Nefsi Tatmin İbadettir
İnsan, Dünyaya getirilir doğdum der, büyütülür büyüdüm der, öğretilir bildim
der, aklı verilmiştir akıllandım der, tüm
yetenekleri verilmiştir yetenekliyim der, hayatı ihsandır, kendisi
bağışlanmıştır. Cemadat halk edilmiş, canlılık yaratılmış ve insan inşa
edilmiştir. Nehirde akan kütüğün ‘Gidiyorum’ deme hakkı vardır. Hayatın ‘Doğal
Süreç’ akışının farkına varan insan, ‘Özgürüm’ deme hakkına sahiptir. Ruh ve Bedenin
arasında ‘Nefsanî Canlılık’ yaratılmıştır. Ahit olarak verilen ‘Süreci’, idrak
ederek sürdürmemiz ahde vefadır!
Günlük hayatta, özde, İslam’a tabiyizdir. Kurallara uymak, nefsi terbiye
etmek, oruç tutmaktır. Ruha, ilme, tabi olmak, itaat etmek namaz kılmaktır. Bir
şeyi yerinde, zamanında, dozunda yapmak için incelemek, araştırmak hacca
gitmektir. Kişiliği oluşturan bilgilerden isteyene veya ihtiyacı olana vermek
zekâttır. Yapılan iyi, güzel ve doğru şeyleri dil ile ikrar edip anlatmak, kelimeyi
şahadettir. Herkes içinden geleni yapar,
fıtratına uyar, din de budur, düzen de, Kur’an da onu der. Yapıyoruz bari
bilerek, idrak içinde yapalım. İnsanın bedeni vardır ama yalnız beden değildir,
nefsanî duyguları vardır ama hayvan değildir, kalbinin huzurlu olmasını ister,
ruhunun, ilminin, gereğini idrak eder. Her düzeyin idraki o düzeyin namazıdır
denebilir. Nefsin Rıza, Yatsı namazını, Kalbin Huzur, Sabah namazı izler.
Nefsini, kalbinin sesini dinlemeye ikna eden, sır bilgileri almayı hak eder.
Böylece Sırra Erme, Akşam namazı kılınır. Benlik ve bencillik yok edilip,
hakikat güneşinin batıdan doğuşu sağlanarak, yüceliş yolunda, Ruhun Şuhut,
uyanıklık, İkindi namazı eda edilebilir. Hakkın ruhuyla dirilerek, ledün,
hakikat, ilminin idraki zevkiyle Şükür, Öğle, Gizlinin Keşfi Hafa namazı
kılınır. Hakikat güneşinin istivasında, en tepesinde, gölge, kul ve namaz
yoktur, Cuma hariç! Özet olarak, bünyemizdeki kuark, elektron, nötron, atom, hidrojen, oksijen ve su kütlesinden,
hatta DNA, hücre, kalp ve beyin gibi organlarımızdan söz edilmez. Bunların
hepsi kendilerini bizim varlığımıza, ilmimize feda etmiş, fani olmuş, fena
bulmuş, kendilerini bilgileriyle teslim etmiş durumdadır. Her biri ‘ayrı bir şey’
iken, özellikleriyle, küp şeker gibi bilgi küpü iken, artık yalnız biz varız
onlar yok. Bilgileriyle, bizim insanlık ilmimize itaat ederek, tabi olarak,
bize biat etmişlerdir. Hepsi de bizim birlik ve bütünlük, vahdetimize delildir,
şahittir, kendilerince bize teslim olmuşlar, bize çalışır, bizi anarlar.
Bedenimizde, ‘Biz’ ve ‘Onlar’ var gibi ikilik oluşturacak şekilde yokturlar,
mevte ermişlerdir. Bu bağımlı ve bağlantılı halleri, beden dilinde bir anlamda,
onların, namazdaki miraçlarıdır. Her şeyle, herkes ‘Bir İlmin’ uygulaması, ‘Bir
ve Tek’ bütünün parçası ise, her şeyin bilgisi ve işleyişi, ilmine tabi ise biz
bağımsız ve bağlantısız, hür, olmamızı neye borçluyuz? Cehalete mi? Hakikati
bilip idrak edersek, Hak’tan ‘Kopukluğumuz’ kalır mı?
“Günlük hayatta, çevresinde muhteşemin ihtişamını görerek, kalp huzuru
içinde oluşu ve huşu duyuşuyla, namaz kılan kişi, Hak ile meşgul olduğundan,
faydasız şeylerden kaçar, yüz çevirir ve benlik sıfatından vazgeçerek, zekât
vererek, huzur ve hazlarının fazlasından kaçınır. Lezzet, şehvet ve hazlarının,
hukukunu koruyan yakin sahibi müminler, kurtuluşa götüren mevte ererler, Hukukun
dışına çıkıp fazlaya kaçanlar, nefsin tüm isteklerini yerine getirenler, nefislerine
düşmanlık ederler.” (23 Mü’minun, 1-7)
“Tevhit İlmini İdrak Edene, her yönde Hakk’ın yüzü görünür, perdeler
ortadan kalkar. Her iş ve eylem ilmin bir uygulamasıdır. Nefsin oluşumu,
canlanması, hayat bulması ve yaşaması ilimle olur. Maddeyi ilimden ayrı
düşünmek yanıltır.” (39 Zümer, 9) “Kütlenin, maddenin, hakikati bilinirse,
kütlenin, tevhit ilmi yüklü ışık enerjisi olduğu idrak edilir. Mutlak vücudun
ortaya çıkmış, görünür olmuş, sıfatıdır. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım
halindedir, hakikatini görünür kılar, enerji yayar. Akıl güneşi, vücut gölgesine
delil, şahit kılındı. Akıl delili, gölgenin hakikatinin, vücuttan farklı bir
şey olduğunu doğrular, kanıtlar. Akıl güneşi delalet etmezse, gölgenin vücudu
ile hakikati arasında ayrılık olmazsa,
vücut kendiliğinden var olmuş olur. Vücudun, ilminden ayrı ve gayrı bir
ismi, cismi ve resmi olamaz ama farklılığa yalnız akıl şahitlik eder. Gölgenin vücudu
olmazsa hiçbir şey olamaz, eşya mevcut
olamaz. Gölgenin vücuttan gayri bir şeyi, yani hakikati, olduğuna ancak akıl
şahittir. Tüm güç, kuvvet ve kudret Allah’a aittir. Sonra gölgeyi ifna ederek, ortadan
kaldırarak, elde tutabiliriz. Her an mevcut olan herhangi bir fani ‘şey’in fena
bulması, evveline, oluşuna, nispetle kolaydır. Ele alınan her şey, her an,
başka bir mazharda zahir olur. Tutuşun ve yok, ifna, edişin o şeyi tamamen
ortadan kaldırmak olmadığına; o şeyin
suret ve hakikatini ezelde ve ebeden kaydeden akıl şahitlik eder. Akıl, Hakk’ın
elidir. Tutuş ve ifna, o şeyin değişime uğramasıdır, tamamen yok olması değildir. Yok, ifna, ediş
mevcut olanın bir önceki halini, hakkın eli veya pençesinden ibaret bulunan, akılda
tutmaktan men etmek ve yeni haliyle kaydetmektir. Nefsin zulmet gecesi
insanlara libas, elbise kılınmıştır. Bu
zulmet, sizi istila ederek Hakk’ın zat, sıfat ve gölgesinin müşahedesinde, sizi
setir eder, örter. Hayat ve dünyada, gaflet uykusunda uyutur. Hadisi şerif:
“Bütün insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Uykudayken, “Daimî Hakiki Hayattan”
gafil kalırsınız. Kalpleriniz, ilim, ruh,
nuruyla hayat bulunca, his uykusundan sonra, kutsal âlem fezasında dağılıp
yaşarsınız. Ruhani güçler âlemine, sizi temizleyen pak ilim suyunu indirdik. O
ilim suyu, hakikatlerin, asıl vatanlarının, unutulmuş olan ahitlerin ve aslın
güzelliğinin, hatırlanması için indirilmiştir.” (25 Furkan, 45-50) Âlemde her
ne var ise, aynı, Âdemdeki ‘şeyler’ gibidir!
Allah’ın, ilmiyle âlim, nefsiyle kaim, vücuduyla mevcuduz. Kalp Çocuğu,
eril Ruh ile dişil Nefsin evladıdır. Firavunun annesi Nefsi Emmare, azgın; Hz.
Musa’nın annesi Levvame, levm edilen, kınayan; Hz. İsa’nın annesi Mutmain, huzura eren;
Hz. Muhammed’in annesi Mülheme, ilham alan, makamında denir. “Resul’ün kalbinin
ruha açılan kapısı, Şuhut’ta, şahit oluşta, ruh makamına yücelmiş, tüm sıfatlarıyla
Zatı müşahede edici, Hakk’ın vücuduyla mevcut olan kalptir. Resul’ün gönlü, cem
makamında görmüştür. Burada kul yoktur. Cem’i
vücut, vecih-i bakidir, cem'i sıfat ile mevcut Zat demektir.” (53 Necm, 11)
Umarım, biz de, hayatın akış sürecini, vuslat idraki içinde, sürdürürüz!
Necdet
Altınay 20012024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder