3 Temmuz 2022 Pazar

Aşk Ateşi

 

Aşk Ateşi                                                       Necdet Altınay 26062022

“İnsanlar,  iştiha, arzu, ettiği, ilgi duyduğu, şeylerin muhabbeti ile tezyin olundu, onların sevgisiyle donatıldı, teçhiz edildi. İlgi duydukları, ilgisini çeken, şeyler sevdirildi. İnsan, âlem-i ulvî ile âlem-i süfliden terkip olunmuş, ulvi ve süfli âlemlerin karışımından oluşmuş ve doğmuştur. Bu doğuşu ve neşesiyle, insanın fıtratı hicaplaşmış, perdelenmiştir. Tabii perdeler, bedenî örtüler ve hissî lezzetler acı suları ve hayvani şehvetler keskin rüzgârlarıyla, asli, esas olan tabiatının ateşiyle tutuşmuş ve basiret nuru sönmüştür. Buna binaen garip vatanlarında ve zulmet diyarında çeşitli güçlük ve meşakkatlerle müptelâ olmuş bir halde yurt edinmeye çalışır. Bu halde iken bir fark ve temyiz nurunun parladığına ve âlem-i akıldan bir yıldırım ışığı gördüğünü sanıp ayni zamanda kendisini çağıran heves ve şeytana tesadüf ederek, ona tabi oluverir. İçinde gözlerin lezzetlendiği ve nefislerin iştahlandığı şeyler bulunan, tenezzül ettiği bir menzile, güzel bir bahçeye tesadüf edip hemen orayı vatan tutarak, o meskenden razı ve memnun olur. İşte şehvetin aldatıcı hali budur. Zikir olunan arzular ve bu arzuların kendisine tezyin olunmasından o kimse bulunduğu âlem-i süfliden faydalanarak aldanır. Bu durum âlem-i süfli hayatının kemalidir, en iyi halidir ki, onunla ahret hayatının faydalarından ve âlemi ulvînin kemalinden mahcup olur, perdelenir, engellenir, mahrum kalır. Ahret hayatının daha ziynetli, kıymetli, daha lezzetli ve daha safalı olduğunu, üstelik bununla beraber baki olduğunu anlayamaz.  Eğer o kimseye tevfik-i ilâhî ve imdat sırrı yetişirse, o vakit ulviyetin merkezine hareket etmesi için batınından bir aşk ve şevk kopar. Sönmüş olan basiret nuru ateşi parlar,  envar-ı ilâhiye lem'aları, ilahi aydınlanma kıvılcımları çakar, işrakât-ı kudsîye, kutsal güneşin ışıkları birbirini takibe başlar. Basiret nuru nurlanır, merkez ve meskenindeki, kaynağındaki, talepten men eden, alıkoyan, hicaplar, perde ve engeller incelir, içinde bulunduğu sefası kederlenerek, evvelce safa zannettiği şeyler, karanlık olur. Ve ruhanî cüz'ün, cismani cüz üzerine galebesiyle, galip gelmesiyle,  nefsindeki heves ateşi sakin olur. Hakiki hayatın kuran suyunun lezzetini tadıp,  artık acı suya sabredemez. Ve tatlı sudan içtiği kupalarla kalbi yakin hatıralarına başlar. Güneşin ziyasından mahrum kalan bir kimse olduğunu anlar. Öteden beri güzel ve tatlı bulduğu şeylerden sakınarak, oradan göç etmeğe karar verir. Ve hareket edip yürümeğe başlar, ta ki aynen yakin sabahının nuru aydınlandığı ve vahdet güneşinin tulu-u zamanı geldiği vakit gözlerinin hayrette kaldığı,  vasfında aklının dehşete daldığı bir cennet görür. Ve gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalp-i beşerin hatırlayamadığı lezzetlerin husulünden sonra, güneşin doğmuş olduğu bir halde, şifa buldukta, o cennette birçok dostlar ve ahbaplar bulur. Ve kendisinin yuvası ve esas karargâhı o makam olduğunu bilir ve ünsiyet bularak dar ü kararda mülkü Gaffar'ın, kullarına mağfireti çok olan Allah, civarında Kuddüs mahallesinde nazil olur. Ve ona vecih-i kerim nurları parlar. Kalbine umumî olan rıza ruhu hulul eyler. İşte «Salih amel ile mevsuf, sıfatlanmış, olanlar için Rab’leri indinde daim ve baki ve müebbet, ebedi, oldukları halde altından ilim nehirleri akan cennetler, temizlenmiş pak çiftler ve Allah'tan rıza vardır» mealindeki ayetin manası bu beyan olunan keyfiyetten ibarettir. Allah kulların ahvalini görücüdür, imdi ayetteki cennetler, ef'âl cennetleri, çiftler âlem-i Kuddüs ruhani sıfatları, Rıdvan da sıfat cennetleridir. (3 Ali İmran, 14, 15)

“Muttakiler,  takva sahipleri,  haramdan kaçınanlar,  iman edenler,  taklidi,  tahkiki, ilmen, aynen ve hakken olmak üzere beş sınıftır. Bunlara, cennetlerde, tagayyür etmemiş, bozulmamış, şek, şüphe, vehim, kuruntu bulaşmamış sudan, ilimden, nehirler vardır. Yeryüzünün su ile hayat bulması gibi iman edenler de bozulmamış su nehirleriyle, kalplere hayat veren, hakikate ilişkin bilgilerden oluşan bu ilim ile Hakkın hakikatine ulaşırlar. Bu ilim ve bilgi nehirleri, kalp makamına vasıl olan, Hakkın sıfatlarıyla sıfatlananlara özel ve özgüdür. Nefis sıfatlarından geçip, kalp makamına ulaşanlara, bozulmamış sütten nehirler vardır. Canlılık, efal, hareket ve fiil veren su; yerini, amellere hikmet katıp sıfat kazandıran ilimlere bırakır. Sıfatın tecellilerini müşahede edip zatın cemalinin Şuhut’una,  her şeyde Hakkın görünüşüne, eren kâmiller için zat ve sıfat muhabbeti şarabından nehirler vardır.  Ruh ve cem makamında, Hakkın cemaline dalıp, gömülüp, boğulmaya arzulu olup, kendi sıfatından sakınan âşıklar için önce nurlu ve kutsal, ballı, tatlılıklar, sonra zat ve sıfat muhabbeti şarabından nehirler vardır. Zat,  sıfat ve efal tecellilerinde çok çeşitli lezzetler vardır. Tevhit ilmi sütüyle beslenen kişi önce tagayyür etmemiş, bozulmamış, saf su ile efalinden, sonra nurlu ve kutsal ilimle ballı sıfatlarından, sonunda muhabbet şarabı ile kendi zatından geçer.”  (47 Muhammet, 15)

“Hararet, aşk ve şevk ile beraber, vahdetten kaynaklanan, cennetteki bir muhabbet kaynağıdır. Vuslat yolundaki salik, talip ve her şeyi bir tarafa bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas olunamayacağı bir zevktedirler. Efalde, ilahi kudreti ve hükmedişi izlerler, sıfatta ise eserleri, güzel sıfatlı hurileri izlerler. Burada devamlı kalabilirler.” (76 İnsan, 18, 19) “İnsan vücudunun aslı, madde, mana veya ulvi, süfli olmak üzere, iki âlemden oluşturulur. Hangi âlemde ve halde olursa olsun insan, kendisine emanet verilmiş ve sonra kendi başına terk edilmiş değildir. Emanet edilen şevk ve muhabbet, sürekli gelişim içindedir. Örneğin kimse, sıfat makamında Zat’tan perdeli şekilde terk edilmez. Keşfetmeyi alışkanlık haline getiren salikin, âşık olması için, kendisine Zat’ın tevhidi keşfettirilir ve perdesi kaldırılır. Böylelerine, muhabbetin ateşiyle benliğinin erimesi ve sırrın letafet kazanması için Zat tecellisi yolu engellenir. Sonra, keşfinin mükemmel olması için yolu açılır ve Hakk’ı keşfetmesi sağlanır.” (93 Duha, 2, 3)

“Var olan her şeyin, eşyanın ardında, akıl ile bilinebilecek bir ilim vardır. Bunu vahiy edilmiş Kur’an bildirmiş, bu ilmin nasıl uygulandığı da sana Furkan olarak indirilmiştir. İnsan, ilim ve amel, ilim ve uygulamanın ayrıntılarını idrak ederek namazı (salât) yerine getirir ve ilim ile uygulama arasını birleştirir. İlmin ve uygulamanın idraki olan namaz,  her düzey için yerine getirilir. En evveli beden namazı olan “Yatsı”dır, Nefsin rızasına “Yatsıdan sonra vitir namazıdır”; kalbin huzuruna “Sabah”; sırra ermeye “Akşam”; benlik ve bencilliğin yok edilmesi ve hakikat güneşinin parlaması için yüceliş yolunda ruhun Şuhut’una şahit olup, uyanıklığına, “İkindi”;  Hakk’ın ruhuyla dirilip, itaat ve hakikat ilminin aşkı, zevkiyle şükretmeye “Öğle” namazları kılınır. Hakikat güneşi en tepeye yükseldiğinde kul ve namaz yoktur.” (29 Ankebut, 45) Güneş tepedeyken, Cuma namazı kılınabilir.

Umarım, aşk ve şevkle, uygulanıştan ilmi idrakle namaz kılarak, Hakkı keşfederiz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder