Emanetin Sahibi
Âdem, topraktan takdir ve tasvir edilip «Hayat sahibi beşer ol» diye
irade beyanıyla hayat buldu. Ruhunun verilmiş olduğu ve ruhunun, ilminin, emir
âleminden olduğu, kendisine bildirilmiştir. Tekrar Hakka dönüş ile
müjdelenmiştir, Hak, Âdemi, yaklaştırmak için uzaklaştırmıştır. Geri dönüşü
istenmeseydi geri dönemezdi. Âdemoğlu insan, eril ruh ve dişil bedenin çocuğu
olan kalptir. Kalbin ufku ruh semasıdır. Sema, ilim suyu bulutlarıyla yüklüdür.
Beden arzı, bu su ile yeşerir, hayat kaynağı olur. Nimetlerden yararlanan
insan, nimetleri vereni arar, bulur, bilir; azgınlık etmez, yolunu şaşırmaz. Kulun
fenası halinde Hak, kendi vücudunu bağışlayarak, zatıyla baki kılar. Böylece,
kul, emanetin sahibi olarak, ‘yardımı ancak senden talep eder, seninle sana ibadet ederiz’ der.
“Külli vücudun, ilim ve hikmetin, sahibi Allah’tır.” (2 Bakara, 2) “Allah,
her şeyi muhit olan, kaplayan, kapsayan, büyük arşın sahibidir. Her şeye hükmü
ve emri o büyük arştan gelir.” (9 Tövbe, 129) “Allah, insanın vücudu ve
işlerinin, her şeyinin, sahibidir. Kendisi zuhur edince, her şeyi kahır, yok,
eder.” (114 Nas, 2) “Belki manevî âlemin bütünü, O’nun batını ve suretler,
şekiller, eşya âleminin bütünü, onun zahiridir. Göklerin ve yerin, ayrı, gayrı,
vücudu yoktur, bütün mevcudat, her şey, onunla mevcuttur. Hiçbir şey Haktan gayri değildir, her şeyi,
her zaman, her yerde görür, bilir, işitir. Kendisinin var olması için bir şeye
ihtiyaç duyan ‘muhtaçtır’, muhtaç olan kendi kendine, kendiliğinden var olamaz.
Böylece var olanın bütünden infisamı, kopması, ayrılması, bağımsız olması,
mümkün değildir, ‘özgür’ olması tamamen zandır. Çünkü O’nda, cüzlere ayrılmak,
ikilik, yoktur, înfisam tabirinde bir lâtife, yani güzellik vardır ki, infisam,
bir şeyin ayrılmayarak kırılması, kopması demektir. Mümkün olanların tümü,
Allah'ın ef’âli veya sıfatıdır.” (2 Bakara, 255)
“Hak, Âdem'i topraktan takdir ve tasvir edip «Hayat sahibi beşer ol» diye
irade eyledi. Derhal his ve hareket sahibi oldu. Bu ayet, ruhun nefyine ve ruhun,
ilmin, emir âleminden olup, cesedin halkı gibi madde ve müddet açısından
sonraya bırakılmış olmadığına işarettir.” (3 Ali İmran, 59) “Âdem, Rabbi
cihetinden bir takım nurlara, Hükümdarlığında nasıl Hükmettiğine, ilişkin
anlayışlara ulaştı. Yani Âdem, Rabbinden ilim, ahlak, bilgi talep etti. Allah,
Âdem’in tabiat elbisesinden sıyrılmak, meleküti nurlar sırasında dizilmek, manayı
idrak ederek, kutsal olgunluğa ulaşmak ve hakiki ilimle süslenmek suretiyle,
kendine rücu etmek istemesini kabul etti. Âdem’e rücu’u ilka eyledi, onu rücu
edici kıldı, makbul olan tövbe budur, Âdem tarafından kaynaklanan değil. Kullarına
gazabında rahmet eder. Âdem’e gazabını, Âdem’in kemaline ve Hakk’a rücu’una
sebep kılmış ve yaklaştırmak için uzaklaştırmıştır.” (2 Bakara, 37)
“Allah, Hâkim ve Kadir olarak, ruh erkeğini ve nefis dişisini halk etti
ve Kalp olarak siz doğdunuz. Bazınız ruh tarafına, bazınız da nefis tarafına
meyletti. Bu nedenle çalışmalarınızın sonucu muhtelif ve müteferriktir.” (92
Leyl, 3) “Allah’ın ikramı sonsuzdur, zat ve sıfatı ile mevcut olup, zatını ve
sıfatını sana bağışlamıştır. Fenadan sonra, ikramının anlaşılması için bekada,
zatı ve sıfatı seninle zahir oldu. Seni, sıfatların en şereflisi olan ilim
sıfatı ile seçti, ilmini öğretti ve olgunluğundan hiçbir şeyi senden
esirgemedi.” (96 Alak, 3)
“Kuran, ancak cümle âlemler içinde sizden, yalnız sülük yolunda istikameti
dileyen kimse için zikir ve nasihattir. Sıratı müstakim de ancak Hakk’ın olduğu
tariktir, yoldur. Binaenaleyh hiç kimse o yola girmeyi dileyemez. Ancak
Allah'ın dilemesiyle diler, zira Allah'ın yoluna ancak onun iradesi ile sülük
olunur, girilir.” (81 Tekvir, 26-28) “Kul efâlindan sıyrılıp soyunduğunda,
efâliyle tecelli eder; sıfatından vazgeçtiğinde, Hak sıfatlarını verir, kulun fenası halinde, Hak vücudunu
bağışlayarak zatıyla baki kılar. Böylece, ‘yardımı ancak senden talep eder, seninle sana ibadet ederiz’ derler.” (1
Fatiha, 4)
“Kötülüğü sahiplenmezsiniz zaten, fazilet sahibi olduğunuzu düşünmek
günahtır.” Fazilet sana Allah'ın fazlı ve ihsanıdır.” (74 Müddesir, 7) “Nutuk, sizin
bedenleriniz arzında ve lisanınız üzere zahir olmuş olan, mütekellimi hakikînin,
kelam sahibinin, sıfatlarından bir sıfattır. Eğer huzur ve Şuhut sahibi iseniz,
kalplerinize mütekellimi hakikî, o sıfatla tecelli etmiştir. Nutkunuz, hayvan
böğürmeleri gibi sedalar olmayıp hakikî nutuk ise, kalbinize tecelli eden sıfat-ı
tekellüm sebebiyle, kelimeler suretinde münderiç, içinizde bulunan, manevi
rızkınız, size ruh semasından nazil olmuştur. Hayvan sesleri gibi nutuklar ise
hakikatte nutuk değildir. Ve bu suretle sizin kemaliniz hâsıl olmuştur ve ahret
ahvaline onunla hidayet bulmanız için Hakk’ın nuru size işrak eylemiştir, Kalbinize
manaları doğmuştur.” (51 Zariyat, 23) “Siz bir şeyi dileyemezsiniz, ancak benim
meziyetimle dilersiniz. Ben onları dilerim ki, onlar beni dilerler. Binaenaleyh
iradeleri benim irademin gerisine çekilmiş olur. Belki iradeleri, onlarda zahir olan iradem
olur. Kemallerini ortaya çıkararak, ilmin onlarda ibrazını bilici hikmet
sahibidir.” (76 İnsan, 30) “İnsan ruhu terakki eder, derece atlar ve makam
sahibi olur. İnsan ruhunun son derecesi zatın tevhidinin keşfidir, bu makamda büyük kıyameti kopar. Cem
makamında, zatın Şuhut’una vararak şahit olur. Şuhut ile gözlemle, şahit olur.
Şuhut olunan zatın birliğidir. Damlaların her biri senettir, varlığa, deryanın
ehadiyetine, birliğine, delildir. Deryanın birliğinde, ehatlığında fani olan, fena bulan damlanın
kadrini, ehat olan Allah’tan başka kimse bilemez. Deryanın birliğine şahit olan
damla, şehit olur, şahit olunan deryadan başkası da bu durumu bilemez, takdir
edemez. Şahit olunan ve şahit olan aynıdır, itibardan başka bir fark
yoktur. Allah’ta fani olanı, Allah’a şahit olanı, ancak, şahit olunan
Allah bilebilir.” (85 Büruc, 1-3)
“Akıl, insanın ruhunda ve nefsinde etkilidir. Aklın, özellikle, nefis
zulmetini delip etkili olması halinde,
nefis, basiret sahibi olur; bu
anlayış ve idrak ile hidayet, doğru
yolu, bulur.” (86 Tarik, 1) “Bütün yiyecek ve içecekler akıl sahiplerine asıl
hükmüyle helâl olmuştur. Zira akıl, eşyanın, mutlaka kulların menfaati için
halk olunduğuna hükmeder. Buna binaen
bilinecek şeyler cümlesinden olan bir şey, ‘bilinmek için’ halk olunmuştur. Zira
akıl, zarar veren ve helak eden şey’in haram olduğuna hükmeder.” (3 Ali İmran,
93)
Umarım biz de, Hakkın huzurunda ona şahit olur ve kalbimizde tecelli
edeni idrak ederek şehit olabiliriz!
Necdet
Altınay, 10062022