İnsan, Olmalıdır!
İnsanın, Rabbini bilsin diye inşa edilmesi istenir. İnsan da bildiği
için, bildiği kadar ve bildiği gibi bir insandır. Bilgisini uygular, bildiğini
söyler, bildiğini yapar, bilgisini geliştirir, bu amaçla donatılmıştır,
fıtratını gerçekleştirir. En sonunda, bilenin kendisi olmadığını ve
bilgilerinin kendisine ait olmadığını, kendisinden konuşanın kim, kimin kulu ve
abidesi, olduğunu idrak eder; kendi davranışlarına bile rıza gösterir, razı
olur, manalar kalbine doğar, kemale erer, olgunlaşır. İçinden geleni işler,
genlerini gerçekleştirir, çevresine uyar. Tevhit ilmini bir bilenden, nutuk
yeteneğiyle, öğrenebilir. Her şey, insana, verilmiştir.
“Yaradılış, fıtrat, eksiksizdir, her şey önceden olması istendiği üzere,
olmuş ve olacak, fıtratta yazılıdır. Var olan, çok görünse de tümü, bir ve
tektir, Fıtrat Vaki ve Bakidir. Tevhit ilminin yolu ve yönü fıtrata
kazınmıştır. Kuran, insanın kullanma kılavuzudur. Resulün fıtratındaki
olgunluğu, hikmetiyle birlikte, içeren Kuran, Furkan olarak ortaya çıkmak
üzere, ayrıntılı bir şekilde, cem mahzeninden, aziz ve rahim olan zattan,
indirilmiştir.” (36 Yasin, 1-3,5) Kuran’ın
bir ayetinde, Allah’ın, Âdemoğullarına verdiği söz, ‘ahdi misak’ olarak
bildirilir. (2 Bakara, 27) Diğer bir ayetinde de ‘Ahdi Misak’, ‘Elestü
birabbiküm’ olarak anlatılır. (7 Araf, 172) Bu durumu, Resul de şöyle açıklar “Allah,
eli ile Âdem’in arkasına mesh ederek zürriyetini, neslini, zerreler halinde Âdem’in
arkasından çıkardı ve onlara «Sizin Rabbiniz Ben değil miyim?» dedi.
Onlar da «Evet, Rabbimiz, sensin» dediler.” Allah’ın eli, ‘Saf,
Kutsal Akıl’dır, Âdem ise ‘Konuşan Külli Nefis’, Âdem’in arkasını mesh etmesi,
sırtını sıvazlaması, aklın, ruhanî bilgilerle, küllî nefse tesiri ve onu nuru
ile tenviri, aydınlatmasıdır. Zürriyetinin ihracı ise insanlıktan,
insanları yaratmasıdır. Ahdin misakı, Allah’ın sözünde
duruşu, tevhit delillerini akıllara rekzi, kazımasıdır, bu amaçla, tüm bilimsel
bilgi ve bulgular Kuranı kanıtlar. İnsanlar, her ne zaman cismani
perdelerden soyunsalar, bedensel ve maddesel şeylerin ötesine geçseler, ‘Tevhit
İlmi’, en vazıh, açık ve en zahir, görünür, bir şey olarak, kendilerine inkişaf
edercesine, keşfolurcasına, tebeyyün eder, aşikâr olur. Bu ilim, kendilerine zaruri olmuştur. “Bela” yani
«Evet» demeleriyle
icabetleri, zatlarıyla tevhit ilmini
kabul edip olgunlaşmalarıdır.
“Nefsin zulmet gecesi insanlara libas, elbise, kılınmıştır. Bu zulmet,
sizi istila ederek, Hakkın zat, sıfat ve gölgesinin müşahedesinde, sizi setir
eder, örter. Siz hakkın zat, sıfat ve gölgesini müşahede ediyorum diyerek
meşgul olur, var olduğunuzu zanneder, düşünür durursunuz. Sizi, hayat ve dünya
da, böylece, gaflet uykusunda uyutur. Hadisi şerif: “Bütün insanlar
uykudadırlar, ölünce intibah ederler, pişerler, uyanırlar.” Uykudayken “Daimi hakiki
hayattan” gafil kalırsınız. Kalpleriniz ruh nuruyla hayat bulunca, his
uykusundan sonra, kutsal âlem fezasında intişar eder, güneş gibi yanıp, (foton
gibi) yayılıp, dağılıp, yanarak
yaşarsınız.” (25 Furkan, 47) “Yeniden yaratıp yeniden dirilten, manevi olarak
ihya eden biziz. İstidatları, manayı içerir ve zatlarında hakikat gizlidir. Bu
hakikat ve manayı araştırmaları, aralarında konuşmaları beklenir. Böylece,
hakikat ve mananın ortaya çıkartılması ve fiile ihraç edilerek kâmil insan
olmaları için yeniden diriltilirler. Bu diriltme intibahın, pişmenin evvelidir,
buna kemale erenler ‘yakaza’ derler.” (18
Kehf, 19)
“Mearic, Miraçlar, Merdivenler, mutluluk halleri demektir ki, o da itidal
ile tabiatlar, huylar makamından, manadan madde, maden makamına, sonra nebatat makamına sonra hayvan makamına,
hayvan makamından bazısı bazısının fevkinde, üstünde, mertebeler ve dereceler
halinde, insan makamına, getiririz. Sonra nefis menzilinden ve kalp menzilinden,
ehli sülukûn işaret eylediği intibah, uyanıklık, yakaza, tövbe, inabe, hak
yoluna girme, mürşide biat, gibi sülük menzillerinde, sonra fenayı efal ve
sıfat mertebelerinde ilerletiriz. Ta fenayı zata kadar la buud, helak olma ve
la yehza, uyanıklık, terakki mertebeleridir. Çünkü sıfatta fena makamına
tekabül eden mertebelerden sonra Cenabı Hakk’ın, her sıfat hizasında terakki
edilecek bir mertebesi vardır. İnsan vücudunda bulunan, arz ve semavî kuvvetler
ile insan ruhu, kıyamet-i kübrada, büyük kıyamette, Hakkın Zatı camiasına,
ezelden ebede kadar sürüp giden zamanlarda uruc eder, yücelir.” (70 Mearic, 3, 4)
“Âlim, amil ve arifi kâmilin, Allah'a daveti sahih olur.” (41 Fussilet, 33)
“Ruh”ta tevhit ilmi, “Kalp”te sevgi, “Nefis”te, benlikte, adalet olursa
fenafillâh ve büyük kıyamet yakın olur.” (42 Şura, 17) “Resulün eli, müminlerin
ellerinden üstündür. Rıza, irade-i Hak’ta iradenin fenası demektir ki, o da fena-i
sıfatın kemalidir.” (48 Fetih, 9) “Nutkunuz, mütekellimi hakikînin sıfatıdır. Eğer
huzur ve Şuhut sahibi iseniz, kalplerinize mütekellimi hakikî o sıfatla tecelli
etmiştir. Hakikî nutuk, kalbinize tecelli nedeniyle size ruh semasından nazil
olmuştur. Ve bu suretle sizin kemaliniz hâsıl olmuştur, Hakk’ın nuru size işrak
etmiştir, kalbinize manaları doğmuştur.” (51 Zariyat, 23) “İbadet marifet,
bilginiz, kadardır, arif olmayan ibadet etmez.” (51 Zariyat, 56) Görünmeyenin Abdi,
kulu, Abidesi Olmaz. “Şahsın kemali, ilim ve amel ile nevin, toplumun, halkın,
insanlığın, kemali kılıç ve kalemle hâsıl olur.” (57 Hadid, 25) “Nuru kemali,
olgunluğun idraki, nuru fıtrî ile bulunur ve kemali ancak kâmil bilir, bu
sebepten «Allah'ın gayrisi Allah'ı bilemez»” (65 Tegabun, 6) “Madde deryasının
suyu azgınlaşıp tufan olduğunda, biz sizi, olgunluk ilim ve uygulamasından
oluşan şeriat gemisinde yüklenip taşıdık.” (69 Hakka, 11) “Olgunlaşmak üzere, ibret
için görmek, bilmediğini sorup öğrenmek
üzere biz, ona iki göz, bir dil ve iki dudak gibi alet-i bedeniye nimetlerini
vermedik mi?” (90 Beled, 8-9) “Seni sıfatlarının en şereflisi olan ilim sıfatı
ile seçti ve kemalinden, olgunluğundan, hiç bir şeyi senden esirgemedi.” (96
Alak, 3)
Allahın, Elçisiyle ve Kitabıyla, demek istedikleri kısaca özetlenebilir.
Ey düşünen akıl verilmiş insan, çevrenden, Dünya ve Evren Ormanından çıkıp,
bana ulaşman için seni nimetlerimle besledim, büyüttüm, genlerinle donattım,
çevrene işaretler ve delililer koydum. Beni, elçi, veli ve evliyalarıma uyarak,
kitaplarımı okuyarak, ara, bul, bil ve ol; vasıflarımla vasıflan, kuvvetlerimi
kullan, sıfatlarımla sıfatlan, ilmimle âlim, amil, arif ol, Halifem ol. Cisimsel
ve bedensel perdelerden soyununca, sen keşfedercesine aşikâr olan tevhit ilmini
fark edebilirsin. Gaflet uykusundan uyandıkça pişmenin zevkine erebilir.
İstidadında gizli olan mana ve hakikati bulabilir, Güneş gibi yanabilirsin.
Nutuk yeteneğinle, ruh semasından kalbine tecelli eden, ‘mütekellimi hakikiyi’
idrak edebilirsin.
Umarım biz de genlerimizde ve çevremizde gizlenenlere ulaşıp, hakikate
erebiliriz!
Necdet
Altınay 18022023