29 Aralık 2017 Cuma

Kalp ve Gönül


            Kalp ve Gönül

            İnsan hayatı incelemeye değer. Ceninde ilk hareket eden ve işlevini yürütmeye başlayan organ kalptir. Bebeğin diğer organlarının tümünü oluşturan güç ve kuvvet kalpten geçer. Yetişkin sağlıklı bir insanın tüm bedeni ve her hücresini kalp besler ve korur. Kalbi daha iyi anlayabilmek için insanın beden, nefis ve ruhunu anlamak gerekir.

            İnsan bedeni, maddeye hükmeden DNA, içgüdü ve fıtratına uygun bir şekilde oluşur. Beden, önce verilenlerle yetinir. Ana karnında protein eksikliğiyle veya dengeli beslenmeyle gelişir. Doğumdan itibaren ise nefis rol oynar. Nefis sayesinde açlığını tokluğunu bilir. Her türlü ihtiyaç nefsin emriyle giderilir. Emreden nefis emmaredir, her istediğinin olmasını, her ihtiyacının giderilmesini ister. Bu Firavun Nefsin terbiye edici ilimle, ruhla, ilk karşılaşması Hz. İbrahim’in karısı Sara’ya el uzatmasıyla başlar. Uzanan el katılaşır, taş kesilir ve Firavun “Senin Rabbin kim, ona ben de inandım, elimi düzeltirsen sana cariye ve hediyeler veririm” der. Böylece nefis artık ‘levvamedir’, kendisinin o kadar da her şeye hâkim olamayacağını, bedenin aslının ilim, hâkiminin ruh olduğunu anlar.

            Bilimsel bulgular da benzerdir. Bedenin atomlarına inmek çok kolaydır. En basit atom bir adet proton, bir nötron ve bir adet elektron içeren, hidrojen atomudur. Elektron eksi elektrik yüklü belirli bir miktar enerjidir. Bu enerji miktarı kritiktir, biraz az da olsa biraz çok da olsa madde veya atom oluşamaz. Elektron mikroskobuyla içinde görülecek bir şey yoktur. Proton ise hızlandırıcılarda çarpıştırılarak quarklarına, zerrelerine ayrılabilir. Zerrelerin her biri birer çekim gücüdür. Zerreler, belirli bozonların içinde birikip, toplaşıp, gölgeleşip, katılaşıp nasıl olduğu bilinmiyor ama maddeleşiyor, cisimleşiyor, cesetleşiyor, kütle kazanıyor. Artı elektrik yüklü zerrelerin maddeleşmesi, içlerinde bir bilgi, info, bilimsel bir özellikten başka bir şey olmaması, bedenin aslının ilim olduğunu kanıtlar. Bu gerçeği levvame nefis anlar, “Ben neyim ki” deyip kendini levm eder, yerer, kendini bilmeye gider.

            Âlemde ilk inşa edilen ev Kâbe’dir. Bedende de ilk inşa edilen organ kalptir. Hakkın arşı suyun, ilmin üstündedir. İlim henüz maddeyi oluşturmadan önce kalbe Kur’an olarak inmiştir. Bir hadis der ki “Allah ilk önce bir cevher yarattı, cevhere celaliyle nazar etti, cevher hayâsından yarı ateş yarı suya dönüştü.” Her ne oluştu, oluşuyor ve oluşacaksa bu cevherden, plazmadan ve kendine özgü nazarla oluşmaktadır. Mümin kulun kalbi Hakkın arşıdır, çünkü bu gönlün içinde başkası, gayrisi yoktur. Maddesi, manası, bedeni ve ruhuyla, ilmin maddeleşmiş, kütle kazanmış haliyle insan küçük âlemdir. Âdem ile âlem ikizdir, hangisini okursanız okuyun okunan Kur’andır. Gönül Hakkın arşı olan kalptir, içine Allah sığar.

            Her düşüncenin bir zıttı vardır, her olumlu bakışın bir olumsuzu, elektrik yüklerinin eksi ve artısı, manyetik güçlerin kutupları vardır. Pusula hep kuzeyi gösterir ama insan tüm yönleri ve kendi yönünü pusulaya bakarak bulabilir. Şeytan kelimesinin kökeni şutun, uzak, zıt köşe anlamındadır. Şeytan daima Hakkın zıddını gösterir, gerçek şeytan ile hakka ulaşmak kolaydır. İnsanın yarı cahili şeytandan da beterdir, ne zaman doğru ne zaman yanlışı gösterdiğini kendisi de bilemez. Şeytanlık yapan insan her zaman şeytanlık yapmalıdır.

            Günümüzde bile medeniyetten uzakta kalan yeni kabileler bulunmaktadır. Deneme amacıyla bir bebeği veya en akıllı bir kişiyi bile ormanda terk etmenin sonucu bilinir. İnsan insanlıktan çıkar, hayvanî değerler kazanır. Bu durumun tek sonucu vardır o da insan doğal olarak, doğada yetişmez. Ayetin dediği gibi insan inşa edilir. “Ben diğer canlılardan farklıyım, ben insanım” diyebilen ilk kişi Âdemdir. “Ben doğal evrimsel sürecin doğal bir sonucuyum” diyen kişi kendisine verilen beşerî ve insanî değerleri, fıtratına kazınan, konuşma gibi yetenekleri inkâr ediyor olabilir.

            Nefis firavun iken levvame olduğunda kendisine “Bu aşamadan sonra doğacak erkek çocuk firavunluğu ortadan kaldıracak” deniyor. Ortaya, sudan yani ilimden gelen çocuk anlamı olan, Hz. Musa hikâyesi çıkıyor. Her insanın gelişme, yükselme ve yücelme hikâyesi de budur. Herkesin içinde kendi Musa’sı vardır, görmek ister.  Hz. İbrahim’in tevhit babalığından ve İslam dininden halkı “Zahirde, dışarıda, görünen elle tutulan, maddi âlemden başkası yalan” diye anlayabildi. Musa annesini levm etme aşamasından mutmain, tatmin olmuş, aşamasına çıkarabildi. Nefsin bu aşamadan sonraki veled-i kalbi ise Hz. İsa’dır. Halkına “Bu maddi âlemde değil gerçek krallık Bâtıni âlemdedir” diyebildi. Bu nedenle madde âleminin gazap ve şehvet kuvvetlerinden birini atana, diğer yanağını da uzatarak, ötekinden de vazgeç dedi. Bâtıni âleme gitti gelemedi ama annesi nefsini mülhime, ilham alan, aşamasına çıkarabildi. Her inşa edilen, çıraklıktan üstatlığa yücelen, insan VİTRİOL’ün hakikatine erebilir. Kalbinin en ücra köşesindeki siyah noktaya ulaşıp, kalp Kâbe’sindeki siyah taş misali, hakikate erebilir.

            Din, insanın içindeki hakikate götüren yoldur, bu yola din denir, bir tanedir, senden sanadır, başka yol da yoktur. Kalbini Kâbe, Kâbe’sini arş yapabilirse ve arşın Hakka ait olduğunu idrak edebilirse insan inşa edilmiş ve gönül sahibi olabilir. Bu yolda şeytan da şeytanlık da araçtır. Gönül o kadar büyüktür ki içini sadece Allah doldurabilir, Allah o kadar büyüktür ki onun olduğu yerde zerre gayriye yer yoktur. İlham alan nefsin kalp çocuğu önce kul sonra resuldür, elçisidir. Miraca çıkmış dönmüş, belki de ‘inmemiş ki çıksın’. Ûruc edercesine oruç tutan, kıyameti koparcasına kıyama durup namaz kılan, her turunda bir üst mertebeye çıkarcasına tavaf için hacca giden, ‘benliğini’ kurban edip zekât veren, şahit olur, kaybolan kelimeyi bulur, okunamayan kelimeyi okur. Namaz bu müminin miracıdır.

            “Resul’ün fu’adı, kalbinin ruha açılan kapısı, şuhutta, şahit oluşta, ruh makamına terakki etmiş, cemi sıfatıyla zatı müşahede edici, Hakk’anî vücut ile mevcut olan kalptir. Resul’ün fu’adı, gönlü, cem makamında görmüştür. Fu’adda abid de yoktur. Cem'i vücuda vech-i baki tesmiye olunur ki cem'i sıfat ile mevcut zat demektir.” (53.11)

            Allah, içinde âşık ile maşuk olan, aşktır, içinde aşk olan gönüldür. İlim mürşidine mürit olanın gideceği yol bir tanedir, menzili de bellidir. Âli kapısından Hz. Muhammet şehrine girilir, şehirde aşk yaşanır.

            Umarım, biz de kalbimizi temizleyebilir, gönlümüzü sahibine açabiliriz.

           

27 Aralık 2017 Çarşamba

Yâkîn Olma


            Yâkîn Olma

            Hayvanî ruh seması, insanî ruh semasından ayrılırsa tükenip yarılır, biter, gider, hevesler de kalmaz dağılır, saçılır. Cisimleşen unsurların ve cesedi oluşturan parçaların her birinin, bedenin harap olmasıyla, aslına dönmesini önleyen berzah âlemi, hayvanî ruhun zevaliyle, akar ve bu nedenle de her şey aslına döner. Beden kabirleri karıştırılınca içinde bulunan bilgi, ilim ve cisimleşen, cesetleşen kuvvetler açığa çıkar. Belirli bir ölçümle ve ölçü içinde, birleştirilip bir araya getirilen parçalardan oluşturulup yaratılan insan, nesiyle gurur duyup, nasıl mağrur olup, neyi inkâr edebilir.” (82.1-6)

            “İnsanın bu isyanı, cezaya inanmayıp yalanlamasından gelebilir. Bunlar ise gururdan daha büyük kabahattir. İnsanın, beyninin, sağ ve solunda, akıl ve duygu, ilim ve sanat açılarından farklı, iki melek, yetenek vardır. Bunlar insanın tüm efalini, iş ve işlemlerini, düşünce ve fiillerini hıfz eyler, kaydeder, yazarlar. Bu şerefli, ikramı bol, cömert kâtipler işlerin nakışlandığı dünya ve sema âlemleridir. Bilgi kaybolmaz, mevcut oluş aslına, ilmine dönüşünce bilgi drape şeklinde çevresinde kalır. Kısaca günahlarınızın, yerde ve gökte, aleyhinize yazıldığını bilerek nasıl isyan etmeye cesaret ediyorsunuz?” (82.9,10)

            “Siz O’na ve elçisine itaat edin. Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir. Sadıksanız azim gösterin. Hayvandan da beter, duymadıkları hâlde dava edenlerden, sağır ve dilsizlerden olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup, anlama, basar ve uygulama yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle, çabuk yüz çevirenlerde, anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde debelenir, tereddüt eder. Kalpleri, hakikati, huzur ve sükûn içinde karşılayamaz; hakikati işitip, anlayıp, kabul edip, basiretle görüp uygulayamazlar. Henüz görmeden, gayba iman edenler, Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna inananlar, O’na ve elçisine uyunuz, duyduklarınızı uygulayınız.” (8.20)

            Ey görmeden iman edenler, kalbinizi ihya eden, dirilten, hakiki ilme, davet edildiğiniz zaman, arınarak ve teslim olarak, O’na ve elçisine, doğru yola girerek, daveti kabul edip, uyunuz. Davet edildiğiniz vakit, beka billâh ile ihya etmek, diriltmek için sizi istikamete davet eylediği vakit, cemi’de, tümde fani, yok olmakla; istidadın, fıtratın zevalinden, yok oluşundan, evvel, yaradılışınızı köreltmeden, kaybetmeden önce, icabet ediniz. Fıtratınız körelir, kaybolursa, hüzün oluşur, kalp ile kişilik arasında perde oluşur. Davete icabeti tehir etmeyin, ertelemeyin. O’na haşr olunursunuz, size sıfat ve zatıyla karşılık verir.” (8.22-24)

            İnsanın fıtratına işitme, anlama, idrak etme ve davete icabet etme kazınmıştır. Kalpte perde oluşu ve bencillik yapması fıtratı gereğidir. Bu durumda muhatap alınır ve doğru yola davet edilir. Kesretin vahdet olduğunu anlayarak, bütün içinde, tümde fani olarak, fıtratın gereğince yola girin. Fıtratı yok saymak doğru değildir. Yaradılışınız gereğince davete uyun, sülûkta ilerleyin, var olan davet edilir, davet edilen yokluk iddia etmez, varlık ile kabul edin ve tehir etmeyin, karşılığınızı alırsınız. Tümde fani olmak, yokluğun idraki değildir. Müşahede ederek, fiillerin kaynağının, sahip olunmayan güçlü kuvvetler olduğunu idrak ederseniz, karşılığını önce efal cenneti olarak alırsınız. Hâlden hâle geçiş yeteneğinizle yücelirsiniz. Kalbin ihya edilişiyle fiiller sıfat kazanır, insan bu hâllerle sıfatlanır ve sıfatlarına sadık kalır.

            “Kalbin ikbali zamanında, hâliyle mevsuf olan kimse sadıktır. ‘Fail Haktır’ deyip hakkı fail gören, her fiilin failinin hak olduğunu gören sadıktır. Düşündüğü hâl ile sıfatlanan kimse, kendisine yararlı fiiller karşısında sıfatlanıp sadık olur da kendisine zarar veren fiiller karşısında dayanamaz ve sıfatında sadık olamazsa sadakati tam olamaz. Kısaca hiçbir hâle iltifat olunmaz ancak makam olduğu zaman iltifat olunur. Makama da itibar olunmaz, ancak mevatında imtihan olunduğu zaman, üstlenilmeyip imtihan geçildiğinde, iltifat olunur, imtihanda hâlâs bulursa, kurtulur, selamete ererse o vakit sahih olur.” (3.143)

            “Kullar, ken­di hâllerinin, kendileri üzere, Hakk’ın evsafını celp edici olduğunu bilmelidir. Bu nedenle, nefislerini neye hazırlarlarsa Allah'ın kendilerine onu bağışlayacağını, nitekim «Ben, bana itaat edene itaat ediciyim» buyurduğu, kullar Allah'la olurlarsa, Allah'ın da onlarla olacağını bildirir.” (3.152) “Güneş ışığını gören güneşi görür, Allah’ın nuru görünüyorsa görünen Allah’tır” (39.22).

            İşitmek ve görmek gibi, verilen beş duyu, insan için özel yeteneklerle donatılmıştır. Akıl, fikir, hikmet, sezgi, basiret ve ilham ile desteklenen bu özel duyu melekeleri, insanı, yaratılan diğer canlılardan farklı kılar. İnsan önce bilmez ve görmez. Özel duyu melekeleri insanın, inanarak gireceği seyri sülûk süreci içinde, inşa edilmesini sağlar. Bu süreç içinde, görmeden inandıkları algıların kanıtlandığını basiretiyle görür. Elçisiyle gönderilen mesajların delillerle desteklendiğini anlar ve anladığını uygular. Duyumlar böylece anlayış ve uygulamaya dönüşür. Kalp, kanıtlanan hakiki ilim ile ihya edilmiş, diriltilmiş olur. Anlayış ve uygulama, fıtratın zevalinden evvel, ilmin davetinin kabul edilip uyulduğunu gösterir. Kalp ile kişilik arasında perde oluşmazsa, sıfatları ve zatıyla karşılığınızı almış olursunuz.

            Hâli ile sıfatlanan kimse sıfatına sadık ise kendince kurtuluşa erer. Kulun kendi hâli hakkın sıfatını celp eder, çeker, nefsi ne isterse onu verir. Arayan aradığına kavuşur. İnkâr edenin inkârını güçlendirir. Her ne seviyorsa sevdiğine kavuşur, su testisi suyolunda kırılır. “Bana itaat edene itaat ediciyim” deyişine göre de kavuşmak isteyen Allah’ına kavuşur. Allah muhabbeti yapanların da yanlarında, yakınlarında ve yâkîn olduğu aşikârdır. Duman görüldüğünde ateşi ilm-el yâkîn, ateşe yaklaşılıp görülürse ayn-el yâkîn, ateş tüm duyularla algılanıp ısı ve sıcaklığı deneyimleşirse bilmenin derecesi hakk-al yâkîn olur.

            “Görmeden inanma” kavramında görme, göz ile olan zahiri görüş değil, basiretli görüş olabilir. Bu açıdan, görüp de inanan olamaz, inanmadan da kanıtlanamaz. “İnanma” hitabı da akla olduğu için yüce Kitapta, ayetlerle, apaçık deliller ortaya konur. Tefekkür edip ibret alınması da tavsiye edilir. Böylece beş duyu ile algılananın, aslı anlaşılıp, özün ne olduğunun idrakiyle, uygulanmakta olanın ilim ve kutsal bir fikir olduğu açıkça görülür. Görmeden inanmanın mükâfatı, inanılanın görünmesidir. Görünen, görenin görüntüsüdür. Beşer, beş duyusuyla göremez, ‘ölmeden önce ölünüz müjdesiyle’, hâllerin sıfatlarını zevk edebilir.

            Umarım, bizim de amaçladığımız bilmenin derecesi yâkîn olabilir.

15 Aralık 2017 Cuma

İnsan, Bir 'Kutsal Fikir'dir

Sevgili okuyucu kardeşim kitabı okumak veya indirmek istersen lütfen tıkla.
            İnsan, Bir ‘Kutsal Fikir’dir

            İnsan, bedeni ve ruhu ile çok yönlü bir âlemdir. Beden Medine’si, şehri, ilminin cisimleşmesiyle, çok karmaşık ilişkiler içinde olan, çok sayıda alt sistemlerden, parçalardan oluşur. Cansız maddeden canlı organizmalara geçiş kadar karmaşık olan diğer bir geçiş de hayvanlar âleminden insana geçiştir. İnsanın, beşerî nefis veya hayvanî ruh denilen, canlılığı, bitki ve hayvanlardan farklıdır, insanı doğurmaya yatkındır. Bitki ve hayvanların analizinden elde edilen bulguları sentez ederek bir sonuca varmak yanıltmayabilir. İnsanı analiz ederek veya davranışlarını inceleyerek, olgun insan kavramına doğallıkla ulaşmak yanıltıcı olabilir.

            “Düşünme, düşünerek fikir üretme gücü ve kuvvetini, kutsallığı nedeniyle, terbiye etmeye gerek duyulmaz, cisim ve cesetten arınmış olmak lığı nedeniyle de fena etmeye, fani olmasına gerek yoktur. Düşünebilme, fikir üretme yetisi kısa zaman içinde, bir anda, zahir olabilir ve bir anda bir fikir ortaya çıkabilir ve delillerle yön değiştirerek tüm kıyaslamaları birleştirip senteze ulaşabilir. Kalp, vücudun birliği ve bütünselliğini idrak eder ama kıyas yolu ile cüzî, kısmî, parçalara ait bilgilerden sistemin bütününe fikirsiz geçilemez. İnsan, beden şehrindeki her ayrıntıyı tam olarak idrak edemez. Bilinen ayrıntılar, bütünü oluşturacak şekilde birleştirilemez. İlim ve cisim âlemleri ayrı iki âlemdir. Ayrıntılı incelemelerle bilinmeye çalışılan kısmî parçalardan, bütüne ve onu oluşturan fikrin kendisine ulaşmak mümkün değildir. Fikir sayesinde iki âlem idrak edilebilir.” (27.22) Kuş gibi uçak bile kuş değildir.

            İnsan, bir üst sistem ise organların her biri bir alt sistemdir. Alt sistemlerin, göz ve kulak gibi, işlevleri, nasıl çalıştıkları, incelenirse, anlaşılabilir ancak üst sistemden alt sisteme nasıl geçildiği, kıyas yapılarak, kıyas yöntemiyle anlaşılamaz. Kök hücreden organlara geçişin nasıl olduğunu anlamak zor olabilir. “Nasıl oluyor bilinmez ama böyle oluyor” deyimi, kütle veya madde oluşumunda denildiği gibi, iyi bilinen ‘bilimsel’ bir gerçektir. Bir otomobil üretiminde binlerce parça farklı yerlerde üretilip bir yerde birleştirilir. Birbirine kıyasla imal edilen parçalar bütüne ilişkin fikir vermez. Bir parçadan arabanın modelini çıkarmak veya model değiştirmek zor olabilir. Günlük olay ve eylemlerden toplumun nereye gittiğini anlamak zordur. Her yapılan veya düşünülenden karakter analizi yapılamaz.

            Bir ayette, ‘İlim, Hakk’ın gölgesidir’ deyimi geçer. (25.45) Gölge, akıl için bir ‘şey’ belirtisidir. Gölge, gölgesi düşen bir cisim ve gölgeyi belirli bir şekil ve açıyla düşüren ışık kaynağını düşündürür. Karanlık olan gölgenin kendisine değil, cisim ve ışığa ilgi duyulur. İlmin gölge oluşu, karanlığının aydınlanması, bilinmezliğinin bilinmesi, anlaşılamayanın anlaşılması gerektiğini gösterebilir. Hakkın anlayış ve idrakine ‘Hakikat Güneşi’ denebilir. İlim fikirlerle uygulanabilir ve anlaşılabilir. Bu nedenle doğrudan Hakk’ın bir parçası olan ve henüz cisimleşmemiş olan ilim ve fikir kutsaldır. Düşünme ve fikir üretme yeteneğini, kutsallık nedeniyle, terbiye etmeye gerek yoktur. Henüz cisimleşmediği için fani de değil, fena bulması da gerekli değildir. Temel fikirler, ana fikirler bir anda zahir olup ortaya çıkar, şimşek gibi çakabilir. Delilleriyle geri dönüşü kolaylaştırır, temel fikirlerin doğruluğu, diğer mevcut bilgilerle kıyas edilerek, kanıtlanır. İnsan, olgun, kâmil insan nihai ve kutsal bir fikirdir. ‘Bizim gibi yiyen içen biri işte’ gibi tanımlamalarla, bilgi veya bulgularla bilinemez. Beden Medine’sinde, birbirleriyle uyumlu alt sistemler ortamında, ayrıntıların tümü bilinemez, ancak sistemin bütünlüğü anlaşılabilir. Kalp, zâtı ile ancak külliyatı idrak eder. Bir araba gören, arabanın bütününü görür ve anlar, ayrıntılarına giremez ve göremez. Parçaların uyumu, üretim teknik ve teknolojisi bilinemez. İlmin tümünü bilmek Hakkı bilmek olamaz.

            Canlıların hücre veya DNA’larını analiz ederek canlılık fikrinin bütünü anlaşılamaz. İnsan yaratma fikrine, insanların davranışlarını veya alt sistemlerini inceleyerek ulaşılamaz. Yapay zekâ çalışmalarını insan ile kıyaslamak uygun olmasa gerek. Yapay kalp, yapay mide gibi alt sistemlerin birleştirilmesi bir insan etmeyebilir. Yapay zekâ çalışmaları sonucunda insanı tanımayan, insana saygısız bir yapay zekâya ulaşmak, Yaradan’ı inkârı hatırlatabilir.

            “Hal lisanı ile tespih etmek, vasıflarınla sıfat tecellilerine hamt etmek ve olgun sıfatıyla hamt edici olabilmek için sıfatı, maddeleşme arızasından tecrit ederek, sıfatın cisimlenme öncesini idrak ederek, Rabbini tespih et. Zatında fena secdesiyle secde et. Sana hakkel yakin gelinceye kadar ibadet et. Sana hak yakın geldiğinde vücudun inkıza bulur, biter, abid ve mabut gayri olmaz, bir olur, Hu olur. Hakkel yakin geldiğinde, bu bilince erdiğinde, vücudun inkıza, biterek, tamam olup son, bularak, âbid ve mâbud, ibadet eden ve edilen, cemian, bir bütün olarak, gayri değil, Hû olmak suretiyle, böylece, senin ibadetin nihayet, son, bulsun.” (15.98,99) “İlim seferinde, korku ortamında, namazı kısaltmakta sakınca yoktur.” (4.101) Kur’an katıksız, Hakk’ın gayri batıl ile karışıklığı olmayan, Hakken yakındır, ayni cemden, vahdet makamından kaynaklanır, kalp makamından olsaydı ilmen, ruh makamından olsaydı aynen yakın olurdu. Zatın tevhidini ispatlamak için nebi ile önce ‘kul’, sonra ‘resul’, sonra da ‘Hak’ ilişkisi kuruldu. Kul-resul-hak bir oldu, tevhit edildi. İkilik ve benlik ile perdelenmemek için kendi zatın ile Allah’ı tenzih et ve ‘gayrı’ bir şeyin olmadığını kabul et. (69.51,52)

            “Günlük hayatta çevresinde muhteşemin ihtişamını görerek, kalp huzuru içinde oluşuyla ve huşu duymasıyla, namaz kılan kişi Hak ile meşgul olduğundan faydasız şeylerden kaçar, yüz çevirir ve benlik sıfatından vazgeçerek yani zekât vererek, huzur ve hazlarının fazlasından kaçınır. Lezzet, şehvet ve hazlarının hukukuna riayet ederek, azı karar çoğu zarar ilkesine uyarak, koruyan yakin sahibi müminler kurtuluşa götüren mevte ermişler, kapısına kadar gelmişlerdir. Hukukun dışına çıkanlar, fazlaya kaçanlar, nefsin peşine düşerek nefsin isteklerini yerine getirdiklerini düşünenler, nefislerine düşmanlık ederler.” (23.1-2)

            “Sonra kendisine ruhumuzun üflenmesi ve suretimizle tasviri sebebiyle insanı, yaradılıştan gelen “başka bir hale girme” haliyle halk edilmiş olarak inşa eyleriz. İnsanın yaradılışından, fıtratından gelen ahdi misaka uyma hali bir halden diğer hale geçiş yeteneği demektir. Bu yetenekle insan, evrimsel gelişim alanı olan doğadan kurtulma ve önce yükselerek sonra da yer çekiminden kurtulup yücelerek hal değişimiyle ‘inşa’ edilir. İnsan gerçekte böylece halk edilmeyen bir halktır. Yani halk edilen diğer tüm doğadan farklı olarak inşa edilerek yaratılan yaratıktır. Bundan sonra sizler tabiat açısından ölüsünüzdür. Doğaya bağlı ve bağımlı değilsinizdir. Kısaca, kurtuluşa götüren mevte ermişsinizidir. Benlik ve bencilliğinizden vazgeçme zekâtını vererek yeniden doğuşa adaysınızdır. Sonra siz kıyameti sugra gününde, ikinci defa meydana gelme gününde, hakikat ile diriltilirsiniz. Fena halinde ölü iseniz kıyameti Kübra gününde beka ile diriltilirsiniz.” (23.14-16)

            Umarım, biz de, kutsal olmayandan kutsallığa gidişte amacımıza ulaşabiliriz.

8 Aralık 2017 Cuma

Hakk’ın Hakikati


            Hakk’ın Hakikati,

            Geliş ve gidiş kavramları, önce bir hareket olduğunu, hareket eden bir şey olduğunu ve sonunda da ne yapıldığının bilindiğini gösterebilir. Söz konusu insan ise gidiş ve gelişin bir amacı olması da gerekir. Hatta geliş ve dönüş yollarının ayrı olması, yönlerinin ters olması beklenir. Günlük yaşamda farkında olunmayan çok şey vardır. İnsanın kendini bilmesi, doğayı, dünyayı ve evreni bilmesinden geçer. Farkındalık kavramı çok genel ve geniş kapsamlıdır. Var olanlar arasında, değişen ve değişime tabi olarak gelişen insanın, insan olması, doğal bir olay gibi görünür. Bunun böyle olmadığı, düşünülünce görülür. Ormanda kaybolan birisi çevresine uyum gösterirse yaşayabilir. İnsanın insanlıktan uzak bir doğal ortamda insan olarak kalabilmesi zordur. Küçük yaşta ormanda kaybolan birisinin insanlığa katkısı olamaz hatta insanlıktan çıktığı görülür. Kısaca, insanı, insan, yetiştirerek, inşa eder. Böylece, Âdemin yaratılış hikâyesi ve âdemoğlunun neslinin devamı daha iyi anlaşılabilir.

            Bilimsel ve dinsel düşünce nehirlerinin çıkış kaynağı aynı ilim pınarıdır. Düşünen insanlar akıllarını kullanmış, fikir üretmiş, konuşmuş, görüşmüş, akla uygun yollar bulmuştur. Üretilen fikirler hayal âleminden de kaynayabilir. Akıl için düşünmek ve derin düşüncelere dalmak doğaldır ama fikirlerin kaynağı ilham, sezgi ve akla uygun hayal de olabilir. Doğanın incelenmesi sonucunda, ardındaki ‘altın orana’ ulaşılmış ise, bu icat değil var olanın keşfidir. Fiziksel ve kimyasal yasaların veya genel anlamda ilmin kaynağının merak edilmesi de akılcıdır. Hayal âleminden çıkıp gelen bir fikir, ilham veya sezginin, doğal ortamda kullanılıp kazanç elde edilmesi varken, gelenin nerden geldiğinin merakı ertelenebilir.

            Dediklerinin doğruluğu ve akla uygunluğu tartışılmayan bilim insanlarına saygı duyulur. Bilim insanları fikir üretir, mimarlar tasarım yapar ve mühendisler uygulayıp ürün üretir. Cep telefonunu kullanan, ardındaki teknik ve teknolojiyi düşünmese de olur. Günlük yaşamda yararlanılan her türlü alet, edevat ve aracın ardında çok şey vardır ama çok kişi bunların ne olduğunu, ne bilir ne de bilebilir. Normal insanlar, ot verir süt alır gibi, maaş verir fikir alır, ücret ve fiyat ödeyip bir şeyler satın alır. Ekmeğin, ekip biçmekten geldiğini bilemeyebilir. Fikir üretenler, fikirlerden ürün üretenler, bu ürünleri kullananlar önlerindeki ve ellerindekiler ile çok meşgul olabilirler. Fikirlerinin ve ilhamlarının kaynağını merak etmeyen bilim insanlarının ve ürünlerin nasıl üretildiğini merak etmeyen kullanıcıların duyarsızlığı aynıdır.  Bilim insanlığı, doğayı geçip onun ardındaki ilimsel gerçeğe ulaşmalıdır.

            Eşya ve görünen vücutlar, ezeldeki ilimlerinin açığa çıkmış halidir. Eşyanın aslı ve esası, görünen maddenin hakikati, Hakk’ın yokluk aynasındaki görüntüsü, gölgesidir. İlmin görünür haline ‘gölgenin uzatılması’ denir. Vücudun, ilminden ayrı ve gayrı bir ismi, cismi ve resmi olamaz ama farklılığa yalnız akıl şahitlik eder.” (25.45)  “Sıfatının tecellisi, ortaya çıkışı için ‘nefhaat-i Rabbaniye rüzgârlarını’, ‘şişirici rüzgârları’ gönderir.” (25.48) Bir bardağın tasarım, üretim ve malzeme bilim ve teknolojisinden ayrı bir ismi, cismi ve resmi olamaz, akıl da buna şahittir. Ancak bir bardağın kendisi ile ilmi ayrı şeylerdir akıl buna da şahittir. Bardak ve ilmi birbirinden ayrılamayan farklı şeylerdir ama bardak da ilminden başka bir şey değildir, içinde ilimden başka bir şey yoktur. Küp şeker küpünden ayrılamaz. İnsan ruh ve maddedir.

            Bazı hallerde bilimin dışına çıkmak, ilme yücelmek, bilimden vazgeçmek değildir. Bilimin kaynağı ilimdir. Kaynağına inmek için altın yumurtlayan tavuğu kestiren merak da insana aittir. Nasıl çalıştığını merak eden çocuk oyuncağını bozabilir. Sezgilerine güvenen bilim insanları da aldıkları ilhamın kaynağını merak edip ilmi hayal edebilir. Evrende her zerre, birbirlerini algılar, iletişim ve etkileşim içinde, ilme dayalı, uyum içinde olduklarını bilim kanıtlar. Zamanın olmadığı, uzay zamanın birleşik bir alan olduğu da, akla rağmen, sezgiyle kanıtlanır. Akıl, bir gölge gördüğünde, gölgesi düşen bir madde ile ışığın varlığını ve yerlerini otomatik olarak düşünür. Evrenin aniden şişen bir zerreden oluştuğu da akıl için makul ve mantıklıdır. Ayet de zaten “Sıfatının tecellisi için  ‘şişirici rüzgârları’ gönderir” demektedir. Fikir ve söylemlerin aynı olmasına karşın kaynakları ayrı olarak düşünülür. Aynı olan iki fikir ve iki söylem ancak aynı kaynaktan çıkabilir, akıl buna şahit olabilir. Bilimsel ve dinsel fikirlerin kaynağı bir ve tektir Hak’tır. Açılım Hak’tandır, Hakk’ındır, Hak’tır, ilim Hakk’ın gölgesidir, fikirler ilham ile gelir, akılla geliştirilir. İlim ile uygulamalar arasında, ara yüz veya ara kesitte, gölgeleşme ve pıhtılaşmadan söz edilir. Âlim de arif de aynı kaynaktan beslenir.

            Haktan geliş ve hakka gidiş yolları birbirlerinden ayrı ve zıt yönde değildir. Aynı yoldan ve gelindiği yönde gidilir, ondan gelinir ve ona gidilir, tüm hareket de onundur, ondadır, onunladır. Onun istediği olur, olan da budur zaten. Hakikat, gerçeklik ‘sen nasıl istersen öyledir’ kavramı bilimsel olarak da kanıtlanır. (1,2) Gerçekliğin ölçüm yapmadan önce belirsiz olduğu, ölçüm yapıldaktan sonra belirli olduğu bilimsel deneylerle kanıtlanır. Foton ve elektron, ‘çift yarık’ deneylerinde, ölçüm kaydedildiği zaman parçacık olarak davranır, aksi halde dalga fonksiyonu gösterir. Dalga özelliği gösterdiğinde asla madde oluşamaz. Doğa vardır ve gerçektir ama insanın yetişmesinin ve inşa edilmesinin doğal olmaması gerçeği düşünüldüğünde, doğa yalnızca bir araçtır sanki. Doğa ve doğal gerçeklerin ‘insana göre’ olma niteliği vardır. İnsanın nazarı, diğer canlıların bakış ve görüşlerinden çok farklıdır ve doğada farklı sonuçlar doğurur. Doğayı ve doğal oluşumları tayin edici karakteri, insan nazarını kıymetli kılar. Gerçeklik, insanın ‘ölçme’ seçimine bağlı ve bağımlıdır. Doğa, ezeldeki ilmin açığa çıkmış halidir, ilmi idrak eden de yalnız insandır.

            Her şey insan için, insan Hak içindir. Âdem böylece halife olur. Hilafetin gereği olarak doğaya hakkını verir, nasıl olacağını tayin eder. Saygı duyulan, fikir üreten bilim insanı ‘gerçekliğin, insanın ölçüm yapmasıyla’ oluştuğunu söyler. Arif de ‘âlem Âdem için, Âdem Allah içindir, insan bu amaca ulaşabilecek şekilde donatılmıştır’ der. Evren bir araçtır ve Yaratıcının bilinmesi, Hakkın hakikatine ulaşılması amacıyla insanın kemaline hizmet eder.

            Umarım, biz de Hakk’ın hakikatini idrak etme mutluluğuna erebiliriz.

 

(1)   Bilimfili.com/Gerçekliğin ölçülmeden önce var olmadığı deneysel olarak kanıtlandı.

(2)   reality is what you choose it to be”, bilimsel olarak da kanıtlanır.