31 Ocak 2024 Çarşamba

Sevgi, Varoluşun Temelidir!

 

Sevgi, Varoluşun Temelidir!

Altın ve demir gibi ağır metallerin oluşumu için Güneşin basınç ve sıcaklığının yeterli olmadığı bilimsel bir gerçektir. Güneş sisteminden önce bu bölgede bir Nötron yıldızının veya Süpernova'nın olduğu, çok büyük bir sıcaklık içinde ve basınç altında, en parlak döneminde patlayıp geniş bir çevreye, büyük bir toz ve gaz bulutu şeklinde, ayetin dediği gibi ‘atılmış yün ve pamuk misali’ dağıldığı da bir gerçektir. Kısaca, Nötron yıldızı, parlak bir ışık iken, Güneş sistemi halinde; Batı’dan, maddeden tekrar doğmak üzere, gurup etmiş, Dünya oluşmuştur. Işığın içindeki elektrik, manyetik ve elektromanyetik kuvvetlerin, izdihamı, toplanmasıyla, kütle kazanıp cisimleşmiş, maddeleşmiş ve bedenleşmiştir. Bedenimizde bile, bu nedenlerle, ağır metaller bulunabilmektedir. (1) Çeşitli atomlar, Evrenin ilk oluşumundan gelen, bilgi, sevgi ve muhabbet kodlarıyla, DNA’mızı oluşturmaktadırlar. Din de Bilim de bunu böyle açıklar!

“Tevhit İlmi Kitabı, sevgi ve muhabbet koduyla, enerjiye yüklendi ve ilk indirilen cevher zuhur etti, ortaya çıktı. De ki: Bilinmek, için kâinat yaratılmıştı, tevhit benimle kemal buldu, sevdim, sevilen, sevgili oldum, fıtrat benimle amacına ulaşmış oldu. Böylece benim tevhidim ve muhabbetim olgunlaştı. Ruhun, tevhit ilmi olarak idrakiyle, ruhta vahdet ve kalpte muhabbet tam oldu, nefiste de adalet zuhur etti. Vahdet, muhabbet ve adaletimin kemali nedeniyle sevildim habip oldum. Tevhit İlmi habibullahın hakkı oldu. Hak, Muhammed'le zahir oldu. Hak, zahiren ve batınen Muhammed’dir. Zira kalbin tecerrüdü, sıyrılıp soyutlaşması, ilmin zuhurudur.” (42 Şura,1,2; 17) (55 Rahman, 19) “Hakk’ın delili, gölgesi, olan tevhit ilminden halk edilen ilk cevherin; Celalî nazarla hayâsından, edebinden, taşıp yayılmasından sonra, uygulanmış olarak açığa çıkan; ilmi hıfzedici kuvvetlerin izdihamıyla, temessül ve tecessüm ettiniz, cisimleştiniz. İlimden başka bir şey olmayacak şekilde, bedenleştiniz.” (25 Furkan, 45) “Elçisinin kalbi, kaaf, var olanların tümünü kapsayan arştır; elçinin aklı, kesrette var olanların tümünü ayrıntılarıyla ve fiile çıktıkça bilir, her şeyi kapsar, ilmine erer. Arzda vücut bulup mevcut olan ve fıtratlarını gerçekleştiren her şey önce istidatları ile arşta var olur. Arşta istidat olan, arza fıtrat olarak iner.” (50 Kaaf, 1) “İlim Kalbin malıdır, ruhtan ilmi sevgiyle birlikte alır, ilmi sever ve sevdirir, Kalp ilim ile önce kendini güçlü kılar, güçlendirir, bilir ve sever, sevdikçe bilir, bildikçe sever. Kalp, ilim ve sevgisiyle, ruhani kuvvetleri besler, nefsanî kuvvetlere vererek, zekâtını vererek, onları ruh babalarından yetim bırakmaz böylece onları, şehvet ve dünya esaretinden kurtarır, gayra nazardan nefsini temizler.” (2 Bakara, 177) “Takvadan zırh yapmak için Davut’a zırh yapma sanatını öğrettik. Takva ne kadar güzel, kuvvetli ve metin bir zırhtır.” (21 Enbiya, 78-83) “Takvanın tüm mertebelerini geçenler takvada kâmil olurlar. Önce efallerinden, fiil, iş ve eylemlerinden sonra sıfatlarından ve zatlarından, yani vücutlarından, sakınırlar. Kamil takva sahipleri, Allah’a ve kullarına dostturlar, muhabbetleri bakidir. Takvanızın mertebelerini Allah bilicidir. İman, Bâtıni ve kalbîdir, İslam ise zahiri ve bedenîdir. Hakiki iman, şek ve şüpheden arınmış kalpte sabitleşen ve kararlaşan yakınlaşmadır.” (49 Hucurat, 13,15) “Takvanın evvel mertebesi, haramlardan sakınmak,  ahir mertebesi,  benlik ve ikilikten sakınmak olduğu gibi tövbenin de evveli günahlardan rücû, ahiri de vücut günahından rücûdur.” (66 Tahrim, 7,8)

“Marifet mahalli ve Rahman’ın arşı olan kalbin vücudu; ancak ruh nurunun, ilmin idrakinin ve nefis zulmetinin uyumlu karışımı ile olur. Kalp, ruh ve nefsin toplam karışımından doğmuş bir mevcuttur. Nefsin bedenselliği olmasa kalpte manalar anlaşılıp zapt olunmaz. Nitekim ruh makamında yalnız safa ve nurluluktan, manalar, zapt ve beyan olunamaz. Ruh, kalp, nefis bir hakikattir. Beden, hayvani ruh ve hayvanî kuvvetlerin cümlesine nefis denilir. Bu nedenle nefsin takvası insanlara farz olmuştur.” (91 Şems, 4-8)

Haberleşmede, baştan sona, ilk ve son mesajın anlaşılması süreci bir bütündür. Harflerden olan kelime, kelimelerden oluşan ifade, ifadelerden çıkan anlam ve toplam mana bir bütündür. Harf ve kelimelerden oluşan bir Kitabın dediği ve demek istedikleri bir bütündür. Her haber, mesajlar, mesajları gönderen ve alanlar, mesajlara anlam verme ve anlamlardan bir mana, bir haber çıkarma işlemleri, bir bütündür. Elektronik bir mesajı ‘göndermeç’ gönderir, ‘almaç’ alır, depolanan bilgiler hafızadan alınıp hatırlanır, manalar verilir, anlam kazandırılır. Elektronik mesaj, fotonlardan oluşan ışığın bir ışını halinde gönderilir. Elektrik, manyetik ve elektromanyetik dalga ve parçacık halinde yayılan ışığın ışınında kodlu halde giden veya gönderilen mesaj, bir almaç, örneğin bir sonraki nöron hücresi, tarafından algılanır. (2) Her algılayan ‘almaç’ mesajı anlayıp tekrar kodlayıp gönderir. Bu olaylar mesajın gideceği hedefe kadar tekrarlanır. Hedefe varan mesaj, son defa algılanıp depolanır. Örneğin beyinde toplanan mesajların tümü depodan alınıp anlam kazandırılır. Bilgisayar örneğinde, ‘0’ ve ‘1’ler halinde kodlanan mesajlar, depolanıp bir bütün halinde anlam kazandırılmasa, ‘0’ ve ‘1’ler bir anlam vermezler. İşte ayette geçen “Nitekim ruh, ilim, makamında yalnız safa ve nurluluktan, manalar, zapt ve beyan olunamaz. Ruh, kalp, nefis Bir Hakikattir” ifadesi anlam kazanır. Bedenleşme ve kütle kazanım yani maddede ilmin, ışığın, gurup edişi, olmasa, ruh ve ilim anlaşılmaz, Nefis olmasa, Kalp ve Ruh anlaşılamaz. Bu nedenle ‘Ruh, Kalp, Nefis bir Hakikattir’. İlk önce Sevgi kodlarıyla kodlanıp indirilen Tevhit İlmi Güneşi, Nefsanî Bedene dönüşen Ruh, Kalpte İdrak ile uygulanmış ve anlaşılmıştır. Ruh, bedende grup etmese ve tevhit ilmi Güneşi Batı’dan doğmasa, Kalpte idrak edilemez.

“Allah’ın bilgisi, sevgisi ve yardımından, ibaret olan Sırat Köprüsü; kendilerine özel olarak verilen nimetle, evvelen, ahiren, zahiren ve bâtınen, Hakkın baki yüzünü Şuhut edip, müşahedelerinde fani vücutlarından gaip, yok, olan Nebi ve velilerin yoludur, takva ve seyri süluk da denebilir.” (1 Fatiha) Varoluş sürecinin tümü, İnsan için tasarlanmıştır. Din ve Bilim aynı Hakikati söyleyip açıklar. Evrenin ilk anında, sevgi ve muhabbetle kodlanarak ortaya çıkan ve Tevhit İlmiyle, DNA misali, sarmaş dolaş olan, kudret ve kuvvetler, toplaşarak kütle oluşturur. Kütle, Boşluğu büker, ışığı çeker, maddeleşme oluşur, ruhun ilmi Kalbi, Kalbin idraki Nefsi oluşturur. İnsan, Hakikati idrak ederek nura, ilme kavuşur.

Umarım, aklımız Batı’dan doğan Güneşle Tevhit İlmini anlar, Kalbimiz de idrak eder!

Necdet Altınay O3012024

(1)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2024/01/varolusun-hassas-dengesi.html

(2)     https://pursuit.unimelb.edu.au/articles/reading-the-body-s-electrical-signals-to-treat-illness

18 Ocak 2024 Perşembe

Nefsanî İbadet

 Nefsanî İbadet

 

Cemadat, Nebatat, hayvanatla İnsan,

Oluşturur Evreni, baştanbaşa her an,

Yoktur tesadüf, yalnız insana verilmiş,

Nutuk ile olmuş insanı kâmil ve ermiş.

 

Nefsiyle kaim, vücuduyla mevcut biz,

İlmiyle âlim ve de arif olursak, biliriz,

Yoktur gayrisi, zanlarımızla şirk ederiz,

Beşer aklıdır şaşar, biliriz zannederiz.

 

Yalnız akıl bilir mevcutla ilmin farkını,

Şey’in olamaz ismi cismi resmi ilimsiz,

Akıl çözer, mevcudat ile ilmin çarkını,

Hak gölgesidir ilim, var olmaz bilgisiz.

 

Gölge uzarsa, vücut mevcudata döner,

Akıl Güneşidir kanıtlar, olmazsa söner,

Her varlık bilgisinin küpüdür, özü bilgi,

Maddeden soyun, akıl yaşatsın idraki.

 

Kalbin parlak bölümüdür bilendir Akıl,

Hakkın elidir, akıl, tutar, kalamaz atıl,

Her an yeni bir şendedir, yeniyi tutar,

Tutarsa Hakkın eli Hakkı, Benliği atar.

 

Böylece, zannı bırakıp hakikati tutuş,

İbadettir hem, ‘Bencillikten’ kurtuluş,

Fani oluş, fena buluştur işte bu tutuş,

Hakkın eli akıl Hakkı tutarsa vasıl oluş!

            Necdet Altınay 17012024

 

17 Ocak 2024 Çarşamba

Nefsi Tatmin İbadettir

 

Nefsi Tatmin İbadettir

İnsan, Dünyaya getirilir doğdum der, büyütülür büyüdüm der, öğretilir bildim der,  aklı verilmiştir akıllandım der, tüm yetenekleri verilmiştir yetenekliyim der, hayatı ihsandır, kendisi bağışlanmıştır. Cemadat halk edilmiş, canlılık yaratılmış ve insan inşa edilmiştir. Nehirde akan kütüğün ‘Gidiyorum’ deme hakkı vardır. Hayatın ‘Doğal Süreç’ akışının farkına varan insan, ‘Özgürüm’ deme hakkına sahiptir. Ruh ve Bedenin arasında ‘Nefsanî Canlılık’ yaratılmıştır. Ahit olarak verilen ‘Süreci’, idrak ederek sürdürmemiz ahde vefadır!

Günlük hayatta, özde, İslam’a tabiyizdir. Kurallara uymak, nefsi terbiye etmek, oruç tutmaktır. Ruha, ilme, tabi olmak, itaat etmek namaz kılmaktır. Bir şeyi yerinde, zamanında, dozunda yapmak için incelemek, araştırmak hacca gitmektir. Kişiliği oluşturan bilgilerden isteyene veya ihtiyacı olana vermek zekâttır. Yapılan iyi, güzel ve doğru şeyleri dil ile ikrar edip anlatmak, kelimeyi şahadettir. Herkes içinden geleni yapar,  fıtratına uyar, din de budur, düzen de, Kur’an da onu der. Yapıyoruz bari bilerek, idrak içinde yapalım. İnsanın bedeni vardır ama yalnız beden değildir, nefsanî duyguları vardır ama hayvan değildir, kalbinin huzurlu olmasını ister, ruhunun, ilminin, gereğini idrak eder. Her düzeyin idraki o düzeyin namazıdır denebilir. Nefsin Rıza, Yatsı namazını, Kalbin Huzur, Sabah namazı izler. Nefsini, kalbinin sesini dinlemeye ikna eden, sır bilgileri almayı hak eder. Böylece Sırra Erme, Akşam namazı kılınır. Benlik ve bencillik yok edilip, hakikat güneşinin batıdan doğuşu sağlanarak, yüceliş yolunda, Ruhun Şuhut, uyanıklık, İkindi namazı eda edilebilir. Hakkın ruhuyla dirilerek, ledün, hakikat, ilminin idraki zevkiyle Şükür, Öğle, Gizlinin Keşfi Hafa namazı kılınır. Hakikat güneşinin istivasında, en tepesinde, gölge, kul ve namaz yoktur, Cuma hariç! Özet olarak, bünyemizdeki kuark, elektron,  nötron, atom, hidrojen, oksijen ve su kütlesinden, hatta DNA, hücre, kalp ve beyin gibi organlarımızdan söz edilmez. Bunların hepsi kendilerini bizim varlığımıza, ilmimize feda etmiş, fani olmuş, fena bulmuş, kendilerini bilgileriyle teslim etmiş durumdadır. Her biri ‘ayrı bir şey’ iken, özellikleriyle, küp şeker gibi bilgi küpü iken, artık yalnız biz varız onlar yok. Bilgileriyle, bizim insanlık ilmimize itaat ederek, tabi olarak, bize biat etmişlerdir. Hepsi de bizim birlik ve bütünlük, vahdetimize delildir, şahittir, kendilerince bize teslim olmuşlar, bize çalışır, bizi anarlar. Bedenimizde, ‘Biz’ ve ‘Onlar’ var gibi ikilik oluşturacak şekilde yokturlar, mevte ermişlerdir. Bu bağımlı ve bağlantılı halleri, beden dilinde bir anlamda, onların, namazdaki miraçlarıdır. Her şeyle, herkes ‘Bir İlmin’ uygulaması, ‘Bir ve Tek’ bütünün parçası ise, her şeyin bilgisi ve işleyişi, ilmine tabi ise biz bağımsız ve bağlantısız, hür, olmamızı neye borçluyuz? Cehalete mi? Hakikati bilip idrak edersek, Hak’tan ‘Kopukluğumuz’ kalır mı?

“Günlük hayatta, çevresinde muhteşemin ihtişamını görerek, kalp huzuru içinde oluşu ve huşu duyuşuyla, namaz kılan kişi, Hak ile meşgul olduğundan, faydasız şeylerden kaçar, yüz çevirir ve benlik sıfatından vazgeçerek, zekât vererek, huzur ve hazlarının fazlasından kaçınır. Lezzet, şehvet ve hazlarının, hukukunu koruyan yakin sahibi müminler, kurtuluşa götüren mevte ererler, Hukukun dışına çıkıp fazlaya kaçanlar, nefsin tüm isteklerini yerine getirenler, nefislerine düşmanlık ederler.” (23 Mü’minun, 1-7)

“Tevhit İlmini İdrak Edene, her yönde Hakk’ın yüzü görünür, perdeler ortadan kalkar. Her iş ve eylem ilmin bir uygulamasıdır. Nefsin oluşumu, canlanması, hayat bulması ve yaşaması ilimle olur. Maddeyi ilimden ayrı düşünmek yanıltır.” (39 Zümer, 9) “Kütlenin, maddenin, hakikati bilinirse, kütlenin, tevhit ilmi yüklü ışık enerjisi olduğu idrak edilir. Mutlak vücudun ortaya çıkmış, görünür olmuş, sıfatıdır. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halindedir, hakikatini görünür kılar, enerji yayar. Akıl güneşi, vücut gölgesine delil, şahit kılındı. Akıl delili, gölgenin hakikatinin, vücuttan farklı bir şey olduğunu doğrular, kanıtlar. Akıl güneşi delalet etmezse, gölgenin vücudu ile hakikati arasında ayrılık olmazsa,  vücut kendiliğinden var olmuş olur. Vücudun, ilminden ayrı ve gayrı bir ismi, cismi ve resmi olamaz ama farklılığa yalnız akıl şahitlik eder. Gölgenin vücudu olmazsa hiçbir şey olamaz,  eşya mevcut olamaz. Gölgenin vücuttan gayri bir şeyi, yani hakikati, olduğuna ancak akıl şahittir. Tüm güç, kuvvet ve kudret Allah’a aittir. Sonra gölgeyi ifna ederek, ortadan kaldırarak, elde tutabiliriz. Her an mevcut olan herhangi bir fani ‘şey’in fena bulması, evveline, oluşuna, nispetle kolaydır. Ele alınan her şey, her an, başka bir mazharda zahir olur. Tutuşun ve yok, ifna, edişin o şeyi tamamen ortadan kaldırmak olmadığına;  o şeyin suret ve hakikatini ezelde ve ebeden kaydeden akıl şahitlik eder. Akıl, Hakk’ın elidir. Tutuş ve ifna, o şeyin değişime uğramasıdır,  tamamen yok olması değildir. Yok, ifna, ediş mevcut olanın bir önceki halini, hakkın eli veya pençesinden ibaret bulunan, akılda tutmaktan men etmek ve yeni haliyle kaydetmektir. Nefsin zulmet gecesi insanlara libas,  elbise kılınmıştır. Bu zulmet, sizi istila ederek Hakk’ın zat, sıfat ve gölgesinin müşahedesinde, sizi setir eder, örter. Hayat ve dünyada, gaflet uykusunda uyutur. Hadisi şerif: “Bütün insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Uykudayken, “Daimî Hakiki Hayattan” gafil kalırsınız. Kalpleriniz, ilim,  ruh, nuruyla hayat bulunca, his uykusundan sonra, kutsal âlem fezasında dağılıp yaşarsınız. Ruhani güçler âlemine, sizi temizleyen pak ilim suyunu indirdik. O ilim suyu, hakikatlerin, asıl vatanlarının, unutulmuş olan ahitlerin ve aslın güzelliğinin, hatırlanması için indirilmiştir.” (25 Furkan, 45-50) Âlemde her ne var ise, aynı, Âdemdeki ‘şeyler’ gibidir!

Allah’ın, ilmiyle âlim, nefsiyle kaim, vücuduyla mevcuduz. Kalp Çocuğu, eril Ruh ile dişil Nefsin evladıdır. Firavunun annesi Nefsi Emmare, azgın; Hz. Musa’nın annesi Levvame, levm edilen,  kınayan; Hz. İsa’nın annesi Mutmain, huzura eren; Hz. Muhammed’in annesi Mülheme, ilham alan, makamında denir. “Resul’ün kalbinin ruha açılan kapısı, Şuhut’ta, şahit oluşta, ruh makamına yücelmiş, tüm sıfatlarıyla Zatı müşahede edici, Hakk’ın vücuduyla mevcut olan kalptir. Resul’ün gönlü, cem makamında görmüştür. Burada kul yoktur.  Cem’i vücut, vecih-i bakidir, cem'i sıfat ile mevcut Zat demektir.” (53 Necm, 11)

Umarım, biz de, hayatın akış sürecini, vuslat idraki içinde, sürdürürüz!

                                   Necdet Altınay 20012024

3 Ocak 2024 Çarşamba

Varoluşun Hassas Dengesi,

 

Varoluşun Hassas Dengesi,

Her zerre, bir diğerinden farklı bir titreşimdir, elektrik, manyetik ve elektromanyetik olmak üzere başlıca üç kuvvete, farklı ölçülerde sahip ve bunları yöneten info, bilginin deposudur. Her zerre, her an, farklı, şiddetli, bir zuhur ediş, tagayyür içinde, farklılaşarak belirginleşip mükemmelleşme içindedir. Genel anlamda, her mevcudat, böyle devinim içinde olan zerrelerden oluşarak, hassas dengesini korur. İnsan, bitki ve hayvanların gazap ve şehvet kuvvetlerine ek olarak verilen, ‘Nutuk’ kuvvetiyle de donatılmıştır. Ruh, ilim ve bedeninin arasında, ‘Nefsanî Canlılık’ taşıyan insandan, ayrıca Kalp ve Ruha yüceliş ile inşa olunması beklenir. Evrenin temelini oluşturan enerjiye yüklü ‘Tevhit İlminin’ tümünü idrak edip açığa çıkaran insandan, hassas denge içinde, Kendini Bilip ‘Yaratıcıyı Bilmesi’ istenir.

“İnsanın fıtratında,  Kuranı anlayacak aklı yaratıp nakşederek,  kazıyarak,  Kuranı öğretti böylece insanı izhar eyledi, ortaya çıkardı, yarattı.” (55 Rahman, 1,2) “Akıl göğünü, ruh güneşi mahalline kaldırdı, nefis ve beden arzına, adalet düzenini indirdi ve itidal vaaz eyledi.”  (55 Rahman, 7,8) “Tatsız ve tuzlu olan kaba somut cisim denizi ile tatlı ve lezzetli olan soyut ruh, ilim, denizi indirilmiştir. Bu iki denizi, insan vücudunda karşılaştırıp buluşturduk. Aralarında, ne hayatın cevheri, canlılığın, letafetinde, ne de madde cesedinin kesafetinde olan ve berzah diye adlandırılan, hayvani nefis canlılığı vardır. Maddi ve Ruhi Denizlerin arasında, berzahta, ne latif ne de kesif denebilen nefsanî canlılık bulunur. Nefis her ikisinden de dengeli yararlanır, ne madde denizi, ne de mana denizi, nefis üzerinde tam hâkimiyet kurar. Diğer bir deyişle, ne ruh bedeni latif,  ne de beden ruhu kesif,  yapabilir.  Dilediğine kadir olan halkın halikını tesbih ederim.” (55 Rahman, 19) “Kâbe, Âdem zamanında inmiştir yani Kalp, Âdem’in vücudunda zuhur etmiştir. İlk önce Kâbe’nin, doğu ve batısında olmak üzere iki kapısı vardı yani Âdem, tevhit ilminin başlangıç ve sonuna, ahretine ilişkin bilgilere ulaştı, nur ve zulmet âlemlerinin marifeti zuhur etti. Âdem’in, Hint toprağından Kâbe’yi ziyarete gelişi, perdeleyen tabiat âleminden var ediş ve yaratışı, ruh ve madde veya madde ile mana dengesini idrak ederek, itidal ile Kalp makamına yücelişine işarettir.” (2 Bakara, 127) “Ey insanlar aklın tasvip ettiği adalet kanunu üzere ihtiyaç ve zaruret miktarında, şerait’in izni ile helâl ve temiz olmak üzere, süfli yön olan nefis âleminde ve beden arzındaki lezzet ve zevklerden tadınız. Ve temiz ve sağlıklı olmasına özen göstererek, itidal derecesinden israf etmeyiniz. Ey insanlar, Şeriatta emir olunduğu üzere her şeyde Allah’ın indirdiği itidal ve adalete tabi olunuz.” (2 Bakara, 168, 170) “Nimetleri alıp da Hakka arkanızı dönmeyiniz, şükrediniz. Meskeniniz sıhhat ve mizacın itidali ile güzel bir beldedir.” (34 Sebe,  15) “Kalp ikiyüzlüdür. Bir yüzü ruha bakar ki, o yüze baş denebilir. İkinci yüzü nefis kuvvetlerine nazırdır, ona da ayak denebilir.  Ve ayaklarınızı yıkayınız, yani tabii bedensel kuvvetleriniz açısından, lezzetlerde ifrat ve şehvette düşkünlük tozlarını gidermekle temizleniniz. Bedeni, ayakta durabileceği bir itidal derecesinde temizleyiniz. Bu beyana göre lezzetlerde ifrat ve şehvette düşkünlük etmiş olanlar, kalplerinin, kendileriyle huzur duyacak ve dua etmeye müsait olabileceği bir safhaya dönüşüne kadar, tabii kuvvetlerini riyazet ve ahlâk ilimleri suyuyla yıkamağa muhtaçtırlar.” (5 Maide, 6) İlahi ilim suyu ile temizlenip Hakka yaklaşın ve şükredin.

“Ortada, açıkta, görünür, olanın anlatmaya çalıştığı hafi, gizli olanı, görünür olmaya çalışanı ilmini, görmeden, hatta inkâr ederek, surette kalmayınız. Aşikâr olarak görünen ‘arz’, görünmeyen, henüz bilinmeyen ‘ilimden’ rızkını alır. Arzın, dört temel anasırdan alacakları takdir edilmiştir. Yeryüzü ve gökyüzü veya arz ve sema olarak bilinen oluşumlar, Haktan rızkını hakça, dengeli bir şekilde, aldıkça oluşur, açılır, gelişir.” (41 Fussilet, 9,10) Atamızın tercüme ettirdiği Tevilatı Kaşaniye kitabında anlatıldığı gibi her insana, ‘Benlik’ kazandıran ‘Efal-Sıfat-Zat’ kavramlarının, aslında Allah’a ait olduğu, ilmiyle öğretilir. Bu makamlar Fenafillâh makamlarıdır. Bunların yerine insanın, Hakkın efali, Hakkın sıfatları ve Hakkın zatıyla yeniden dirilmesi beklenir. Bu makamlar, ayetlerde anlatılmıştır. İnsanın,  Yeniden Dirilişinin, Hakkın efal, sıfat ve zatıyla olabileceği öğretilir. Halvete giren kişinin, tefekkürle oluşturduğu vakum ortamında, Hakkın verdikleriyle, Hakka kavuşur. (1)

“Hakk’ın delili, gölgesi, olan tevhit ilminden ilk halk edilen cevherin, Celalî nazarla hayâsından, edebinden, taşıp yayılmasından, sonra uygulanmış olarak açığa çıkan, ilmi hıfzedici kuvvetlerin izdihamıyla, temessül ve tecessüm ettiniz. (2) ilimden başka bir şey olmayacak şekilde, bedenleştiniz.” (3) Diğer bir deyişle, “Önce hiçbir şey yoktu, vakum ortamında, yokluktan, var olan, ortaya çıkan Tevhit İlmi yüklü enerji damlası, zuhurunun şiddetinden görünmedi. Hakkını, Hak’tan, hakça, adaletle, alarak, ortaya çıkışıyla; bir ‘şey’ var oldu ve ışık, parıltı,  aydınlık, nur oluştu. Nurun, fotonun maddeleşmesiyle her şey halk olundu, canlılık yaratıldı ve insan inşa edildi.” (4) İtidal, Adalet ve Denge, ruh güneşinin,  kutsal bedende gurup etmesiyle sonradan oluşan karanlıkta, farklı titreşimler halinde, kuvvetlerden oluşan zerrelerin temelidir.

İnsan, araştırır, inceler, bir meyve ağacının çekirdeğindeki, DNA’sındaki; ilmin, dört anasıra, toprak, hava, ateş ve suya, hükmederek, ağaç ve meyveyi, amacına uygun olarak yetiştirip, mükemmelleştiğini bulur, idrak eder. Ancak, insan, bunu kendisine uygulayıp, kendisindeki tohumun ilminin, fıtratının mükemmelleşmesini, Kitapta okumasına rağmen, sağlayamaz. Kendi maddesinden soyunup, kurtulup, kendi ilminin idrakine ermekte güçlük çekebilir. Kitapta anlatılan ve açıklanan, Sıratı Müstakim olarak bildirilen, Seyri Süluk aşamalarından, biri zahir iken biri batın olan, Hak ile Halk dengesini sağlayarak, geçmek gerekir. Farklılaşarak belirginleşip mükemmelleşme işinde, denge kurarak, başarılı olup, Kendini ve Rabbini bilmesi, İnsanın Yaratılışının, inşasının, amacıdır.

Umarım biz de, Yaratılış amacımıza, sıratı müstakimden dengeli geçerek, ulaşabiliriz!

Necdet Altınay 06012024

(1)      http://necdetaltinay.blogspot.com/2023/03/evliya-olgunlugu.html

(2)      https://necdetaltinay.blogspot.com/2018/07/hakikatin-golgesi-insanlkhali-deyip.html

(3)      https://necdetaltinay.blogspot.com/2017/04/rahmani-rahim.html

(4)      https://necdetaltinay.blogspot.com/2019/03/ilim-ve-insan-kanttr.html