Tefekkür
Ediniz
“Tüm evren
bir ve tek varlıktır, canlıdır” diyen inanıyor mudur, biliyor mudur? “Görmeden,
kanıtlanmadan inanmak” güçleşmektedir. Son bilimsel bulgular inançları
kanıtlamaktadır. ‘Bir rivayete göre’ deyip Peygamberimizin kutsal metinleri
açıklamaları üzerinde tefekkür edenlerin mesajları, tevilleri, önem
kazanmaktadır. Bir ayetin açıklamalarının Kitabın tümündeki mesajlara uygunluğu
da ayrıca düşünülmelidir. Ruhban sınıfı olmayan dinimizde, ayetlerdeki mesajlar
kullara özeldir. Aklı olmayana mesaj olamaz. Her birey aklının erdiği kadar
sorumluluk alabilir, kimseye kaldıramayacağı kadar yük yüklenmez. “İlim,
gaiptir, kaybınızdır, Çin’de de olsa alınız” diyen Kitabın, inançla birlikte
ilme verdiği değer açıktır. Anadolu erenlerinin “Yalnız keramet-i ilmiye vardır”
mesajı değerlidir.
Peygamberlerin
sonuncusu olan efendimiz, inanç âlemi açısından, insanlığın geliştirip yaşadığı
her şeyi özetlemiş, düzeltmiş, tamamlamış ve “Yeni bir din getirmedim güzel
ahlakı tamamladım” demişlerdir. “Okuyun, düşünün, tefekkür edin, arayın, bulun,
bilin, insan Allah’ı bilmek için yaratılmıştır” demesi, madde ve mana, ruh ve
beden, ilim ve uygulama alanlarında, diğer dinlere kıyasla, daha çok düşünürün
ilgisini çekmektedir. Ayetler ve Resulün açıklamalarında, özellikle din ve
bilim kavramları üzerinde, olabilecek her düşünce alanında, tefekkür edilmesi
istenmektedir. Bir bilim insanı, bu dinî mesajlar üzerinde derin düşünüp
tefekkür ederse ancak tarihsel yanılgıya düşmeyebilir. “Aklını kullanmayana
pislik yağar”, “Hiç düşünmez misiniz?”, “Akla uygun değilse inanmayın” gibi
mesajlarla ikaz edilmesine karşın, kutsal mesajları “Dogma” kavramının altında
düşünmek bilimsel olamaz.
Tercüme ve
tevil edilmiş, birkaç ayet üzerinde durulması uygun olur. Bir ayetin (39.9) tercümesi: “Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak
gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır." Ata’mızın yeni harflerle Türkçeye
çevirttiği K. A. Kaşaniyyüs tevili (39.9) ise şöyledir:
“İlim, kalpte kök salıp
sahibine muhalefeti mümkün olmayacak surette damarlarıyla nefiste yerleşendir.
Et ve kan ile karışarak azalarda eseri zahir olan ilimdir. Hiçbir organ veya
aza ilmin gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her şey
ilminin aynıdır. Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için
cahiller anlayamaz. Bu nasihatleri kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan
saf akıl sahipleri anlar. Çünkü onlar zahirin, varlığın, ilmin eseri olduğunu,
ilim ile tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu
ile karışık akıllar tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve
bu ilmi anlayamazlar. Bu ilim, tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda
durmaz, gider.”
“İnsanlar için vaz olunan ilk mescit,
sadr-ı manevî Mekke'sinde olan kalb-i hakikîdir. İşbu sadr-ı manevînin makamı,
nefisten daha şereflidir ve kalb-i hakikîye müteveccih olan kuvvanın izdiham
ettiği mevzidir, manevi sadır hakiki kalbe yönelen kuvvetlerin toplandığı
yerdir. O beyt, kendisinden bütün vücudun feyz ve hayat ve kuvvet alması
dolayısıyla ilâhi bir bereket sahibidir. Zira azalarda, organlarda bulunan
bütün kuvvetler evvelâ hep o beytten, kalpten azalara sirayet eyler, geçer ve
organları oluşturur. Ve o beyt âlemlere sebeb-i hidâyetdir, âlemler o kalp için
yaratılmıştır. O sebeple hidâyete, vuslata, doğru yola girilen bir nurdur.”
(2.96) İnsanın, maddi ve manevi tüm güç ve kuvvetlerinin kaynağı ilk DNA’sıdır.
“Halk edilen
zatlara ve mahlûkların, yaratılanların, hakikatlerine bakılırsa, heykel ve
suretlerin, şekil ve biçimlerin cesetleştiği, maddeleştiği ve hakikatine uygun
bir şekilde cisimlendiği görülür. Her şeyin ilmî bir hakikati ve o şeyin mevcut
olmasına sebep olan bir aslı, özü ve melekûtu, madde ve manası, ilmi vardır.
Her şeyin bir vasfı ve mazharı demek olan bir zilli, gölgeleşmiş, maddeleşmiş
hali vardır. Şeylerin kendisi ve cesetleri farklıdır ve bunlar secde edici
halde temessül ve tecessüm eder, cisimlenir ve cesetleşir.” (16.48)
“Siz,
Hakk’ın, ‘hıfz edicilerinden’, ilim yüklenebilen kuvvetlerinden oluştunuz. Siz,
bu güç ve kuvvetlerin cisimlenmiş, şekil ve suret kazanmış, cisimleşmiş
halisiniz. Bedenlerinizden sıyrılıp çıkmanız, soyunmanız halinde durum apaçık
görünür. Suretlerinizin bir kısmı size sevap ve rahatlık veren ruhani latif
kuvvetlerdir. Bir kısmı ise size azap veren cismani muzlim, zulmetli ve meçhul,
suretlerdir. Cismani azalarınız, organlarınız, hal lisanı ile sizin
yaptıklarınızı hatırlar ve işlediklerinizi
söyler. Hafıza semavi bir güçtür ve ruhun bedenden ayrılması halinde yapılanları
ortaya koyar.” (6.61)
Ayetlerde kısaca değinilen, örneğin, ilmin, bilginin şekil
alması, cisimlenip, maddeleşip bedenleşmesi gibi kavramlar bilimsel olarak
kanıtlanır. Maddî olmayanın şekil alması, ‘temessül’, cisimlenmek, ‘tecessüm’,
cesetleşmek ve ‘hıfz ediciler’ deyimleriyle yer alır. Hıfz edici, bilgi
depolayıcı elektromanyetik kuvvetlerin yeri özeldir. ‘Hafızanın bedene dönüşmesi’
aklı zorlayan bir kavramdır. İnsan, bedeni var ama beden değildir, cisimleşen
bilgi yüklü ışıktır, ilimdir, nurdur. Her ‘şey’ gibi insan da bilgisinin
deposudur ve bu depoda bilgiden başka bir şey yoktur.
Birkaç ayette görüldüğü gibi bilim,
dinî kavramları kanıtlayan bir araçtır. Maddenin, herhangi bir şeyin, ilminin deposu olduğu ve belirli
bozonlar içinde toplaşan
elektromanyetik kuvvetlerce oluşturulduğu ve bunların tümünün son bilimsel
bulgularla kanıtlandığı, apaçıktır. Kurcalanmadık ve sorgulanmadık bir harf, hece ve kelimesi
kalmayan kutsal mesajlar asla dogma kavramıyla bağdaşmaz. Bilim, kutsal
mesajların, dolayısıyla inançların, kanıtlayıcısıdır. Dinin de bilimin de aynı
ilimden kaynaklandığı aşikârdır. Yeterince tefekkür edenler hep aynı sonuca
yani hakikate, ilmin, Hakkın hakikatine varmışlardır.
Umarım biz de hakikate ulaşabiliriz.