22 Mart 2014 Cumartesi

İnsanın Anlaşılamaz Yapaylığı !


 
İnsanın Anlaşılamaz Yapaylığı

                                                                                                          Ev Ödevim 23032014

Sun’i, yapay: İnsan yapısı, uydurma, takma, sahte, yaradılıştan olmayan.
İkinci baskısı yapılan bir kitabın bir makalesini okuyorsunuz, kitap için önce bir sol sonra da altta çıkan dropbox'a tıklayınız lütfen:
Click here to view

İnsan çok ömür bir şey, hayret bir şeydir. Bir kelimenin, insanlar tarafından hazırlanan bir sözlükteki, anlamlarına bakınız. Aynı cümle içinde kullanılan tanıtım kelimelerine göre insan yapısı bir şey sanki sahte ve uydurma olmak zorunda. Diğer yandan yapay zekâ ve organ geliştirmekle, insanlığımızla övünürüz.

İnsanın gelişimine bakılırsa gerçekten doğal ve yapay aşamaları dikkat çeker. Ayetlerde de belirtildiği şekilde, insan “ters tutunan bir su damlasından” oluşur ve topraktan biten ot gibi doğadan çıkıp kurtulur. Zamanla insanın edindiği ve işlediği bilgiler sayesinde ve bilgilere dayalı uygulamaları ile insanlığa yüceldiği gözlenir.

İnsanı Doğa’dan çekip alırsanız Doğa eksik kalır, Doğa’da büyük bir boşluk oluşur. İnsanda Doğa’da olmayan ve Doğa’dan gelmeyen önemli özellikler ve yetenekler vardır. İnsanda olanlar başka bir canlıda yoktur. Öyle ki diğer tüm canlı ve cansızlarda bulunan özellik ve yeteneklerin toplamından da üstün olanlar insanda toplanmıştır. Bu üstünlükle insan Doğa’yı ve evreni anlayabilir, değiştirebilir, geliştirebilir ancak, kısmen de olsa, yok edebilir de. İnsan, bilgileri sayesinde, ilmi ve hatta ilim olduğunu idrak edebilen yaratıktır. Çevresini ve Doğa’yı bilerek ardındaki ilim gerçeğine ulaşmayı başarmıştır.

Bilginin kendisinin bir sıfatı yoktur. Bilginin uygulanması iyi ya da kötü olabilir. Aynı bilgiden enerji de üretilebilir bomba da. Yüksek tahsilli birisi insanlığa yararlı da olabilir zararlı da. Karıncaya çalışkan, aslana asil ve kargaya hırslı sıfatlarını kendi sıfatlarından veren de insandır. Bu nedenlerle her kişi küçük yaştan itibaren bir eğitim ve öğretim sürecinin içine sokulur. İnsan olması, iyi, doğru ve güzel insan olması için çaba harcanır.

Her insan adayı eğitim ve öğretim süreci içinde gösterdiği başarıya dayanarak Doğa’dan kurtulabilir ve insanlığa doğru yücelebilir. Bu yücelişte bilginin kıymeti bilindiği için bilgi edinme ekol ve okulları, toplumun özel ve resmi kurum ve kuruluşları oluşturulmuştur. Tarih boyunca bu amaçla nice dernek ve dergâhlar kurulmuştur. Tümünün ortak özelliği, insanı kemale erdirmek, insan-ı kâmil inşa etmek amacıyla, eğitim ve öğretime dayalı, insanlığa yüceliş sürecini sistemli bir şekilde yürütmektir.

İnsanlığa yüceliş belirli bir başlangıcı ve belirli bir sonu olan bir süreçti. Bu sürecin işleyişinin de belirli bir sistemi vardır. Süreç içine, insan adayının idraki için, çevreden “girdi” olarak yalnız bilgi alınır. Bilgiler sürecin içinde sistemli bir şekilde yürütülen “üretim faaliyetleri” kapsamında işlenir. Sürecin sonunda çevreye “çıktı” olarak, yine yalnız bilgi ve bu bilgiye dayalı, öğretme sıfatlı davranış verilir. Öğrenilenler öğretilmeye dönüşerek süreç süreklilik kazanır. Aday idrak ile insanlığa ermiş olabilir.

 

İnorganik olanın dibinden organik canlıların doruğuna kadar doğa bilinmekte ve ayrıntılarına girilmektedir. Taş ve topraktan bakteri ve virüslerin nasıl oluştuğu, su ve sıcaklığın buna etkileri iyi bilinir. Bu oluşum inorganik maddenin bir özelliğidir ve aynı koşullarda yine tekrarlanabilir.

Yapaylık insanın doğasında ve kendisindedir. İnsanın doğası kısmen Doğa’dan gelir ve Doğa ile ilişkilerini insanca kurar ve sürdürür. İnsanın kendisi ise Doğa’dan ötede, Doğa’nın ardında ve üstündedir. Karmaşık olan insanın kendini bilmesidir. Esas kaçınılmaz kaos budur ve buradadır. Doğa’yı anlamak kolaydır.

Kaosun anlamı karmakarışık değil, anlaşılması zor, ilahî düzen denebilecek kadar karışık ve karmaşıktır, bu nedenle idraki güçtür. İnsanın Doğa’yı anlaması, kendi yapaylığını anlamasından ve kendini idrakten daha kolay görünür. Bazı konularda “bir insan bunu nasıl anlayamaz?” diye şaşılır. Diğer bir deyimle bazılarının bir şeyi “anlayamazlığının derinliği” anlaşılamaz derecededir. Bu duruma dipsiz kuyu denilse yeridir. Basit bir konuyu anlatırsınız karşınızdaki bir türlü anlayamaz. İşte bu, insanın “anlaşılamaz” derecedeki “anlayamama” durumu, idrak edişin köklerinin yerini, nasıl bir bataklıkta ve ne kadar derinde olduğunu gösterir. İdraki idrak eden idraksizliği de idrak edebilir.

Doğa’da olmayan belki de budur, idraksizlik temelinde yücelen idraktir. Her karınca bir karıncadır, her aslan da bir aslandır ama hiçbiri ne olduğunu bilemez. İnsan bilir, eşyayı bilgisiyle bilir, kendini ilmi ile bilir. Kendisinin ilimden ayrı ve gayrı ne bir resmi vardır ne de bir cismi vardır. İnsandan ilmini alırsanız geriye bir insan kalmaz, kalan resme ve cisme insan denmez, belki ot belki de it denebilir.

İnsan, insan yapısı bir şey olmaya daha yatkındır. Yapayın tanımındaki “yaradılıştan olmayan” deyimi yerine “doğal olmayan” olmalıydı. İnsanın yaradılışı doğanın oluşumundan farklı olmalı. Yaradılıştan gelen, doğal olanlardan üstün yetenekleri sayesinde insan “olgunluğunu” üretebilmektedir. Doğa’dan gelen doğal yönü olsa da insanın bilgiden ilme erişmesi insancadır. Doğa’nın evrimsel gerçekliği üzerine devrimsel denebilecek ilim ile yücelişi yaşama geçirmesi tamamen insancadır ve insancıldır.

İnsanın yücelişinin, doğal evrimsel gelişim sonucu olması mümkün değildir. Bu nedenle insanın yücelişi doğaya, doğal akışa bırakılmamıştır. Yüceliş amacıyla akıllı insanlar ele alınıp sistemli bir şekilde yetiştirilmek üzere “olgunlaşma” süreçleri geliştirilmiştir. Tarihimizde “ahilik” gelenekleri herkesçe iyi bilinir. Toplumumuzda bu sürece örnek olarak kadim ve küresel dernekler tarafından geliştirilen “çırak”, “kalfa” ve “üstat” aşamalarını gösterebiliriz.

Din kurumunun da amacı budur. İnsan doğmaz insan olunur. Doğa için “halk ediş” deyimi kullanılmasına karşın Âdem yaratılmıştır. Yaratılan, yaratılışı ve yaratmayı, yaratıp öğretenden öğrenerek yaratır. İnorganik ortamdan organik canlıların gelişini ve gelişimini doğal bulan âlimler “yokluk” temelinden, ademiyetten, insanın insan olmasını da doğal bulabilir, sonra da insanlığa “yapay” diyebilir. Zaten “idrak” her zaman, hemen herkes için bir sorun olmuştur, her âlim arif olamaz, anlayışla karşılanmalıdır. Kitap: Click here to view.


5 Mart 2014 Çarşamba

İslâm Âlemi Neden Geri ve Fakir!


(sayın okuyucu, aşağıda, 243 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (20 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)


Kitabı okumak için tıklayınız:



2. Baskı:

 1. Baskı:  
Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz.


 

İslâm Âlemi!

            Özellikle “hakikati” arayanlar arasında konuşulan, görüşülen ve şaşılan bazı konular vardır. “Nasıl olur?” diye cevap aramaya çalışılır bu konulara. Hatta bazen “çok güzel” denen görüş ve çözümler hemen unutulur. Belki de unutulmasının en önemli etkeni çözümün ucunun bize dokunması ve acıtmasıdır.

            Bu konuların önemlilerinden biri “İslâm âlemi neden geri kalmış ve diğer âlemler neden ileri gitmiş, hatta daha da ileri götürürsek, ilahî adalet bu işin neresinde?” diye ortaya konabilir. Soruyu soranların, cevap olarak bir şeyler ileri sürenlerin değil, halkın ekserisinin bildiği birkaç gerçeği dizersek cevap kendiliğinden ortaya çıkabilir.

            “Din İslâmiyet, İslâmiyet teslimiyettir” hemen herkes bilir. Hz. İbrahim tevhit öncüsüdür, İslâmiyet onun dinidir, üç semavî dinin de özü birdir. Kitaplı olarak bilinen bu dinler birbirini bütünler ve aynı, bir ve tek mesajın birer parçasıdırlar. Mesaj en sonunda son peygamber tarafından, eksik tuğla yerine konarak, tamama erdirilmiştir. Önce zahirî sonra batınî âlem en sonunda her ikisi de kutsanmıştır ve bu mesaj evrenseldir tüm kâinatı kapsar. Kendilerini doğanın bir parçası olarak gören Kızılderililer, nirvanaya ulaşan Budistler teslim olmuş bilgelerdir. “Yer ve Gök Tanrı” diyen Şaman da bilgedir, halk zahir Hak batın diyen ise ariftir.

            İlahî adalet vardır ve gerçektir. İlahî kanunlar vardır her yerde ve her zaman geçerlidir. “Say kanunu, yani çalışma, hak etme yasası” vardır ve herkese eşit bir şekilde uygulanır. Yer çekimi yasası kadar geçerlidir. “Çalışmayana, çocuklar için de ağlamayana, mama yoktur” denir. “Allah her yerde, her zaman hazır ve nazırdır.” Her yerde ve her zaman var olan da hazır ve nazır olan da başkası, gayrisi yoktur.

            Kilise, mabet ve tapınaklarda dua etmekle bir şey elde edilemeyeceğini öğrenenler nihayet aklını kullanmaya başlamış, ilim sahibi olmuş, birbirlerinin hak ve yetkilerine, insan haklarına saygı duymuş ve güzel ahlak sahibi olmayı başarmışlardır. İslâm âlemi diye birkaç Ortadoğu ülkesini örnek göstermek doğru değildir. İslâm “benlik” gütmeyen her dinin ortak özelliğidir. “Müslüman” ve “müslim” kelimelerinin lügat manası “İslâm olan” demektir, “islâm” ise teslim olan demektir.

            Bu kendisi küçük, anlamı derin ve hikmet içeren gerçeklerle bir çözüme ulaşmaya çalışalım. Bizi şaşırtan âleme bir bakalım, ilk emir olan “oku”, “ilim gaib, gayb, kaybındır nerede bulursan al”, “eşyanın hakikatine er” emirlerine uyulmakta mıdır? Uyuluyorsa nerede uyuluyor? Eşyanın hakikatini idrak edecek kadar doğa incelenmekte ve araştırma yapılmakta mıdır? Nerede yapılmaktadır? “Düşünün, düşünmeyenlerin başına pislik yağar” ayetine uygun bir şekilde okunan evrenin hakkında düşünülmekte midir? “Tezekkür edin, tefekkür edin, işi ehline verin, işin ehline danışın, aranızda tartışın, aklınızı kullanın” ayetlerine uyulmakta mıdır?

            Kim çalıştı, çabaladı, uğraştı, didindi hak etti de hakkını alamadı? “Kalkın, dünyaya yayılın ve rızkınızı arayın, emirlere uyun ve dua edin” anlamındaki ayetleri herkes bilir. “Çalışmayanı, aklını kullanmayanı, tembellik edeni, temiz olmayanı Allah sevmez” bilinir, nerede uyulduğu ise dünyada gezerek bile görülebilir.

            Aslında her şeyin sebebi herkes tarafından bilinir de özellikle kendini “halktan” ayrı ve kopuk tutanlarca sorulur neden? Cevabın içinde biraz da kendi suçunu inkâr etmek, ortak olmamak, bir kısmını olsun üstlenmemek gizlidir. Böylece, yalnız ve sadece halkı suçlamak, kendisi halktan kopuk olduğu için de onun dışında ve üstünde olarak suçtan arınmış olmak ister. Denmek istenen “ben okudum akıllı oldum ama halk kendini dine verdi, okumadı cahil kaldı onun için geri kaldı” düşüncesidir.

            Yanlış düşünceler saç örgüsü şeklinde iç içe geçmiş durumdadır. Her şey ilmin somut halidir. Eşya veya madde hakikat güneşinin gurup etmesiyle oluşmuştur. Halk, “müspet” sapından tutulan “müspet ilim” çekici ile “inanç” örsünde dövülmemelidir. Pozitif ilmin karşısında ayrıca negatif ilim yoktur. Maddî ve manevî ilim yoktur. İlim birdir maddeleşmiş hali eşyadır. Hakka giden yolun ilk mertebelerinde ilim ruhu temsil eder. İnsan aklını kullanırsa ilim için kullanır. Akıl ilme gidip gelerek bilgi elde eder. Aklını kullanmayan için veya akılsız olan için din de yoktur iman da. Dinlerin ortak amacı “güzel ahlak” sahibi olmaktır. Aklını ilim için kullananlar, çalışkan ve dürüst olanlar her şeyi hak eder, ilahi adalete göre de hakkını alır. Dünyasını da ahretini de kazanır.

            Halkın topluca kalkınması da aklını kullanan, halkını hor görmeyen, halkından kopmayan, halkının elinden tutan bireyler sayesinde olur. Demokrasi de bu demektir ve bunu gerektirir. “Halk aynı el Hak’tır.” Halka hizmet Hakka hizmettir.” Halkın halk tarafından halk için yönetilmesi de demokrasidir. Halkın kendini bilen her bireyi halkı da bilir Hakkı da. İlim kendini bilmektir, kendini ilmin somut hali olarak bilmektir. “Bir ben varım bir de benim sahip olduğum ilim var” şeklinde değil de “ben ilmin ta kendisiyim” şeklinde bilmektir. Ezoterizmin tamamı bu mesajı kapsar. Kütlenin oluşumunu sağlayan “bozon” da ilimdir.

            Göbeklitepe veya Mısır rahipleri de doğruyu söyledi ama zamanında anlaşılabilecek kadarını söyledi. İnsan ilmin tamamını idrak ederek kemale erdi. Âdem ile insanlığa atılan ilk adım son elçi ile doruğa çıktı miraç gerçekleşti. Dünyanın her köşesinde bilge kişilerce tarih boyunca söylenenlerin hepsi gerçeğe ilişkindir ve doğrudur ama tamamlanması miraç olayı ile gerçekleşmiştir. Şuurlu olarak iman edilir ve mümin olup namaz kılınırsa şuur kalmaz miraç olur. İnsan-ı kâmil böylece oluşmuş arif, âlim ve bilge kişi böylece hayat bulmuş, ölümsüz ruh ile diriliş gerçek olmuştur.

            Doğal “evrimsel” süreçten sonra ilim ile “devrimsel” öğrenme ve yücelme süreci başlar. İnsanın dipten doruğa yücelişi sayesinde kemale eren kişi insanı kâmil olur. İnsan iyi kullandığı “akluhikmeti, aklı ve sezgisi” sayesinde idrake erer. Mesaj tüm evrene kazınmış haldedir. Her şey ve eşya, ağaç duruşu, kuş uçuşu ile bir ayettir yani delildir okuyana. Hak halk olarak görünür bilene, kendini bilene, Rabbini bilene!

             

İnsan ilimdir!


               İnsan ilimdir!


            Bilenle bilmeyen bir olmaz. Arif ilmi, eti, kanı ve canında hisseder, onların ilmin etkisiyle oluştuğunu ve çalıştığını bilir. Beden ve organlarının ilmin eseri olduğunun, ilmin bunlarla zahir, görünür olduğunun idraki içindedir. Hiçbir şey ilimden ayrı, gayri ve ayrılmış tutulamaz. Cahil, yalnız isim ve cisim ile ilgilenir, ardındaki ilimden habersizdir. Yapı taşımız araştırılmalı. Hem dalga hem de parçacık olanın ardındaki ilme ulaşılmalıdır. Batı eşyadır, Batıda yapılan budur, ilme ulaşılır.

            Temelde, var olmanın özü ‘bilgi’, ‘ilim’ ile ilgilidir. Bu evrendeki her obje, her parçacık, her ışık paketi enerjisi bir bilgi taşıyıcısı olarak hareket eder. Her ‘şey’ kendi fiziksel özelliklerinin deposudur, ardındaki bilgisi, özellikleri ve ilmi ne ise odur. Kara delikler, eksenleri etrafında, enerji ışınımına, ‘Hawking radyasyonuna’ sahiptir. Böylece, kara delikler yavaşça hiçliğe buharlaşır. ‘Şey’in kendine özgü bilgisi, transfer edilebilir ve asla kaybolmaz. Olay ufkunun ötesine geçen parçacıklar bilgilerini kaplama gibi çıkarıp, kütleleri enerjiye dönüşerek, olay ufku ötesinde bırakırlar.”(*)

            İnsan ilimdir. Kendini bilmek, ilim oluşun idrakine varmaktır. Kimse ve hiçbir şey ilminden farklı bir resim veya madde değildir.  Herkes ilmin somut bir halidir. Varlığının ilim oluşunun idrakine varan, eşyanın hakikatinin de ilim olduğunu idrak eder ve ilmin bilinmek için olduğunu anlar.

             Bu idrak ile her yönde Hakk’ın yüzü görünür, perdeler, vehim ve ham hayal ortadan kalkar.  Her iş ve eylem ilmin bir uygulamasıdır. Nefsin oluşumu, canlanması, hayat bulması ve yaşaması ilimle olur. Maddeyi ilimden ayrı düşünmek yanıltır. (39.9) Din de bilim de aynı gerçeği anlatır.

(*) The Economist, Stephen Hawking's answer .Aug 26th 2015, by D.J.P