26 Eylül 2019 Perşembe

Tefekkür Ediniz


            Tefekkür Ediniz

            “Tüm evren bir ve tek varlıktır, canlıdır” diyen inanıyor mudur, biliyor mudur? “Görmeden, kanıtlanmadan inanmak” güçleşmektedir. Son bilimsel bulgular inançları kanıtlamaktadır. ‘Bir rivayete göre’ deyip Peygamberimizin kutsal metinleri açıklamaları üzerinde tefekkür edenlerin mesajları, tevilleri, önem kazanmaktadır. Bir ayetin açıklamalarının Kitabın tümündeki mesajlara uygunluğu da ayrıca düşünülmelidir. Ruhban sınıfı olmayan dinimizde, ayetlerdeki mesajlar kullara özeldir. Aklı olmayana mesaj olamaz. Her birey aklının erdiği kadar sorumluluk alabilir, kimseye kaldıramayacağı kadar yük yüklenmez. “İlim, gaiptir, kaybınızdır, Çin’de de olsa alınız” diyen Kitabın, inançla birlikte ilme verdiği değer açıktır. Anadolu erenlerinin “Yalnız keramet-i ilmiye vardır” mesajı değerlidir.

            Peygamberlerin sonuncusu olan efendimiz, inanç âlemi açısından, insanlığın geliştirip yaşadığı her şeyi özetlemiş, düzeltmiş, tamamlamış ve “Yeni bir din getirmedim güzel ahlakı tamamladım” demişlerdir. “Okuyun, düşünün, tefekkür edin, arayın, bulun, bilin, insan Allah’ı bilmek için yaratılmıştır” demesi, madde ve mana, ruh ve beden, ilim ve uygulama alanlarında, diğer dinlere kıyasla, daha çok düşünürün ilgisini çekmektedir. Ayetler ve Resulün açıklamalarında, özellikle din ve bilim kavramları üzerinde, olabilecek her düşünce alanında, tefekkür edilmesi istenmektedir. Bir bilim insanı, bu dinî mesajlar üzerinde derin düşünüp tefekkür ederse ancak tarihsel yanılgıya düşmeyebilir. “Aklını kullanmayana pislik yağar”, “Hiç düşünmez misiniz?”, “Akla uygun değilse inanmayın” gibi mesajlarla ikaz edilmesine karşın, kutsal mesajları “Dogma” kavramının altında düşünmek bilimsel olamaz.

            Tercüme ve tevil edilmiş, birkaç ayet üzerinde durulması uygun olur.  Bir ayetin (39.9) tercümesi: “Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır." Ata’mızın yeni harflerle Türkçeye çevirttiği K. A. Kaşaniyyüs tevili (39.9) ise şöyledir: “İlim, kalpte kök salıp sahibine muhalefeti mümkün olmayacak surette damarlarıyla nefiste yerleşendir. Et ve kan ile karışarak azalarda eseri zahir olan ilimdir. Hiçbir organ veya aza ilmin gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her şey ilminin aynıdır. Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için cahiller anlayamaz. Bu nasihatleri kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan saf akıl sahipleri anlar. Çünkü onlar zahirin, varlığın, ilmin eseri olduğunu, ilim ile tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu ile karışık akıllar tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve bu ilmi anlayamazlar. Bu ilim, tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda durmaz, gider.” 

            “İnsanlar için vaz olunan ilk mescit, sadr-ı manevî Mekke'sinde olan kalb-i hakikîdir. İşbu sadr-ı manevînin makamı, nefisten daha şereflidir ve kalb-i hakikîye müteveccih olan kuvvanın izdiham ettiği mevzidir, manevi sadır hakiki kalbe yönelen kuvvetlerin toplandığı yerdir. O beyt, kendisinden bütün vücudun feyz ve hayat ve kuvvet alması dolayısıyla ilâhi bir bere­ket sahibidir. Zira azalarda, organlarda bulunan bütün kuvvetler evvelâ hep o beytten, kalpten azalara sirayet eyler, geçer ve organları oluşturur. Ve o beyt âlemlere sebeb-i hidâyetdir, âlemler o kalp için yaratılmıştır. O sebeple hidâyete, vuslata, doğru yola girilen bir nurdur.” (2.96) İnsanın, maddi ve manevi tüm güç ve kuvvetlerinin kaynağı ilk DNA’sıdır.

            “Halk edilen zatlara ve mahlûkların, yaratılanların, hakikatlerine bakılırsa, heykel ve suretlerin, şekil ve biçimlerin cesetleştiği, maddeleştiği ve hakikatine uygun bir şekilde cisimlendiği görülür. Her şeyin ilmî bir hakikati ve o şeyin mevcut olmasına sebep olan bir aslı, özü ve melekûtu, madde ve manası, ilmi vardır. Her şeyin bir vasfı ve mazharı demek olan bir zilli, gölgeleşmiş, maddeleşmiş hali vardır. Şeylerin kendisi ve cesetleri farklıdır ve bunlar secde edici halde temessül ve tecessüm eder, cisimlenir ve cesetleşir.” (16.48)

            “Siz, Hakk’ın, ‘hıfz edicilerinden’, ilim yüklenebilen kuvvetlerinden oluştunuz. Siz, bu güç ve kuvvetlerin cisimlenmiş, şekil ve suret kazanmış, cisimleşmiş halisiniz. Bedenlerinizden sıyrılıp çıkmanız, soyunmanız halinde durum apaçık görünür. Suretlerinizin bir kısmı size sevap ve rahatlık veren ruhani latif kuvvetlerdir. Bir kısmı ise size azap veren cismani muzlim, zulmetli ve meçhul, suretlerdir. Cismani azalarınız, organlarınız, hal lisanı ile sizin yaptıklarınızı hatırlar ve işlediklerinizi söyler. Hafıza semavi bir güçtür ve ruhun bedenden ayrılması halinde yapılanları ortaya koyar.” (6.61)

            Ayetlerde kısaca değinilen, örneğin, ilmin, bilginin şekil alması, cisimlenip, maddeleşip bedenleşmesi gibi kavramlar bilimsel olarak kanıtlanır. Maddî olmayanın şekil alması, ‘temessül’, cisimlenmek, ‘tecessüm’, cesetleşmek ve ‘hıfz ediciler’ deyimleriyle yer alır. Hıfz edici, bilgi depolayıcı elektromanyetik kuvvetlerin yeri özeldir. ‘Hafızanın bedene dönüşmesi’ aklı zorlayan bir kavramdır. İnsan, bedeni var ama beden değildir, cisimleşen bilgi yüklü ışıktır, ilimdir, nurdur. Her ‘şey’ gibi insan da bilgisinin deposudur ve bu depoda bilgiden başka bir şey yoktur.

            Birkaç ayette görüldüğü gibi bilim, dinî kavramları kanıtlayan bir araçtır. Maddenin, herhangi bir şeyin, ilminin deposu olduğu ve belirli bozonlar içinde toplaşan elektromanyetik kuvvetlerce oluşturulduğu ve bunların tümünün son bilimsel bulgularla kanıtlandığı, apaçıktır. Kurcalanmadık ve sorgulanmadık bir harf, hece ve kelimesi kalmayan kutsal mesajlar asla dogma kavramıyla bağdaşmaz. Bilim, kutsal mesajların, dolayısıyla inançların, kanıtlayıcısıdır. Dinin de bilimin de aynı ilimden kaynaklandığı aşikârdır. Yeterince tefekkür edenler hep aynı sonuca yani hakikate, ilmin, Hakkın hakikatine varmışlardır.

            Umarım biz de hakikate ulaşabiliriz.