın, nurun varlığına delildir; madde de izafî vücut, enerjiye nispetle, kıyasla hakkın varlığına delildir. Bilinmelidir ki eşyanın mahiyeti ve görünenin hakikati, hakkın gölgesi ve mutlak vücudun sıfatının işaretidir, kanıtının ortaya çıkışıdır. Kütlenin, görünen enerji olan ışığın hakikati, hakkın gölgesidir. İzdiham eden kuvvetler gölgeleşip cisimleşir. Kütlenin hakikati bilinirse, kütlenin görünen ışık enerjisi olduğu idrak edilir. İzafi vücut, Mutlak vücudun ortaya çıkmış, görünür, aşikâr olmuş sıfatıdır. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halindedir, hakikatini görünür kılar, enerji yayarak yanar. (25.45)

            Sonra gölgeyi ifna ederek, ortadan kaldırarak, elde tutabiliriz. Her an, mevcut olan herhangi bir şeyin fena bulması, evveline, oluşuna nispetle kolaydır. Ele alınan her şey, her an, başka bir mazharda zahir olur. Var olanın fena bulmasının, onu ortadan kaldırmak olmadığına, o şeyin suret ve hakikatine, ezelde ve ebeden kaydeden akıl şahitlik eder. Akıl Hakkın elidir. Tutuş ve ifna, o şeyin değişime uğramasıdır, tamamen yok olması değildir. Yok, ifna, ediş mevcut olanın bir önceki halini, hakkın eli veya pençesinden ibaret bulunan, akılda bulundurmaktan men etmek ve yeni haliyle kaydetmektir. (25.46) İnsan, ancak, varlığına inandığı iradesiyle, maddeden arınıp soyunup, amacına ulaşır, Hakka kavuşabilir.

            Nefsin zulmet gecesi insanlara libas, elbise kılınmıştır. Bu zulmet, sizi istila ederek, Hakkın zat, sıfat ve gölgesinin müşahedesinde, sizi setir eder, örter. Siz hakkın zat, sıfat ve gölgesini müşahede ediyorum diyerek meşgul olur, var olduğunuzu zanneder, düşünür durursunuz. Sizi, hayat ve dünya da, böylece, gaflet uykusunda uyutur.   Hadisi şerif: “Bütün insanlar uykudadırlar, ölünce intibah ederler, pişerler, uyanırlar.” Uykudayken “Daimi hakiki hayattan” gafil kalırsınız. Kalpleriniz ruh nuruyla hayat bulunca, his uykusundan sonra, kutsal âlem fezasında intişar eder, güneş gibi yanıp, foton gibi yayılıp, dağılıp, yanarak yaşarsınız. (25.47)

            Allah, öyle bir zattır ki ihya edici ve diriltici olarak, sıfat tecellisi ile şişirici, nefhaat-i Rabbaniye rüzgârlarını gönderir. Belirli bir bilimsel özellik kazanarak var olan bir zerre, aniden şişerek varlık oluşturur. Örneğin, artı elektrik yükü ve müthiş çekim gücü olan bir kuark yokluğun içinden çıkıp var olabilir ve aniden şişerek bir vücut, proton gibi bir varlık, ortaya çıkarabilir. Çünkü yokluk tamamen boş ve boşluk değil, ortaya vücut olarak çıkacak hakikati içerir. Bilemezlik olan cehalet ile ölü olan kalbi, bilerek diriltmek, bilgi ile canlandırmak, üzere pak, temiz ilim suyu ruh semasından indirildi. İlk önce ilim ile dirilmeyen, henüz bilemeyen, kalbin, ne varlığından ne de diriliğinden söz edilebilir. İndirilen ilim, hem nefsin inşa edici kuvvetlerini oluşturan uygulamalı bilgileri, hem de ruhani kuvvetleri oluşturan nazari bilgileri içerir. Kısaca ilim ya teorik ya da pratik olarak hayata geçer. Uygulamaya dönük bilgiler bayındırlık ve inşaat işleriyle ilgili özelliklere sahiptir. Örneğin ilim, zerrelere artı veya eksi elektrik yüklü özellikler olarak iner. Bu tip özellikleri içeren bilgilerle oluşan kuvvetlerin, belirli, önceden belirlenmiş, saptanmış güçleri vardır. Güçlü kuvvetlerin belirli alanlarda toplanmasıyla etkileşim oluşur ve enerji maddeye dönüşür. Bu madde ile evren ve doğa halk edilir, canlılık yaratılır, insan inşa edilir. Nefsanî kuvvetler bunlardır, nefis bunları kullanır, yaşamı düzenler. Ruhani kuvvetleri oluşturan nazari, teorik, kuramsal bilgiler ise oluşumlara, yaşama anlam kazandırır. İnsan, ilmi idrak ederek eşyayı, eşyanın hakikatini, kuvvetleri ve güçlerini, özelliklerini bilerek, idrak ederek, yeniden dirilir, ilmin kaynağına ulaşır. Ruhani güçler âlemine, sizi maddeden arındıran, temizleyip dirilten pak ilim suyunu indirdik. (25.48, 49) Hakkın zatı, bu âlemde ruh, canlılık, beden ve içlerinde ve aralarında bulunan kuvvetlerle örtünmüştür. (25.59) Akıl ve fikir yürütmede kimsenin kontrol, kuvvet ve kudreti yoktur. Fikirlerin uçuşması herhangi bir maddeye bağlı değildir, eşya ile ilgili olsa da fikirler eşyaya dayanmaz. (16.79) Gayrinin olmadığı idrak edilince, tüm vücut Hakkın olur ve Hakkın vücudunun nasıl oluştuğu da aşikâr olur. (16.89)

            En son yapılan bilimsel analiz ve sentezler “Gözlem yapan ile gözlenenin birbirinden ayrılması mümkün değildir” sonucuna varmaktadır. Tevhit ilmi de seyri suluk ile Allah’ın ilmini insana indirip insanı bilinçlendirerek yüceltmeyi amaçlar.

            Umarım, biz de, gaflet uykusundan uyanıp intibah eder, pişer; ruhun nuru, ilmin idrakiyle de intişar eder, Güneş gibi yanar, aydınlatırız.

27 Mayıs 2018 Pazar

Oruçla Yükselme

Sevgili okuyucu kardeşim kitabı okumak veya indirmek istersen lütfen tıkla.
            Oruçla Yükselme

            İbadetler bedensel ve ruhsal olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca, her ibadetin bir hikmeti vardır. Bir kişi için iyi olan çevresi hatta evren için de iyi olabilir. Kişi huzurda ve huzurlu ise çevresi de huzurludur. Her şeyin ardında, kendine özgü bir özellik ve ilim vardır. Âlem ile Âdem ikizdir, insanda ne varsa âlemde de vardır hatta aralarındaki sürekli etkileşim anlıktır. Ruh, ilim ve beden, madde ve mana, enerji ve kütle birbirine dönüşebilir, hepsinin ardında ilim ve malum, bir ve tek bilinç vardır. Bilim insanlarına göre “Kozmik Bilinç” vardır. İnsan bilincinin büyüğüne sanki “Kozmik”, küçüğüne “Hücre içi bilinç” denir. Hayat ve hayatın olmaması hali mevt de ortaya konan belirli bir ‘yönetim kudretidir’, bilinçli olarak yaratılmıştır. Kutsal mesajlar, bilimsel buluşlarla kanıtlanır. Örneğin, kütlenin oluşumunu açıklayan Higgs Bozonu bulunduğu için, kutsal mesajlardaki “Madde-i Heyula, hayalî görkemli madde” kavramı daha iyi anlaşılabilir. Çünkü bilimsel tanım olarak “Nasıl oluyor bilinmiyor ama ‘itim ve çekim kuvvetleri’ bu bozon içinde toplanır, pıhtılaşıp, kütle kazanarak maddeleşir” denir. Kütle de zaten enerjidir, birbirine dönüşür.

            Japon Yoshinori Ohsumi, (a Japanese cell biologist, has won the 2016 Nobel Prize for physiology or medicine) “Otofagosam” adı verilen, hücre içinde oluşup dolaşan ve ihtiyaç duyulmayan hücre parçalarını, kullanılabilecek alt parçalara ayıran, küresel bir bölüm keşfetti. Ohsumi, bu keşfiyle, 2016 yılında, fizyoloji veya tıp dalında, Nobel Ödülü kazandı. Bu sürecin, hücre içinde bir yenileşme süreci olduğu belirlendi. Hücreler, aç kaldıkları yani insan açlık hissi duyduğunda hücreler bunu algılar, içlerindeki bazı parçalarını yer. Bu sürece, “Kendini Yeme” anlamına gelen “Otofaji” denir. Açlığa ve enfeksiyon kapmalarına karşı uyum sağlama konusunda otofajinin önemi büyüktür. ‘Kendini yiyerek yenilenme’ süreci, hücrenin zor zamanlarda hayatta kalmasını sağlar. Otofaji, işgalci virüs ve bakterileri yakalayıp parçalayarak, vücudun iltihap kapmasına karşı savunmasında temel görev üstlenir. Otofaji sürecini yürüten, hücrenin içinde, “Otofagosam” adı verilen bölümdür. Hücrenin içinde, küresel balon şeklinde oluşup dolaşan bu bölüm, parçalanacakları toplar ve onları protein, şeker ve lipitlere dönüştürür.

             Hücreler, açlık hissinin algılayarak, otofaji sürecini hızlandırır. Otofaji, önemli fizyolojik fonksiyonları kontrol edip, hücre içinde alt parçalara bölünmesi ve yeniden devreye sokulması gereken parçaları, hücrenin yeniden kullanımına sunar. Böylece, hücre, içindeki daha önemli bölümlere gereken yapı taşlarını ve enerjiyi sağlayacak yakıtı süratle üretir.  Otofaji, bir hücrenin içinde iltihaba neden olan bakteri ve virüsleri de parçalayarak ortadan kaldırır. Embriyoların gelişimine ve hücrenin değişimine katkı sağlar. Ayrıca, otofaji, hasar gören ve görevini tamamlayan proteinleri ortadan kaldırarak, yaşlanmanın olumsuz sonuçlarına karşı, kalite kontrol mekanizması olarak da çalışır. Hücreler, otofajiyi, öz yenilenme süreci, bir çeşit yenileştirme merkezleri olarak, devreye sokar. Bilinç, çevreyi fark etme, algılama ve tanıma yetisidir. Bu önemli işlevler bilinçli bir iradeyle yapılır. Hücre içinde yabancı bir bakteriyi, virüsü yakalayıp parçalamak bilinçli bir karardır. Yabancı olup olmadığının belirlenmesi ve bir protein veya organelin hasarlı olup olmadığının saptanması hücre içi bilinçli bir karardır. ‘İkinci beyin’ olarak da adlandırılan bağırsaklardaki bakteri ve virüslerin fonksiyonlarına benzer şekilde, her hücre içinde önemli işlevi olan çeşitli süreçler vardır. Bu alt sistemlerde de bir çeşit bilinçli karar mekanizmaları vardır. Her şeyin varlığının bir hikmeti, her oluşumun bir amacının olduğu apaçıktır. Bu süreçler, ‘canlılığın yaratılış bilincinin’ içinde yer alan alt sistemler olarak değerlendirilebilir. İlk hücre ve bu hücrenin maddeye hükmeden DNA’sı da bir bilinçle yaratılmıştır denebilir.

            ‘Siyam’, yani ‘oruç’ da yırtıcı kuvvetin tecavüz ve tasallutunu izale için farz olunan kanunlardan diğer bir kanundur. (2.180) Hz. Musa’ya kırk gün oruç tut dedik. Bedensel ve ruhsal sağlığına kavuşunca “Rabbim bana görün, sana nazar edeyim” dedi. “Ya Musa sen vücudun dağına nazar et” dedik. Musa, vücudunu büsbütün mütelaşi, telaş içinde, gördü ve fena buldu, fani oldu ve “Ey Rabbim hadislerin gözleriyle idrak olunmuş ve gayrına görünmüş olmaktan seni tenzih ederim” dedi. (7.143) Hz. Meryem’e “Kutsal ruha ulaşınca, yeme ve içmeden mahrum kalarak, aç ve susuz olarak, hakiki hayat ile tazelen” dedik. (19.25) Açlık hissi, nefsanî, bedenî ve ruhanî sağlık için iyi, doğru ve yararlıdır. Hz. Ali ve Ehli Beyt Resulün arka arkaya üç gün yemeyip, yemeklerini fakirlere verdiğini söyler. Mana âlemindeki diğer bir manası da nefsinden kesip kalbin beslenmesiyle sağlıklı olmak övülür. (76.8) Alçak gönüllülük kibri, tevazu böbürlenmeyi, oruç dünya şehvetini, merhamet gazabı yener, giderir. (105.3)

            Atomların çekirdeklerinde bulunan protonların iç basınçlarının, Büyük Okyanusun en derin yeri olan Maryana Çukurundaki basıncın trilyonlarca katından daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle protonları oluşturan ‘Quarkları’ birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kuarklar güçlü itim-çekim kuvvetleridir. DNA molekülünün 25.000 civarında olan genlerden oluştuğu bilinir. DNA da hücrenin çekirdeğinde bulunur. Hücre, kendi başına çevresinden oksijen, yakıt veya enerji alan, aldıklarını içinde işleyen veya yakan, bölünerek kendini oluşturan, artık ve atıkları toplayıp atan gibi alt sistemleri, organelleri, organcıkları, bulunan, bir açık sistemdir. Çevresinden girdi alıp işler ve çevresine belirli çıktılar verir. Çevresini etkiler ve çevresinden aldıkları sinyallerle etkilenir, etkileşim içinde yaşayan canlı bir organizmadır. Hayatı ve hayatını sürdürmek için gayretleri olan bilinçli bir yapısı vardır. Rastgele hareketlerle yaşam sürdürülemez. Hücre bilinçlerinin, amacına uygun bir bilinçle, birleşmesiyle oluşan insan bilinci de kozmik bilinç ile etkileşim içindedir. İnsan, çevresinden aldığı veya algıladığı sinyallere, ikiz olma özelliğine uygun olarak, anında tepki verir ve etkileşime girer. Kısaca bilimsel ve dinsel mesajlarda ‘tesadüf yoktur’, bilinç vardır denir.

            Kutsal mesajlar ile bilimsel bulguların birleştirilmesi, Atamızın “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözü ile de mümkündür. İlk peygamberler aracılığı ile ilk toplumlara da oruç tutmak farz kılınmıştır. Açlık hissinin, hücrenin, bedenin ve vücudun tamamının yenilenmesi üzerindeki etkisi son araştırmalarca saptanmış oldu. Daha önceki Temessül ve Tecessüd makalesinde ‘peryot’ geni incelenmişti. Hücre içinde bilinçli işlevlerin olması akılcıdır. Oruç tutarak, nefsini kontrol edene, hücrelerdeki yenilenme süreci sonucunda daha sağlıklı bir bünyenin verilmesi, onun kalbî duygulara daha fazla zaman ayırmasını sağlar. Kalbin güçlenmesiyle de ruhsal ve ulvî duygulara geçilmesi beklenir. Yaratıcının huzurunda ve huzur içinde oluş duygularıyla, verilmiş akıl, fikir, bilgi ve ilim yeteneklerinin kıymeti daha iyi bilinebilir. ‘İnsanın içi ve dışının bilinçle dolu oluşu bilinci’ mükemmel bir duygudur. Akıl, fikir, bilgi, bilim ve ilimden maluma, bilince geçiş insanı nihai amacına ulaştırabilir. Ancak küllî ilmin malum olan bilinci ile maddesel olanların halk edilmesi, canlı olanların yaratılması ve insanın inşa ediliş süreci anlam kazanabilir.

            Umarım, biz de oruç tutarak uruc etmeyi fehmeder, idrak eder, bilincine varabiliriz.

Sevgili okuyucu kardeşim kitabı okumak veya indirmek istersen lütfen tıkla.