27 Temmuz 2022 Çarşamba

Aşkla Vuslat

 

Aşkla Vuslat

Molekül, organel, hücre ve organlardan oluşan bedensel bütünlük içinde oluşan bilinç, ‘düşünen akıl’ sahibi ise, idrak eder, bilir ki, bu alt sistemler, insana, nimet olarak ‘verilmiştir’. Genler, doğa, çevre bilinçli kişiyi, kişiye gerek duymadan, emaneten oluşturur. İnsan, bunu idrak etmeli. “Biz, vücudumuz günahlarından sana rücu eyledik, bize bu dünyada fenadan sonra bekada adalet, ahrette müşahede takdir et.” (7 Araf, 156) Evrenin amacı insan oluşturup inşa etmek; olgun insanın amacı ise kendini ve Rabbini bilmektir!

“Var olan her şeyin, eşyanın ardında, akıl ile bilinebilecek bir ilim vardır. Bunu Kur’an bildirmiş, bu ilmin nasıl uygulandığı da Furkan olarak indirilmiştir. İnsan, ilim ve amelin, ilim ve uygulamanın, ayrıntılarını idrak ederek namazı (salât) yerine getirir ve ilim ile uygulama arasını birleştirir. Namaz, teslimiyet, zikir, tabi olmak, itaat etmek ve ulvî ilişki eylemlerini içerir. İlmin ve uygulamasının idraki olan namaz,  her düzey için yerine getirilir.  Bedenin idraki ‘Yatsı’; Nefsin rızası ‘Vitir’; kalbin huzuru “Sabah”; sırra erme “Akşam”; benlik ve bencilliğin yok edilmesi ve hakikat güneşinin parlaması, yüceliş yolunda ruhun Şuhut’u, uyanıklığı, ‘İkindi’; Hakk’ın ruhuyla dirilerek, itaat ve hakikat ilminin zevkiyle şükretmekle “Öğle” namazları kılınır. Hakikat idrak edilince, ayni vahdette, kul ve namaz yoktur.” (29 Ankebut, 45) Güneş tepede ise, gölgeler yoksa yalnız Cuma namazı kılınır.

“İnsan ile şeytandan başka hiçbir mahlûkta küfür bulunamaz. Kâffesi, hepsi, Allah'ın emirlerine uyar ve itaat eder. Şeytan, küfrünün hakikatinde Allah'ın iradesi olduğuna inanır, bu da ayni imandır. Yalnız insan, kendi iradesi ile hicaplaşır, perdelenir, örtünür, tesettüre girer.” (3 Ali İmran, 83) “Sizden şeytanın vesvesesini gidermek, yakin kuvvetiyle kalplerinizi kuvvetlendirip göğsünüzü sakin tutmak ve o kuvvetle ayaklarınızı sabit kılmak için, size Ruh semasından ilmen yakin suyunu indirdiğini hatırlayınız. Çünkü korku ve tehlike yerlerinde sebat ve şecaat, ancak yakin kuvvetiyle olur.” (8 Enfal, 11)

“Şevkinin şiddetinden kendine özgü çalışması ve gayretiyle,  nefsini terbiye ederek,  Allah yolunda, menfaat beklemeksizin, çalışıp ilerleyenler, içtihat ederler. Bu nefisler, fikir ile bilgileri birleştirip, nazar çakmağını çakarak, faal akıl nuruyla iştigal, meşgul olma, uğraşma, ateşini çıkarır. İlahî tecelli sabahının nurunun, anlayışının, idrakinin, ortaya çıkışıyla ve eserinin sürekli görünüşüyle; nefsin, vehim ve hayal vesveseleri, şehvet ve lezzet eğilimleri, ortadan kalkar. Nefsin efal ve sıfatının tümü yağma edilir. Büyük kıyamet sabahında, aşk ile Hakk’a şiddetli yönelme nedeniyle, bedeni geride bırakıp, kalp ve ruh dostluğuna dönüş, beden toprağının tozunu atar ve bedenden toz koparır. Yani ifna ve helak ederek, tecelli sabahının nuruyla, cemi aynı zata dâhil ve aynı cemde gark olurlar.  Beden toprağını o derece latif hale getirirler ki cemi zata dâhil olurlar.  Çünkü miraç beden ile olmuştur, vasıl olma ancak beden ile olur. Hakka, hakkın nimetleriyle vasıl olunur. Hakka ulaştıran malı çok sevmesi nedeniyle, insan, Hakka arkasını, mala önünü, döndüğünden cimri olur ve şen şakrak güler yüzlü olamaz, Hak’tan mahcuptur. Beden kabirlerinde bulunan nefis ve ruhları dirildiği zaman sadırlarında gizlenmiş olan tüm niyet, sıfat ve ameller ortaya çıkar, herkes hak ettiği karşılığı alır.” (100 Adiyat, 1-8)

“Siz,  tabiatın,  doğanın maddesel, bedensel, şeylerinin kendisini görüp de ardındaki ilmi görmezseniz, tabiat cehenneminin ateşini görürsünüz. Daha sonra ilmin de üstünde olan zevk ve vicdan ile o ateşi aynen yakin olarak zevk edeceksiniz. Bunun üzerine nimetin ne olduğunu takdir edecek, fani, gelip geçici, lezzetler mi yoksa baki olan uhrevi nimetler mi daha kıymetli olduğunu anlayacaksınız. İlmen yakin mertebesine varmış olsanız, ilmen yakin olarak bilseniz, bedensel ve duygusal olgunlaşma, şehvet ve kuruntuda boğulma rezaletleri içindekilere özel, tabiat cehennemi ateşini görürdünüz ve bu rezaletlerden tamamıyla sakınırdınız.  Diğer bir deyişle,  yediklerinizin,  yalnız damak tadı yerine,  verdiği güç ve kuvvetle geliştirebileceğiniz düşünce ve fikirleri görebilseniz, bu fikirler ile o yiyeceklerin ardındaki (protein ve vitamin moleküllerini oluşturan) ilmi idrak etseniz, geçici lezzetlerde kalmamış olursunuz. (Yiyeceklerden alınan protein ve vitamin moleküllerinin beyinde oluşumunu tetiklediği, lezzet, zevk, haz veren seratonin ve melatonin moleküllerinin ardındaki ilmi idrak edip, bilgi işlem sürecinin, bilincin, kıymetini bilirsiniz.) İlmin kıymetini bilmemek halinden, bilmek haline geçilirse, bilmemek halinin nasıl bir hal olduğu daha iyi anlaşılır. Maddede, eşyada, lezzette ve yiyecekte kalmanın zararları görülür. Lezzetin faniliği, geçiciliği, diğer bir lezzeti iticiliği, böyle düşünmenin sığlığı ortaya çıkar. İlmî yakınlığı bilseniz şevkinin şiddetinden, aşk ateşinin yakışından, cenneti ve cehennemi görürsünüz. Sonra o şevk ile aynen yakin ve müşahede rütbesine terakki ederseniz, aşk ateşinin hakikati ayanen, apaçık, görünür.” (102 Tekasür, 6-8) İlmen yakınlık aşk ateşine götürür, aynen yakınlık ise aşk ateşinin hakikatini apaçık, görünür kılar!

“Ebrara, iyi niyetlilere, ikram edilen şarabın mizacı, sırf hakiki aşkın yüce makamındandır ki o da cem halinde, mertebesinde, sunulur, kâfur denilir ve zat muhabbetidir, cennet meşrubatının en güzelidir, vücut rütbelerinin en âlâsıdır, vasfının suretinden tecerrüdü, soyunulması, nedeniyle deresiz ve oluksuz akar. Ebrar, iyi niyetli sadıklar, için ikram, sıfat makamında, sıfat muhabbetinde olduğu gibi zat muhabbetinde de vardır. Zatı da müşahede ettikleri için şarapları, zat muhabbeti ile karışık olabilir. Doğru yolda, sıratı müstakimde, yaklaşmakta ve yakınlaşmış olanlara, tafsil makamında ehli istikamette olanlara ebrar, sadık, denir bunların hakikatleri ve içtikleri ile cem makamında ehli istiğrak, gark olmuşların hakikatleri ve içtikleri farklıdır. Zat muhabbeti, vücutsuz, efal ve sıfatın üstünde, deresiz, oluksuz (kütlesiz, maddesiz, meysiz) akar. Ebrar için sıfat makamında sıfat muhabbeti olduğu gibi zat muhabbeti de vardır, zatı da müşahede ettikleri için,  karışıktır.  Mukarrebler,  yakınlaşmış olanlar,  tafsil makamında doğru yolda olup da tevhidi zata vasıl olanlar, Allah ile kaim olan kâmillerdir. Cem makamında ehli istiğrak, gark olmuş,  dalmış, olanların şarabı nispetsiz,  farksız,  beyaz ve halistir,  saftır kâfurdur.” (83 Mutaffin, 27-29) Aşk ateşinin hakikatini görene, aşkın yüce makamında olan sadıklara, Ebrar denir ve şarap ikram edilir. Cem makamında ikram edilen ise kâfurdur!

Umarım, nimetlerin ardını, ilmini, idrakle, aşk ateşinin hakikatini apaçık görebiliriz!

 Bil, ilmî ve aynî yakine dek,/Ruhun, ruha geldiyse denk, /Yoktur, mekâna gerek,/Aşk ile müebbet muhabbet!

 

                                                                        Necdet Altınay, 27072022

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Canım Cananım

 

Canım Cananım

 

Âdem’e, ruhundan ruh üflemiş,

Hayatıyla diri, canla canlanmış,

İlmiyle âlim, nefsi ile kaim imiş,

Yalnız insan ilimle inşa edilmiş.

 

Denir, müşahede edemiyorsan,

Her şeyde Hakkı göremiyorsan,

Bir rehbere ihtiyaç duyuyorsun,

Vuslatsa amaç, ne duruyorsun!

 

Bilge Hacı Bey demişti ki iyi bak,

En sevdiğinde bulursun mutlak,

Denedim, seni hep sen sandım,

Nefse, yüzüne bakıp, aldandım.

 

Nefsi nefsim sandım ilk görüşte,

Yanıldım, çok utandım, bilince!

Oysa ben, seninle hayattaydım,

Kalp gözüyle, şimdi mi baktım?

 

Ruh, aşk ile kalbimde, kaynıyor,

Bedene dar gelip de, çıkamıyor,

Gözlerim dolup, taşarak ağlıyor,

Kalbim bu zevki ilk defa yaşıyor!

 

Ruhun, kalpte dolup, taşıyorum,

Önce sanki seninle yaşıyordum,

Oysa şimdi hep seni yaşıyorum!

Aşkta vuslat mı, yok oluyorum?

 

Dedim, ne haldeyim bilmiyorum,

Hayatın bu gerçeğine şaşıyorum.

En sevdiklerin başına toprak attı,

Hepsi, tamam oldu deyip bıraktı.

 

Bedenini mezara bırakıp geldiler,

Kalbime sığamayanı bilemediler,

Umarım, hep senle dolu olurum,

Aşk içinde, Hak görünür, kalırım!

 

Varlığımızın kaynağı bir ve tekse,

Yaradılışımızın amacı bilinmekse,

 Mevtle giden kaynaktan gelense

Hakikati anlamayız ne hikmetse!

            Necdet Altınay, 17062022

3 Temmuz 2022 Pazar

Âşık Olunur, Bilinmez!

 

Âşık Olunur, Bilinmez!

“Seyr-i sülûktan, doğru yola girdikten sonra yapılacak şey içinizdeki Hakk’a yaslanıp,  sabır ile beklemektir.  Bu durumda sabrınız taşsa bile Rabbiniz size melek ve melekeler ile yardımcı olacaktır. Çıkmış olduğunuz yoldaki zorluklar, cihat, mücadelede karşınıza çıkacak üzüntülere karşı sabır ve ilahi rıza için Allah’a itaat etmeyi, zorluklara dayanmayı, nefse karşı koymayı gerektirir. Ancak, Hakkın size kuvvet vermesi ve nuru görerek nurlanmak ve size sekine, huzur ve bu isteğin inmesi için, sabır, Hakk’ın emrine karşı gelmemek,  menfaat ve ganimete meyletmemek, nefis korkusundan sakınmaktır. Nefsin, ruh ve kalp sultanlarının zorlaması altında kırılması gerekir. Sabır, sebat ve onur ruhun sıfatıdır.  Hareket ve acı ise nefsin sıfatıdır.  Ruhun gücü kalbe sahip olunca, kalbi nefse karşı korur. Nurun Zat’ındaki sevgi nuru ile kalp, ruha âşık olur ve sükûnete kavuşur. Bu şekilde kalp, nefis kuvvetlerini yener, nefis sıfatlarının zulümlerini kovar. Ve nefis de kalbin nuru ile aydınlanır, mutmain olur.  İşte o zaman rahmet, Ruh semasından ilmen yakin suyu, iner ve kalp, bu nurla, ilmin idrakiyle, nefis kuvvetlerini yok ederek, ûrûc eder; semanın meleklerine ulaşır ve tüm meleklerin kuvvetini ve vasıflarını çekip indirir. Meleklerin inmesi, özellikle, dünyadan tamamen çekilip koparılarak yücelik yönüne tevekkül edildiğinde ve gazaba uğrandığında yardımcı olmaları içindir. Ancak kalp, sabırsız davranıp acele eder,  bağırıp çağırıp,  korkuya yenik düşerse veya dünyaya meylederse,  nefis kalbe galip gelir, kahır ve istila eder, sıfatlarının zulümleriyle nuru engeller ve o ilişki kopar, yardım da kesilir, melaike de inmez.” Halil kendisinde gayrilik bakiyesi tevehhüm, vehim olunmaya, kuruntuya düşmeye, yakın olan bir muhiptir, sevendir.  Habib ise kendisinde bu cihet tasavvur olunmayan bir mahbup, sevilendir.  İşte bu sebeptendir ki, Halil aşk ateşine atılmış Habib bu ateşe atılmamıştır. (3 Ali İmran, 125)

Akıl, kalbe ezelden âşıktır.”  (12 Yusuf, 94) “Nurun Zat’ındaki sevgi nuru ile kalp, ruha âşık olur ve sükûnete kavuşur. Bu şekilde kalp, nefis kuvvetlerini yener, nefis sıfatlarının zulümlerini kovar. Ve nefis de kalbin nuru ile aydınlanır, mutmain olur.” (3 Ali İmran, 125) “Ruh semasından aşk ateşi gelerek nefislerini yer bitirir ve ifna, yok, eder.” (3 Ali İmran, 181) “İstisna hükmüyle cennetten çıkmak öyle bir şeydir ki o da saîdin;  «Ehadiyet-i zât» da fenası ve «sabahat-i cemâlde, cemalin güzelliğinde» aşk ateşiyle yanmasıdır. Ki bu yanmak, «makam-ı müşahede»  de Ruhun vücuduyla olmayıp,  şahit ve meşhût, şahit olunan, Hak olmak ve gayrin,  ayn ve eseri baki kalmamak derecesinde; gören göz, işiten kulak, hatırlayan kalp-i beşer olmaksızın, «Şuhûd-i Zâtiy-i Ehâdî» ile olandır.” (11 Hud, 108) “Akıl; ancak fıtrata hidayet bulabilir ve ancak maarife, bilgi bilmeye, hidayet edebilir.  Amma cemal nuruyla nurlanmak ve visal, vasıl olma, talebine şevk ve celâl ve cemâlin kemâline belki cemalin celâline ve celâlin cemaline aşk zevkiyle lezzetlenmek, ancak hidayet-i Hakkaniye nuru ile müyesser olunabilen bir iştir. Şüphesiz bizim ona talimimiz dolayısıyla Yakup, ilim sahibidir,  ayan ve şuhud sahibi değildir. Lâkin insanların çoğu bunu bilmeyip, kemâli «Akılda olan ilimden ibarettir» zan ederler, yahut mana: Havas insanları, aklı küllinin ilmini bilmezler.” (12 Yusuf, 68)

“Allah'tan sabır «Sabr-ı  anillah»; «İnsanlıktan soyunup, İlahi nurla nurlanan», kendi kalpleri ve vasıfları kalmayan, çok arzulu ve istekli aşıklardan olanların sabrıdır. «Ehl-i ayan ve müşahedeye»  mahsustur. Kendilerine Cemâl-i îlâhi güzelliğinden bir nur parladığı vakit,  yanıp,  fâni olurlar. Bu da; muhip olanların, sevilenlerin, hallerindendir. Bu sabırdan daha meşakkatli bir şey yoktur. Ve tahammülü en ağır bir sabırdır. Eğer muhip buna takat getirirse; hafi, yani, gizlenmiş olur ve eğer takat getiremezse mahbupta fâni ve helak olur. «Sabır-ı billah»,  Yani;  «Allah ile sabırda»  Hakk'ın,  kendilerini bilkülliye ifna ederek,  «benlik ve ikilik»  bakiyesinden bir şey bırakmadığı sonra da zatından vücut bağışlayarak,  «istikamet makamında»  Hak ile kaim ve Hakk’ın sıfatıyla fail olan «temkin ehline mahsus sabırdır.» Bu sabır, «Ahlâk-ı îlâhiyeden» olup, hiç bir kimsenin onda nasibi yoktur. Bu sabır,  «benim sabrım olup, benim kuvvetimle takat getireceğini»  beyan buyurmuştur. İşte bu sabra, Habib-i Ekrem’in, kuvveti vefa edemediği için;  Nebi «Hud suresi beni kocalttı» buyurmuştur. Bu sabrın sahibi, eşyayı: «ayn-i Hak» ile görür, eşyadan her ne sâdır olursa «fiilullah» görür ve onların üzerine zahir olan herhangi bir sıfatı; Hakk’ın tecellilerinden bir tecelli görür. Beni onlarla gördüğün gibi, sen de benim seyrimle gidici, benim ile ve emrim ile kaim olduğun halde, onlarla ol.” (16 Nahl, 127) 

“Ceset arzındaki kemik, sinir, kas ve etten oluşan tüm parçalar; tabii kuvvetler, hayvan ve insan ağaçlarından oluşan tüm bahçeler; nefsanî heves şaraplarının sıkıldığı şehevî kuvvetler, aşk ile muhabbet şaraplarının sıkıldığı aklî kuvvet üzüm bahçeleri; bitkisel kuvvet ekinleri ve diğer zahiri ve Bâtıni hurma bahçeleri, aynı su ile sulanır. Göz, kulak, burun delikleri gibi kökleri bir dalları farklı; lisan, fikir, vehim, zikir aletleri gibi farklı görünen ama kökleri de ayrı olanların tümü, hepsi de ‘hayat’ denen bir su ile sulanır.” (13 Rad, 4) “Ruhul-kuddûs, kusursuz, noksansız, kutsal ruh, ilim, semasından, ilim suyunu inzal edip, indirdiğinde, Kalp vadilerinde, kalplerdeki istidatlar miktarınca, sel halinde aktı. «İlim seli», «nefis arzında» «kötülük sıfatlarını» ve «rezaletler köpüğünü» oluşturur. Maarif ve keşifler, nefsin kemali olduğu için, nefis onlarla ziynetleşir, değer kazanır ve «fazilet kazanır». Nefsin yararlanması dolayısıyla, bilgi ve hakikatler sebebiyle, hâsıl olan «faziletlerin doğuşunu» talep için, «aşk ateşinde eridiklerinde», bilgi ve hakikatler ve aşkı coşturan mana ve keşiflerde de, «selin köpüğü» gibi habaset vardır, aşırıya kaçılıp, gurur oluşabilir, benlik ve ikilik yaratılabilir.” (13 Rad, 17)

“Vuslat yolundaki salik,  talip ve her şeyi bir tarafa bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas olunamayacağı bir zevktedirler. Ve Rab’leri,  onlara sıfat iyiliğinden ve derinden saf, bakiye ve benliğin zuhuru pisliğinden pak, sırf hakikî bir aşk şarabı, zat muhabbetinin lezzetli şarabını içirmiştir.” (76 İnsan,  18, 21)

Umarım, kalbimiz ruha âşık olur, aşk ateşinde erir, lezzetli aşk şarabından içeriz!

                                                                                                                                Necdet Altınay, 03072022

Aşk Ateşi

 

Aşk Ateşi                                                       Necdet Altınay 26062022

“İnsanlar,  iştiha, arzu, ettiği, ilgi duyduğu, şeylerin muhabbeti ile tezyin olundu, onların sevgisiyle donatıldı, teçhiz edildi. İlgi duydukları, ilgisini çeken, şeyler sevdirildi. İnsan, âlem-i ulvî ile âlem-i süfliden terkip olunmuş, ulvi ve süfli âlemlerin karışımından oluşmuş ve doğmuştur. Bu doğuşu ve neşesiyle, insanın fıtratı hicaplaşmış, perdelenmiştir. Tabii perdeler, bedenî örtüler ve hissî lezzetler acı suları ve hayvani şehvetler keskin rüzgârlarıyla, asli, esas olan tabiatının ateşiyle tutuşmuş ve basiret nuru sönmüştür. Buna binaen garip vatanlarında ve zulmet diyarında çeşitli güçlük ve meşakkatlerle müptelâ olmuş bir halde yurt edinmeye çalışır. Bu halde iken bir fark ve temyiz nurunun parladığına ve âlem-i akıldan bir yıldırım ışığı gördüğünü sanıp ayni zamanda kendisini çağıran heves ve şeytana tesadüf ederek, ona tabi oluverir. İçinde gözlerin lezzetlendiği ve nefislerin iştahlandığı şeyler bulunan, tenezzül ettiği bir menzile, güzel bir bahçeye tesadüf edip hemen orayı vatan tutarak, o meskenden razı ve memnun olur. İşte şehvetin aldatıcı hali budur. Zikir olunan arzular ve bu arzuların kendisine tezyin olunmasından o kimse bulunduğu âlem-i süfliden faydalanarak aldanır. Bu durum âlem-i süfli hayatının kemalidir, en iyi halidir ki, onunla ahret hayatının faydalarından ve âlemi ulvînin kemalinden mahcup olur, perdelenir, engellenir, mahrum kalır. Ahret hayatının daha ziynetli, kıymetli, daha lezzetli ve daha safalı olduğunu, üstelik bununla beraber baki olduğunu anlayamaz.  Eğer o kimseye tevfik-i ilâhî ve imdat sırrı yetişirse, o vakit ulviyetin merkezine hareket etmesi için batınından bir aşk ve şevk kopar. Sönmüş olan basiret nuru ateşi parlar,  envar-ı ilâhiye lem'aları, ilahi aydınlanma kıvılcımları çakar, işrakât-ı kudsîye, kutsal güneşin ışıkları birbirini takibe başlar. Basiret nuru nurlanır, merkez ve meskenindeki, kaynağındaki, talepten men eden, alıkoyan, hicaplar, perde ve engeller incelir, içinde bulunduğu sefası kederlenerek, evvelce safa zannettiği şeyler, karanlık olur. Ve ruhanî cüz'ün, cismani cüz üzerine galebesiyle, galip gelmesiyle,  nefsindeki heves ateşi sakin olur. Hakiki hayatın kuran suyunun lezzetini tadıp,  artık acı suya sabredemez. Ve tatlı sudan içtiği kupalarla kalbi yakin hatıralarına başlar. Güneşin ziyasından mahrum kalan bir kimse olduğunu anlar. Öteden beri güzel ve tatlı bulduğu şeylerden sakınarak, oradan göç etmeğe karar verir. Ve hareket edip yürümeğe başlar, ta ki aynen yakin sabahının nuru aydınlandığı ve vahdet güneşinin tulu-u zamanı geldiği vakit gözlerinin hayrette kaldığı,  vasfında aklının dehşete daldığı bir cennet görür. Ve gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalp-i beşerin hatırlayamadığı lezzetlerin husulünden sonra, güneşin doğmuş olduğu bir halde, şifa buldukta, o cennette birçok dostlar ve ahbaplar bulur. Ve kendisinin yuvası ve esas karargâhı o makam olduğunu bilir ve ünsiyet bularak dar ü kararda mülkü Gaffar'ın, kullarına mağfireti çok olan Allah, civarında Kuddüs mahallesinde nazil olur. Ve ona vecih-i kerim nurları parlar. Kalbine umumî olan rıza ruhu hulul eyler. İşte «Salih amel ile mevsuf, sıfatlanmış, olanlar için Rab’leri indinde daim ve baki ve müebbet, ebedi, oldukları halde altından ilim nehirleri akan cennetler, temizlenmiş pak çiftler ve Allah'tan rıza vardır» mealindeki ayetin manası bu beyan olunan keyfiyetten ibarettir. Allah kulların ahvalini görücüdür, imdi ayetteki cennetler, ef'âl cennetleri, çiftler âlem-i Kuddüs ruhani sıfatları, Rıdvan da sıfat cennetleridir. (3 Ali İmran, 14, 15)

“Muttakiler,  takva sahipleri,  haramdan kaçınanlar,  iman edenler,  taklidi,  tahkiki, ilmen, aynen ve hakken olmak üzere beş sınıftır. Bunlara, cennetlerde, tagayyür etmemiş, bozulmamış, şek, şüphe, vehim, kuruntu bulaşmamış sudan, ilimden, nehirler vardır. Yeryüzünün su ile hayat bulması gibi iman edenler de bozulmamış su nehirleriyle, kalplere hayat veren, hakikate ilişkin bilgilerden oluşan bu ilim ile Hakkın hakikatine ulaşırlar. Bu ilim ve bilgi nehirleri, kalp makamına vasıl olan, Hakkın sıfatlarıyla sıfatlananlara özel ve özgüdür. Nefis sıfatlarından geçip, kalp makamına ulaşanlara, bozulmamış sütten nehirler vardır. Canlılık, efal, hareket ve fiil veren su; yerini, amellere hikmet katıp sıfat kazandıran ilimlere bırakır. Sıfatın tecellilerini müşahede edip zatın cemalinin Şuhut’una,  her şeyde Hakkın görünüşüne, eren kâmiller için zat ve sıfat muhabbeti şarabından nehirler vardır.  Ruh ve cem makamında, Hakkın cemaline dalıp, gömülüp, boğulmaya arzulu olup, kendi sıfatından sakınan âşıklar için önce nurlu ve kutsal, ballı, tatlılıklar, sonra zat ve sıfat muhabbeti şarabından nehirler vardır. Zat,  sıfat ve efal tecellilerinde çok çeşitli lezzetler vardır. Tevhit ilmi sütüyle beslenen kişi önce tagayyür etmemiş, bozulmamış, saf su ile efalinden, sonra nurlu ve kutsal ilimle ballı sıfatlarından, sonunda muhabbet şarabı ile kendi zatından geçer.”  (47 Muhammet, 15)

“Hararet, aşk ve şevk ile beraber, vahdetten kaynaklanan, cennetteki bir muhabbet kaynağıdır. Vuslat yolundaki salik, talip ve her şeyi bir tarafa bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas olunamayacağı bir zevktedirler. Efalde, ilahi kudreti ve hükmedişi izlerler, sıfatta ise eserleri, güzel sıfatlı hurileri izlerler. Burada devamlı kalabilirler.” (76 İnsan, 18, 19) “İnsan vücudunun aslı, madde, mana veya ulvi, süfli olmak üzere, iki âlemden oluşturulur. Hangi âlemde ve halde olursa olsun insan, kendisine emanet verilmiş ve sonra kendi başına terk edilmiş değildir. Emanet edilen şevk ve muhabbet, sürekli gelişim içindedir. Örneğin kimse, sıfat makamında Zat’tan perdeli şekilde terk edilmez. Keşfetmeyi alışkanlık haline getiren salikin, âşık olması için, kendisine Zat’ın tevhidi keşfettirilir ve perdesi kaldırılır. Böylelerine, muhabbetin ateşiyle benliğinin erimesi ve sırrın letafet kazanması için Zat tecellisi yolu engellenir. Sonra, keşfinin mükemmel olması için yolu açılır ve Hakk’ı keşfetmesi sağlanır.” (93 Duha, 2, 3)

“Var olan her şeyin, eşyanın ardında, akıl ile bilinebilecek bir ilim vardır. Bunu vahiy edilmiş Kur’an bildirmiş, bu ilmin nasıl uygulandığı da sana Furkan olarak indirilmiştir. İnsan, ilim ve amel, ilim ve uygulamanın ayrıntılarını idrak ederek namazı (salât) yerine getirir ve ilim ile uygulama arasını birleştirir. İlmin ve uygulamanın idraki olan namaz,  her düzey için yerine getirilir. En evveli beden namazı olan “Yatsı”dır, Nefsin rızasına “Yatsıdan sonra vitir namazıdır”; kalbin huzuruna “Sabah”; sırra ermeye “Akşam”; benlik ve bencilliğin yok edilmesi ve hakikat güneşinin parlaması için yüceliş yolunda ruhun Şuhut’una şahit olup, uyanıklığına, “İkindi”;  Hakk’ın ruhuyla dirilip, itaat ve hakikat ilminin aşkı, zevkiyle şükretmeye “Öğle” namazları kılınır. Hakikat güneşi en tepeye yükseldiğinde kul ve namaz yoktur.” (29 Ankebut, 45) Güneş tepedeyken, Cuma namazı kılınabilir.

Umarım, aşk ve şevkle, uygulanıştan ilmi idrakle namaz kılarak, Hakkı keşfederiz!