Cürümden Tevhide
Uzay zaman
birleşik alanının, uzam boşluğunun, var olmak üzere, Büyük Patlama halinde,
zuhurundan, ortaya çıkışından, sonra; ruhsal, bilimsel, ‘kuvvetler’, kütle
kazanıp, maddeleşti varlıklar oluştu. Oluşum, enerji, kütle, madde, bitkiler,
hayvanlar ve insanlar âlemi olarak gerçekleşti. Var oluşta döngüsel yasalılık
esastır. ‘Her şey sonuçta aslına döner’ temel yasadır. Evrimden de kapsamlı
olan “Tagayyür etmek” dinde esastır. Anlamı, ‘uyumlu farklılaşarak, başkalaşıp,
belirginleşip, mükemmele, tevhide dönerek, maddeden soyunarak, Hakka ulaşım,
vuslattır’. Cürüm ise, ‘hata, isyan, kanuna aykırı hareket’tir. Evrensel
yasaların amacı, insanın, oluşumu ve olgunlaşarak, Hakka dönüşü olabilir.
“İşlediklerini, kendi sıfatları olarak işleyip, sıfatları ile mahcup
olanların yolunun zahir olması, açığa çıkıp belli olması için, sana sıfatımızı
beyan eyledik, kendi sıfatımızla mevsuf kıldık. Bu mahcupların, cürüm ve
kabahatleri de bundan ibarettir.” (6 Enam, 55,56) “Ve «Ey kavmim siz, nefis sıfatları
hicap ve günahından tövbe, istiğfar, edin ve şirk sebebiyle, heveslerinize tâbi
olma günahlarınızı, Rabbinizin örtmesini talep ediniz.» Sonra da tevhide yönelerek,
tecrit olup soyunarak ve tenevvürle, aydınlanarak, Hak yoluna sülük etmekle,
doğru yola girmekle, ona rücû ediniz. O’na dönerseniz, Ruh semasını, hakikat
ilmi ve yakin bilgisi sularıyla, size gönderir ve sizin istidat kuvvetinizi,
kemal kuvvetiyle de ziyade eder. Ve siz ‘nefis sıfatınızın zuhuru ve tabiata tabi
olup dünyaya muhabbetle, süfli yöne teveccühünüz sebebiyle, mücrim, hata yapan, günahkârlar olarak, Haktan i'raz etmeyin, yüz
çevirmeyin’.” (11 Hud, 52) Bilerek,
isteyerek, bilinçli olarak
Olgunlaşma Sürecine ‘evet’ demeden önce insan doğada, doğal olarak
yaşarken ‘yer-içer-yatar-kalkar-savaşır-sevişir’. “Hidayete erince, insanın,
arz ve seması değişir. Kalp veya Efal
makamında Doğanın tümü değil yalnız ‘iyi-doğru-güzel’ olanlarını seçer. Şehveti
iffete, açgözlülüğü kanaate dönüşür. Tabiat arzı nefis arzına, kalp seması da
sır semasına dönüşür. Doğa ile kalbi arasında yaşarken, güzel nefsi ile sırrı arasında yaşamaya
başlar. Kendi efalinin olmadığını kabul edip Hakkın efaline tevekkül eder,
kabul etmekten başka çarenin olmadığını anlar. Sıfat makamına yükselince, nefis
arzı kalp arzına yükselir, sır seması da ruh semasına yükselir. Tevekkülün
yerini de rıza alır, her şeye razı olunur. Zatın keşfinde ise rıza seması,
tevhit semasına dönüşerek, gayrisi mevcut olmayan hal alır. Tecelli ile vahidül
kahhar zahir olur.” (14 İbrahim, 48) “Habipim; ‘sizi, size vekil tayin edilen
ölüm meleği öldürür’ deyiver. Yani, her ne kadar, zalim ve nefsanî sıfatlar ile
mahcup olsalar da fıtrattan tamamen düşmedikçe; cüzi kişiliğin sonunda dönüp
geleceği yer olan «külli insanlık» sizi öldürür.” (32 Secde, 11,12) Rüştünü
kanıtlayıp benlik geliştiren herkese bir ölüm meleği vekil tayin edilir.
Fıtratına kazılan değerleri tamamen kaybetmedikçe, her insanı ‘insanlık’ doğru
yola getirir ve nefsanî benliğini öldürür. Bireysel kişiliğin bağışlanma kapısı
kapanmadıkça, benlik ve ikilik yapma derecesi aşırı olmadıkça, külli nefis yani
insanlık, insanı doğru yola sokabilir. Benlik ve ikilik aşırı dereceye varmışsa
gazap meleği, nefsanî kişiliği öldürür, bedeninden ayırır. Çünkü aşırıya kaçan
bireysel kişilik, görme ve işitme duyularını köreltir ve ‘seni gördük ve
işittik Rabbim’ diyemezler ve rücu temenni edemezler. Adaletin gereği olarak
sürekli narda, ateşte ve cehennemde olurlar.
“Nefsanî şehvet ve gazap kuvvetlerine yenik düşerek arsız, avare,
serseri, hilekâr, sahtekâr, günahkâr, kibirli, hırslı, şımarık, cimri gibi
niteliklerle anılan mücrimler; nefsanî ve bedensel açıdan öyle tanındıkları
gibi; kalp ve ruh açısından da doğru düşünememek, yanlış bilgilere sahip
olmakla da cahil olarak bilinirler. Böylece alt taraftan da üst taraftan da
azap içindedirler. İşte bu durum, cismani tabiatın, esveli safilin çukurunun,
dibidir. Alt tarafta ateş yanarken üstten de kaynar su dökülüyor denebilir.” (55 Rahman, 41-44)
“İmdi: dünya göğü yarıldığı vakit; semai dünya, nüfusu hayvanidir, dünya
seması hayvani kişiliktir, onun inşikakı, yarılması, ruhun zevali zamanında,
ruhtan boşalmasıdır. Zira insanî ruhun, hayvanî nefse nispeti, hayvanî nefsin bedene
nispeti gibidir; beden, nefis ile hayat kazanır, nefis de ruh ile hayat
kazanır; bu nedenle ruhun bedenden ayrılması sebebiyle, ruhun zevali zamanında,
hayvani ruh yarılır.” (55 Rahman, 37) “O gün aza dağları, kemikler gibi
bedensel organlar, ‘dağılmış toz, atılmış pamuk gibi olur’.” (70 Mearic, 9)
Beden, nefis ile canlanır, nefis de ruh, ilim ile canlanır. Her zerre, Haktan,
Hakkın gölgesi olan ilimden, hakkını, hakça aldığı için, kendine özel ve özgü
belirli özelliklere sahip olarak yoktan, yokluktan, var olur. Zahir olan ilim
ile zerre ortaya çıkar var olur, ilmin zevali, sona ermesi, yok olmasıyla da
zerre yok olur. Örneğin, foton ve nötrinoların kütlesi yoktur, elektron ve
protonların kütlesi vardır. Tümünün var olması için ortak özelliği, ilim
kazanarak, bilimsel vasıflar, sıfatlarlarla ‘tagayyür’ etmeleridir. Böylece her
zerre bir diğerinden farklılaşarak belirginleşmiştir. Bir zerrenin içinden ruhu
yani ilmi, diğer bir deyişle bilimsel özellikleri, yarılıp çıkarsa, zevale
ererse, nasıl var olduysa aynı şekilde yok olup giderse; geriye zerrenin
kütlesi kalmaz yok olur, zerre mevt olur, ‘dağılmış toz, atılmış pamuk’ gibi
olur. Enerjinin kütleye ve kütlenin enerjiye dönüşümü bilimsel bir gerçektir.
Kara deliklerin ‘olay ufkunu’ geçen kütleler, ‘infoları, bilgileri’ olay
ufkunda kalarak, kara deliğe düşer ve enerjiye dönüşürler. (1) Belki de kara
deliğe düştükleri için kütle enerjiye dönüşmez ama ‘ruhu zevale’ erince, yani
ilmi sona erince, çıkıp gidince, kütle ‘inşikak, inşirak edip, yarılıp’, kara
delik oluşur. İlimdir, bilgidir etken olan, tesir eden, gelip giden, var olup
yok olan ve kütle, madde edilgendir, tesir edilir, etkilenir. Bilgi, info,
kuvvettir, Hakkındır, Haktan gelir, Hakkı bilir, kemale eren insan da, Hakkı
bilince, Hakka döner!
Umarım biz de insan olarak, kemale ererek, Hakka dönüşü
gerçekleştirebiliriz!
Necdet
Altınay 25052022
(1) The Economist, Stephen Hawking's answer. Aug 26th 2015, by D.J.P.