11 Temmuz 2020 Cumartesi

Muhteşemin İhtişamı


Muhteşemin İhtişamı
Düşünmeye başlayınca kolay durulmaz. Küçükten başlansa büyüğe, geçmişten geleceğe, zerreden evrene çıkılır. Dinden bilime, bilimden sanata ve müziğe geçilir. Uzmanların, ‘uzmanlık körlüğüne’ uygun, diğer alanlarda ‘uzmanlık alanım değil’ demesi beklenir. ‘Bilim İnsanı’ olarak tanınan uzmanlardan, araştırmalarıyla, ‘bilgi üreten, yeni bilgiye ulaşanlar’ ile ‘bu bilgileri kullananlar’ arasında büyük fark vardır. Araştırmasına kendini verip adayan, akıl kapasitesinin ve kendisinin ötesinden gelen; sezgisel, ilhama dayalı bilgiye ve onun hikmetine eren bilge; ‘Muhteşemin İhtişamını’ görebilir. ‘Bilgi Kullanıcı Uzmanların’ bazıları ise ‘bilimcidir’, dini sömüren ‘dinciler’ gibi, kanıtsız, alanları dışında, Allah’ı inkâr etmeleri, ancak bir ayetin gereği olabilir!
Semavi dinlerin, “Tevhit Babası” olarak bilinen Hz. İbrahim ile başladığı bilinir. Günlük yaşamın koşullarına, şeraitine uygun kurallar dışında, ana mesaj, Kabala, Sofizm ve Tasavvufla ortaya konmuştur. Tüm dinî kutsal mesajlar kısaca özetlenebilir. Her insan reşit olunca, yeterince aklı başına gelince, muhatap alınır ve aklına hitap edilir. Her şey ile birlikte, “Cüzî” denen bir “Özgür İrade” verildiği bildirilir. Zaman içinde, doğru yola girdiğinde, öğretilir ki bu iradenin amacı, parçası olduğu bütünü aramak, bulmak, bilmektir. Bilince, “Küllî İradenin” yanında cüzi iradenin hükmü olmayabilir. Var olanın ne amaçla oluştuğu, amacın “Bilinmek” olduğu gerekçesiyle; insan, ‘kendisini ve çevresini’ bilmeye davet edilir. Kutsal mesajlar, ayetler halinde, deliller olarak, her aşamayı öğretir. Olmuş ve olacağı içeren Kuran, insanın, fıtratına kazınmıştır. Böylece, insan yaratılmıştır.
Bilim insanları da ‘kendilerini ve çevrelerini’ bilmeye çalışır. Einstein “Allah aşktır” derken, bilimciler inkâr eder, bu da ancak Allah’tandır. Hak etmedikçe ve istemedikçe vermez. İlk hücrenin, yaşamın sürdürülemeyeceği koşullarda oluştuğu veya uzaydan indiği iddia edilir. Bilimcilerin tek yasası “Evrimdir”, Allah’a inanmaz, evrime, tesadüfe inanır.  Oysa bilim, “Bütün, parçaların toplamından büyüktür, arta kalan evrimdir” der. Bu bilimciler, Dünyadan uzaklaşır, geriye bakıp, “İnsan, o kadar küçüktür ki ihmal dahi edilebilir” deyip, insanın mahlûkun eşrefi olduğu kavramını reddeder. Oysa uzaklardan bakıp, “Orada ölçülemeyen küçüklükteki varlık, aslında büyük bir insandır” denebilir. Hatta ‘evrende o kadar çok muhteşem ve mucizevî olay ve eylemler, değer ve katsayılar var ki tümünü Allah bile organize edemez’ diyen de vardır. Bilimci, ilmin ‘bütünlüğünü’ göremez.
Küçüğün en küçüğünü ve büyüğün en büyüğünü görmeye ve bilmeye çalıştığımız günümüze, “Yalnız ve sadece sen varsın Allah’ım” diyen Firavunlardan geldik. Çin’de, Hint’te, Sümerlerde, Mısır’da, Yöneticilerle eşdeğerde Rahipler de vardı. O günlerden bugünlere kadar, Nebiler, Veliler ve evliyalar ile birlikte gelinmiştir. ‘Tanrının Temsilcisi’ veya ‘Gölgesi’ yöneticiler, yerlerini demokrasiye bıraktıkça, rahipler de yerlerini kaybetmiş olabilir. Güç ve kuvvetin kaynağının gerçek sahibi, ‘Halk’ ortaya çıktıkça, Hakkın idraki Halka kalır. Biri Zahir biri Batın; madde ve mana, beden ve ruh kavramları öne çıkar. Din de insanın aslında zannettiği kadar güç ve kuvvet sahibi olmadığını belirtir. Böylece, din de bilim de Muhteşemin İhtişamını ortaya koyar ve ikinci bir varlığın olmadığını kanıtlar.
Yeni bilgiler uzmanlaşmayı gerektirir. Halkın içindeki sıradan kişilerin bazıları maddi, bazıları da manevi bilgiler üzerinde yoğunlaşır. Maddi ve manevi ilimlerdeki uzmanlıklar yoğun çalışmayı, sezgilere güvenmeyi, ilhamlara dayanmayı, vahiy alırcasına odaklanmayı gerektirir. Bilgi üreten araştırmacıların, kendilerini çalışmalarına adadıkları, yoğunlaşıp odaklandıkları, sezgi ve ilhamlara ulaştıkları iyi bilinir. Daha önce elde edilmiş bilgilerin sınırlarına, ufuklarına, varıldığında akıllarına düşen ‘düşüncelerin’ yeni bilgiler olduğu görülür. Zamanının mevcut bilgilerinden veya tezlerinden farklı olan sezgisel bilgiler, içten gelenlerdir. Bu bilgilere ‘ezoterik’, ‘gizemli’ bilgi denebilir. Bu bilgiler, ufku âlâdan, mevcut ilimlerin ufkunun ötesinden, gelebilir. İnsanın fıtratında kazılı olan bilgilerden geldiği de iddia edilebilir. Bazı bilgeler, bu nedenle, “Yeni bilgi olmaz, insanın yeni hatırladığı bilgi olur” demişler. Rahman Suresi ilk ayeti, “O Rahmandır, Öğretti Kuran’ı, yarattı insanı” der.
Evrenin oluşumunun temelindeki ilk ışık, EMR-Elektro Manyetik Radyasyon, Işınım, o andan itibaren ışık hızında hareket eder. Hem de ışıktan daha hızlı açılım gösterebilen bir ortamda, uzay zaman ortamında, uzam birleşik alanında, hareket eder. Günün bilimsel bulguları, evrendeki, ışıktaki, tüm kuvvetlerin, sürekli bir etkileme, etkilenme, etkileşim ve iletişim içinde olduklarını kanıtlar. Bilimsel özellikleri açısından farklı olan her element, aslında farklı ‘titreşen bir kuvvet’ olarak tanımlanır. Tüm evrenin, bu nedenlerle, ‘Bir ve Tek Varlık’ olduğu bilimsel bir gerçektir artık. CERN araştırma merkezinin bulgularından biri de “Nasıl oluyor bilinmiyor ama Higgs Bozonu içinde toplanan ‘kuvvetler’, kütle ve madde oluşturur” gerçeğidir. Diğer yandan “Siz, izdiham eden, toplaşan hıfz edici kuvvetlerin görünür olmasıyla tecessüs ettiniz, bedenleştiniz, tecessüm ettiniz” kutsal bir mesajdır.
Bedensel ve ruhsal, maddi ve manevi, bilimsel ve dinsel, akıl ve hikmete dayalı tüm ilimler bir bütündür, birbirini kanıtlar ve tamamlar. Yalnız ve sadece insan, kendini bilen, bildiğini bilen ve bilinç sahibi olan tek yaratıktır. Fıtratını gerçekleştirerek muhatabını arar. İçinden gelenleri, tarihsel derinlik ve ufuksal genişlik boyutlarında, bir ve tek bilinç içinde, birleştirir. İçinden gelenler ile dışında olanların bütünlüğünü kavrayabilir. Bütünün, parçaların toplamından daha büyük olduğunu idrak eder. İnsan, parçaların, cüzi bilinçle değil, kutsal bir külli bilinç ile birleştirilebileceğinin bilincindedir. İnsan, beyninin, maddesel yapısına karşın, bilinç oluşturabilmesinde, muhteşemin ihtişamını izleyebilir. Hakkın hakikati birdir, görüntüsünün, yer, zaman ve zemin koşullarına bağlı olarak, sonsuz ihtişamını yaşayabilen yalnız insandır. Madde beyniyle bilinç, maddî kalbiyle aşkı yaratır.
Umarım, biz de ufkumuzun ötesinden, ufku âlâdan, gelen bilginin hikmetini, ilâhî amacını, muhteşemin ihtişamını, idrak edip yaşayabiliriz!