21 Aralık 2018 Cuma

İmanın Sevdirilmesi


                İmanın Sevdirilmesi

                Tecelli edişte, bir isim altında, bir kişiye tecelli edişte, o kişinin riayet etmesi, uyması ve uygulaması vacip olan, münasip olan bir edep vardır. Her halin, sahibine muhafazası vacip olan, koruması uygun olan, bir edebi vardır. Her oluşum, yerinde, zamanında ve dozunda, en uygun bir şekilde farklılaşarak olur. (1) Oluşumun önüne geçmek ve müdahale etmek doğru değildir. Tecelli süreci bir bütündür, tecelli olunan kişinin, bu sürecin önüne geçmesi, benliğinin zuhurudur, ikilik oluşturmak, karşı çıkmak ve karşı durmaktır. Benlik ve bencillikle tecelliye karşı çıkmamak edep etmektir. Bu edep diğer her tecelliyi de, oluşumu da, Allah’tan bilmek ve görmektir. Oluşumda hiçbir iradesi olmadığı halde varmış gibi davranmak uygun değildir. Aynı şekilde, ‘irade ile zuhur’ gibi ‘ilim ile zuhur’ ve ‘gösteriş yaparak zuhur’ da uygun değildir, vacip olan edeptir. Öğretildiği için bilen bir kişi, ‘öğretildim’ yerine, ‘bildim’ diyemez, gerçeğe karşı duramaz. (49.1)

                Oluşan olaylara ve gerçekleşen eylemlere rıza gösterilmesi ve razı olunması gereken hallerde, irade gösterisi yapıp, karşı çıkmak uygun olmaz. Kıyas yaparak çalışan akla, ilk gelen hemen ‘bana yapılan kötülüğe karşı çıkmayacak mıyım?’ gibi bir fikirdir. Yapılan bir iyiliğe ‘ben bunu hak etmedim’ diyen akıl pek görülmez, böyle durumlarda irade beyan edilmez. ‘Ben bunu hak edecek ne yaptım’ düşüncesi nadiren vaki olur. Aynı şekilde büyük emek, para ve zaman harcanarak öğretilen bir şey için teşekkür ve şükür edilip, razı olunup ‘nihayet anlayabildim’ demek yerine hemen ‘ben bildim’ gösterişi içine girilir. Bu haller ‘ilim ile zuhur’, ‘irade ile zuhur’ ve karşı eylemde bulunmak da ‘fiil ile zuhur’ halleridir. Bu haller tecelliye karşı ‘gösteriş’ halleridir. İnsanı insan yapan her şey kendisine hazır olarak verilmiş olduğu halde, insan, her çeşit karşı çıkış hali içindedir. Aklı kendisine nimet olarak verilmiş olduğu halde, Allah’ı inkâr etmeyi marifet zanneder. Edep ise kendini bilmeyi gerektirir. Ne zahir edebi, ne de batın edebi, ihlal edilmelidir.

                Her şey bir ilmin uygulamasıdır, ilminin deposudur. (2) Her ‘şey’ ile onun ‘hakikati’ ayrıdır, akıl aradaki farkı kıyas yoluyla bulur ve bilir. (3) Maddi ve nefsanî âlemde olanlar ile meşgul olmak, var olanları kullanıp, yiyip içip yararlanmak, bir süre sonra yeterli gelmeyebilir. Akıl, var olanların hakikatini de ortaya koyar. Ruhun inzali, ilmin uygulanması, bir süre sonra, ruhun nurunun yani ilmin idrakinin de ortaya çıkmasına sebep olur. İnsanlara, fıtratlarının, asıl olan nurlarının sefasını sürmek, yani imana gelmek sevdirilmiştir. Ruh nurunun kalbe doğuşuyla, yani ilmin idrakinin kalbi doldurmasıyla, Resulün ahkâmı ile kayıtlanmakla, kalpler ziynetleşti; böylece kalplere iman yerleştirildi. Nefis de kalbin nuru ile nurlanıp, yani idraki ile aydınlanıp, kalbin emrine uyar, böylece uzaklaştırıcı şeytana uymaz oldu. Bunların hepsi, ruhun kuvvetindendir, fıtrî nurun kalp ve nefsi kapsamasındandır. İmanın muhabbeti ve kalplerin ziynetleşmesiyle günahların terk edilmesi, sıratı müstakimdir, doğru olan yoldur. İki nokta, nefis ile kalp, birleştirilirse ruhun yolu bulunur. (49.7)

                Genellikle tavsiye edilir ve “Eğer aklın ile kalbin arasında kalırsan, kalbinin sesini dinle” denir. Önce nefis akla hâkimdir, alt yapıyı oluşturmak, bedeni sağlamlaştırmak, hayatta kalmak ve sağlığı sürdürmek amacıyla aklı kullanır. Doğada varlığını sürdürebilmek için doğal koşullara göğüs gerilmeli, yerçekimine karşı koyarak ayağa kalkılmalıdır. Kasları güçlendirmeli, beş duyuyu sağlıklı tutmalıdır. Acıkınca yemeli, susayınca su içmeli ve yorulunca dinlenmelidir. Her eylemin bir amacı olmalı. Eylemler amaç edinilirse, daha iyi ve güzelini yemek amaç olursa, fıtratın uygulanması değiştirilmiş olur. İnsan artık yemek için yaşayabilir. Amacı daha çok oynamak, eğlenmek, zevk almak, keyif sürmek olabilir. Büyük amaçlarını gerçekleştirmek için yola çıkan yoldaşlar, yolda yiyip içip birlikte eğlenmeyi amaç edinebilir. Amaç yanılgısı, yanlış amaç, ulaşma başarısızlığını doğurur. Böyle, bir hedefe varmak mümkün olamaz. Kocaman kurum ve kuruluşlar, dergâh ve dernekler, birlikte güzel vakit geçirmek için kurulmuş zannedilebilir. İnsan, fıtratının yanlış ve eksik uygulanmasından dolayı, kederlenir ve neşesini kaybederse fesatlık yapmaya razı olur, rıza gösterir. Bu durumda, aslî nurdan uzak düşüleceği için, vahdet görülmez, muhabbet zayıflar, iyi olmaya çalışmaktan kaçınılır. Bu kısır döngüden kurtulabilmek için ise merhamete sığınılmalıdır. (49.10)

                Merhamet duygusu kalpte bulunur. Madde ve nefis âleminde uygulanabilir, gösterilebilir ama kalbe aittir, kalpten doğar ve bedeni kullanır. Ortada acınacak bir hal içinde olan bir şey veya kişi vardır. Kederli olan kişi, halinden neden memnun ve mesut olmadığını düşünür. Araçları amaç edinmenin yanlışlığını anlayabilirse, kendine merhamet gösterebilir. Yanılgısını anlar, düzeltebilir. Birisine veya bir şeye sahip olmayı amaç edinme yanılgısı yalnız değildir. Bir yanılgı onu başkasına gösterme ve bildirme yanılgısını da beraberinde getirir. Yediğini veya giydiğini bildirmeden ve göstermeden edemez. Bütün bu yanılgılar için pişmanlık duymak veya bunlardan utanmak yine kalpten kaynaklanan duygulardır. Utanma veya arlanma, insan fıtratına kazınan faziletli duygulardır, yitirilmemelidir. Kendine acımayan başkasına hiç acımaz.

                İman ile İslam arasındaki farkı ortaya koymanın ve imanın Bâtıni ve kalbî, İslam’ın ise zahirî ve bedenî olduğunu beyan etmenin amacı “Hakiki İmana” dikkat çekmektir. (4) Hakiki iman, şek ve şüpheden arınmış, kalpte sabit ve kararlaşmış yakınlık hissinden ibarettir. Sürekli ve sonsuz değişime tabi olan maddî ve bedenî âlemdeki, nefsanî hatıralara dayanan iman olamaz, her şeyin hakikati bilinmelidir. Şek ve şüpheden arınanlar, malları ve nefisleriyle, Allah yolunda infak ve cihat ederler. Davranışlar, hakikatine, özüne özgün, uygun olmalıdır. Fiilleri sözlerini tasdik eder. Sadece söz ile kabul etmek yetmez, hal içinde olmak gerek. (49.15)

                Nefsin içinde ne varsa hepsi aynı zamanda kalbin de içindedir, farklı ve başka bir şey olamaz. İnsanlar, yalnız nimetlerle ilgilenir ve alıp kaçarlar, nimetler nereden gelir, kim verir ilgilenmezler. Verilen şeyleri sevmek güzeldir, güzel ve lezzetli oldukları için sevilir, hatta sevdirilir, önemli olan sevilenlerin hakikatini düşünmek ve özünü idrak etmektir. Hakiki iman, Hakka ve hakikate imandır, hakikati bilinen şeylerle yakınlık hissine kapılmak önemlidir. İslam olarak tecelli ediş namaz kılma davranışını gerektirir. Müslüman namaz kılar, namaz kılan kişi Müslüman’dır. Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur. Gereken bedensel davranışlar içinde olup da gerekli duygular içinde olamamak kederle sonuçlanır. Kıyameti koparcasına kıyama durup namaz kılmak müminin miracıdır. Görüneni idrak edebilmek hakiki iman ile mümkündür. Nefiste kalan, kalbe geçemeyen, ruha ve ruhun nuruna eremez, anlayıp idrak edemez.

                Umarım, imanımız hakiki iman olur da Hakkı ve hakikati idrak edebiliriz.





 

5 Aralık 2018 Çarşamba

Yaradılıştaki Ev: Hakiki Kalp


                Yaradılıştaki Ev: Hakiki Kalp

                Dinî hikâyeler veya din konusunda hikâye edilen hususlar, genellikle, “Bir Rivayete Göre” diye anlatılır. Öyleyse, “Rivayet” ne kadar güvenilir? Resulümüz Kuran ayetlerini açıklamış. Açıklamaları birileri, yakınları, dostları dinlemiş. Bu ilk ağızdan dinleyenler, anlayabildiklerini, kendi dostlarına anlatmış. Üçüncü kişilerin, anlayabildiklerini kendi dostlarına, “Resulü doğrudan dinleyenlerin anlattığına göre” diye anlatması, “Bir rivayete göre” olur. Burada önemli olan ilk anlatanın Resul olması ve ‘ilk dinleyenin anlayabildiği ve anlatabildiği kadar’ ifadesiyle anlatılmış olmasıdır.  Belki de en önemli husus, ‘aktarılanın’, gittikçe gerçeğinden uzaklaşıp uzaklaşmadığıdır. Resulün, “Akla uygun ise kabul edin, yoksa ben öyle dememişimdir!” ikazı olmasa uzaklaştığı düşünülebilir.  Hakikatin ortaya çıkışında, ‘en son bilimsel bilgi ve bulgularla kıyaslama’ konusunun önemi büyüktür. Böylece “Hakikat”, bilimsel olarak ‘kanıtlanmış’ olur. Peygamberler tarafından ortaya konan hususların, düşünen akıllarca ‘kıyaslanarak doğrultulması’ ve hakikate ulaşılması, imanı güçlendirir ve ariflerle âlimlerin buluşmasını sağlayabilir. Akıl, insana verilen en büyük nimettir ve kıyas yaparak çalışır. Düşünen akılların buluşması, din ile bilimin ve imanın bütünleşmesi, işin doğasında vardır. Hitabın akıllı kişilere olması, aklı başında olmayanın muhatap alınmaması önemlidir. Düşünen akıllı kişiler de aldıkları mesajı akla uygun ise kabul etmek için doğrusunu aramaya zorlanır.

                 Bir rivayete göre, bir ayetin açıklanması, Standart Sıcak Büyük Patlama Kuramına uygundur. Açıklamadaki ‘temel kavramlar’, akıl ile kıyasla doğrultulursa hakikate ulaşılabilir. Bu ayete göre, “Yerle göğün yaradılışında, ‘iki mertebe’ içeren ‘su’ üzerinde ‘beyaz bir köpük’ olarak ortaya çıkan ilk ‘ev’ hakiki kalptir ve tüm kuvvetlerin izdiham ettiği, ilim, hüküm ve hakikatlerin toplandığı mevzidir, yerle gök bu evin altına döşenmiştir.” (2.96) Ayetin Kâşani teviline göre, ‘iki mertebe’ kavramı; zamanla kullanılan nefis ve kalp, ruh ve madde, mana ve madde, hatta enerji ve kütle kavramlarını hatırlatır. Su çok özel bir maddedir, maddenin katı, sıvı, gaz ve plazma hallerini düşündürür. Kuranda ilmin sembolüdür. Yanıcı Hidrojenin yakıcı Oksijenle birleşerek söndürücü özellik kazanması aklı zorlar. Su, birçok özelliği kapsayan bir sıvıdır, henüz evrende ne zaman ve nasıl oluştuğu bilimsel olarak belirlenmiş değildir. Güneş sisteminin çevresinde, 2 trilyon civarında buzul taşlardan oluşan, küresel oort bulutu vardır. Kuyruklu yıldızlar bu buluttan gelir gider. Suyun üzerindeki ‘Beyaz köpük’ kavramı, kütle oluşmadan önceki çok sıcak haldir. Yerle gök, evin altına, içindekilerle döşenmiş. ‘Ev’, içinde bir şeyleri barındırır, ev sahipliği yapar. Bu ev ise evreni oluşturan tüm kuvvetlerin izdiham ettiği, toplandığı yerdir. O ev, tüm ilim, bilgi, kanıt, delil, hüküm ve hakikatlere ev sahipliği yapmıştır. İçindeki delillerden biri de akıldır. Önce, Hakkın arşı, müminin kalbi vardı!

                Günümüzde, genel kabul gören Standart Modelin ‘en son bilgi ve bulguları’ ile kıyaslama yapmadan ayetin açıklamasını anlamak zordur. Resul, gelen vahyi ‘iletmiş ve açıklamış’ bunları ‘anlamak’ aklın işidir. “Modele göre ‘boyutu sıfır ve kütlesi sonsuz’ olan bir şeyin patlamasıyla ortaya çıkan ‘sonsuz sıcaklık ve sonsuz basınç’, ‘zamanla’, soğuyup genişlemiş. İlk üç yüz seksen bin yıldan bilgi alınamaz. Daha sonraki saniyelerde neler olduğu bilinir. İlk yasa: “Hacim iki katına çıkınca sıcaklık yarıya iner”. Bu yasa, “Sonsuzun yarısı kaç?” sorusu sorulmazsa geçerlidir. İkinci ‘aklı zorlayan’ gerçek bilgi: “Saniyenin bir kısmında, genişleme, milyar (1in önünde 32 sıfır) kere daha büyük idi ve sonra genişleme bugünkü kritik değere düştü. Bundan sonra ilk saniyede ilk atomlar oluştu, üçüncü dakikada sıcaklık 1 milyar dereceye düştü ve madde ile ışınım eşitlendi, üç yüz seksen bin yıl sonra ilk ışınım, bir milyar yıl sonra da ilk galaksiler, oluşmaya başladı. Fizik ve kimya gibi doğa yasaları, ilim, ilk andan itibaren sürekli yürürlüktedir. Evren, halen, düzenli ve gittikçe artan bir hızda genişler. Enerji nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde Higgs bozonu içinde kütleye dönüşür. Yeryüzü böylece döşenir!”

                                “Evren, beyaz köpük gibi çok sıcak ve basınçlı olduğu zamanlarda, akkor plazma halinde, “White hot”, iken basıncın büyüklüğü, ışınımı, foton çıkışını, engelledi. Fotonlar yayılmaya başlayınca Mikro Dalga Art Alan hakkında bilgi elde edilebildi. Işınım öncesi ‘hal’, ışınım sonrası halleri içinde barındırmakta, içinde bulunanlara ev sahipliği yapmaktaydı. Evreni oluşturan tüm kuvvetler burada toplanmıştı.” (1) Doğa yasaları da bilinmeye başlamadan önce tüm bilgi ve kanıtlarıyla oradaydı. Genel ‘ilim’ halindeydi, tüm delil, kanıt, hüküm ve hakikatler buradaydı. Sonra fizik ve kimya gibi yasalar ortaya çıktı. Kısaca, sonradan ortaya çıkanları bildikçe her şeyin içinde barındırıldığı ‘ev’ ve ‘içindekiler’ anlaşılabildi. Tam da ayetin bildirdiği gibi, ‘beyaz köpük cevherin saf olduğuna’ işarettir. Uzay ve zaman oluşmaya başlar, önce uzay zaman birleşik alanı, sonra da enerjinin ışınımı ile kütle oluşumu ortaya çıkar. Akıl işlemeye ve kıyas yaparak bilgi toplamaya başlar. Fotonun nereden ve nasıl geldiğini ölçüp değerlendirerek geldiği yeri, bu yerin veya yıldızın yaşını ve hareketlerini bilmek kolaydır. Foton, yıldız ve galaksinin yeri, yaşı, uzaklaştığı veya yaklaştığını bildirir, hakikati haykırır!

                Diğer bir rivayete göre de insanoğlu aynı şekilde oluşurmuş. Önce dışında olsa da, bir beyaz köpüğün içinde ve üstünde olan, içinde çok şeye ev sahipliği yapan, barındıran bir ‘ev’, ‘eşleşmeden’ sonra genişlemeye başlarmış. Eğer bir süre sonra başladığı ‘genişleme ve büyüme hızını’ doğuncaya kadar sürdürseymiş, bebek doğuşta bir buçuk ton olurmuş. Büyüme sonra normale dönermiş. Bebek, önce ‘su damlası’ iken ikinci kırk günde kan hücreleri oluşmaya başladığı için ‘kan pıhtısından’ oluşmaya devam edermiş. “Sıradan bir ‘çamur beden’ halindeyken üçüncü kırk günde çamura ilim halinde ruh verildiği için beden, insan organlarıyla bezenir.” (41.11) İnsanlar için yapılan evlerin en evvelkisi, suret itibariyle göğüs şehrinde bulunan evdir, hakiki kalptir. İnsan, kutsal bir fikirdir.

                Bilinmeyi seven ve isteyen, kendini bilecek insanı inşa etmek istemiş. Gönlünden ilk geçen, içinde yalnız kendisi olacak, bir kalp olmuş. Kalbin içine, açılıp kâmil insan inşasının gerçek olabilmesi için gereken her şey konmuş. Suyun içine katı madde oluşturacak malzemeler, kuvvetler konmuş. Bu kuvvetlerden oluşmuş yerle gök. Hüküm, hakikat ve hikmetler açığa çıkacak şekilde yerleştirilmiş evin içine. İlim, bilimsel tanımı “Hiçbir şeyin özeti”, “Summary of Nothing”, olan fotonda gizlenmiş. ‘Her şey’, ‘hiçlikte’ gizli olduğu için açığa çıkınca anlaşılabilir. Hepliği, hiçliğe borçluyuz. Hakikat, yanlış anlaşılıp, anlatılabilir ancak er geç ortaya çıkar. Foton, kuvvetlerin bir kısmını taşıyarak, hakikati ortaya çıkarabilir, ışınım açılımdır, küçük gerçekler hakikate açılır.  Foton, ışık hızında ve küresel olarak, üstelik her ortamda yayılır, bu mektup iyi okunursa, Kuranın Furkan olarak açığa çıktığı anlaşılabilir.

                Umarım bize de hakikat aşikâr olur.

Bakara, 96: (İnne evvele beytin vudi'a linnâsi lellezî bîbekkete) Tahkik insanlar için konulmuş olan beytlerin, yâni evlerin en evvelkisi Mekke'de bulunan beyttir. Beyt-i şerifin yerle göğün yaradılışında, su üzerine ilk zuhur eden beyt olduğu, ve bir yüzünden iki bin sene evvel yaratıldığı ve su yüzünde beyaz bir köpük idi ki, yeryüzünün onun altında döşendiği rivayet olunur, îmdi beyt kalb-i hakikîye işaretdir. Su yüzünde zuhur etmesi, ruh-u hayvani seması ile beden arzında nutfeye taalluk etmesidir. Yeryüzünden evvel halk olunması, kalb-i hakikînin kadîm ve bedenin hadis olduğuna işaretdir. Evvel yaradılmasının, iki bin sene olmakla taayyünü, adedler ara-sında bin adedi tam bir rütbe olmasına nazaran kalbin beden üzre birisi nefsî tavrı, ve birisi kalb tavrı olarak iki tavrı rütbe ile takdim eylediğine, ve beyaz köpük olması, cevherinin saf olduğuna, ve yeryüzünün onun altında döşenmiş olması, kalb-i hakikînin tesiri ile bedenin tekevvün eylediğine, ve bedenin eşkâl ve hutud ve suveri azasının kalb-i hakikî hey'etlerine tabi olduğuna işaretdir. Hikâyenin tevili bu vechiyledir. Bilmelidir ki, Ruhun bedene taalluku ve kalb-i hakikînin bedene ittisalinin ilk mahalli; suver-i (suri) kalbdir. Ve suver-i (suri) kalb, azanın ilk hasıl olanıdır ve hareket eden azanın en evvelkisi sükûn bulan azaların en sonuncusudur. Bu sebeble insanlar için yapılan evlerin en evvelkisi, suret itibariyle göğüs şehrinde bulunan evdir. Yahud mânâ: insanlar için vaz olunan en evvelki mescid ve ibadethane, sadr-ı manevî Mekke'sinde bulunan kalb-i hakikîdir. İşbu sadr-ı manevînin makamı, nefisden daha şereflidir, ve kalb-i hakikîye müteveccih olan kuvvanın izdiham ettikleri mevzidir. (Mübâreken) (Ayet 96) O beyt, kendisinden bütün vücûdun feyz ve hayat ve kuvvet alması dolayısıyla ilâhi bir bereket sahibidir. Zira azada bulunan bütün kuvvetler evvelâ hep o beytden azalara sirayet eyler. (Ve hüden lil'âlemîne) (Ayet 96) Ve o beyt alemlere sebebi hidâyetdir. Ve Allah Teâlâ'ya onun sebebiyle hidâyet bulunan bir nurdur. (Fîhi âyâtün beyyinâtün) (Ayet 97) O beytde âyat ve beyyinat yâni ulum ve maârif, hüküm ve hakayık vardır. (Makamü İbrâhîme) (Ayet 97) O Ayetlerden biri de İbrahim makamı, yani Ruhu ibrahim'in ayağı yeri, yâni Ruh Nurunun kalbe ittisal mahali olan akıl vardır.

(1) S.Hawking, Zamanın Resimli Kısa Tarihi, ALFA Bilim, s.156.
(2)   
http://necdetaltinay.blogspot.com.tr/2017/03/gunesle-gizlenen.html,