14 Aralık 2021 Salı

Haysiyetli Olunmalıdır

 

Haysiyetli Olunmalıdır

Say İlahi İrade Kanuna göre çalışma esastır, her şey çalışana, hak edene, hak ettiği kadardır. “Hakkın batındaki ilim hazinesinde vücudu olmayan bir şey asla zahire çıkamaz ve vücut bulamaz. Zahir de, batın da O’nundur, O'dur.” (25 Furkan, 45) “Kuran, anlaşılsın diye Arapça olarak indirilmiştir. İnsanın yaratılışında, genlerinde vaat edilenler, kitapta tekrar edilmiştir. İnsanın, kitabın doğruluğunu kabul etmesi, şahit olması ve onu okuması beklenir.” (20 Taha, 113, 114) Görüldüğü gibi dünya ve evrendeki her şey Hakkın ilim hazinesinden çıkar ve var olur. İnsanın, genlerinde yazılı olan bilgiler uygulanır, Kitap bunları doğrular ve insanın da bunları okuyup, şahit olup, haysiyet kazanması beklenir.

“İş bu Kuran, değişmez, bozulmaz, noksansız, afetten korunmuş, bozulmamak ve kanıtlanmak üzere, evrenin tümünde apaçık olan ve hakikatleri muhkem, sağlam kılınmış bir kitaptır. Hakikatlerini, daha sağlam ve daha güzel olması mümkün olmayan, bir ilim ve hikmet üstüne inşa eder.  Zahirde,  görünürde, belirli ve bilinen miktar ve zamanda, aşikâr olur.  Takdir ve tertibinde hikmete uygun intizamda, düzendedir.  Ayrıntılarından layıkıyla haberdar, bilgili, kendi cehaletini keşfeden, ilim ve hikmet sahibince; ahkâm ve ayrıntısı, cüzi âlemde ortaya çıkarılmış, aşikâr edilmiş, bir kitaptır.” (11 Hud, 1) Genlerindeki bilgilerin uygulanmasıyla var olan insan, ilim ve hikmetle mükemmel uyumlu düzen ve tertipte, teslimiyette, inşa edilirse, Kuran düzeninden kaynaklanan haysiyete kavuşur.

“Herkes ruh-nefis çiftinin oğludur. Nefis anne önce bedeniyle meşgul olur ve kendi kemaliyle ilgilenemez. Bedenle meşguliyetinden basireti açılmaz, idraki safi olmaz, rüştünü ispat edemez ve kendi kemalinden gafildir. Rüştüne erince, Nefsin akıl basireti açılır, fıtratındaki aydınlanma başlar,  istidadı zahir olur, beşiğinde uykusundan uyanır ve gaflet uykusundan yakaza, yarı uyanık, haline geçer; cevherinin kutsallığını anlar, merkezini ve gayesini arar. (46 Ahkaf, 15) İnsanın, bedensel gelişimi tamamlanıp rüştü kanıtladıktan, aklıyla iyi ve kötüyü ayırt ettikten sonra nefsinin akıl basireti açılır. Fıtratındaki aydınlanma başlar, istidadı görünür, gaflet uykusundan uyanır, uyanık hale geçer ve cevherinin kutsallığını idrak eder. Böylece kendi merkezini bulur ve evrenin merkezinde olduğunu anlar. Dünya ile Gökyüzü arasındaki ilişki ne ise insan ile ‘akıl seması’ arasındaki ilişki de odur.  İnsanlığın aklı da, insanlığın etrafında teçhiz edilmiş, donatılmıştır. İnsan, kendi akıl semasının merkezindedir. (1) Dünya, gök kubbenin merkezindedir ve madde olarak aşağıda, alttadır. (2) Bedensel gelişimden sonra aklın basireti açılır, gaflet uykusundan uyanırsa insan, cevherinin kutsallığını idrak ederek, Hakkın vücuduyla haysiyet kazanır.

“Biz,  «Ey ateş sen,  İbrahim’e hal-i fenaya vusulü sebebiyle serin ol» dedik. Azgın ve asi olan Nemrut Nefis ve kavmi olan gazap ve şehvet kuvvetleri,  Ruh İbrahim’ini,  yani Ruhun mazharı olan vücut incisini, zikir mancınığına koyarak, tabiat-ı rahim harareti ateşine attılar. Allah, tabiat-ı rahmin nar-ı hararetini İbrahim’e serin ve selâmet eyledi. Biz İbrahim’i kurtardık, kendisini hidayet, hakiki rızık, kemali sıfatlar, ilim ve amelle terbiye etmesi sebebiyle, âlemlere mübarek kıldığımız «beden arzına» gönderdik.” (21 Enbiya, 69) Olgunlaşan insan, idrakiyle, gönderilen mübarek beden arzında, haysiyete kavuşur.

“Biz, Ruh İbrahim’ini ve akıl Lût’unu, fenadan sonra Hakkın ihsan edilmiş, bağışlanmış vücuduyla, mübarek kıldığımız tabiat-ı bedeniye arzına, ‘Terbiyeyi Kabule Müsait Olanlar’ için gönderdik. Terbiye ile olgunlaşmaya müsait olanlar, feyiz ve hidayetle, faydalı mahsuller ve meyveler verecek kadar kemale erebilir. Böylece kemale erenler, iyi, güzel ve hayırlı ameller işler ve hükmümün şeraitine, şartlarına, uyarlar. Beden arzı bu amaçla ve nedenle mübarek kılınmıştır. Bizim İbrahim’i ateşten kurtarmamızın sebebi de müsait olanlara, olgunluğun vasıflarını kazandıracak hakiki erzakı vermesi, ilim ve amelle terbiye ve tekmil etmesi içindir.” (21 Enbiya, 71) Yarenlerin “İrşat”, “Öğrenim ve Olgunlaşma” ortamı, olgunlaşmaya müsait olanlar için mübarek yani ilahî hayrı bulunan, bereketli kılınan «beden arzı» ortamı olabilir. ‘Öğreten Öğreniciler’ olup olgunlaşabilirler!

            “Allah yer ile göğün nurudur. Nur, Allah’ın zatıyla zahirdir, kuvvetiyle kütle kazanır, görünür hale gelip görünür,  eşya da nur ile görünür hale gelip görünür.  Nur, zuhurunun,  ortaya çıkışının, şiddetinden ve eşyanın kendisiyle zahir olması dolayısıyla, mutlaktır ve ilahi isimlerden birisidir. Zuhurunun şiddetinden gizlidir, ışığın kaynağı görünür kendisi görünmez. Mevcut olan her şey onunla mevcut olmuştur.  Cisimler âlemi,  ilahi nurun gurup ettiği,  tesettüre girdiği yerdir, örtülü halidir. İnsanın kemale ermiş, olgunlaşmış halinde, bu nur parlar, yaradılışa uygun olarak parlayan bu nur ise diğerlerini aydınlatır.  Parlayarak aydınlatan nura, nurun nuru, batıdan doğan hakikat güneşi denebilir. Cahil kişi cisimlerin altında kalmış, cisimler âlemi dalgasının örttüğü kişidir, altından elini çıkarsa basiretinin körlüğünden göremez.” (24 Nur, 35) Haysiyet, nurun nuru, ilmin idraki iledir.

“Ve bizim inzal ettiğimiz şu Kuran, sırf tevhide hidayet ve doğru yola irşat ziyadeliğiyle mübarek bir kitaptır. En yakın yoldan, kemalin en yüksek derecelerine hidayet eder. Binaenaleyh siz, o kitaba tâbi olunuz ve bütün mâsivâullahtan, sizi Allah’ı düşünmekten alıkoyan her şeyden, hatta kendi zat ve sıfatınızdan, bile sakınınız ki size bağışlanmış vücutla, Allah’ta ve Allah’la, rahmetiyle rahmet olunasınız.” (6 Enam, 155)

            Umarım biz de, bize bağışlanacak vücutla, Allah’ta ve Allah’la, rahmetiyle, haysiyet kazanabilir, haysiyetli olabiliriz.

                                                                                              Necdet Altınay, 15122021

 

 

(1)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/09/evrenin-merkezisin.html

(2)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/09/savunma-hakk.html

 

 

 

2 Aralık 2021 Perşembe

Varlığın Haysiyeti

Varlığın Haysiyeti

Kendini bilen her insanın bireysel, toplumsal ve insanlık düzeyinde bir haysiyeti, gururu, şanı, şöhreti, bilinecek kadir ve kıymeti vardır. Evrenini ve çevresini tamamlayan ve tam anlayan insan, bilir ve bildiğini bilir. Kendini oluşturan her zerrenin, iletişim ve etkileşim içinde olduğu tüm çevresinin farkındadır. İnsan, ıssız bir ada değildir. Herkes, insanlığını, kendi çevresel ortamında, geniş çaplı iletişim ve etkileşim içinde, bedensel ve ruhsal kuvvetlerine, hükmederek yaşar. ‘Uzay Zaman Birleşik Alanındaki Kuvvetlerden’ bazıları, elektron-pozitron misali, zıt kuvvetler halinde,  ‘yokluktan’ ‘boşluğa’ çıkar ve aralarındaki ‘boşluk denizi’ sayesinde, zahir olur, görünür, ‘kaynağından bir nazar iradesiyle’ de, toplaşıp kütle kazanır, kaynağından kopmayacak şekilde ‘eşyayı’ oluşturur.

Büyük Hadron Çarpıştırıcılarından, proton gibi parçacıkların saniyede 40 milyon defa, hızla, çarpıştırılarak elde edilen bulgularla kanıtlanan bilgilere göre “Varlığımızı” (1), saniyenin 10-40ında, ‘Yokluktan’ ‘Boşluğa’ var olup çıkan ve yok olup giden parçacıklara ve aralarındaki ‘Boşluk Denizine’ borçluyuz. Elektronun elektrik değeri, elektronun etrafında polarize olan pozitron ile elektron arasındaki boşluğa tabidir. Yakında artar, uzakta azalır. Elektronun elektrik değeri milyarda bir az ya da çok olsa atom oluşamaz. Evrende hassas denge vardır. Milyarda bir farklı olsa evren olaşamazdı denen milyonlarca katsayı bilinmektedir. Sistemin dışından yapılan bir müdahale sonucunda, Higgs bozonu içinde, ‘toplanan kuvvetler’ bir parçacığın hareketini kısıtlar, parçacık ‘kütle’ kazanır ve hareket etmesi için daha büyük kuvvetle itilmesi gerekir, böylece madde ve her şey oluşur.

“Her şey ve herkese özgü, irade beyanı olarak, bir ‘nazar’ vardır.” (42 Şura, 38) Bu ayet, halk edişte, ‘kuvvetler’ üzerinde, kaynağından, bir irade beyanı olduğunu gösterir. “İnsanlar için vaaz olunan ilk mescit, manevî sadır Mekke'sindeki hakikî kalp, Kâbe’dir.  Hakikî kalbe yönelen ‘kuvvetlerin izdiham ettiği’, toplandığı yerdir. Buradan bütün vücut feyiz, hayat ve kuvvet alır. Her azaya giden kuvvetler buradan gider ve âlemlerin sebeb-i hidayetidir. O sebeple hidayete, vuslata, doğru yola girilen bir nurdur.” (2 Bakara, 96) İnsanın manevî sadrında, göğsünde, Mekke’sinde, bulunan hakikî kalbi, Kâbe’sidir.

Özetle, “Sakfı merfu'; levha-i mahfuza, levha-i kaderden, suretler ve ahkâm nazil olan sema-i dünyadır. Dünya semasına nüzulden, aşağı inişten, sonra mev’atte, cansız şeylerde, hululü, içine gizlice girişi ile şahadet âleminde zahir, aşikâr, olur. Bu da insandaki mahal-i hayal, tasavvur merkezi, mesabesinde olup mahıv ve ispat, var oluş yok oluş, levhasıdır.” (52 Tur, 5) Kader levhasından, saklı ve muhafaza edilen levhaya suretler, şekiller ve ahkâm, düzen, inen dünya semasına ‘Sakfı Merfu’ denir. Dünya semasına inişten sonra cansız şeylere dönüşüyle, içine gizlice girişiyle, görünür âlemde zahir, aşikâr, oluş başlar. Bu da insandaki hayal merkezinde var oluşa benzer olup, mahıv ve ispat levhasıdır, var olma ve yok olma levhasıdır. İnsan, aklını kullanırsa eğer, cansız şeylerin, ‘yokluktan boşlukta var oluş ve yok oluş’ gerçeğini, tasavvur edip, deneyebilir ve gözlemleyebilir. ‘Yokluktan boşluğa çıkıp var olan zerreler’ bilimsel deneylerde kanıtlandığı gibi ayet de ‘Kader Levhasından’ ‘Dünya Semasına’ inip aşikâr olan zerrelerden söz etmektedir.

“Bahri mescur, ‘Boşluk Denizi’,  birbirine yakın olup da etrafı çevrili olan ve ispatlanan eşyanın tümünün zahir olduğu, ortaya çıktığı, suretlerin göründüğü heyuladır,  görkemli büyüklüktür.” (52 Tur, 6) Yokluktan var olup boşluğa çıkan cansızlar, ilmin uygulanmış halleriyle, ‘boşluk denizi’ sayesinde, kesret âlemini, oluşturacak şekilde, görkemli büyüklükte, doldurur. Bu boşluk denizi, yokluktan boşluğa çıkan elektron-pozitron çiftinin arasında yer alan boşluk denizini hatırlatır. “Eğer biz ‘var olur yok olur’ mevcudat olsun isteseydik kudret yönünden bize mümkün olurdu. Lâkin öyle mevcudat, varlık olsun istemedik, çünkü hikmet ve hakikate uygun olmaz, aykırı olurdu”. (21 Enbiya, 17) İnsanlar bir düzen içindedir ancak düzeni bilmezler, kaos derler!

‘Kutsal Mesajlar’, ‘eşyanın’ ‘yokluktan’ ‘boşluğa’ çıkan zerrelerden oluştuğunu bildirir. Bu durumun, bilimsel olarak elde edilen bilgi ve bulgularla kanıtlanmış olduğu görülmektedir. Ayrıca ‘eşya’ bir bütündür ve onları oluşturan ‘kuvvetler’, ‘Uzay Zaman Birleşik Alan Kuvvetleridir’, sürekli iletişim ve etkileşim içinde olup, uzay zamanı büküp ‘toplanmaları’ bütünlüğü bozmaz. En önemli husus, bilim insanlarınca, bu kuvvetlerin, Hadronda çarpıştırma gibi ‘sistemin dışından’ bir etkiyle toplandığının bildirilmesidir. (1)

 “İnsan bir bütündür ama kendi nefsiyle var değildir, her mevcut olan O’nun vücuduyla mevcuttur. Vücudun bütününden infisam etmek, kopmak, ayrılmak, iki vücut halinde var olmak mümkün değildir. Akıl kıyasladığı için iki varlık gibi görür. Mümkinat, mevcut olanlar, Allah’ın efali ve sıfatıdır. İnsan, tüm organlarıyla bir bütün halinde yaşarken, kendi iradesi dışında bir organı, eli, kolu, hareket ederse onu duyar, işitir. Akıl bir insanı ayrı bir varlıkmış gibi itibar eder, düşünürse o insan varlıktan kopmuş gibi olur. İnsanın ayrı bir varlıkmışçasına hareket etmesi halinde ise ‘Varlık’ onu hemen işitir, çünkü kendi kendine hareket ettiğinde varlıktan kesilmiş, kopmuş olur. Özgürmüş gibi hareket edildiğinde niyeti bilinir, sözü işitilir, hareketi duyulur ve hissedilir. Bağımsız gibi hareket etmenin nedeni maddenin ardındaki, özündeki ilmi bilmemek olabilir. Hareket ve sıfatların karanlıklarından, hayal, kuruntu ve şüphelerden, kurtularak ruh âlemi fezasına; ilim ile kalbin ufkuna ve semasına çıkılabilir. Maddeyi, eşyayı, kişileri mevcudatın tümünden, ‘Vücut’tan, kırık, kopuk ve bağımsız hayal etmek eşyanın doğasına aykırıdır.” (2.256, 257)

 Umarım biz de Hakk’ın, vücudunun kopmaz bir parçası, sürekli iletişim ve etkileşim içindeki ayrılmaz haysiyetli bir nazarı (2) olduğumuzu idrak edebiliriz.

                                                                                  Necdet Altınay, 02122021

 

 

           

(1)    https://www.youtube.com/watch?v=FYf7af2tb5U

(2)    http://necdetaltinay.blogspot.com/2017/07/nazarla-olusum.html

19 Kasım 2021 Cuma

Ben Ve Biz Hitapları

 

Ben Ve Biz Hitapları

İnsan, insanlığını, düşünce kudretiyle, mekânında, kuvvetini kullanarak, hükmedip yürütür. Besmelenin anlamı:Sultan, Tahtından, Sultanlığındaki; cansız cemadat, canlı bitki ve hayvanat olarak özetlenen; toprak, ateş, su ve havadan oluşan, mevcudata; (1) yedi makamdan hükmeder.” İnsan ve insanlığın ‘Kullanma Kılavuzu’ olarak indirilen Kuranda da Allah’ın hitapları, makam ve mertebeye göre ‘Ben’ ve ‘Biz’ olarak geçer. ‘Yerleri ve gökleri halk ettim’, ‘yarattım’, ‘Halife atayacağım’, ‘Âdeme öğretti’ derken tekil, fakat Kitabın çoğunluğunda, insanın eğitim, öğretim, inşa işinde, ‘affettik’, ‘dirilttik’, ‘gönderdik’ ifadeleri ‘sizin için, Halifem, Resullerimle yaptık’ yolundaki insana hitaptır. Çünkü ‘vahdette fani ve muvahhit, tevhit eden insan, her işlediğini ve okuduğunu besmele çekerek, Allah ile birlikte, Allah’ta, işler ve okur. Benliğinden soyunan kişi de ‘ben’ diyemez.

Bazı ayetlerdeki hitaplar dikkat çekicidir. 2 Bakara, 29: ‘yarattı’; 2.30: Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım"; 2.31: ‘Âdeme öğretti’; 2.52: ‘affetmiştik’; 2.53: ‘mesaj vermiştik’; 2.55: ‘sizi dirilttik’; 2.59: ‘pislik indirdik’; 2.60: ‘saldırmayın demiştik’; 2.104: Ey iman edenler! "Bizi davar gibi güt!" demeyin, "Bize bak!" diye konuşun ve dinleyin; 2.113: ‘aralarında hükmü, kıyamet günü Allah verecektir’; 2.151: Nitekim size aranızdan bir resul göndermişiz; 2.213: ‘peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; Kitap’ı hak olarak indirdi’; 2.253: ‘İşte resuller! Biz onların bazısını bazısına üstün kılmışızdır. Allah, onlardan bazısıyla konuşmuştur’. “O Zat, sema ve arzın mülküne sahip olan zattır.” (25 Furkan, 2) “Ve biz, büyük kıyameti tekzip edenlere, cehennemi hazırlamışızdır.” (25.11) Kısaca, ‘sıratı müstakimdeki’ insana, ‘fenafillâh’ makamlarında ‘Olgunlaşma’ sürecinde ‘sevdiği’ insan, insanı kâmil, halife ve resullere ‘biz’ denilip, ‘genel’ değil ‘özel’ hitap edilmektedir. Genel ve geniş kapsamlı hitaplar tekildir.

“İnsanın fıtratında, Kuranı anlayacak aklı yaratıp nakşederek, kazıyarak, Kuranı öğretti böylece insanı izhar eyledi.” (55 Rahman, 1,2) “Akıl göğünü, ruh güneşi mahalline kaldırdı, nefis ve beden arzına, adalet düzenini indirdi ve itidal vaaz eyledi.” (55.7,8) “Nefis, ayrıca, neslinin devamını sağlayan maddesini ve ilmini içeren, cismanî lezzetlerin en lezzetlisi olan, cinsel ilişki lezzetlerinin kuvvetine sahiptir. Kısaca, beden arzı, zahiri ve Bâtıni zevk ve lezzetlerin kuvvetleriyle donatılmıştır.” (55.10-12) “İnsanın, zahir ve batınında, beden ve ruhunda, ‘Hakikat Güneşinin’ doğuşu ve batışı vardır, ‘Doğuş’ ve ‘Batış’ ile onu terbiye eder. Rabbinin zatı baki kalır.” (55.76) Önce Halk zahir, Hak batındır.

“Cem makamında olan tevhitte, hakiki ahret olan ‘ebedî beka’ lazım gelir. Bu muvahhitler, kesretin tafsilinde ‘cemi’ müşahede eder, bu cemi ile melaike âleminin batını ve nebi âleminin zahiri olan tafsilattan mahcup olmazlar. Ahkâm ve maarifle zahir arasını cem eder, istikamet ilmini ifade eden kitaba iman ederler. İstikamet, fenadan sonra beka makamında sahibinin Allah ile tahakkuk zamanında,  bütün insanî kuvvetler ruhun nuru ile nurlanır ve bütün güç ve kuvvetler ilahi emir hududunda durur. Kısaca, bu makamda bütün kuvvetler, Hakkın zillinde, gölgesinde olarak, külliyet ile vahdet, birlik ile bütünlük, dizisinde dizilmiş olur.” (2 bakara, 176) İnsanın fenafillâh yolculuğu burada bitmiş olabilir.

            “O muvahhit, kendi ihtiyacı olduğu ve mala muhabbet ettiği halde malı verir. Malı vermek, yaşadığın, sağlıklı olduğun, malı sevdiğin, fakirlikten korktuğun halde ve zamanda vermektir. Ölüm döşeğinde miras paylaştırmak mal vermek değildir. Hakiki muvahhitler, kendi ihtiyaçları olsa dahi diğer ihtiyaç sahiplerinin nefislerini tercih ederler. Kalplerini malla meşgul etmemek, Allah’la beraber olarak rızasını kazanmak için verirler. Kerem,  ferahla ve sevinçle olan vermektir.” (2 bakara, 176) Benlik soyunmadan bekaya erişilmez!

            “Sizi cem makamına hidayet etmesi üzerine Allah'a tazim, riayet, etmeniz, azamet ve kibrini bilmeniz için ve belki istikametle şükür edersiniz diye, size bunları emir eylemiştir. Bana teveccüh etmiş olan salik ve talipler, benim marifetimden sana sual ettiklerinde, hemen, tahkik, ben zahirim. Bana hal ve istidatları lisanı ile dua edenlerin dualarını kabul eylerim. Benim icabetimi talep etsinler. Ve tasfiye halinde onların kalpleri aynasından ‘Ben’ tecelli edeceğimden ‘Ben'i müşahede etsinler.” (2 Bakara, 185)

            “Allah, vücutta ondan başka mabut yoktur. Ondan başka her neye ibadet olunsa ibadet, başkasına vaki olmaz. Bilinsin bilinmesin hep O’na olur. O diridir, kayyumdur, âlimdir. Ben zahirim, Ben batınım, evvelim, ahirim.” (2 Bakara, 255) “Hak Teâlâ Hazretleri, zatının muktezası olan adalet ile kaim olduğu halde, ervah göklerini ve sicim arzını izhar eyleyen Zat-ı mutlaktır, ol dediği vakit derhal olur.” (6 Enam, 73) Herkes onun ilmiyle âlim, nefsiyle kaim, ayakta, hayatıyla hay, diri, vücuduyla mevcuttur. Fena makamlarından sonraki beka makamlarında da yalnız Allah vardır, ‘Ben’ der.

            “Fazilet yolu benim doğru yolumdur. Bu yola ancak bir garaz, amaç, için sağa, sola meyil etmeyerek doğru olduğu halde benimle kaim olan kimse girebilir. Zira faziletin membaı, ancak vahdettir. Görülmez mi ki fazilet, ifrat ile tefrit tarafları arasındaki itidallerden ve vasatlardan ibarettir ki bu itidalleri tayin üzere hakikat ile sülük ancak Allah'ın dininde, Allah'a doğru, müstakim olan ve Allah Teâlâ'nın, kendisini hak yola sülûka Tevfik ile teyit eylediği kimseye mümkün olur. Ta ki o kişi efalinden, sıfatından ve sonra zatından fenaya vasıl ve fenadan sonra beka halinde Hakk’ın sıfatıyla muttasıf olup, o Hak'la kaim olur. O vakit Hak'ta Hak ile müstakim olur. Ve o takdirde onun sıratı, Hakk’ın sıratı ve seyri de Allah'ın seyri olmuş olur. (6 Enam, 153)

İnsan, insan olduğunu anlayıp verilenlerle ergenleşip ve olgunlaşıp mesaja muhatap olursa, aşikâr ayetlerin mesajlarının kıymetini ve kadrini bilirse, okuyup anladıkça mesajlar kendini cezp eder, cezbeye kapılan olgun insan da Allah’a vasıl olabilir.

            Umarım biz de sıratı müstakimden geçebiliriz.

                                                                                              Necdet Altınay, 18112021

 

(1)   http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/11/dort-anasr.html

Rüyaların Hakikati

 

Rüyaların Hakikati

Eşyanın hakikati idrak edilmeli. Cemadat, taş, toprak atom yığınlarıdır. Farklı titreşen elektrik halkacıklarından oluşan ‘atom’ Jule ve Vat olarak ölçülürken çoğulu, ‘atomlar’ olunca, Kilogram olarak ölçülür. Çünkü hacim oluşturan atom yığınının üstünde atmosfer baskısı oluşur, deniz seviyesinde ağır, dağ başında hafiftir. Madenlerle canlı bedenler farklıdır. Nebatat ile hayvanat vücutları da farklıdır ama insan bedeni hepsinden farklıdır. Madde ve mana, beden ve ruh, yazılım ve donanım kelimelerinin her biri farklı anlamlar içerir. Yazılımsız donanım bir hiçtir. Ruhsuz beden de cesettir, biliriz ama bedeni kullanırken ruhun etkisini ne düşünür ne de anlarız. Bedenin elinde ve iradesinde hiçbir şey yoktur, bedenin kendisi ‘bağış ve ihsandır’. Bedene hareket etme isteği gönderilirse kuvvet ile desteklenir. Bir şey istemek ilme dayanır, ‘ceberut’ âlemindendir, kuvvet ise ‘melekût’ âlemindendir. Vahiy ve sahih rüyalar aynı kaynaktan, ‘ceberut’, kudret, ilim âleminden kaynaklanır. Mevt ve soyunma sürecinde beden evvel, ruh ahirdir, ahrettir.

“Fıtratı gereğince, her nefsin, ‘kudret âleminden’ bir kaynağı vardır ve ‘melekût âleminden’ onu terbiye eden bir müdürü vardır. Kudret âlemindeki kaynağından ilim ve nur feyzini, anlayış ve idrakini; melekût müdüründen kuvvet ve amel, uygulama feyzini yardım olarak alır. Her nefis, ilminden bir saik, dürtü, istek ve amelinden bir şahit kuvvetle beraber gelir.” (50 Kaaf, 21) Kısaca ilim, maluma götürür.  Her olay insanın bir azasıyla meydana çıkar, elle yapılır, gözle görülür; azalar amellere şahitlik eder, ameller ilmine şahitlik eder, ilim malumdan gelir. “Duygularının içinde yaşayıp, dış ortamda yaptıklarınla çok meşgulken,  maddî ve cismanî perdeni mevt nedeniyle kaldırınca,  işleyen ilmi idrak edince, daha önce tasdik etmediğin şeye, ahreti görüp, şahitlik edersin.” (50 Kaaf, 21,22) Yapılmak istenen önce ilimle, bilgiyle düşünülür sonra kuvvet ve kudretle yapılır. Düşünce, rüyalar gibi kudret âleminden; kuvvet, melekût âleminden, ahretten kaynaklanır.

“Tutmak isteyen, eliyle tutar; beden, cisim ve ceset olarak ‘el’ aradan çekilirse, soyunulursa, ‘ilim ve kuvvet’ kalır. Ve o nefis için böylece bedenden soyunmak suretiyle, ceberut ve melekût dizisinde dizildiği vakitler olur. Bedenden ilim ve kuvvete gidiş Allah’a yaklaşmadır. Kendisine bağış ve ihsan olunmuş olan bedeninin tedbiri sebebiyle, ceberut ve melekûttan uzaklaştığı vakitler de olur. İnsan genel olarak tutan bir el görüp onunla ilgilenerek ‘ceberut ve melekûtun’ suretleşmiş, suretlerin cesetleşmiş, gaibin suretleşmiş, halini görür. Nitekim sadık rüyalarda görüldüğü gibi aralarında hiç bir fark yoktur. Zira sadık rüya ile vahyin her ikisi bir vadidendir, aralarında fark yoktur. Yalnız uyku ve uyanıklık ile fark vardır.” (11 Hud, 69) İnsan bedeni tamamen ‘bağış ve ihsandır’ çünkü aslında madde yoktur, zaman gibi zandır, beden ise maddeden çok farklıdır. (1) Ayrıca, beden ile madde, taş ve toprak arasında da çok fark vardır. Canlı vücut, madenden farklıdır. İkisi de atomlardan oluşur ama yapıları aynı değildir. Her ikisi de küçük titreşimlerden oluşur ama vücuttaki titreşimlerin amaçları vardır, arzu ve isteği vardır, arzu ve isteğini gerçekleştirecek ilave kuvvete ihtiyaç duyar ve ilminden, ruhundan yardım alır. Bu yardımlar ceberut ve melekût, kudret ve kuvvet, âlemlerinden, ahretten gelir.

“Nefis, tabii lezzetlere meyil ederek süfli tarafa cezp edilirse, tabiat perdesi, kalbini, mana âleminden koparır, uzaklaştırır. Mana âleminin kuvvet ve kudretinden yoksun kalır,  insan yardımdan kesilirse, kalbin iradesi zayıflar. İlmin nurundan, idrakinden, mahrum kalan iradenin, kuvvet ve kudreti de zayıflar. Kişi bu durumu fark edip ulvi yöne dönüp, bedenden soyunursa, ilahi nur ve kuvvet yardımına gelir. Allah’a yakınlaşması halinde ise, nebiler gibi bilinmeyeni bilir, kadir olunmayan şeylere kadir olur. İnsan, kendisine bağış ve ihsan olunmuş olan bedende, ilahi kuvvet ve kudrete sahip olur, hükümdarlık âlemlerinin vasıflarıyla vasıflanırsa, sezgi ve ilhama erişir, sahih rüya görür. Gaibi kimse bilemez ama gaipten nida olunur, yardım alınır, fıtrata nakış olunmuş olanlar okunabilir. Sadık rüyalar ile vahiy aynı vadidendir. Nefsin tahayyül kuvvetiyle, gaipteki suretler cesetleşebilir, tecessüm edebilir.” (11 Hud, 69) (48 Fetih Suresi, 27) (80 Abese, 13-16) (85 Büruc, 20,21)

Resulü ihtiyarlatan ayet: “İlahi Hüviyet, şu ve bunluk, senlik, benlik ile kayıtlanmaz, kayıtlı olamaz. Halk ol,  Hak ile ol,  Hak ile halk ol.” (11 Hud, 112, 113) “Ve ana ve babasını kendi oturduğu tahtına oturtup, kendi ebeveyninin karşısında ayakta durdu. Ebeveyn ve kardeşleri, Yusuf’a kavuştukları için Hakk’a şükür secdesi etmek üzere yere kapandı. Yusuf'un hatırına gelerek: ‘Babacığım! İşte evvelce gördüğüm rüyanın tevili budur’. Ebeveynini taht üzere çıkarması «Akıl ve nefis mertebelerinin, gazap ve şehvet gibi diğer kuvvetlerin mertebelerinden yukarıda olduğuna ve akıl ile nefsin kalbe ziyade yakin olduklarına, diğer kuvvetler üzerinde saltanatlarının kuvvetine» işarettir.” (12 Yusuf, 100) İnsan önce beden lezzetlerine, ahmaklıkla, düşkünlükle ve düşüncesizce bir istekle atılım yaparak, ‘beni tabiat’ kuyusuna, ‘benlik’ kuyusuna atılır, düşer. Sonra fıtratına, genlerine kazınmış olan ilahi meziyetler ve yardımlar sayesinde bu kuyudan çıkarılır, lütfe erer. Aklı ve nefsiyle fiillerine hâkim olarak güzel sıfatlarla dolu kalbinin idrakine varır. Ruha ulaşması için yardım almayı kabul ederse, uygun zeminde ‘evet’ derse, sezgi ve ilhama da kavuşabilir, sahih rüyalar da görüp Allah’a vasıl olmaya muktedir olabilir.

Umarım biz de verilenlerin ve eşyanın hakikatini idrak edip sahih rüya görebiliriz.

                                                                                  Necdet Altınay,18112021

 

 

 

(1)   http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/11/dort-anasr.html

 

4 Kasım 2021 Perşembe

Dört Anasır

 

Dört Anasır

Sır, camı ayna yapar, insanın kendini görmesini, bilmesini sağlar. Ana sırlar, sıradan sırlarla, sentez edilmeli. Bir insana, “Evrene, çevrene bak, gördüğünü oku!” dense yapılacak şey basittir. İlk bakışta insan, hayvan, bitki veya cemadatın tümü toprak, hava, su ve ateşten oluşur. Tüm mevcudatın, belirli yasalarla, düzenli bir şekilde oluşturulup yönetildiği görülür. Çevrenin ve tüm evrenin ‘Bağlantısal Bütünsellik’ içindeliği, her zerrenin bir diğeriyle etkileşimde bulunduğu saptanır. ‘Sicim Teorisine’ göre, her zerre birbirine bağlı, bağımlı ama farklı, kendine özgü, titreşen, enerji halkasıdır. Zerrenin, nur denen, parlak, parçacık özellikli, elektromanyetik dalga oluşu bilimsel bir gerçektir.

“Besmele kelimesinde okunan harfler on sekiz, yazılan harfler ise on dokuzdur. Besmelenin kelimeleri birbirinden ayrılırsa harflerin toplamı yirmi ikidir. On sekiz harf için on sekiz bin âlemden bahsedilir. Bu âlemler ceberut (kudret), melekût (hükümdarlık), arş, kürsî, yedi kat gök, toprak, hava, ateş ve sudan oluşan dört anasır ve cemadat, nebatat, hayvanattır. Diğer bir deyişle, Sultan, Tahtından, Sultanlığındaki; cansız cemadat, canlı bitki ve hayvanat olarak özetlenen; toprak, ateş, su ve hava olan dört temel unsurdan oluşan mevcudata; yedi makamdan hükmeder. Bunlara, başlı başına bir âlem olan ‘insan’ âlemi eklenirse on dokuz eder. Kelimelerin ayrılmasıyla açığa çıkan üç elif ise hakikatte bir İlahî âlem olan ama tafsilatta üç olarak ifade edilen efal, sıfat ve zata işarettir. Hepsi yirmi iki eder. Kısaca, 19 bin âleme, gizlenen fiiller, sıfatlar ve vücutlar olarak hükmedilir. Zat sıfatla, sıfat efalle, efal de eserlerle perdelenmiş, gizlenmiştir. Kime, oluşumlardaki eserlerin perdesi kalkarsa, efal tecelli ederse, o kimse tevekkül eder. Efal perdesi kalkıp sıfat tecelli ettiyse o kimse razı ve teslim olur. Sıfat perdesi kalkıp zat tecelli ederse o kimse vahdette fani ve muvahhit, tevhit eden olur, her işlediğini ve okuduğunu besmele çekerek işler ve okur. Resulün, secdesinde ‘Yarabbi cezandan affına, gazabından rızana, senden sana sığınırım’ demesiyle bu üç mertebeye işaret ettiği rivayet olunur.”(1 Fatiha, 1)

Yedi makam olarak özetlenen bakış açısının üçü ‘ilmen’, ‘aynen’, ‘hakken’ yakın makamlarıdır. “İbrahim’in, «Ey Rabbim bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster» dediğini hatırla.” (2 Bakara, 260) Bu ayet ve devamında “Kuşlardan dört tanesini al, kuvvetlerini kendilerine özgü işlerinden men et, asıllarına döndür, parçalara ayır. Her birinin kafasını toprak, hava, su ve ateş tepelerine koy veya vücudun beş duyusu ile kol ve bacaklardan oluşan yedi aza dağına dağıt; çağırdığında her birinin sana koşarak geleceğini göreceksin” denir. Kısaca, ‘Karga, tavus, kaz ve horozun, sırasıyla hırs, gurur, aç gözlülük ve şehvetin ilk nefsanî hallerinden aslına döndüğünü, örneğin, şehvetin iffet olarak sana dönüp secde ettiğini; sen de fenadan sonra bağışlanmış hakiki hayat ile dirildiğini, göreceksin’ denir. İlmi bilinip idrak edilenin, geliştirilerek farklı uygulanmış hali, aynen görülür.  

Hak,  Âdem’i anne ve babasız olarak, topraktan takdir ve tasvir edip  «Hayat sahibi beşer ol»  diye irade eyledi.  Derhal his ve hareket sahibi oldu. Bu ayet, ruhun üflendiğine, ruhun emir âleminden bir irade olduğuna ve bunun için cesedin halk edilmesi gibi madde ve zaman gerekmediğine işarettir. (3 Ali İmran,  59)

Ateş varsa, ısı, ışık ve sıcaklık vardır. Isı, atom hareketiyle enerji aktarımıdır; sıcaklık 0C ile ısı ve ışık ise J/s=watt, (joule per second), Jule ve vat ile ölçülür. (1) Bir kilogram suyu bir derece ısıtmak için bin kalori yani 4.186 Jule ısı aktarımı gerekir. Kilogram ile ölçülen her şey atomlardan, atomlar ise titreşen enerji halkası olan zerrelerden oluşur. Bilimde ölçüm şart oysa ‘varlık, benlik ve an’ ölçülemez. Madde ve zaman yoktur, tamamen zandır. Bu gerçek ayetlerde açıkça yer alır. “Evrensel maddî beden arzında, bireysel tedbir ve bedensel ameller sayesinde, yaşanabilecek ortam hazırlanmıştır. Vücutta bir şey yoktur. Her şeyin hazinesi indimizde, katımızda, yanımızdadır. Önce sureti, şekli ve resmi, külli akılda külli veçhesiyle, her yönüyle, kaza âleminde resmi çizilir. Sonra, sebepleriyle birlikte, levha-i mahfuzdaki, korunan levhadaki, gaipteki görüntüsüyle, külli nefis âleminde görüntülenir. Sonra ayrı ve farklı bir birim olarak ölçülerine göre, miktarına ve vasıflarına uygun, levha-i kader ve dünya semasında görüntülenir. (15 Hicr, 21-23) Akıl, zihin, ‘manada’ oluşanları, nurları, parlak zerreleri, ‘madde’ âleminde gördüğünü zanneder.

“Arzu ve isteklerinin şiddetli olması halinde, istidadı olanların; nefisleri çamurunu, terbiye edip arındırarak, kutsallık yönüne uçuşan kuşlar haline getirir; sohbetlerinin bereketiyle, hakiki hayat nefesi ve ilahi ilim nefesini nefyederim, üflerim. Allah'ın izniyle, şevk ve himmet kanatlarıyla Hak tarafına uçucu diri birer nefis olurlar.”  (3 Ali İmran, 49) “İlahî nefes rüzgârları, hikmet ve bilgi aşılayıcı, kalplere sefalar verici ve tecellilerin kabulüne hazırlayıcı olacak şekilde estirildi. Ruh göğünden hakiki ilimler suyu indirilerek insanlar ihya edildi. İhya edilmezden önce insanın ilim hazinesi yoktu.” (15 Hicr, 22)

“Mutlak vücudun nurunun, kalbe güneş gibi doğuşuyla oluşan Doğunun ve bu nurun gurubuyla oluşan Batının da Rabbi Haktır. Mevcudat, O’nun nuruyla zuhur eder, zahir olur, görünür. Her mevcutta, gizlenen Hak’tır, gurup eden nurudur; onunla tesettür etmesiyle her mevcutta gurubu vardır.  O, doğuş ve gurup ile onu terbiye eder.” (55 Rahman, 17)

Umarım biz de, gurup eden nurun, eşya ile tesettür edenin, sırrına erebiliriz.

                                                                                              Necdet Altınay, 04112021

(1)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2020/12/nefes-kuvvettir.html

(2)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/04/ask-atesi.html

(3)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/10/vaat-edilmis-topraklarda-deprem.html

(4)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/10/suyun-azizligi.html

21 Ekim 2021 Perşembe

Vaat Edilmiş Topraklarda Deprem

 

Vaat Edilmiş Topraklarda Deprem

Akıl, bazen çok aciz kalır. Aklın işleme ilkesi itibarî ve izafîdir, kıyas yapar. Maddenin tanımı: ‘kütlesi, hacmi ve ağırlığı olan şeye madde denir’. Bu en çağdaş tanım, akıl içindir ama düşünen akla uygun değildir, çünkü ne olduğu belirlenmiyor, ‘ona madde denir’ deniyor. Aslında madde ve zaman yoktur, ‘ego’muz gibi zandır. Elektriksel ve manyetik dalgalar, sırasıyla, gazap ve şehvet güç ve kuvvetleri, vardır. Güçlü kuvvetler maddeye bağlı ve bağımlı değildir. İnsan bilinci, ruhu, maddeden bağımsızdır, birbirlerinden ayrılmaları doğaldır ama bu iş, kıyas olmadığı için akla zor gelir. Cansız, ruhsuz, beden sarsılır, dökülür.

Bölünemez anlamına gelen ‘atom’, maddenin en küçük parçasıdır ama madde değildir, tam bir boşluk ve yokluktur. Atom altı zerreler, tamamen elektrik yüklü dalgalardır, elektromanyetik kuvvetlerden başka bir şey değildir. Bilim burada da ‘parçacık hali gösteren dalgalardır’ deyip çıkar işin içinden. Hayat, ‘maddesel’ değildir, DNA’ya yüklenmiş bir ‘yazılım, irade’ olduğu kanıtlanmıştır. Donanımın yazılıma tabi oluşu, hayatı, canlılığı, ortaya çıkarır. DNA, maddeye hükmederek ‘enerji üretir’, ‘yaşar’ ve ‘çoğalır’. Bir hücrede bu üç işlem aynı anda mevcut olmalıdır. Hayatın, sadece yaşayan bir hücrenin çoğalmasıyla oluşabileceğini de bilim kanıtlamıştır. Evrim, hücrenin gelişimine aittir.

Dalgaların, yalnız insan nazarı altında parçacığa dönüştüğü bir gerçektir. Maddeye nasıl geçilmiş ise cansız maddeden canlılığa da öyle geçiliverir. Bu konuda kutsal mesajlar daha anlamlıdır. “Ortada, açıkta, görünür olanın anlatmaya çalıştığı hafi, gizli olanı, görünür olmaya çalışanı görmeden, hatta inkâr ederek, surette kalmayınız. Aşikâr olarak görünen ‘arz’, görünmeyen, henüz bilinmeyen ‘ilimden’ rızkını alır. Arzın, dört temel anasırdan alacakları takdir edilmiştir. Yeryüzü ve gökyüzü veya arz ve sema olarak bilinen oluşumlar, Haktan rızkını hakça aldıkça oluşur, açılır, gelişir.” (41 Fussilet, 9,10)

Rivayete göre, Allah’ın nefsiyle kaim, yerine geçen, ayakta olan, hayatıyla hay, canıyla canlı, ilmiyle âlim, ruhuyla dirilmiş iken cennette yaşayan Âdem, bedenleşerek dünyaya indirildi. Bedensel nefsaniyeti, canlılığı, Âdem’in zevcesi, eşidir. Âdemoğluna, ilim halinden tekrar ruha dönebilmesi ihsan edilmiştir.  Bilgiler,  kuvvetler halinde uygulandıkça hareket eder, oynaşır. Bedensel nefsaniyetin, canlılıkta, bilgilerin özelliğine uygun bir şekilde, farklılaşarak belirginleştiği için ruh ile cilveleştiği söylenir. İnsanî nefsaniyetin dişiliğinin, eril ruha, her aşamada, aldığı bilgilerin özelliğine uygun gelişip, bir kalp çocuğu doğurduğu rivayet edilir. Veledi kalp, akıl aracılığıyla ruhtan aldığı bilgilerle beslenir, büyür ve kendine vaat edilmiş topraklarda, alanlarda serpilir, hüküm sürer. Bireysel düzeyde, her kişinin bedeni, kendine özgü bir Mısır ülkesidir. Azan Nil, verimli toprağı yarıp akar, taşar; ‘sudan gelen çocuk’ Musa, rahimde kalmaz, doğar, vaat edilen bedeninde yaşar. İnsana, nefsaniyetin her aşamasını, edebiyle, yaşama hakkı ihsan edilmiştir. Mısır ülkesinde, emmare nefisle tutulan yolun sonu olmadığı görüldüğünde, Firavun Nefis, kendini levam ederek, ‘yererek’, bir başka hale geçer; kendisinin, hayalince, her şeye hükmedemediğini, eksikliğini anlar. Firavunun bir rehbere ihtiyaç duyduğu,  halk arasında duyulunca, tevhit ilmine hâkim olan İbrahim’in, aklı temsil eden,  oğlu Yusuf önerilir.  

Beden ülkesi Mısırda, akıl Yusuf’un hükümdarlığı süresince, işlerin düzelmesi memnuniyet verir ve aklın ülkede hüküm sürmesine izin verilir. Önce baş tacı yapılan akıl, zamanla sömürülür ve sadece köle gibi çalıştırılıp nefsanî menfaat için kullanılır. Duygudan yoksun ortamda,  sömürü ve kölelikte,  kalbe ihtiyaç duyulur.  Aklın kalpsizce kullanımı,  maddesel zenginlik verse de mutluluk getiremez.  Levama nefsin,  sudan yani ilimden gelen oğlu,  Hz. Musa, kalp çocuğu olarak, kalbe gerektiği gibi önem verenleri toparlar. Her yer ve zamanda, iş ve işlemlerin, tüm hareketlerin, efalin, aynı ilmin uygulaması olduğu,  akla gelen fikirlerin kutsallığı, anlaşılır. Kalp Musa, kendisine vaat edilen topraklara göç edip, Yusuf’un kardeşlerini, gazap ve şehvet kabileleriyle birlikte, Mısır’dan çıkarır, kalbiyle aklı kölelikten kurtarır. Akıl aracılığıyla kalbe dolan ilim, kalpte mayalanarak çoğalır, taşar ve yayılır. Beden ve madde âleminde yalnız ve sadece bir ve tek ilmin uygulandığının idraki, ayrıca, ilme ulaşma zevk, lezzet ve keyfini de verir. Levam Nefis, bu aşamada tatmin olup, kalbe ram olur, esas krallığın mana âleminde olduğunu hissedip yeni bir hal içine girer. Mutmain Nefsin, ruh babadan olma, kalp çocuğu Hz. İsa; ilmin kendisinin, maddeden, madde halinden,  daha önemli olduğunun idrakine varır. Bu aşamada kalp, âlemin tüm sıfatlarının da yine aynı, bir ve tek, ilmin çeşitli uygulamaları olduğunun idrakine erer. İlmin kaynağı göklerdedir. Mutmain nefis, emmare ve levam nefislerden sonra, ruhun üçüncü eşidir; Hz. Yusuf ve Musa’dan sonra, İsa da üçüncü oğuldur. Âlemde olan Âdem’de de olur!

Aynı Rivayete göre, kalp çocuğu rehberinden tevhit ilmini talep eden, nefsaniyetin aşamalarını yaşayarak, Allah’ın ilmiyle, ruhuyla, zatıyla dirilebilir. Ebeveynleri, Allah’ın kulu Abdullah ve âmin deyip teslim olan,  ilham alan, dördüncü eş Mülheme Nefis sahibi Âmine hatundan olan ve vaat edilmiş topraklarda özel eğitimle yetişen kalp çocuğu, dördüncü oğul Resulümüzdür. Miraca çıkıp inerek, Allah’ın kelamını getiren efendimiz, Hakka ulaşıp dönmüş, ruhun maddeden soyunabileceğini, örnek olmak üzere, gerçekleştirmiştir.

“Beden arzının kadir ve kıymetinin bilinmesi, beden arzının sırrının ortaya çıkışı ve aklın bu sırra erişidir. Sırra eriş, kalpte yerleşen bilgi ve inançlara bağlıdır. Beden ile canlılık hareketleri farklıdır. Bunu fark ediş, madde ile mananın birbirinden ayrılışıdır, mananın maddeden, ruhun bedenden soyunuşu, ayrılışı, aklın zanlarından kurtuluştur. Ruhsuz, cansız beden, sarsıntı geçirir. İnsan ruhu, bilinci, hayvani ruhtan ayrılıp, arınması sırasında, beden ve ruh ilişkisi bozulur, beden harap olur. Bu durumda beden arzı, bir çeşit deprem sarsıntısı geçirir ve şiddetle sarsılır. Beden arzının kadrinin ve kıymetinin bilinmesine sebep olan ilim ve amellerin tümü, kalpte yer eden ilim ve inançlarla ortaya çıkar. İnsan, beden arzının ıstırabına anlam veremez, nedenini bilemez. O zaman beden arzı, hal diliyle haberlerini verir. Bu durumda insanlar da inanan ve inkâr edenler olarak ikiye ayrılır. Bedenlerinin mizaçlarına göre hesap verme ve ceza çekme yerlerine doğru hareket ederler. Zerre kadar hayır işleyen hayrını, şer işleyen şerrini görür.” (99 Zelzele, 1-8)

Umarım biz de tüm beden eşlerimizin kadir, kıymetini ve oğullarını idrak edebiliriz!

                                                                                  Necdet Altınay 20102021

8 Ekim 2021 Cuma

Suyun Azizliği

 

Suyun Azizliği

Bir bardak su verene ‘su kadar aziz ol’ denir. Su, demir gibi Dünya’ya gökten indirilmiştir. Oksijen ve hidrojen tüplerinin açılmasıyla su elde edilmez. Su hayattır. Halk edişin temelidir. Güneş sisteminden önceki, Hidrojen yakıtını bitirip, altın dâhil tüm madenlere dönüşüp dağılan, süpernova kalıntılarında, su kütleleri bulunur. Dünyanın ve insanın % 75’i sudur. Susuz yaşam olamaz, sürdürülemez. Su, ilmin sembolü, her şeyin özüdür. İnsan, önce rahimde ters olarak tutunan su damlasından, sonra kan pıhtısından ve son aşamada da çamurdan yaratılıp, ilimle inşa edilir. Susuz ne toprak olur ne de hava, ateşin de özü sudur, yanıcı Hidrojen ve yakıcı Oksijen suyun özü, H2O formülüdür.

“Ruh semasından bir ilim suyu iner. Nüfus arzında, bu ilim suyu, hikmet pınarları şeklinde kaynaklanır. Aynı su, arzda çeşitli amel ve ahlaka güç kaynağı oluşturur.  Su,  aslından çok farklı olan kök,  sap ve ekin tohumlarına dönüşür.  Sonuçta,  isim ve sıfatları farklı olan şeyler ortaya çıkar.  Bütün bu tecellilerde, benlik kabuğundan soyunmuş hakikat sahipleri için büyük bir nasihat ve ibretler vardır.”  (39 Zümer, 21) “Kur’an,  Furkan olarak görünür;  ilim, suret halinde görünür. Surette kalanlar ilmi göremez. İlim bir düzen içinde surete bürünerek açılım halindedir.  İlmin görünür hale bürünüşünü, bürünüyor oluşunu, görebilmek için ilmi bilmek, surette kalmamak gereklidir.” (41 Fussilet, 5) “Ortada, açıkta, görünür, hadis, zahir, zuhura gelmiş olanın anlatmaya çalıştığı hafa, gizli olanı, görünür olmaya çalışanı görmeden, hatta inkâr ederek, surette kalmayınız. Aşikâr olarak görünen ‘arz’, görünmeyen, henüz bilinmeyen ilimden rızkını alır. Arzın toprak, ateş, hava, su olmak üzere dört temel anasırdan alacakları takdir edilmiştir. Yeryüzü ve gökyüzü veya arz ve sema olarak bilinen oluşumlardan biri olarak arz rızkını aldıkça oluşur.” (41 Fussilet, 10)

Sanal parçacıktan çıkan ilk enerji de,  zamanla oluşan kütle ve madde de,  ilminin aynıdır. S. Hawking’e göre her ‘şey’ bilimsel özelliklerinin, ardındaki ilminin deposudur, kaybolmayan ilminin görüntüsüdür. Evren, sanal parçacığın görünen halidir, önemli olan, bu parçacığın yüklendiği özellikler ve özünde taşıdığı Kur’an, ‘Düzen’, fizik ve matematik ilmidir. Bir inşaat projesinin ismi, resmi,  cismi de, ardındaki ilmin halleridir, aynıdır. “İnsan da fıtratının, fıtratına kazınan ilminin aynıdır.”(41.53,54) Herkesin ve her şeyin cismi ve ameli, ilmine tabidir, biat eder, daim secde eder. Kırk sene önce, bir bilge kişi,  Bursa’da, Ahmet Hançer, “Mana âleminde ispat edildi, madde âleminde ispata gidiliyor” demişti. ‘İnanç âleminde söylenenlerin doğruluğu, bilimsel olarak ispat edilecek’ demiştim.

“Ego, benlik, cahillik, hayvani nefis,  şehvet,  gazap ve bencilliklerden oluşan, ‘Nefsin Semud Kavmi’, ilim suyu tufanında helak olur.” (85 Büruc, 17,18) Kötü huylara Semud kavmi denebilir. Su tufanında kurtuluşa erenler, öğrenimleriyle, örneğin şehvet iffete dönüşerek, yeni sıfatlarıyla doğup, yeni ilim ve ruhla dirilerek yaşarlar. Varlık âleminin ardında olup da gece gibi görünmeyen yedi mertebe, manada olduğu için görünmez. Vücut, hayat, ilim, işitme, görme, irade, kudret ve kelamdan oluşan sekiz sıfat mertebesi ise gündüz gibi maddede, zahirde, açıktadır. Bâtıni değerleri olmayan insanlar, içi boş kuru hurma kütükleri gibidir. Bu insanlardan oluşan kavmin, hayatları ve manaları yoktur.

 Bilgi ve ilim, bilen veya bulanın değildir. İlim, kişiyi, ilmin sahibine götürür.  Batın ve zahirde görünen ilimle, bireysel kişilikler helak olur, kişi fena bulur. “Hak,  Muhammed suretinde zahir olur, görünür. Genel rahmeti, bütün eşyaya vücut vererek ve özüne olgunluğu yerleştirerek, eşyanın tümünü kapsar. Özel rahmeti, olgunluğun idrakine sahip Muhammed evliyasına özgü, sıfatların, hakikati içeren kitabının, inişidir. Bu Kitap önce bütünün, tüm var olanın, var olan her şeyin tamamının; kısaca eşyanın özüne kısaltılarak, öz halinde konduktan sonra; ayetler indirilerek, ayrıntılı bir şekilde açıklanmış Furkan, uygulama aklı, kitabıdır.” (41 Fussilet, 1-4) Kuran, ilim, inmiş; Furkan olarak ortaya çıkmış.

İlim, bilenlerin bilmeyenlere sistemli öğretimiyle öğrenildi. Yoğun öğretim ile öğrenim yoğunlaştı,  bilen ile bilmeyen hızla ayrıştı. Âlim ile cahil arasında uçurum oluştu. Cehaletle ilişiğini kesenin bencil kişiliği, cahilliği, ölmüş sayılabilir. Bu kişinin ilk kişiliği, ilim suyunun tufanında helak olur. İyi okullarda, başarılı olan gençlerin, kısa zamanda kişilik değiştirecek kadar gelişimi dikkat çekicidir. Başarılı gençte öyle bir kişilik oluşur ki başarısız gençte olabilecek bozuk kişilik ile bir ilişkisi olamaz. Muhtemel bu bozuk kişilik tamamen ölmüş,  helak olmuş,  hatta ilimle, kişi, yeniden dirilmiş denebilir. Kitapta adı geçen Semud kavmi ilim suyu tufanında helak olan cahillik, benlik ve bencillik olabilir.

Âlim sıfatına layık görülen kişilerin bireysel kişilikleri de aynı ‘gürleyen sesle gelen şiddetli rüzgâr ve fırtınayla mahvolabilir’. Âlimler, hayatlarını uğruna adadıklarına kavuşmaları halinde,  âlimlik sıfatlarını da  “Bildiklerim benim olamaz, tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir” deyip teslim ederse, arif olur. Bu güzel sıfatlara Âd kavmi denebilir.  Adı geçen kavimlerin durumu, “Tam teslimiyet içindeki Müslümanlar olarak can veriniz, Ölmeden önce ölünüz” (2 Bakara, 132) anlamındaki ayet ile de açıklanabilir.  Adı geçen bu kavimler, böylece, Allah’ın rahmetine kavuşmuş olabilir. Ayetler, yaşanan ve yaşanacakları açıklar.  Evrensel olayların tümünün ardındaki ilim aynıdır.  Kitabımız, Furkan, uygulama, ilmini ayrıntılarıyla açıklar.

Umarım biz de, nefsanî davranışlarımızın temelinin ilim suyu olduğunu idrak edip, fiil ve sıfatlarımızı, tufandan kurtulup, teslim edebilir, arif olabiliriz.

                                                                                  Necdet Altınay 03102021

23 Eylül 2021 Perşembe

Savunma Hakkı

 

Savunma Hakkı

Her canlı, hücre veya çekirdek, öncelikle maddeye bağlı ve bağımlıdır. Maddeye hükmetme iradesi bağışlanması sayesinde, yumurta veya çekirdek, uygun koşullar altında, gelişir, büyür, bedenleşir; kendine özgü fıtratına uygun şekil ve usulde, hayattaki yerini alır. Her canlı, varlığını ve neslini sürdürmesi için maddi ve manevi donanıma sahiptir. Bitki ve hayvanlar âleminde, her bireysel, koloni veya kümesel ünite, eko sistemi içinde varlığını sürdürerek yaşar. Genetik yapısında yer alan, yerine göre, hayatta kalması ve neslini sürdürmesi amacıyla, evrim geçirme veya kendini feda etme, seçeneklerini kullanır. Yalnızca insan, diğer canlılardan çok ayrıcalıklı bir şekilde, kendine özgü ve çok özel teçhiz edilmiştir. İnsan, akıl etme, düşünme ve konuşma yetenekleriyle donatılmıştır. İnsan, bilen ve bildiğini bilen yaratık olarak kalmayıp özel olarak ‘yaratıcısını bilmek’ üzere ayrıca muhatap alınıp inşa edilir. Kendini savunma ve teslim etme hakları tanınmıştır.

“Tahkik edildiğinde, incelendiğinde, görülür ki manevi göklerden dünya göğünü yani insanlığın aklını, faziletler, deliller ve işaretlerle ziynetleştirdik, donattık, teçhiz ettik. O delil ve işaretleri, vehim ve kuruntu şeytanlarına yasakladık. O şeytanları, vehim ve kuruntuyu, tabiat çukurunda mahcup, perdeli, olanlara; cismani âlem haviye’sinde, ocağında, cehennemin dibinde, zulüm berzahında, alanında, kalanlara, mahsus kıldık. Kuruntu şeytanının, Nur âleminden uzakta olan ve uzakta kalanlara özel olmasını sağladık. Şek, şüphe ve kuruntu, nur âleminden uzak, madde âleminde oluşta esas mesele, sorun, Rablerinden mahcup oluştur. Rabbin eğitim ve öğretiminden sonra mahcubiyetten kurtuluş mümkündür. Mahcuplar oraya atıldıklarında, ruhanilerin ve insanların seslerini duymaz, korkunç suretli hayvanların sedalarıyla bağrışır, birbirleriyle savaşırlar. Cehennem de üzerlerine kaynayarak yükselir. Nur âlemine şiddetle karşı çıkış nedeniyle, gazap şiddetlenir. Gazap altında oluşları, resullerin getirdiği hakikatlere karşı koymalarındandır. Hakkı işitseler, hakkı bilecekler ve itaat edip, nur âlemine kavuşacak ve kurtuluşa ereceklerdir.” (67.5-8) İnsanın, ‘eğitim-öğrenim’ sürecinden geçip geçmeme elindedir.

Dünya ile Gökyüzü arasındaki ilişki ne ise insan ile akıl seması arasındaki ilişki de odur. İnsanlığın aklı da insanlığın etrafında teçhiz edilmiş, donatılmıştır. İnsan, akıl semasının merkezindedir. Dünya, gök kubbenin merkezindedir ve madde olarak aşağıda, alttadır. İnsan da akıl semasının madde kısmıdır, cismanidir, vehim ve kuruntunun bulunduğu yerdir. Cismani âlem haviyesinde, tabiat çukurunda, kalınırsa kuruntu şeytanı musallat olur. Akıl semasına çıkılırsa, nur âlemine çıkılmış olur ve kuruntu şeytanından uzaklaşılmış olur. İnsan, düşünerek, tefekkür ederek, eğitim ve öğretimle, maddeden arınıp kurtulmalı, akıl semasına yükselmeli; aşağıda, merkezde, kalırsa cehalet kuyusunda kalmış, cehennemi kaynamış olur. Nurdan, akıldan uzak ve gazap içinde oldukları için hayvani sedalarla bağrışır, birbirleriyle savaşırlar, resullerin hakikatlerini anlayamaz karşı koyarlar. Hakkı işitseler, hakkı bilecekler, itaat edip nur âlemine kavuşacaklar ve kurtuluşa erecekler. İnsan, kendi iradesiyle, madde çamurundan arınmayı bilmeli, yükselip yücelmeyi başarmalıdır. Maddi bilgilerin, ilmin tümü iyi bilinmeli ki, madde esaretinden kurtulmalıdır.

“Kalem, Külli Akıldır. Suretler, levhada nakşolunur. Kalem, nasıl kâğıt veya levha üzerine yazı yazarsa aynı şekilde külli akıl ile de nefsin üzerine tüm mevcudat yazılarak halk edilmiş, oluşturulmuştur. Eşya, külli vücut, şekli, mahiyeti ve ahvaliyle takdir olunur. Kâtip Allah’tır.” (68.1) İnsan, bulunduğu yere, savunduğu konuma, kendi seçimleriyle gelir.

“Gözleri, ışığı görüp, ışığın ne ifade ettiğini, nereden ve nasıl geldiğini, ardındaki hakikati görmekten, idrakten acizdir, uzaktır. İdrak gücü olmayan, nur âlemine bakmaya kadir değildir. Her şeyin sadece göründüğü gibi olduğunu düşündükleri süfli, maddi âleme bakma zilleti kaplar onları. Hâlbuki onlar, saadetlerini kazanma kudretleri varken, aletleri, vücutları ve istidatlarının bekası zamanında, nur âleminden yardım almaya, secde etmeye, davet edilmişlerdi.” (68.43) Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Örneğin, ışığın yeşil renginin dalga boyunu yansıttığı için, yaprak yeşil görünür ama yeşil değildir, diğer tüm renkleri içerir. Bilgileri anlayarak anlayış gücü geliştirilir, idrak etme gücü kazanılır. Her şeyin ardındaki nur, idrak âlemini ve ardındaki hakikati görebilmeyi gerektirir. Hakikati görmek, nur âleminden, zamanında yardım aldıkça gelişir; insan, öğrendikçe öğrenir. Herkes yardım almaya davet edilmiştir, ilim Çin’de de olsa alınmalı. ‘Say Kanunu’ gereğince, insan, Çin’e gidip öğrenmeli, ‘öğrenmemi istiyorsa beni gönderir’ veya ‘doymamı istiyorsa ağzıma besler’ denemez. Kendi seçimleriyle geldiği, bulunup savunduğu konum, fıtratına uygun olmalıdır. ‘Fena’, ‘beka’ âlemleri çok farklı ve ayrıdır, fenadan beka görülemez.

Her insanın içinde bulunduğu hali ‘savunma’ hakkı vardır. Hak edene, hak ettiği verilir. Her şey ve herkes, hak ettiğini Haktan, hakça, alır. “Senin hidayetinle hidayet bulmanın hâsıl olmaması,  senin kusurundan değil,  ancak hidayetin husulünde şart olan haşyet ve yumuşaklığın zıddı olan kalplerin kasvetinden, katılığından ileri gelmiştir.” (20 Taha, 2) Kesret âleminde, diğer mevcudata karşı savunulan, vahdet âleminde teslim edilir.

Umarım, biz de, önce kendimizi olgunlaştırır, savunur, akıl semasına çıkarır; nur âleminden yardım almaya davet edildiğimizde, davete icabet eder, ilme itaat eder, savunduğumuzu teslim ederek, kurtuluşa ereriz!

                                                                                  Necdet Altınay, 23092021

 

9 Eylül 2021 Perşembe

Evrenin Merkezisin!

 

Evrenin Merkezisin!

            ‘Hak, görür, işitir ve bilir’. ‘Kendini bilen, Rabbini bilir’. Hak söze ne denir, doğrudur. Kadim öğretiler vardır, öncesi bilinmez. Zaman içinde çok kişi, kendini ve Hakkı bilmiş ve hak söz söylemiştir. Dün de bugün de derin düşüncelere dalan, tefekkür eden kişilerin, sezgileriyle ve aldığı ilhamlar, hatta vahiyler, sayesinde hak sözler söylediği ortaya çıkar. Bu sözlere o zamanlarda da bugünlerde de inanmakta güçlük çekenler vardır. Kendini bilip Hakka ulaşanların, toplumda her zaman hak ettikleri yeri aldıkları görülmez. Son aşamada, ‘din ile bilim arasında hiçbir çelişkinin olamayacağı’ bir gerçektir. Sezgisel ve ilhamlara dayanan hatta alınan vahiylerle ortaya konan görüşlerin, bilim tarafından, uzun dönemde, kanıtlandığı görülür. İnançlar ile ortaya konan hakikatler, bilimsel olarak kanıtlanır. Din, her var olanın ilmin bir uygulaması olduğunu söyler, bilim de onu kanıtlar!

            İnanç âleminin, “Mevcudat, yoktan ve yokluktan var edildi”, “Her şey önce Levha-i Mahfuzda yani saklı ve korunaklı levhada var olur, oradan varlık âlemine çıkar” deyimlerine bazı insanlar inanmamış hatta gülmüş olabilir. Avrupa’daki CERN olarak bilinen araştırma merkezinde kanıtlandı ki “Saniyenin 10-40ında, bir vakum yani boşaltılmış boşluk ve yokluk ortamında, zerreler var olur ve yok olur.” Kanadalı bilim insanları ‘boşluk ve yokluktan’ çıkıp var olan bir zerrenin, ani şişip genişlemesiyle, bu evrenin oluştuğunu kanıtladı. Böylece evrenin yaratılması için Allah’a gerek yokmuş ve evren de zaten bir şey değilmiş, artılar eksileri götürünce, ortada bir şey kalmazmış. (1) Diğer taraftan COVID-19 virüsünün m RNA (haberci RNA) tabanlı aşısının temelinde, “Virüsün kendini ürettirdiği ‘m RNA levhasına’ milyonlarca harfler sokularak mesajın bozulması” vardır. Her hücremizdeki DNA’mızın da, üzerinde (A,T,G,C) harflerinden oluşan kelime ve mesajlar olan, bir ‘Levha’ olduğu iyi bilinir. Bilimsel ortamda kanıtlanan gerçekler, inanç âlemini daha anlamlı kılar.

“Semalar tabakalar halinde halk edilmiştir. Mülk âleminin nihai kemali, en mükemmel hali, semaların halkındadır. Tabakaların nizam ve intizamı, düzeni ve düzenliliği, açısından daha muhkem, sağlam, bir şey görülemez. Bu halk edişte hiçbir uyumsuzluk yoktur. Semalar, dünya düzeninin kurulmasının kaynağıdır, başlangıcıdır. Semalarda, hiçbir aralık, çatlak, yırtık ve kopukluk bulunamaz, paralanıp parçalanamaz.” (67 Mülk, 3) Benzer ayetlerde ‘semaların yayılması’, ‘arzın merkezde döşenmesi’ deyimleri önce anlaşılamadı. Dünyanın, merkez olmayıp, Güneşin etrafında döndüğü bilgisiyle, inanç zayıflamış göründü. ‘Hak söz doğrudur da kulun anlayışı yanlıştır’ denemedi. Oysa evrene her nereden bakılırsa bakılsın, bakılan nokta evrenin merkezidir, büyük patlama o noktadan olmuşçasına, her nokta evrenin merkezi olarak görünür. Görülmesi tahmin edilen şey görülmez, tahminlerde pişmanlık duyulur, nedamet gösterilir. Evrenin her noktası, evrenin açılımının, uzayın genişlemesinin merkezidir. Her nokta merkezdir, evrenin merkezidir. Her kes, her insan, evrenin merkezidir. Bu hakikat, hiçbir balon, sabun köpüğü veya bomba patlaması gibi durumlarda görülemez. ‘Her insan kendi dünyasının merkezindedir’ dense de her insanın evrenin merkezi olması fikri yenidir, tahayyül bile edilemeyebilir. Başlangıç, Uzay-zamanın patlamasıdır, uzayda bir şeyin patlaması değil. (2)

Bir balonun yüzeyinde bulunan galaksilerden bakılıyor gibi, balonun yüzeyinde duruyor gibi, evrene bakıp farklı bir görüntü tahmin edilir ama evrene her noktadan bakışta aynı şey görülür, büyük patlamanın merkez noktasından bakılıyor gibi görünür. Bu görüntünün hakikat olduğu ayetle de anlatılmıştır. “Sema’ya tekrar tekrar nazar edin, bakın, her açıdan bakın, görülmesi düşünülen, talep edilen, beklenen şey görülmez. Faydası yok, usanıncaya kadar tekrar et, gör, hakikat rücu eder, eninde sonunda ortaya çıkar. Çünkü fikir kaynar ve dolaşırsa, yerinde durmayıp gezer ve evrenin çeşitli açılardan görünüşü düşünülürse; bir yerde durmayıp gezilirse, çeşitli açılardan bakılırsa; sema, her açıdan farklı görünmez. Fikirlerin çatışması ve incelemenin tekrarı, hakikatin ortaya çıkmasına sebep olur. Semada çatlak, yırtılma da bulunamaz, nazar ediş ve inceleme devam ettikçe beklenen, umulan görüş bulunamayınca, nedametten başka bir şey ifade etmeyince, aynı beklentiyi devam ettirmekten çekinilir, imtina edilir. Evrenin, imtina edilen, farklı görünen, bir vücudunun olmadığını kabul etmek çok zor olur.”  (67 Mülk, 4)

Stephen Hawking’in “Deha” adlı dizisinde ‘sezon 1 bölüm 4’te’ “Neden buradayız?” konusu işlenir. Çok çeşitli deneylerden sonra “Seçimlerimiz nedeniyle olduğumuz yere geldiğimiz” kararına varılır. Ancak, hemen ardından “Özgür irade var mıdır?” konusu işlenir. Nöroloji uzmanlarının da belirttiği gibi bu konuda “Şuur altında alınan kararlar uygulanır, aslında seçim hakkımız, irademiz, yoktur” sonucuna varılır. Yalnız, “Özgür irademiz vardır” deme özgürlüğümüz vardır. Bireysel bilinç, yaşam veya kozmik bilinç ile bağlı ve bağlantılıdır. Son aşamada böylece, “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm!” diyenin gerçekten Yunus olmadığı bilimsel olarak da kanıtlanmış olabilir!

Ayetlerde, önce semanın halk edildiği sonra semanın merkezinde de arzın döşendiği anlatılır. Devamında canlılığın yaratılması ve en sonunda insanın ‘inşa edilmesi’ üzerinde durulur. (3) Her aşamanın, ilmin bir uygulaması olduğunun önemine değinilir. Bilmek için donatılan insana, hakikate ermesi amaç olarak verilmiştir. Kendini bilemeyen, hakikate eremeyen kişinin, fıtratını gerçekleştirmediği, önemsiz şeylerle oyalandığı; nefsine uyduğu, kalbinden ruhuna ulaşamadığı vurgulanır.

Umarım biz de görüneni bilebilmek idrakine varabiliriz!

                                                                                                          09092021

 

 

(1)     Expres UK, Historic Discovery, By Paul Baldwin, Octber 16, 2015.

(2)     https://math.ucr.edu/home/baez/physics/Relativity/GR/centre.html

(3)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/08/varlg-yasayan-insan.html