30 Eylül 2018 Pazar

Akıl Seması



            Akıl her şeyi düşünür, akıl erer, anlar, bilgileri hafızaya depolar sonra çıkarır tekrar kullanıp yeni bilgiler elde eder. Başka kişi ve şeyleri düşünmekten kendine zaman ayıramaz, sanki kendini düşünmeye vakti yoktur. Akıl, beyin hücrelerinin birbirlerine gönderdiği sinyallerin toplamı mıdır? Sinyallerin bir kısmının oluşturduğu mu, yoksa akıl, sinyalleri oluşturan mıdır? Nasıl oluyor da yazılım kadar yumuşak ama donanım kadar sert ve kırıcı olabiliyor? İnsan kendi aklını bile neden kolayca değiştiremiyor? Aklımızı doğada mı bulduk, biz mi geliştirdik yoksa bize verilmiş bir nimet midir? “Esas olan maddedir ve bilinç maddeden kaynaklanır mı?” yoksa “Esas olan bilinçtir ve madde bilincin cesetleşmiş hali midir?” Evrende her şey ‘gerçek’ halini alır, gerçekleşir yalnız ve sadece, insan gözlem yaparsa. Daha da çarpıcı olan ‘şimdi’ yapılan ölçüm, fotonun ‘geçmişini’, izlediği yolu, tayin eder, değiştirir. Bunlar nasıl oluyor da insan aklının marifetleri oluyor? İnsan, maddesel beyin sinyallerinden aşk ve sevgi gibi latif duyguların üretimine ancak beyin, akıl ve bilinci iyi anlarsa geçebilir.

                “Hak'tan mahcup olanlar görmez mi, yer ve gökler, heyula iken, görkemli bir hayal ve cismanî bir madde iken, yapışık idiler? Biz bu iki suretin, ayrışarak, oluşumlarının aşikâr tebayünü ile uyumlu farklılaşma ile yer ve gökleri ayırdık. Ervah, canlılık, mana gökleri ve uzayı ile beden ve ceset arzı, bir nutfe suretinde bitişik idi. Biz, arz ve ervahın tebâyünü, uyumlu farklılıklarının kendiliğinden ortaya çıkışı ile her ikisini birbirinden ayırdık”, cenin ve Büyük Patlamada olduğu gibi. “Yani biz, nutfeden her hayvanı halk ve izhar eyledik. Ve ceset arzının, yok olmayıp kaim ve müstakil olması için, ceset arzında kemik dağlarını, sinir ve kas sistemleri, damarları gibi özellikli yollarını, oluşturduk.” (21.30-33)

 

            “Bunlar sebebiyle Allah'ın ayetleri ve sıfatlarına hidayet bularak, Hakk'ı arif olmaları için, ceset arzında duygu ve düşünce mecralarını; havas tarikleri, arzu, heves ve isteklerine uygun yolları, var ettik. Ve biz, akıl semasını, üstlerinde, atmosfer gibi yükselterek, ceset arzını, tagayyür etmek üzere, başkalaşmak, mükemmel olmak için tazelenmek, yenilenmek ve sehven, yanlışlıkla, kasıtsız olarak, olabilecek hasar ve hatadan mahfuz kıldık, koruduk. Akıl seması, her türlü hayal, tasavvur, duygu ve düşünceleri kapsayacak ve birbirine bağlayacak şekilde yer alır. Her birisi makul ve mantıklı olarak akla dayanır. Akılda boşluk bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca aklını terk edemez. Bütün bunları anlayamayanlar için akıl seması, mana göklerini yani uzayını, delil ve şahitlerinden, maddi veya bedensel kanıtlarından, uzaklaştırıcıdır. Allah-u Teâlâ Hazretleri, nefis gecesini ve ruh güneşinin nuru olan akıl gündüzünü ve gece ile gündüzü içine alan kalbi halk eden ve izhar eyleyen, açığa çıkaran, zattır. Bunların her biri, ulvi bir karargâh veya makamda ve ruhaniyet semasının bir mertebesinde Allah'a seyir eder.” (21.30-33)

 

            Ayetin açıkladığı gibi yer ve gök önce bitişik iken sonradan ‘uyumlu farklılaşıp kendiliğinden ortaya çıkış’ ile yer ve gök ayrılmıştır. ‘Uyumlu farklılaşma’ kavramı en iyi gök kuşağında görülebilir. Renkler, en kısa dalga boyundan en uzun dalga boyuna kadar kesiksiz, boşluksuz, atlamasız bir şekilde fotonun her dalga boyunda hareketiyle oluşur. Fotonun bir ucu gözde iken, uzun dalganın boyu evrenin fiziksel büyüklüğü kadardır. Dalga halinde radyasyon, ışınım, bir noktadan küresel bir şekilde açılımdır. Bu açılım uyumlu farklılaşmayla kendiliğinden ortaya çıkışın örneğidir.

            Bu açılım için ne bir itme ne de bir çekme kuvveti söz konusudur, tamamen kendiliğinden, özelliğinden dolayıdır. Özellik ise içinde yüklü bulunan bir ilmin olduğunu gösterir.

            Işınım, bir ilmin açılımıdır denebilir. Işığın veya fotonun açılıp yayılımında, en kısadan en uzununa kadar, dalga boyları arasında bir boşluğun olmadığı açıktır. Dalga fonksiyonunda bir çatlak, yırtık veya boşluk olmadığı gibi beynin sinyalleri arasında da olamaz. Beyin sinyalleri aklı oluşturur. Beden arzımızın, dünyamızın, etrafında bir nevi ‘akıl seması’ oluşur. Akıl için de ‘uyumlu farklılaşmayla kendiliğinden oluşma’ kavramı söz konusu olabilir. Dünyanın atmosferinin, uzayın derinliklerinden gelen yıkıcı ışınımlara karşı koruma sağladığı bilimsel bulgularla kanıtlanmıştır. Aynı şekilde insan da kendi dışından gelen yıkıcı etkilere karşı akıl ile korunmuştur. “Akılda boşluk bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca aklını terk edemez” gerçeği de yadsınamaz. Beynin belirli dalga boyundaki sinyallerinden oluşan bir akıl, diğer dalga boylarından oluşan aklın yeteneklerine sahip olamaz. ‘Gözle görülebilir ışık’ çok sınırlı, belirli dalga boylarındaki ışıktır. Mor ve kırmızı ötesi ışınları göz göremez. Herkesin aklının da belirli sınırları olabilir.

 

            “Ruh seması, duhan, duman, yani kalpten yükselen latif bir madde idi. Hadis der ki: “Sizin her birinizin hilkati, yaradılışının hakikati, anasının karnında kırk gün nutfe, döl suyu, olarak cem olur. Sonraki kırk gün aleka, kan pıhtısı, olur.” Son bilimsel bulgular ‘Hadisi’ doğrular, kanıtlar niteliktedir. “12.Haftadan sonra kemik iliğinde kan hücreleri belirir ve kan yapımı başlar.” Sema, akıl ve ruh seması, latif bir cevherden, enerjiden, oluşur, beden arzı gibi kesif cevherden, maddeden değildir. Üçüncü kırk günde yani cenin ana rahminde dört aylık iken ruh üflenir.” (41.11)

            “Diğer bir deyişle insana özgü organlar, kendilerine özgü ilim ile ayrışır. İlim, insan halini almış, insana özgü her ayrıntı yer almış ve organların çoğu kendi işlevlerine başlamış olur. Ruh ve beden ayrılmadan önce tesviyede bir ve beraberdi. Tesviyeden sonra ruh seması ve beden arzına ‘isteyerek veya istemeyerek, kerhen, hâsıl olun’ dendi. Her ikisi de birbirinden ayrılmaksızın, Vücudun birliğine şahitlik edercesine, yeni, daha önce görülmemiş ve kullanılmamış olarak, ayrı bir ruh seması ve beden arzı oluştu. Arzın yayılmamış ve döşenmemiş hali ruh verilmesinden öncedir. Ruh, semadan da evveldir ama arz, semadan sonra yayılarak, kabararak döşenmiştir. Beden, ruha kavuştuktan sonra azaları, organları kabarıp genişleyerek, birbirinden ayrışarak oluşur. Bu nedenle “Ana rahminde bebeğe dört aylıktan sonra ruh üflenir” denir.” (41.11)

            Arz ve sema, madde ve mana, yer ve gök ayrılmadan önce bitişikti, heyula iken, görkemli bir hayal ve cismanî bir madde iken, yapışık idiler. Uyumlu farklılaşma ve başkalaşarak mükemmelleşme sayesinde, sonra, kısadan uzuna ses ve renk dalgaları gibi ayrıldılar. Benzer şekilde bebek, nokta iken, önce kan pıhtısı oldu, ruh verilip, insan olma ilmiyle donatılıp, arzı ve semasıyla, yayılıp döşendi.  “İnsan ile Dünyada, arz ve sema, madde ve suret, farklı olarak yedi kat olarak hüküm ve takdir edildi. Semanın her katına amacı, işleri, araçları, tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.12) Bazı tesirlere karşı da dünya gibi insan da uyumlu farklılaşıp başkalaşarak, örneğin fazla ışığa karşı bronzlaşarak, korunur.

            Umarım, akıl atmosferimizle aklımızı idrak edebiliriz.