Savunma Hakkı
Her canlı, hücre veya çekirdek, öncelikle maddeye bağlı ve bağımlıdır.
Maddeye hükmetme iradesi bağışlanması sayesinde, yumurta veya çekirdek, uygun
koşullar altında, gelişir, büyür, bedenleşir; kendine özgü fıtratına uygun
şekil ve usulde, hayattaki yerini alır. Her canlı, varlığını ve neslini
sürdürmesi için maddi ve manevi donanıma sahiptir. Bitki ve hayvanlar âleminde,
her bireysel, koloni veya kümesel ünite, eko sistemi içinde varlığını
sürdürerek yaşar. Genetik yapısında yer alan, yerine göre, hayatta kalması ve
neslini sürdürmesi amacıyla, evrim geçirme veya kendini feda etme,
seçeneklerini kullanır. Yalnızca insan, diğer canlılardan çok ayrıcalıklı bir
şekilde, kendine özgü ve çok özel teçhiz edilmiştir. İnsan, akıl etme, düşünme
ve konuşma yetenekleriyle donatılmıştır. İnsan, bilen ve bildiğini bilen
yaratık olarak kalmayıp özel olarak ‘yaratıcısını bilmek’ üzere ayrıca muhatap
alınıp inşa edilir. Kendini savunma ve teslim etme hakları tanınmıştır.
“Tahkik edildiğinde, incelendiğinde, görülür ki manevi göklerden dünya
göğünü yani insanlığın aklını, faziletler, deliller ve işaretlerle
ziynetleştirdik, donattık, teçhiz ettik. O delil ve işaretleri, vehim ve
kuruntu şeytanlarına yasakladık. O şeytanları, vehim ve kuruntuyu, tabiat
çukurunda mahcup, perdeli, olanlara; cismani âlem haviye’sinde, ocağında,
cehennemin dibinde, zulüm berzahında, alanında, kalanlara, mahsus kıldık.
Kuruntu şeytanının, Nur âleminden uzakta olan ve uzakta kalanlara özel olmasını
sağladık. Şek, şüphe ve kuruntu, nur âleminden uzak, madde âleminde oluşta esas
mesele, sorun, Rablerinden mahcup oluştur. Rabbin eğitim ve öğretiminden sonra
mahcubiyetten kurtuluş mümkündür. Mahcuplar oraya atıldıklarında, ruhanilerin
ve insanların seslerini duymaz, korkunç suretli hayvanların sedalarıyla
bağrışır, birbirleriyle savaşırlar. Cehennem de üzerlerine kaynayarak yükselir.
Nur âlemine şiddetle karşı çıkış nedeniyle, gazap şiddetlenir. Gazap altında
oluşları, resullerin getirdiği hakikatlere karşı koymalarındandır. Hakkı
işitseler, hakkı bilecekler ve itaat edip, nur âlemine kavuşacak ve kurtuluşa
ereceklerdir.” (67.5-8) İnsanın, ‘eğitim-öğrenim’ sürecinden geçip geçmeme
elindedir.
Dünya ile Gökyüzü arasındaki ilişki ne ise insan ile akıl seması
arasındaki ilişki de odur. İnsanlığın aklı da insanlığın etrafında teçhiz
edilmiş, donatılmıştır. İnsan, akıl semasının merkezindedir. Dünya, gök
kubbenin merkezindedir ve madde olarak aşağıda, alttadır. İnsan da akıl
semasının madde kısmıdır, cismanidir, vehim ve kuruntunun bulunduğu yerdir. Cismani
âlem haviyesinde, tabiat çukurunda, kalınırsa kuruntu şeytanı musallat olur.
Akıl semasına çıkılırsa, nur âlemine çıkılmış olur ve kuruntu şeytanından
uzaklaşılmış olur. İnsan, düşünerek, tefekkür ederek, eğitim ve öğretimle,
maddeden arınıp kurtulmalı, akıl semasına yükselmeli; aşağıda, merkezde,
kalırsa cehalet kuyusunda kalmış, cehennemi kaynamış olur. Nurdan, akıldan uzak
ve gazap içinde oldukları için hayvani sedalarla bağrışır, birbirleriyle
savaşırlar, resullerin hakikatlerini anlayamaz karşı koyarlar. Hakkı işitseler,
hakkı bilecekler, itaat edip nur âlemine kavuşacaklar ve kurtuluşa erecekler.
İnsan, kendi iradesiyle, madde çamurundan arınmayı bilmeli, yükselip yücelmeyi
başarmalıdır. Maddi bilgilerin, ilmin tümü iyi bilinmeli ki, madde esaretinden
kurtulmalıdır.
“Kalem, Külli Akıldır. Suretler, levhada nakşolunur. Kalem, nasıl kâğıt
veya levha üzerine yazı yazarsa aynı şekilde külli akıl ile de nefsin üzerine
tüm mevcudat yazılarak halk edilmiş, oluşturulmuştur. Eşya, külli vücut, şekli,
mahiyeti ve ahvaliyle takdir olunur. Kâtip Allah’tır.” (68.1) İnsan, bulunduğu
yere, savunduğu konuma, kendi seçimleriyle gelir.
“Gözleri, ışığı görüp, ışığın ne ifade ettiğini, nereden ve nasıl
geldiğini, ardındaki hakikati görmekten, idrakten acizdir, uzaktır. İdrak gücü
olmayan, nur âlemine bakmaya kadir değildir. Her şeyin sadece göründüğü gibi
olduğunu düşündükleri süfli, maddi âleme bakma zilleti kaplar onları. Hâlbuki
onlar, saadetlerini kazanma kudretleri varken, aletleri, vücutları ve
istidatlarının bekası zamanında, nur âleminden yardım almaya, secde etmeye,
davet edilmişlerdi.” (68.43) Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Örneğin, ışığın
yeşil renginin dalga boyunu yansıttığı için, yaprak yeşil görünür ama yeşil
değildir, diğer tüm renkleri içerir. Bilgileri anlayarak anlayış gücü
geliştirilir, idrak etme gücü kazanılır. Her şeyin ardındaki nur, idrak âlemini
ve ardındaki hakikati görebilmeyi gerektirir. Hakikati görmek, nur âleminden, zamanında
yardım aldıkça gelişir; insan, öğrendikçe öğrenir. Herkes yardım almaya davet
edilmiştir, ilim Çin’de de olsa alınmalı. ‘Say Kanunu’ gereğince, insan, Çin’e
gidip öğrenmeli, ‘öğrenmemi istiyorsa beni gönderir’ veya ‘doymamı istiyorsa
ağzıma besler’ denemez. Kendi seçimleriyle geldiği, bulunup savunduğu konum, fıtratına
uygun olmalıdır. ‘Fena’, ‘beka’ âlemleri çok farklı ve ayrıdır, fenadan beka
görülemez.
Her insanın içinde bulunduğu hali ‘savunma’ hakkı vardır. Hak edene, hak
ettiği verilir. Her şey ve herkes, hak ettiğini Haktan, hakça, alır. “Senin hidayetinle
hidayet bulmanın hâsıl olmaması, senin
kusurundan değil, ancak hidayetin
husulünde şart olan haşyet ve yumuşaklığın zıddı olan kalplerin kasvetinden,
katılığından ileri gelmiştir.” (20 Taha, 2) Kesret âleminde, diğer mevcudata
karşı savunulan, vahdet âleminde teslim edilir.
Umarım, biz de, önce kendimizi olgunlaştırır, savunur, akıl semasına
çıkarır; nur âleminden yardım almaya davet edildiğimizde, davete icabet eder,
ilme itaat eder, savunduğumuzu teslim ederek, kurtuluşa ereriz!
Necdet
Altınay, 23092021