Kendine
Yardım Ediş
Kitabı okumak için lütfen tıklayınız
İnsan
ve insanlığın gelişimi paraleldir. Her ikisi de benzer hatta aynı aşamalardan
geçer. Kutsal mesajlar da evrensel anlamda insanlık için ve bireysel anlamda
bir insan için geçerlidir. Âdem âlemin küçük halidir veya makro kozmos âlem ise
mikro kozmos da âdemdir. Küçük ve büyük her iki âlemde de mana ve madde vardır.
Her kişinin bedeni kendisinin arzıdır. Manevi açıdan bir kişinin kalbi onun
Mekke’sidir. Bu kapsamda Mekke’nin Müslüman olmayanlarca istilası ve
inananların şehirden sürülmesinden sonra fethedilmesi bireysel bünyede de
yaşanabilir. Nefsanî kuvvetler önce ruhani kuvvetleri yenilgiye uğratabilir ve kalbi
istila edebilir. Sonuçta nurani ve ruhani güçler kalbi fetheder.
Kişinin
ergen oluşu ile bireysel yaşam başlar. Kendi başına kaldığında büyüme çağında
büyüklerinden eğitimle aldığı güzel ahlak dersleri önem ve önceliğini
yitirebilir. Hayata atıldığında, yaşam kavgası kargaşasında, bazı erdemlerin
başkaları tarafından göz ardı edilmesinin etkisi altında kalabilir. Diğer
bireylerle girdiği yarış ve yarışmalarda vehim ve hayal gücü gibi nefsanî
duygularına yenik düşebilir. Kalbindeki güzel ahlaka ilişkin erdemler, ruhani
ve nurani değerler, geri plana itilebilir veya tamamen unutulabilir. İçki,
şehvet, şiddet ve kumar gibi kötü sıfatlar birbirini destekler. Bu durum kalpte
yeşermesi beklenen değerlerin kalpten tamamen sürülmesi ve kalbin nefis
mücadelesinde yenik düşmesidir. İyi değerlerini kaybedip kötü değerlere teslim
olmasıdır. Bazen nefsanî güçlerden gazaba ilişkin bazen de şehvete ilişkin
güçlerin üstün geldiği görülür. Şer güçler, iyilerin aksine, birbirleriyle de
savaşır, kalpten söküp atar. Şiddete eğimli kişilerin hak etmedikleri halde,
zorla, diğerlerinin hakkını ellerinden aldığı görülebilir. Bazılarının da
iffetlerini kaybettikleri gözlenir. Bu durumlar her yerde ve her zaman
öncelikle inanç sistemlerine aykırıdır.
Nefsanî
sıfatlar tarafından istila edilmiş bir kalp ilk bakışta Hz. Musa’nın 10 Emri’ni
hatırlatır. “Öldürmeyin” ve “Zina yapmayın” emirleri gazap ve şehvet güçlerine
karşıdır. Kalbin nefse, bedene, maddeye dönük kapısına “Sadır” kapısı denir. Bu
açıdan ilk akla gelen “Havra” ibadethanesidir. Kalbin istila güçlerinden
arındırılmış hali, yani nefsanî sıfatlardan, güçlerden temizlenmiş kalp ise
kutsal mesajlara adanmış “Manastır” gibidir. Kalbin “Fuat” kapısından ruha
yüceliş gerçekleşmesi durumunda kalp, namazı miraç olan mümin için “Mescit” olur.
Böylece fena bulan mümin için kalp müşahede makamıdır. Kötü sıfatların kalbe
hâkim olması havra, manastır ve mescit gibi ibadet yerlerinin kapanmasıdır.
Kötü sıfatların kalbi istilası kalıcı olsaydı Allah bireyde ve evrende anılmaz
olurdu. Bu durum yaratılışın fıtratına aykırıdır. Bireysel düzeyde kalbini
temizlemeye çalışana, bu konuda Allah’tan yardım isteyene, dua edene yardım eli
uzanır.
Her
ayetin bir hadise üzerine indiği düşünülürse, ayetle denilen ve denmek istenen
daha iyi anlaşılabilir. Tüm ayetler de bütünleşmiş bir şekilde birbirini
destekler ve tamamlar. Her işe Allah’ın adını anarak başlamak yetmez, izin
vermesi de beklenir. Her olan ve olacak O’nun güç, kuvvet ve kudretiyle
olacağından kalbin fethedilmesi için yapılacak savaşa Allah’ın izin vermesi
beklenmelidir. Kalbin istilası öncesi, sırası ve sonrasında gelişen hadiselerin
bu açıdan değerlendirilmesi önemlidir. Kötü nefsanî güçlerin çarpışıp kalpten
söküp attığı güçler, sırf iyi oldukları için atılan, ruhani ve nurani değerlerdir.
Birisini döverek elindekini alan kişi önce yaptığından utanır. Zamanla
kendisinin de bir çeşit çaba ve uğraşı sonunda kazandığını düşünerek utanmayı
kalbinden söküp atar. Bunu yapan utanma duygusunun iyi olduğunu bildiği halde
kalbinde sürekli bir çatışma ile yaşayamadığı için yapar. Utanma olmayınca
şiddet şehvetle desteklenir. Birlikte daha büyük kötülük gücü oluşur ve daha
çok sayıda iyi sıfatı kalpten atar. Böylece şer güçlerin işbirliği kalbi ruhtan
uzaklaştırıp nefsin kucağına atar. Başta yapılan bir küçük tercih sonunda karakter
ve kader haline gelir.
Nefis
mücadelesi büyük cihat olarak tanımlanır. Savaşların en uzun soluklusu,
çatışmaların en kanlı geçenleri kalpte yürütülen iyilik ile kötülüğün
çarpışmalarıdır. Bireysel çapta ve bir kalbin içinde yürütülen çarpışmalarda
iyi sıfatlara karşı birleşen kötüler üstünlük sağlanırsa birbirlerine düşer.
Kalbe hâkimiyet için bir kötü sıfat diğer biri tarafından yenilgiye
uğratılabilir. Çok küçük ve basit görülen bir kötülük bile büyüme ve gelişme
eğilimi gösterir. Böylece mücadele de büyür. Çevreye yayılan çatışmalar
çevredekilerin de ilgisine girer ve onları da içine çeker. Bireyi aşan
toplumsal savaşlar durumda “halk aynen Hak’tır”, hatta “halkın dediği Hakk’ın
dediğidir” denilir. Haklı olan iyiler ile hak’sız olan kötüler savaşır. Çevreye
yayılmadan kalbin içinde yürütülen mücadelede ise kalbe ruhtan akıl aracılığı
ile alınan inançsal, nurani ve manevi değerlerin kaynağı da Hak’tır. Hakça
yürütülen çatışmalarda Hak’lı olan taraf kazanır, iyilik, doğruluk ve güzellik
kalbi yeniden fetheder. Hayat da hayattaki mücadeleler de bundan ibarettir
zaten. Konuya ilişkin kutsal mesajlar, ayetler de her iki âlem için böylece
geçerli olur.
İnsanın,
fıtratına kazınmış olan güzel ahlak değerlerinin kalpten sökülüp atılmasına
karşı koyması mücadele etme isteğini gösterir. Kişinin niyazı, arzu, istek ve
duasının karşılık bulması halinde Allah savaşmasına izin vermiş demektir. Birey
istemese olmazdı, izin verilmez, karşı koymaz, kötülüğe boyun eğerdi. Kişi
içinde bulunduğu bir durumda yardım istemiş olmalı ki Allah da duasını kabul
edip yardım etsin, halkı onun yardımına göndersin. Kötü sıfatların kök
salmasına karşı koyan kişi, aynı zamanda, Allah’ın iradesine yardım ediyor
demektir. Kalp önce havra sonra manastır ve mescit aşamalarından geçerek
Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmış olur. Belki de bir anlamda, “Kendine yardım
eden, Rabbine yardım eder.” “Sana savaş açanlara ve sana zulüm yapanlara karşı
savaşmana izin verildi. Allah, kendine yardım edene yardım eder!” (22.39,40)
(*) Kemaleddin Abdürrezzak Kaşaniyyüs Semerkandi, “Te’vilatı
Kaşaniyye”, yeni yazıya aktaran, Y. Müh. M. Vehbi Güloğlu, Kadıoğlu Matbaası,
Ankara, 1987. Aşağılardaki “adı geçen kitap-a.g.k.” budur.