28 Şubat 2024 Çarşamba

Özgürlük Hakkınızdır,

 

Özgürlük Hakkınızdır,

            Hakikati idrak etmesi amacıyla yaratılıp donatılan insan, buluğ çağına geldikten sonra kendini bilmek için olgunlaşmayı seçip seçmemesi konusunda serbest bırakılmıştır.  Bireysel, kendine özgü, yetki ve yetenekleriyle, verilen akıl, fikir ve düşünme gücüyle ya nimetlerin peşinde koşup verilenleri alıp gidecek ya da geriye dönüp nimetleri vereni arayıp bulacaktır. Bireysel bencil fiil, sıfat ve vücudunu, Nefis, Kalp ve Ruhunun sonsuz rengiyle, kendi çapında kullanmayı seçerse, her alanda sınırlı kalacaktır. Nimet, yetki ve yeteneklerinin kaynağına yolculuk yapmayı seçerse, elindeki emanetleri teslim edecek, yerlerine Yaratıcının fiil, sıfat ve vücudu, kullanmasına izin verilecek ve özgürleşecektir. Bireysel düzeyde, kabzetme ve bastı, darlıkla azlığı ve bollukla bereketi, hak ettiği ölçüde verilir. Az ile yetinebilir, bedensel olan Mevt ile cismani hisler olan hayatı, hafızası olan Akılla yani Hakkın Kabzasıyla, elinden alınarak bolluk ve ferahlık da yaşayabilir.

 “Şuurunuzun, nasip ve kısmetinizin açılıp kapanması elinizdedir, düşüncelerinize ve yaptıklarınıza bağlıdır. Siz kendi sıfatlarınıza karşılık olarak Hakkın sıfatlarını indirebilirsiniz. Bireysel ve bencil sıfatlarınızdan vazgeçerseniz, Hakkın sıfatlarıyla sıfatlanırsınız. Hakkın sıfatlarının nüzulünü ve sizde zuhurunu talep edebilirsiniz. Elinizde mevcut olanlara kıskançlık edip etmemenize bağlıdır. Allah, kıskançlığınız kadar size darlık ve azlık, cömertliğiniz kadar misliyle size bolluk ve çokluk verir.” (2 Bakara, 245) “Cebrail, insan aklı ve fikri; Mikail, bitkilerin ruhu ve aklı; İsrafil, hayvanatın ruhu ve aklı; Azrail, insan ruhu ve aklıdır, vakti zamanı gelince, kabzederek, Allah’a teslim eder.” (2 Bakara, 87) “Ölüm Meleği, iyi ahlak sahibi, hayır ehli, Salih kişilerin ruhunu, halim, selim, mülayim görünerek, kabzeder ve buyurun cennete der. Kötü ahlak ve çirkin sıfatlı, şer ehli şakilerin ruhları, korkunç görünümlerle kabzedilip cehenneme gönderilir. Nefis perdelerinden kurtulup kalp makamına eren, fıtratının aslına dönüp nurlanan kalp sahiplerinin ruhları, kamu vicdanı da denen ölüm meleği tarafından ayrıca kabzedilir. Kalp makamından Şuhut mahalline yücelen ve Rableri ile kendi aralarında perde kalmayan tevhit ehli kişilerin ruhunu Allah kabzeder ve onları nefsine haşreder.” (3 Ali İmran, 97; 32 Secde,  11; 39 Zümer, 42; 19 Meryem, 85; 16 Nahl, 28) “Olgun bir insanın Kalbinin, Nefsine tam hâkim olması, nefsin Gazap ve Şehvet Kuvvetlerinin her çeşidinin tümüne dirayetle Hükmetmesi ve vücut Memleketini, birlik, dirlik ve beraberlik içinde iyi idare etmesi beklenir. Hükmedemez ve hâkim olamazsa, bu Kuvvetler, işbirliği ve eşgüdüm içinde, kalbi esir edip, kuvvetlerin her biri kendine özgü lezzetleri talep edip, bölünüp, birbirleriyle savaşarak, Kalbi kabzetmeye kadar götürebilir.” (6 Enam, 65) “Kulların istidatlarına muttali olan Allah, kullarından dilediğine rızkı çoğaltır ve genişletir ve dilediğine, kabzedip, darlık verir ve noksan eyler.” (13 Rad, 26) “İzafi vücut ile gölgenin nasıl uzatıldığının farkında mısın?  Bil ki eşyanın mahiyeti, aslı, esası, özü ve ayan, apaçık, olanın hakikati yani ilmi, “Hakkın gölgesidir” ve “Mutlak vücudun” sıfatının âlemi oluşturmasının işaretidir. Görünen eşyanın hakikati olan ilim, Hakkın gölgesidir. Eşya, Mutlak vücudun sıfatlanmış halidir. Vücudun hakikatinin sabit bulunduğu yer Ümmül Kitaptır, Levhi Mahfuzdur, Gaip, adem, Yokluk Alemidir, Hakkın Hazinesidir. Gölgenin uzatılması, ilim ile her şeyin zahir oluşudur.” (25 Furkan, 45)

“Gölge uzatılarak, Hakkın kendisi, yoklukta gizlenmekten izafi vücut fezasında bariz olmuş, görünmüştür. Hariçte zahir olan vücuttan ibaret olan nur ismi ile eşyanın ve görünen mevcutların, ezeldeki ilmin halinin izhar edilmesidir, açığa çıkarılmasıdır. Mevcutlar nur ile hariçte zahir olur görünür.  Mevcudat, ezeldeki ilmin izhar edilmiş halidir. Yokluk, adem, vücut hazinesidir, sırf yokluk değildir. Hakkın ilim ve gaip hazinesinde olmayan bir şey asla zahir olamaz, vücudu mümkün olamaz. Her şey, icat ve ıslah,  gaip âleminde sabit olan şeyi izhar ve ifadan ibarettir. «îcâd ile idam, yok etmek»,  ancak gaipte sabit olan şey'i izhar ve ifadan ibarettir, başka bir şey değildir. Sonra ‘akıl güneşini’ ‘Vücut gölgesi’ne delil kıldık. Akıl delili, ‘Gölgenin Hakikati’nin, ilminin, ‘Gölgenin Vücudu’nun gayri, başkası, olduğuna şahitlik eder. ‘Akıl güneşi’ delalet etmezse; ‘gölgenin vücudu’  ile  ‘hakikati’, ilmi, arasında ayrılık olamaz, bu durumda Vücut, mevcut olur. Hâlbuki hiç bir ‘şey’ kendiliğinden mevcut olamaz. Zira zıllin,  ‘gölgenin vücudu’ olmasa ‘şey’ olamazdı. Kısaca, gölgenin vücudundan gayri bir şey mevcut olamaz. Zira gölgenin vücudu olmasa şey olamazdı. Binaenaleyh zillin, gölgenin, ilmin, vücuttan gayri bir şey olduğuna ancak akıl delalet eder. Sonra zilli ifna etmekle,  kolayca bir kabzetmek ile o zilli biz kabzederiz.  Zira mevcudattan her anda fâni olan her bir ‘şey’in fena bulması geçmişine, oluşumuna, kıyasla daha kolaydır. Her kabzedilen şey de zaten az sonra başka bir mazharda zahir olacaktır. Kabzetmenin, ifnanın, görüneni ıslah etmek değil, belki o şey’in suretini ve hakikatini,  ezelden ebede hıfz edici hafızası olan akıldan ibaret «Hakk’ın kabzasında» öyle intişardan, yanmak, ışımak, parlamaktan, men etmektir. Zahir de, batın da O'dur. O her şey’i bilicidir.” (25 Furkan, 45, 46) “Marifetinin hakkı ile Allah'ı arif olmadılar. Allah'ı nefislerinde tasvir, takdir ve her nasıl tasavvur ederlerse, o tasavvur ettikleri şey, kendileri gibi mahlûktur. Hâlbuki Arz, Hükümdarlığının kahredici kudretinin kabzasında ve tasarrufundadır. Gökler de O'nun kudretinde ve kahrındadır, dilediği gibi tasarruf eyler ve onlarla dilediğini işler. Tevhitte fena ve kıyameti Kübra gününde şahidin Şuhut’undan gökleri dürüp ifna, yok, eder. ‘Tevhit Şuhut’unda, görüşünde, eşyanın tümü fanidir. Her tasarruf, fiil, Hakkın kudretiyledir, her sıfat Hakk’ın sıfatıdır. (39 Zümer, 67) “Mevti tabii beden ile olur ve hayat, cismani hislerle yaşanır.  Başka mevt ve hayat yoktur.” (45 Casiye, 24)

Maddenin tümü, bilimsel olarak da izafidir, gözlemciye göredir, her anı değişkendir; hakikati, ilmi, değişmez ama şekli her an değişim içindedir. Tabii Mevt bedensel, hayat ise cismani hislerdir. Hakkın Kabzası olan hıfzedici, hatırlayıcı akıl, mevcudu bir şekilde tutar, eşya fani olup fena bulursa, oluşumuna kıyasla kolayca akılda bireysel haliyle intişarı, ışıması, yanması, men edilip yeni, Hakkın fiili, sıfatı ve vücudu, haliyle tutulur o kadar. 

Umarım biz de hıfzedici aklımızda Hakkın Hakikatinin yanmasını idrak edebiliriz!

Necdet Altınay 02032024

14 Şubat 2024 Çarşamba

Allah, Yaşayandır!

 

Allah, Yaşayandır!

İnsanlar, ezelde, daha saf ve temizdi belki de. Kalplerden tozu toprağı, kiri, pası, silmek, temizlemek bugünkü kadar zor değildi. Gittikçe nefsanî lezzet ve zevklerin çoğaldığı gözlenebilir. Emme basma tulumba misalinde; su, önceleri yüzeyde olabilir, tulumbaya bugünkü kadar su doldurmak gerekmeyebilir. Evvelde, düşünüldüğünde, her şeyin ardındaki ilim kolayca görülebilir, idrak edilebilirdi. İnsanların içi dışına aksedebilir, yansıyabilirdi. Bugünlerde, ‘şey’lerin ardındaki ilmi açığa çıkarmak için, daha derin düşünmek, tefekkür etmek gerekli olabilir. Kendini huzurda, huzur içinde ve huzurlu hissedenler, içindekileri dışına çıkarmakta zorlanmaz. İçindeki güzel düşünceler, akseder, nakşolur, nakış olur, açığa çıkar, sanat olur. Kalpteki sevgi çevreye yansır. İçtekinin dışa yansıması, aksetmesi, sanat ve mimarlık olurdu. İlk insanların, Doğada, korktukları için Tanrı fikrine sığınmalarını düşünmek tarihi yanılgı olabilir. Tanrı, yansımış kulu olmuştur. Tanrı kulunu sevdiği, bildiği ve gördüğü için kul da Tanrıyı sever, bilir ve görür. Bu da gerçek bir yansımadır. Halk, aynen Haktır, batını Hak, zahiri Halktır; Hak, Halk olarak görünür!

“Vücutta evvelde, ahirde, zahirde, batında, Allah’tan başka mabut, ibadet edilen, yoktur. Ondan başka her neye ibadet olunsa ibadet, başkasına vaki olmaz. Bilinsin bilinmesin hep O'na ibadet edilir. Çünkü O'ndan başka mabut ve mevcut yoktur. Her mevcut olan O’nun aynadaki aksidir, aksetmesi, yansımasıdır. Allah, hay yani diridir, var olandır, diri olandır, canlı olandır, yaşayandır. Hayatı, zatının aynı ve her hay, diri olan şey ancak O’nun hayatıyla hay olur, diriliğiyle diri olur, canıyla canlanır. Allah, nefsiyle kaim olan, duran, kayyumdur, hakemdir. Ve her kaim olan şey, onunla kaimdir, kendi adına O’nun yerine geçer. Allah'ın kıyamı olmasa bir şey vücutta kaim olmaz; hayatta kalamaz, ayakta duramaz, kimse kimsenin yerine geçemez.” (2 Bakara, 255) Allah, kulunu sevmeden, Kul, Allah’ı sevemez! Kul, Allah’ı sevmedikçe, Allah kulunu sevmez! Ya kulum, seni zikrettiğim gibi sen de beni zikret! Önce, ezelde, Allah kulunu sevmiş de yaratmıştır ki kul Allah’ı sever! Allah, yokluk aynasına bakmış da Vücudu, mevcudat olarak görünmüştür! Görünen, Görenin Görüntüsüdür! Allah’ım ne büyüksün, Ben diye de görünürsün!

“Kitabı indiren Allah, sıfatlarının tümünün, nefsinde uygulanıp gerçekleştirilmesi nedeniyle, nefsine mutmain, tatmin, olarak şükretti. Şükrettiği nefsi, Abd-i Hu, kulu, olarak, Muhammet’e tahsis etti. Yani, İlahi olgunluk, Celali ve Cemali sıfatların tümünü, Muhammet’in zatı, vücudu, üzerinde izhar etti, zahir kıldı, gerçekleştirdi, ortaya çıkardı, yaşattı. Bu zahir ediş, Muhammet’i, Mutlak kemali, olgunluğu, olgunluğun istidadını bilfiil Muhammet üzerinde uygulamak demektir. Kuran’ın MUHAMMET’E inzali: hakikatin ve vahdetin tümünün, gizli hazinesinden, insan nesli üzerine ibrazı, aktarımıdır. Kitapla cem'in ibda'ı, yaradılışı ve hakikatin ibrazı, nüzul ve ûruç, iniş ve yücelme, itibariyle bir yansımadır. «İnzal» hakikatte: Allah’ın, «Nebi’sine hamt etmesidir.» Zira «ğaybul-ğaybte»  gizlenmiş olan manası, MUHAMMED’İN kalbine inzal olunmadıkça, inmedikçe, «MUHAMMED’İN ALLAH’A HAK hamdiyle hamt etmesi» mümkün olmazdı.” (18 Kehf, 1)

“Hak Teâlâ, «O, abd-i kâmilini, olgun kulunu» Muvahhit, tevhit eden mümin ve Hak’ta fâni olmaları için «Kayyum» yani emrettiği gibi istikamet sahibi kıldı. Yani, MUHAMMED’İN, tüm insanların bazılarını kahrı ile korkutup kötülükten alıkoyarak, bazılarını lütuf ile müjdeleyerek, gazap ve şehvet sıfatlarının, şecaat ve iffete dönüşmesi için «Allah» «MUHAMMED’İ Kayyum kıldı».” (18 Kehf, 2) “Müminlerin tümü, hay ve kayyum olan Zat’a teslim oldular. Hepsi Hay ve Kayyum’un kudret ve kahrına tabidir ve mülkünün esaretindedir. Ne kendi nefsiyle ve ne de gayri bir şeyle hayat bulur, ne de kaim olur. Hayat ve kıyamı, ancak Onunladır. İstidadını körelten ve fıtratının sefasını sürmeyerek «nefsine zulüm» edenin yüzü kararır ve karalığı sebebiyle «nuru kabul etmek imkânı» ortadan kalkan kimse, muhakkak Hakk’ın nurunun rahmetinden ve şefaat edicilerin şefaatinden mahrum kalmıştır. Temizlik ve arınma ile güzel ameller işleyen kimse, hakiki imanının kalıcı olması halinde, kendisinde hâsıl olan kemalin noksan olmasından korkmaz.” (20 Taha, 111, 112) Fıtratın sefası sürülmelidir.

Bir süre nefis orucu tutanda, Gazap ve Şehvet kuvvetleri şiddetlenir. Şeb-i Aruz, Gerdek Gecesini ve Hz. İbrahim’in ‘Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini göster’ nidasını hatırlatır. Kendi âleminde, kibir Kartalı, hırs Kargası, gösteriş Tavusu ve obur Kazın sıfatlarını yaşayarak çevresinde dolaşır. Halden hale geçip, her anda bir şende olarak, sevmek istediğinde sevilmek isteyen bir eşi, tüm canlılar arasında, arar. Nutuk yeteneğiyle aradığı nitelikte birini bulur. İşbirliği içindeki Gazap ve Şehvet kuvvetlerinin, Nutuk kuvvetine yardım ettiğinin farkındadır. Aramada baş döner, canavar nefis azar, beşer akıl şaşar, gönlü akar, bendini aşar, göz güzel çirkin görmez, kulak doğru yanlış dinlemez. Arayan sonunda bulur, çünkü ondan sonra aramaz. Çok sev ki seni sevsin, hem sevilmek istesin. Sevilmek isteyeni sevmek aşka gider. Artı ve Eksi yüklü elektrik ile Güney ve Kuzey kutuplu manyetik kuvvetlerin buluşup kavuşması misali, öyle bir süre geçer ki zıt kutuplar kaybolur, Birlikte Benlik kalmaz, gerdekte kendinden geçer. Halden hale geçişler son bulur, aşırılık gider, kişilik biter. Sevgi, aşk ısıtıp yakmış, akıl yitmiş, kalp atışı, kan akışı hızlanmış, Nefis, tatmin, mutmain olmuş. Maddeden soyunup, arınır, fani olup fena bulur, kalbe, ruhun nuru, ilmin idraki yansır, halin hoşluğu tüm varlığı kaplar. Vahşi kuşlar ölür, küllerinden yeniden doğuşta, onların yerini; kibirsiz, hırssız, alçak gönüllü, kanaatkâr, kalbe ruhtan haber veren güvercin ve muhabbet kuşları alır. İnsanı esir eden kuşlar gitmiş, hizmet edenler gelmiştir. Gazap ve Şehvet, yırtıcı kuvvetler ölür, Şecaat ve İffete dönüşür. İstidat gerçekleşir, fıtrat sefası ‘Benliksiz’ sürülür. İnsan, yansıma sonunda, şükür ve zikir ile olgunlaşabilir!

Umarım, biz de küllerimizden yeniden doğup, Hakka, idrakle, vasıl olabiliriz!

Necdet Altınay 17022024