Aşk Ateşi Necdet
Altınay 26062022
“İnsanlar, iştiha, arzu, ettiği,
ilgi duyduğu, şeylerin muhabbeti ile tezyin olundu, onların sevgisiyle
donatıldı, teçhiz edildi. İlgi duydukları, ilgisini çeken, şeyler sevdirildi.
İnsan, âlem-i ulvî ile âlem-i süfliden terkip olunmuş, ulvi ve süfli âlemlerin
karışımından oluşmuş ve doğmuştur. Bu doğuşu ve neşesiyle, insanın fıtratı
hicaplaşmış, perdelenmiştir. Tabii perdeler, bedenî örtüler ve hissî lezzetler
acı suları ve hayvani şehvetler keskin rüzgârlarıyla, asli, esas olan
tabiatının ateşiyle tutuşmuş ve basiret nuru sönmüştür. Buna binaen garip
vatanlarında ve zulmet diyarında çeşitli güçlük ve meşakkatlerle müptelâ olmuş
bir halde yurt edinmeye çalışır. Bu halde iken bir fark ve temyiz nurunun
parladığına ve âlem-i akıldan bir yıldırım ışığı gördüğünü sanıp ayni zamanda
kendisini çağıran heves ve şeytana tesadüf ederek, ona tabi oluverir. İçinde
gözlerin lezzetlendiği ve nefislerin iştahlandığı şeyler bulunan, tenezzül
ettiği bir menzile, güzel bir bahçeye tesadüf edip hemen orayı vatan tutarak, o
meskenden razı ve memnun olur. İşte şehvetin aldatıcı hali budur. Zikir olunan
arzular ve bu arzuların kendisine tezyin olunmasından o kimse bulunduğu âlem-i
süfliden faydalanarak aldanır. Bu durum âlem-i süfli hayatının kemalidir, en
iyi halidir ki, onunla ahret hayatının faydalarından ve âlemi ulvînin
kemalinden mahcup olur, perdelenir, engellenir, mahrum kalır. Ahret hayatının
daha ziynetli, kıymetli, daha lezzetli ve daha safalı olduğunu, üstelik bununla
beraber baki olduğunu anlayamaz. Eğer
o kimseye tevfik-i ilâhî ve imdat sırrı yetişirse, o vakit ulviyetin
merkezine hareket etmesi için batınından bir aşk ve şevk kopar. Sönmüş olan
basiret nuru ateşi parlar, envar-ı
ilâhiye lem'aları, ilahi aydınlanma kıvılcımları çakar, işrakât-ı kudsîye,
kutsal güneşin ışıkları birbirini takibe başlar. Basiret nuru nurlanır, merkez
ve meskenindeki, kaynağındaki, talepten men eden, alıkoyan, hicaplar, perde ve
engeller incelir, içinde bulunduğu sefası kederlenerek, evvelce safa zannettiği
şeyler, karanlık olur. Ve ruhanî cüz'ün, cismani cüz üzerine galebesiyle, galip
gelmesiyle, nefsindeki heves ateşi sakin
olur. Hakiki hayatın kuran suyunun lezzetini tadıp, artık acı suya sabredemez. Ve tatlı sudan
içtiği kupalarla kalbi yakin hatıralarına başlar. Güneşin ziyasından mahrum
kalan bir kimse olduğunu anlar. Öteden beri güzel ve tatlı bulduğu şeylerden
sakınarak, oradan göç etmeğe karar verir. Ve hareket edip yürümeğe başlar, ta
ki aynen yakin sabahının nuru aydınlandığı ve vahdet güneşinin tulu-u zamanı
geldiği vakit gözlerinin hayrette kaldığı,
vasfında aklının dehşete daldığı bir cennet görür. Ve gözlerin
görmediği, kulakların işitmediği, kalp-i beşerin hatırlayamadığı lezzetlerin
husulünden sonra, güneşin doğmuş olduğu bir halde, şifa buldukta, o cennette birçok
dostlar ve ahbaplar bulur. Ve kendisinin yuvası ve esas karargâhı o makam
olduğunu bilir ve ünsiyet bularak dar ü kararda mülkü Gaffar'ın, kullarına
mağfireti çok olan Allah, civarında Kuddüs mahallesinde nazil olur. Ve ona
vecih-i kerim nurları parlar. Kalbine umumî olan rıza ruhu hulul eyler. İşte
«Salih amel ile mevsuf, sıfatlanmış, olanlar için Rab’leri indinde daim ve baki
ve müebbet, ebedi, oldukları halde altından ilim nehirleri akan cennetler,
temizlenmiş pak çiftler ve Allah'tan rıza vardır» mealindeki ayetin manası bu
beyan olunan keyfiyetten ibarettir. Allah kulların ahvalini görücüdür, imdi
ayetteki cennetler, ef'âl cennetleri, çiftler âlem-i Kuddüs ruhani sıfatları,
Rıdvan da sıfat cennetleridir. (3 Ali İmran, 14, 15)
“Muttakiler, takva sahipleri, haramdan kaçınanlar, iman edenler, taklidi, tahkiki, ilmen, aynen ve
hakken olmak üzere beş sınıftır. Bunlara, cennetlerde, tagayyür etmemiş,
bozulmamış, şek, şüphe, vehim, kuruntu bulaşmamış sudan, ilimden, nehirler
vardır. Yeryüzünün su ile hayat bulması gibi iman edenler de bozulmamış su
nehirleriyle, kalplere hayat veren, hakikate ilişkin bilgilerden oluşan bu ilim
ile Hakkın hakikatine ulaşırlar. Bu ilim ve bilgi nehirleri, kalp makamına
vasıl olan, Hakkın sıfatlarıyla sıfatlananlara özel ve özgüdür. Nefis
sıfatlarından geçip, kalp makamına ulaşanlara, bozulmamış sütten nehirler
vardır. Canlılık, efal, hareket ve fiil veren su; yerini, amellere hikmet katıp
sıfat kazandıran ilimlere bırakır. Sıfatın tecellilerini müşahede edip zatın
cemalinin Şuhut’una, her şeyde Hakkın
görünüşüne, eren kâmiller için zat ve sıfat muhabbeti şarabından nehirler
vardır. Ruh ve cem makamında, Hakkın
cemaline dalıp, gömülüp, boğulmaya arzulu olup, kendi sıfatından sakınan âşıklar
için önce nurlu ve kutsal, ballı, tatlılıklar, sonra zat ve sıfat muhabbeti
şarabından nehirler vardır. Zat, sıfat
ve efal tecellilerinde çok çeşitli lezzetler vardır. Tevhit ilmi sütüyle
beslenen kişi önce tagayyür etmemiş, bozulmamış, saf su ile efalinden, sonra
nurlu ve kutsal ilimle ballı sıfatlarından, sonunda muhabbet şarabı ile kendi zatından
geçer.” (47 Muhammet, 15)
“Hararet, aşk ve şevk ile beraber, vahdetten kaynaklanan, cennetteki bir
muhabbet kaynağıdır. Vuslat yolundaki salik, talip ve her şeyi bir tarafa
bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas
olunamayacağı bir zevktedirler. Efalde, ilahi kudreti ve hükmedişi izlerler,
sıfatta ise eserleri, güzel sıfatlı hurileri izlerler. Burada devamlı
kalabilirler.” (76 İnsan, 18, 19) “İnsan vücudunun aslı, madde, mana veya ulvi,
süfli olmak üzere, iki âlemden oluşturulur. Hangi âlemde ve halde olursa olsun insan,
kendisine emanet verilmiş ve sonra kendi başına terk edilmiş değildir.
Emanet edilen şevk ve muhabbet, sürekli gelişim içindedir. Örneğin kimse, sıfat
makamında Zat’tan perdeli şekilde terk edilmez. Keşfetmeyi alışkanlık haline
getiren salikin, âşık olması için, kendisine Zat’ın tevhidi keşfettirilir ve
perdesi kaldırılır. Böylelerine, muhabbetin ateşiyle benliğinin erimesi ve
sırrın letafet kazanması için Zat tecellisi yolu engellenir. Sonra, keşfinin
mükemmel olması için yolu açılır ve Hakk’ı keşfetmesi sağlanır.” (93 Duha, 2,
3)
“Var olan her şeyin, eşyanın ardında, akıl ile bilinebilecek bir ilim
vardır. Bunu vahiy edilmiş Kur’an bildirmiş, bu ilmin nasıl uygulandığı da sana
Furkan olarak indirilmiştir. İnsan, ilim ve amel, ilim ve uygulamanın
ayrıntılarını idrak ederek namazı (salât) yerine getirir ve ilim ile uygulama
arasını birleştirir. İlmin ve uygulamanın idraki olan namaz, her düzey için yerine getirilir. En evveli
beden namazı olan “Yatsı”dır, Nefsin rızasına “Yatsıdan sonra vitir namazıdır”;
kalbin huzuruna “Sabah”; sırra ermeye “Akşam”; benlik ve bencilliğin yok
edilmesi ve hakikat güneşinin parlaması için yüceliş yolunda ruhun Şuhut’una
şahit olup, uyanıklığına, “İkindi”; Hakk’ın
ruhuyla dirilip, itaat ve hakikat ilminin aşkı, zevkiyle şükretmeye “Öğle”
namazları kılınır. Hakikat güneşi en tepeye yükseldiğinde kul ve namaz yoktur.”
(29 Ankebut, 45) Güneş tepedeyken, Cuma namazı kılınabilir.
Umarım, aşk ve şevkle, uygulanıştan ilmi idrakle namaz kılarak, Hakkı
keşfederiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder