5 Mayıs 2017 Cuma

Korkudan Aşka


            Korkudan Aşka

            En ileri teknoloji ile bir şey üretmek heyecan yaratır, yeni modeller heyecanla beklenir, sanki ne kadar çok beklenirse o kadar iyi ve güzel olur. Eşya ile ilgili gelişim bize bu izlenimi verir. Bu hali insan kendi üzerinde de deneyimleştirebilir. Bir insan ne kadar çok eğitilir, öğretilirse, hal ve gidişi ne kadar iyi olursa, ilim ile ameli ne kadar uyumluysa o kadar olgunlaşmış olabilir. İnsan, bir anlamda bildiği için, bildiği gibi ve bildiği kadar insandır. Aklı olmayana, bildiğini uygulamayana pek insan gözüyle bakılmayabilir. Saygı, sevgi ve edep beklenir insandan. Ezelden ebede verilen yeteneklerini kullanıp verene ulaşana kâmil denebilir. Kemale erme işi uzun bir süreçtir, her aşamasında ayrı zevk ve lezzetler vardır. Bulunduğu yerin keyfini kendisi için yeterli bulan o keyifle kalır. Daha öteye ve ileriye gitme çabasını fazla ve zevkini de yeterli görür. Ancak son noktayı koymak, kendini kısıtlamak doğru olmayabilir. Ufkun ötesi sonsuzluktur. İnsan son dediği noktada tatmin olup kendinden geçmese, gaflette kalmayıp uyansa sonsuzluğa yürüyebilir.

            İnsanoğlunun tarihî ve küresel yanılgılarından birisi de “İnsan doğada korktu ve din ile Tanrı’yı yarattı” kavramının altında kalmasıdır. Bu gaflet kendinden büyüğünü yaratma zevki verir ve bu çukurdan çıkamaz, sonu olur, sonsuzluğu göremez. Dünde yaşayıp dünde kalmıştır, bu güne gelip korkuyu bırakıp sevgiye geçememiştir. Korkunun duygulardan biri olduğunu ve diğer duygularla bir bütün oluşturduğunu, “Tanrı yaratma” zevki unutturur.

            Batı analizleriyle, Doğu ise sentezleriyle meşhurdur. Batıya gidip doğudan gelmeyi de pek severiz aslında. Batının sonuna kadar gittiği sınırlar maddenin ve enerjinin sınırlarıdır. Kuantum âlemine götürür, ‘kütlenin ve enerjinin yokluktan var olup yok olduğuna, nasıl oluyor bilinmiyor ama enerji gölgeleşip, pıhtılaşıp kütle ve kuvvet kazanıyor’ gerçeklerine ulaştırır. Protonun yine protonla, hızlandırıcılarda, saniyede milyonlarca defa çarpıştırılmasıyla ortaya çıkan parçacıkların, quarkların, zerrelerin, elektrik yükü gibi bilimsel özellik ve çekim-itim gibi kuvvetleri vardır. Zerrelerin boyutları sıfırdır ama özellikleri çok büyük, hatta potansiyelleri sonsuzdur. Elektrik yükü bir diğeri için yıkım demektir, madde ve anti-maddeyi düşünmeden bile eksi ve artı enerji yükleri birleştiğinde evren sıfıra indirgenir ve hiçliktir. İtim ve çekim kuvvetleri kütleyi ve maddeyi oluşturup, maddenin katı, sıvı, gaz ve plazma hallerini yaşatır. Kuvvetlerin ayrıca, 3 veya 5 kuvvetinde esen rüzgârlar gibi güç ve kudretleri vardır. Bu kuvvetlerin işleri maddeyi önce şarj edip sonra deşarj eder gibidir. Manyetik kuvvetlerin kuzey ve güney kutupları, elektriğin ise artı ve eksi yükleri vardır. Elektromanyetik radyasyon da ışık hızında hareket demektir.

            Kitap çok güzel anlatır bu gerçekleri. “Hiçbir şey yoktan var olup yok olmaz, eğlence olsun diye değil bir amaç için var edilir.” “Kimsenin kendine özgü gücü ve kuvveti yoktur.” “Eşya ile eşyanın hakikatinin, özelliğinin ayrı ve farklı olduğuna akıl şahitlik eder ama ‘şey’ ile özelliği aynı şeydir. Şeyin özelliğinden farklı ismi, cismi ve resmi olamaz.” “Eşyanın hakikati Hakkın gölgesidir”. “Levhi mahfuzda ilmi ve tasavvuru olamayan hiçbir şey mevcut olamaz.” “Hiçbir mevcut kendiliğinden olamaz, Vücuda muhtaçtır.” Âlem gazap ve şehvet kuvvetleriyle oluşturulmuştur, insan nutuk kuvvetiyle inşa edilmiştir.” Gazap kuvveti kahreder ama kahrı lütuftur. Şehvet, dünya ve eşya sevgisidir, yokluğunda çeker, çokluğunda iter.

            Batıdan ulaşılan sınırlar ile sonsuzluk, Doğudan ulaşılan sınırlarla uyum içindedir. Üstelik her alanda da kullanılmak zorunda kalınan kelime ve deyimler bile aynıdır. Aynasal evrenden gölgeleşmeye, özellik ve kuvvet kazanmaya kadar aynıdır. Bedensel yapı özellik içerir. DNA bir yazılımdır, maddeye hükmeder, canlılık yaratır, enerjiye bilgi yükler. Her obje bilgisinin deposu olarak işe yarar, birleşir, etkiler, etkilenir, etkileşim içinde yokluktan evren oluşturur. Mevcudat, Vücuda muhtaçtır yalnız insan aklı kendisi için bunu kavrayamaz. Hatta hiçbir şeyi yoktan, var olan bir şeyi kullanmadan, yaratamaz ama Tanrı’yı yaratabilir. Aklın işi budur, araç yapar amacına ulaşır, hayaliyle eser yapar müessir olur.

            Akıl, Firavun nefis için çalıştığını anlayıncaya kadar nefsin emrindedir. Kalbin keşfi ile akıl ruh ile ilişki kurabilir. İlk ve ilkel insanın yerine kendini koyabilen insan bugünkü çağdaş insan yerine de koyabilmeli. Yeni ve çağdaş bilgiler, akıl duvarına gidişin yanlış olduğunu, geri dönülmesi gerektiğini, sevgi ve aşka doğru gidişin gerektiğini gösterir. Bedenin ruha, ilme muhtaç olduğu aşikârdır. Para onu bulanın olmadığına göre bilgi de bilenin olamaz. Matematik ilmine sahip değiliz. Bilerek bilinmeyi sevene ulaşmak amaçtır.

            Nimetleri severiz, verilenler mest eder, en sevdiğimizi ne kadar seviyoruz? En sevdiğimizi ne kadar Hak biliyoruz. Hakkın gölgesi ilim ile oluşan eşya hakikatinin şahididir, delilidir. İnsana şahitlikle şehitlik hakkı tanınmıştır. Severek sevilen olabilen, aşkı da idrak edebilir. Âşık olanın bir ve tek korkusu kaybetmektir. Sevdiğini kaybetme korkusundan daha büyük bir eşya, yıldırım ve gök gürültüsü korkusu olamaz. Her duygumuz gibi korku da bize yol gösterir, bir işarettir, yönümüzü tayin içindir. Seviyorsak eğer bir kişiyi, grubu, toplumu, çevreyi ve evreni kaybetme korkusu duyarız. Muhteşemin ihtişamını görmekle haşyet ederiz.

        “Allah’tan ancak âlim ve arif olan haşyet eder, çekinir, ürperir, bilinçli saygı duyar. Haşyet cezadan korkmak değildir. Azamet sıfatının tasavvuru zamanında o azamet huzurunda kalpte oluşan huşu duygusunun insana etkisidir. Allah’ın azametiyle kendisine tecelli ettiği kimse Allah’tan hakkıyla haşyet eder. Arif olmayan âlime hâsıl olan huzur tasavvuru ile arif olan âlime sabit olan tecelli arasında çok büyük fark vardır. İlim ve irfanın mertebeleri açısından haşyetin sayılamayacak mertebe ve dereceleri vardır.” (35.28)

            Umarım, korkmaz severiz, o kadar çok sevebiliriz ki seviliriz, sevip sevildiğimize ulaşırız, ben Yaratan değil ama Yaratan ben olur, tecelli eder bende de!