30 Aralık 2019 Pazartesi

Aynasal Âlem


 Aynasal Âlem

Varoluş, görünür, bilinir oluştur
Var olmak, görür, bilir olmaktır
Varlık, yokluk aynasında görünür
Görüneni, idrak edebilmek gerektir.

Bilebilmek için göz, akıl, sezgi gerek
Algılanmasaydı, bilinip görünemezdi
Algılayan olmasa görünme olmazdı
“Bilinip, görünme” istenmesidir sır!

Önce, bilip, gören, olmadan olmaz
Yaratmadan, Yaratıcı olunmaz
Yaratılana, Yaratıcıyı anlatmadan
Bilmediğini öğretmeden olmaz.

Sonra, “Gördüğün, görüntü sen değil,
Bildiğin, bilinen, işiten, sen değilsin.
Ben bilirim, ben görürüm” deniyorsa
“Kendimi ben görür ve bilirim!” Olabilir.

Yoktan, yokluktan var eder kuvvetleri
Madde ve anti madde, artı ile eksi,
Çeker birbirini yok eder, hepsi de
‘Boyutu sıfır, kütlesi sonsuz’ ile başlar.

Aynasal evrende, zerreler boy gösterir
Biri diğerinden yüz bin kat büyük olabilir
Bu âlemde parça bütünden ağır olabilir
Zerreler birbirine yaslanır da gaipleşir.

Bilimsel bilgidir, “Kaybolmayan zerreler
Bozonlarda toplanıp kütle oluşturur.”
Ayet de der ki: “İzdiham eden, hıfzedici,
Kuvvetlerle temessül, tecessüm edersin”(*)

Elektrik, manyetik, elektromanyetik
Gazap ve şehvet, itim, çekim, cazibe,
Temel kuvvetler, zerre diye görünürler,
Fani olan fena bulur, kalanlar bakidirler.

Zaman yoktur aslında, akla var görünür
Anda var ve yok oluş, tesadüf değil
Hep bir amaç vardır her yaratılanda
Birleşir, buluşur, gelişir, yetişir, oluşur.

Necdet, bilmeyene öğretilir  Kur’an
Cehaletten bilgeliğe, yaratılır insan.
Bilinçsizlikten, hıfz ile bilince ulaşılır
Böylece, insanın amacına kavuşulur.
(*) 16.48; 6.61                   12.12.2019

Yaratılışta Cinsiyet


Yaratılışta Cinsiyet
          Hikâye çok küçük ve basit, Âdem yaratılmış, eşi ile birlikte cennette yaşarken, “Yasak ağacın meyvesini yemeyin” denmiş, ama sürünerek gelen soğukkanlı yılan Havva’yı, o da Âdem’i kandırmış, elmayı yedirmiş. Bu nedenle ‘cennetten hubut ediniz’ emri üzerine, kovulmuşlar, düşmüşler. ‘Hubut olmasaydı hidayet de olmazdı’ denir. Cennetten düşülmeseydi yücelmeye de gerek kalmazdı.
          Anlatılanın sembolik olduğu ve anlatılmak istenenin izana bırakıldığı bilinir. İlim erildir, etkendir, etkiler; madde edilgen, etkilenir, dişi ve doğurgandır. Âdem, ruhu ve Havva, bedeni temsil eder. Kendi ışık ve ısısı olmayan madde normalde ağırdır, yerdedir, sürünür, soğuktur, ilim ise kalbe sıcaklık verir. Elmanın yenmesi, doğadan elde edilen bilgiyi sahiplenmektir. Elma sahibinindir, yetiştirenin, parasını ödeyenindir. Elma tüm nimetleri sembolize eder. Nimetler doğadandır. Ancak ağaca veya doğaya bile müteşekkir olmak insanlık gereği olabilir. Ağaç sulanır, doğa korunur. ‘Doğanın işi bu, elma vermeyip de ne yapacaktı, teşekküre gerek yok’ diye de düşünen olabilir. Ayağına kesafet, gülle, madde, bağlayan ona tabi olur, onun yanında, onunla kalabilir. Madde bağımlısı, maddeye esir olur.
          Âdem ve Havva, ruhu ve bedeni olan her kişi, nimetlerin kendine verilmiş olduğunu idrak ederse, kendi aklı dâhil, tüm yeteneklerinin verilmiş olduğunu düşünür idrak ederse, cennettedir. Nimetleri doğadan alıp da kaçmayan, verilenlerin ardını gören, bulmanın yeterli olmadığını idrak eder. Her şeyine, kendisinin sahip olduğunu iddia eden, doğada kalır ve doğa ile baş başadır. Doğadan elde ettiği bilgi de onundur, elma da.  İyi, doğru ve güzeli bilemeyen bulduğu ile yetinir. Ben ve bencilliğini yaşar, mutlu olduğunu sanır. Arkasını dayayacak bir felsefesi bile yoktur. Kendisi her şeye değer ve bedeldir. Varlık âlemi içindeki her şey vardır ancak varlığın kaynağı yokluktur. İnanmamanın bedeli, sahip olunanlarla kalmaktır. İnanılanın ödülü ise inanılanın görünmesidir. Yoksa “Bilinmek” nasıl amaç olabilirdi.
           “Ruh semasından bir ilim suyu iner. Nüfus arzında, bu ilim suyu hikmet pınarları şeklinde kaynaklanır. Aynı su, arzda çeşitli amel ve ahlaka güç kaynağı oluşturur. Su, aslından çok farklı olan kök, sap ve ekin tohumlarına dönüşür. Sonuçta, isim ve sıfatları farklı olan şeyler ortaya çıkar. Bütün bu tecellilerde benlik kabuğundan soyunmuş hakikat sahipleri için büyük bir nasihat ve ibretler vardır.” (39.21) Doğadaki değişim, gelişim ve evrimden ibret alan öğrenir. Öğrendikçe, öğrenme yeteneği, melekeleri artar, melekler yardımcı olur. Tüm doğa ve nimetlerin ardındaki hakikati mertebelerle idrak edip, nefsini geliştirip teslim olur.
            Mısır ülkesi olan bedende, emmare nefisle tutulan yolun sonu olmadığı görüldüğünde, Firavun Nefis, kendini levam ederek, yererek, bir başka hale geçer, kendisinin, her şeye hükmedemediğini, eksikliğini anlar gelişir. Duygudan yoksun ortamda, sömürü ve kölelikte, kalbe ihtiyaç duyulur. Aklın kalpsizce kullanımı, maddesel zenginlik verse de mutluluk getiremez. Levama nefsin, sudan yani ilimden gelen oğlu, Hz. Musa, kalp çocuğu olarak, akla gerektiği gibi önem verenleri toparlar. Her yer ve zamanda, iş ve işlemin, tüm hareketlerin, efalin, aynı ilmin uygulaması olduğu, akla gelen fikirlerin kutsallığı, anlaşılır. Kalp Musa, kendisine vaat edilen topraklara göç edip, Yusuf’un kardeşlerini, gazap ve şehvet kabileleriyle birlikte, Mısır’dan çıkarır, aklı kölelikten kurtarır.
            Akıl aracılığıyla kalbe dolan ilim, kalpte mayalanarak çoğalır, taşar ve yayılır. Beden ve madde âleminde yalnız ve sadece bir ve tek ilmin uygulandığının idraki, ayrıca, ilmin kendisine ulaşma zevk, lezzet ve keyfini de verir. Nefis, bu aşamada tatmin olup, mutmain olup, esas krallığın mana âleminde olduğunu hissedip, gelişip yeni bir hal içine girer. Mutmain nefsin, ruh babadan olma, kalp çocuğu Hz. İsa; ilmin kendisinin, maddeden, madde halinden, daha önemli olduğunun idrakine varır. Bu aşamada kalp, duygusal âlemin tüm sıfatlarının da yine aynı bir ve tek ilmin çeşitli uygulamaları olduğunun idrakine erer. İlmin kaynağı göklerdedir. Mutmain nefis, emmare ve levvame nefsaniyetlerden sonra, ruhun üçüncü eşidir. Eril ruh ve ilim dişi maddesel ve bedensel nefsi mertebeler halinde geliştirir.
            Bir rivayete göre, rehberiyle birlikte, tevhit ilmini talep eden, nefsaniyetlerin hepsini yaşayarak, Allah’ın ilmiyle, ruhuyla, zatıyla dirilebilir. Ebeveynleri, Allah’ın kulu Abdullah ve âmin deyip teslim olarak mülheme, ilham alan, nefis sahibi Âmine hatun olan Efendimizin vahiy aldığına inanırız. Allah’ın kelamını bize ileten efendimiz, kemale ererek, olgunlaşarak tüm özellikleri kendinde toplayarak, miraca çıkmış, Hakka ulaşmış, Allah, ona ruhundan nefyetmiş, insan ve insanoğlunun yaradılışının amacını, örnek olmak üzere, gerçekleştirmiştir.
Umarım biz de namazı miraç olan mümin olup Hakkın hakikatini idrak edebiliriz.
  


4 Aralık 2019 Çarşamba

Ezoterizm Nedir?


Ezoterizm Nedir?
Genellikle önce isim gelir. Sonra adı geçmişti, işte o ismin cismi budur denir. En sonunda, ismi ve cismi bilinen bir kişi veya şeyin özellikleri, sıfatları veya kişiliği, aslı esası, özü, kısaca hakikati bilinir. Resim görülür, çok güzelse, ressamı aranır. Ressamın içinden gelen resim sanatını herkes düşünemez. Eserin özgün olması için taklit olmaması, içten ve özden gelmiş olması gerekir. İnsan davranışlarında, bitki ve hayvanlar âleminde olmayan bir boyut vardır. Bir bitki veya hayvan her ne ise odur, hep ve her zaman odur, başkası olamaz. İnsan ise bildiğini bilir ama bilmediğini bilemez. Emme basma tulumbası örnek verilir. Kaçan su ilave edilince, tulumbanın dibinden tatlı su çıkar, ne kadar çekilirse o kadar çıkar. Bu aşamadan sonra tulumba, kendisine sonradan eklenene ilaveten, artık içinden geleni verir. İçindeki hakikati ortaya çıkarır. Ezoterik düşünce, böylece, verilen bilgilerden fazlasını verir.
Bir bilim dalından mezun olan, eğer aynı dalın uzmanı olursa başkadır, doktorasını yapar da felsefesine dalarsa başkadır. Konunun uzmanı, bildiklerini iyi uygular. Konunun doktoru, yani felsefesini yapan ise konuya katkı sağlar, aldığından fazlasını verir. Bu durum genellikle meslekler için doğrudur. Çırak öğrenir, kalfa uygular, üstat ise içinden gelen hakikati dışarı çıkararak mesleğine katkı sağlar, hakikate ilişkin yeni bilgiler verir. “Bir ben var benden içeri” diyen kâmil insan da içinde bulduğu hakikati dışına çıkararak, tatlı suyunu akıtır durur. “Görmeden inanmanın mükâfatı, inanılanın görünmesidir” ama bu hakikati gören beşer olamaz veya beşer asla hakikati göremez. İnsan, insanlığın bir parçasıdır ama insanlığı göremez. Ancak basiretiyle görebilir, hakikatin hikmetini idrak edebilir. İçtenlikle, içinden gelenleri dışına aktarırken “Bu ben olamam, bunlar benden değil, bunları bildiğimi ben de bilmiyordum” gibi hayrete düşüyor ve haşyet duyuyorsa gelenler hakikate ilişkin olabilir!
Fizik, kimya gibi bilim dallarında, uygulama uzmanlığından sonra, bilim dalının felsefesini yapmak bilimin kaynağına indirir. Diğer bilim dallarıyla beraber ilmin kaynağına hatta evrenin oluşumuna götürebilir. Tanındıkça, bilim insanı, bilimden konuşur ama herkes onu ‘konuşan bilim’ olarak görebilir. Moda uzmanı gördükleri için model çıkarma ve yeni modeller tasarlayıp yaratma işinde uzmanlaştıkça, ‘hayatı modelleme’ ile geçer hatta işi, ‘hayatı modellemek’ olur. Aynı şekilde matematik uzmanı da topluca yön değiştirip hızla uçan kuşların ve hızla yüzen balıkların bile matematik modelini çıkarır. Öyle anlatılır ki kuşların ve balıkların matematik modellere göre uçup, yüzdükleri düşünülebilir. Yaşanan bu olay ve eylemlerde matematik model de modellenen kuş ve balıklar da güzeldir ama bu güzellik modellenebilir olan ‘hayatın’ güzelliğinden gelir. Görünen, Hak ve hakikatin güzelliği olabilir.
Beyin ve nöron hücreleri alanındaki çalışmalar da “Nasıl oluyor bilinmiyor ama madde bilinç üretiyor” dedirterek, insanı hayrete düşür. Ayrıntıya inildiğinde belli başlı üç ‘kuvvet’ vardır. ‘Elektrik’, ‘Manyetik’ ve ‘Elektromanyetik’ olmak üzere, bu mevcut kuvvetlerle olur her olan. Bilgi elde edilir, bilgi işlenir ve bilgi üretilir; hafızada bilgi depolanır, hafızadan alınıp hatırlanır, bilinç oluşturulup DNA geliştirilerek yeniden depolanır. Her şeyin sorumlusu ve kaynağı bu üç kuvvettir. Bu kuvvetler, fotonlar halinde yayılan ışıkta mevcuttur. Kuvvetlerin bozonlar içinde toplanmasıyla, ‘nasıl olduğu bilinmeyen’ bir şekilde, ‘kütle’ oluşur.
Kütlesi olmayan ışık ve foton, kütle kazanarak, elektron ve protonlara dönüşerek atom oluşturmaya başlar. Yeterli ısı ve basınç altında oluşan kütle ve madde ışığın gurup etmiş halidir. Işık, güneşin doğuşu ise madde de ışığın batışıdır. Hakikat güneşinin batmış haline madde denir. Dışından bir ışığın üzerine düşmesiyle görünebilen eşyanın hakikati, aslında gurup etmiş ışıktır, hakikat güneşidir, kuvvetlerin tümüdür.
Din, kulu, Hakk’a götüren yoldur. Hakikate erenin artık yola ihtiyacı yoktur dense de artık yolcu yoktur aslında. Önce ayetlere inanılır, sonra ayetlerin doğruluğu, bilinen bilimlerce, kanıtlanır. Her neye ve nereye bakarsanız bakın, her ne düşünürseniz düşünün, her şeyin ardında aynı, bir ve tek, hakikat vardır, basiretle idrak edilir. Bulduğumuz ve değerini bildiğimiz para bile bizim değildir. Doğada bulduğumuz ve değerini bildiğimiz ‘bilgi’, ‘bilgiler’ ve ‘ilim’ de bizim olamaz, ‘henüz bilemesek de bir sahibi olmalı’ denebilir.
Genellikle bilimsel ‘beyin fırtınaları’ sırasında veya özellikle muhabbete dönüşen dinî sohbetler sırasında öyle ‘laf lafı açar’ ki ‘bunlar benden olamaz’ dedirtir. Tatlı sohbetle, tatlı suya erilmiş olabilir. Hayretler içinde kalınabilir ve haşyet duyulabilir. Bu durumlarda öyle haz alınır, böyle sohbetler öyle zevk ve keyif verir ki bağımlılık yapar, mutluluk verir, tekrarı istenir, insan mest olarak kendinden geçebilir, Hak görünebilir!
Umarım, bizim muhabbetimiz sonunda da Hak görünür!