Rüyaların Hakikati
Eşyanın hakikati idrak edilmeli. Cemadat, taş, toprak atom yığınlarıdır. Farklı
titreşen elektrik halkacıklarından oluşan ‘atom’ Jule ve Vat olarak ölçülürken
çoğulu, ‘atomlar’ olunca, Kilogram olarak ölçülür. Çünkü hacim oluşturan atom
yığınının üstünde atmosfer baskısı oluşur, deniz seviyesinde ağır, dağ başında
hafiftir. Madenlerle canlı bedenler farklıdır. Nebatat ile hayvanat vücutları
da farklıdır ama insan bedeni hepsinden farklıdır. Madde ve mana, beden ve ruh,
yazılım ve donanım kelimelerinin her biri farklı anlamlar içerir. Yazılımsız
donanım bir hiçtir. Ruhsuz beden de cesettir, biliriz ama bedeni kullanırken
ruhun etkisini ne düşünür ne de anlarız. Bedenin elinde ve iradesinde hiçbir
şey yoktur, bedenin kendisi ‘bağış ve ihsandır’. Bedene hareket etme isteği
gönderilirse kuvvet ile desteklenir. Bir şey istemek ilme dayanır, ‘ceberut’
âlemindendir, kuvvet ise ‘melekût’ âlemindendir. Vahiy ve sahih rüyalar aynı
kaynaktan, ‘ceberut’, kudret, ilim âleminden kaynaklanır. Mevt ve soyunma
sürecinde beden evvel, ruh ahirdir, ahrettir.
“Fıtratı gereğince, her nefsin, ‘kudret âleminden’ bir kaynağı vardır ve
‘melekût âleminden’ onu terbiye eden bir müdürü vardır. Kudret âlemindeki
kaynağından ilim ve nur feyzini, anlayış ve idrakini; melekût müdüründen kuvvet
ve amel, uygulama feyzini yardım olarak alır. Her nefis, ilminden bir saik,
dürtü, istek ve amelinden bir şahit kuvvetle beraber gelir.” (50 Kaaf, 21) Kısaca
ilim, maluma götürür. Her olay insanın
bir azasıyla meydana çıkar, elle yapılır, gözle görülür; azalar amellere
şahitlik eder, ameller ilmine şahitlik eder, ilim malumdan gelir. “Duygularının
içinde yaşayıp, dış ortamda yaptıklarınla çok meşgulken, maddî ve cismanî perdeni mevt nedeniyle
kaldırınca, işleyen ilmi idrak edince,
daha önce tasdik etmediğin şeye, ahreti görüp, şahitlik edersin.” (50 Kaaf, 21,22)
Yapılmak istenen önce ilimle, bilgiyle düşünülür sonra kuvvet ve kudretle
yapılır. Düşünce, rüyalar gibi kudret âleminden; kuvvet, melekût âleminden,
ahretten kaynaklanır.
“Tutmak isteyen, eliyle tutar; beden, cisim ve ceset olarak ‘el’ aradan
çekilirse, soyunulursa, ‘ilim ve kuvvet’ kalır. Ve o nefis için böylece
bedenden soyunmak suretiyle, ceberut ve melekût dizisinde dizildiği vakitler
olur. Bedenden ilim ve kuvvete gidiş Allah’a yaklaşmadır. Kendisine bağış ve
ihsan olunmuş olan bedeninin tedbiri sebebiyle, ceberut ve melekûttan
uzaklaştığı vakitler de olur. İnsan genel olarak tutan bir el görüp onunla ilgilenerek
‘ceberut ve melekûtun’ suretleşmiş, suretlerin cesetleşmiş, gaibin suretleşmiş,
halini görür. Nitekim sadık rüyalarda görüldüğü gibi aralarında hiç bir fark
yoktur. Zira sadık rüya ile vahyin her ikisi bir vadidendir, aralarında fark
yoktur. Yalnız uyku ve uyanıklık ile fark vardır.” (11 Hud, 69) İnsan bedeni
tamamen ‘bağış ve ihsandır’ çünkü aslında madde yoktur, zaman gibi zandır, beden ise maddeden çok farklıdır.
(1) Ayrıca, beden ile madde, taş ve toprak arasında da çok fark vardır. Canlı
vücut, madenden farklıdır. İkisi de atomlardan oluşur ama yapıları aynı
değildir. Her ikisi de küçük titreşimlerden oluşur ama vücuttaki titreşimlerin
amaçları vardır, arzu ve isteği vardır, arzu ve isteğini gerçekleştirecek ilave
kuvvete ihtiyaç duyar ve ilminden, ruhundan yardım alır. Bu yardımlar ceberut
ve melekût, kudret ve kuvvet, âlemlerinden, ahretten gelir.
“Nefis, tabii lezzetlere meyil ederek süfli tarafa cezp edilirse, tabiat
perdesi, kalbini, mana âleminden koparır, uzaklaştırır. Mana âleminin kuvvet ve
kudretinden yoksun kalır, insan
yardımdan kesilirse, kalbin iradesi zayıflar. İlmin nurundan, idrakinden,
mahrum kalan iradenin, kuvvet ve kudreti de zayıflar. Kişi bu durumu fark edip
ulvi yöne dönüp, bedenden soyunursa, ilahi nur ve kuvvet yardımına gelir.
Allah’a yakınlaşması halinde ise, nebiler gibi bilinmeyeni bilir, kadir
olunmayan şeylere kadir olur. İnsan, kendisine bağış ve ihsan olunmuş olan
bedende, ilahi kuvvet ve kudrete sahip olur, hükümdarlık âlemlerinin vasıflarıyla
vasıflanırsa, sezgi ve ilhama erişir, sahih rüya görür. Gaibi kimse bilemez ama
gaipten nida olunur, yardım alınır, fıtrata nakış olunmuş olanlar okunabilir.
Sadık rüyalar ile vahiy aynı vadidendir. Nefsin tahayyül kuvvetiyle, gaipteki
suretler cesetleşebilir, tecessüm edebilir.” (11 Hud, 69) (48 Fetih Suresi, 27)
(80 Abese, 13-16) (85 Büruc, 20,21)
Resulü ihtiyarlatan ayet: “İlahi Hüviyet, şu ve bunluk, senlik, benlik
ile kayıtlanmaz, kayıtlı olamaz. Halk ol,
Hak ile ol, Hak ile halk ol.” (11
Hud, 112, 113) “Ve ana ve babasını kendi oturduğu tahtına oturtup, kendi
ebeveyninin karşısında ayakta durdu. Ebeveyn ve kardeşleri, Yusuf’a kavuştukları
için Hakk’a şükür secdesi etmek üzere yere kapandı. Yusuf'un hatırına gelerek:
‘Babacığım! İşte evvelce gördüğüm rüyanın tevili budur’. Ebeveynini taht üzere
çıkarması «Akıl ve nefis mertebelerinin, gazap ve şehvet gibi diğer kuvvetlerin
mertebelerinden yukarıda olduğuna ve akıl ile nefsin kalbe ziyade yakin olduklarına,
diğer kuvvetler üzerinde saltanatlarının kuvvetine» işarettir.” (12 Yusuf, 100)
İnsan önce beden lezzetlerine, ahmaklıkla, düşkünlükle ve düşüncesizce bir
istekle atılım yaparak, ‘beni tabiat’ kuyusuna, ‘benlik’ kuyusuna atılır, düşer.
Sonra fıtratına, genlerine kazınmış olan ilahi meziyetler ve yardımlar
sayesinde bu kuyudan çıkarılır, lütfe erer. Aklı ve nefsiyle fiillerine hâkim
olarak güzel sıfatlarla dolu kalbinin idrakine varır. Ruha ulaşması için yardım
almayı kabul ederse, uygun zeminde ‘evet’ derse, sezgi ve ilhama da
kavuşabilir, sahih rüyalar da görüp Allah’a vasıl olmaya muktedir olabilir.
Umarım biz de verilenlerin ve eşyanın hakikatini idrak edip sahih rüya
görebiliriz.
Necdet
Altınay,18112021
(1)
http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/11/dort-anasr.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder