19 Kasım 2021 Cuma

Rüyaların Hakikati

 

Rüyaların Hakikati

Eşyanın hakikati idrak edilmeli. Cemadat, taş, toprak atom yığınlarıdır. Farklı titreşen elektrik halkacıklarından oluşan ‘atom’ Jule ve Vat olarak ölçülürken çoğulu, ‘atomlar’ olunca, Kilogram olarak ölçülür. Çünkü hacim oluşturan atom yığınının üstünde atmosfer baskısı oluşur, deniz seviyesinde ağır, dağ başında hafiftir. Madenlerle canlı bedenler farklıdır. Nebatat ile hayvanat vücutları da farklıdır ama insan bedeni hepsinden farklıdır. Madde ve mana, beden ve ruh, yazılım ve donanım kelimelerinin her biri farklı anlamlar içerir. Yazılımsız donanım bir hiçtir. Ruhsuz beden de cesettir, biliriz ama bedeni kullanırken ruhun etkisini ne düşünür ne de anlarız. Bedenin elinde ve iradesinde hiçbir şey yoktur, bedenin kendisi ‘bağış ve ihsandır’. Bedene hareket etme isteği gönderilirse kuvvet ile desteklenir. Bir şey istemek ilme dayanır, ‘ceberut’ âlemindendir, kuvvet ise ‘melekût’ âlemindendir. Vahiy ve sahih rüyalar aynı kaynaktan, ‘ceberut’, kudret, ilim âleminden kaynaklanır. Mevt ve soyunma sürecinde beden evvel, ruh ahirdir, ahrettir.

“Fıtratı gereğince, her nefsin, ‘kudret âleminden’ bir kaynağı vardır ve ‘melekût âleminden’ onu terbiye eden bir müdürü vardır. Kudret âlemindeki kaynağından ilim ve nur feyzini, anlayış ve idrakini; melekût müdüründen kuvvet ve amel, uygulama feyzini yardım olarak alır. Her nefis, ilminden bir saik, dürtü, istek ve amelinden bir şahit kuvvetle beraber gelir.” (50 Kaaf, 21) Kısaca ilim, maluma götürür.  Her olay insanın bir azasıyla meydana çıkar, elle yapılır, gözle görülür; azalar amellere şahitlik eder, ameller ilmine şahitlik eder, ilim malumdan gelir. “Duygularının içinde yaşayıp, dış ortamda yaptıklarınla çok meşgulken,  maddî ve cismanî perdeni mevt nedeniyle kaldırınca,  işleyen ilmi idrak edince, daha önce tasdik etmediğin şeye, ahreti görüp, şahitlik edersin.” (50 Kaaf, 21,22) Yapılmak istenen önce ilimle, bilgiyle düşünülür sonra kuvvet ve kudretle yapılır. Düşünce, rüyalar gibi kudret âleminden; kuvvet, melekût âleminden, ahretten kaynaklanır.

“Tutmak isteyen, eliyle tutar; beden, cisim ve ceset olarak ‘el’ aradan çekilirse, soyunulursa, ‘ilim ve kuvvet’ kalır. Ve o nefis için böylece bedenden soyunmak suretiyle, ceberut ve melekût dizisinde dizildiği vakitler olur. Bedenden ilim ve kuvvete gidiş Allah’a yaklaşmadır. Kendisine bağış ve ihsan olunmuş olan bedeninin tedbiri sebebiyle, ceberut ve melekûttan uzaklaştığı vakitler de olur. İnsan genel olarak tutan bir el görüp onunla ilgilenerek ‘ceberut ve melekûtun’ suretleşmiş, suretlerin cesetleşmiş, gaibin suretleşmiş, halini görür. Nitekim sadık rüyalarda görüldüğü gibi aralarında hiç bir fark yoktur. Zira sadık rüya ile vahyin her ikisi bir vadidendir, aralarında fark yoktur. Yalnız uyku ve uyanıklık ile fark vardır.” (11 Hud, 69) İnsan bedeni tamamen ‘bağış ve ihsandır’ çünkü aslında madde yoktur, zaman gibi zandır, beden ise maddeden çok farklıdır. (1) Ayrıca, beden ile madde, taş ve toprak arasında da çok fark vardır. Canlı vücut, madenden farklıdır. İkisi de atomlardan oluşur ama yapıları aynı değildir. Her ikisi de küçük titreşimlerden oluşur ama vücuttaki titreşimlerin amaçları vardır, arzu ve isteği vardır, arzu ve isteğini gerçekleştirecek ilave kuvvete ihtiyaç duyar ve ilminden, ruhundan yardım alır. Bu yardımlar ceberut ve melekût, kudret ve kuvvet, âlemlerinden, ahretten gelir.

“Nefis, tabii lezzetlere meyil ederek süfli tarafa cezp edilirse, tabiat perdesi, kalbini, mana âleminden koparır, uzaklaştırır. Mana âleminin kuvvet ve kudretinden yoksun kalır,  insan yardımdan kesilirse, kalbin iradesi zayıflar. İlmin nurundan, idrakinden, mahrum kalan iradenin, kuvvet ve kudreti de zayıflar. Kişi bu durumu fark edip ulvi yöne dönüp, bedenden soyunursa, ilahi nur ve kuvvet yardımına gelir. Allah’a yakınlaşması halinde ise, nebiler gibi bilinmeyeni bilir, kadir olunmayan şeylere kadir olur. İnsan, kendisine bağış ve ihsan olunmuş olan bedende, ilahi kuvvet ve kudrete sahip olur, hükümdarlık âlemlerinin vasıflarıyla vasıflanırsa, sezgi ve ilhama erişir, sahih rüya görür. Gaibi kimse bilemez ama gaipten nida olunur, yardım alınır, fıtrata nakış olunmuş olanlar okunabilir. Sadık rüyalar ile vahiy aynı vadidendir. Nefsin tahayyül kuvvetiyle, gaipteki suretler cesetleşebilir, tecessüm edebilir.” (11 Hud, 69) (48 Fetih Suresi, 27) (80 Abese, 13-16) (85 Büruc, 20,21)

Resulü ihtiyarlatan ayet: “İlahi Hüviyet, şu ve bunluk, senlik, benlik ile kayıtlanmaz, kayıtlı olamaz. Halk ol,  Hak ile ol,  Hak ile halk ol.” (11 Hud, 112, 113) “Ve ana ve babasını kendi oturduğu tahtına oturtup, kendi ebeveyninin karşısında ayakta durdu. Ebeveyn ve kardeşleri, Yusuf’a kavuştukları için Hakk’a şükür secdesi etmek üzere yere kapandı. Yusuf'un hatırına gelerek: ‘Babacığım! İşte evvelce gördüğüm rüyanın tevili budur’. Ebeveynini taht üzere çıkarması «Akıl ve nefis mertebelerinin, gazap ve şehvet gibi diğer kuvvetlerin mertebelerinden yukarıda olduğuna ve akıl ile nefsin kalbe ziyade yakin olduklarına, diğer kuvvetler üzerinde saltanatlarının kuvvetine» işarettir.” (12 Yusuf, 100) İnsan önce beden lezzetlerine, ahmaklıkla, düşkünlükle ve düşüncesizce bir istekle atılım yaparak, ‘beni tabiat’ kuyusuna, ‘benlik’ kuyusuna atılır, düşer. Sonra fıtratına, genlerine kazınmış olan ilahi meziyetler ve yardımlar sayesinde bu kuyudan çıkarılır, lütfe erer. Aklı ve nefsiyle fiillerine hâkim olarak güzel sıfatlarla dolu kalbinin idrakine varır. Ruha ulaşması için yardım almayı kabul ederse, uygun zeminde ‘evet’ derse, sezgi ve ilhama da kavuşabilir, sahih rüyalar da görüp Allah’a vasıl olmaya muktedir olabilir.

Umarım biz de verilenlerin ve eşyanın hakikatini idrak edip sahih rüya görebiliriz.

                                                                                  Necdet Altınay,18112021

 

 

 

(1)   http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/11/dort-anasr.html

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder