Adalet Temeldir
“Hakk’ın delili, gölgesi, olan ilimden ilk halk edilen cevherin, Celalî nazarla hayâsından, edebinden,
taşıp yayılmasından, sonra uygulanmış olarak açığa çıkan, ilmi hıfzedici kuvvetlerin izdihamıyla temessül ve tecessüm ettiniz. (1) ilimden başka bir şey olmayacak şekilde, bedenleştiniz.” (2) Diğer
bir deyişle, “Önce hiçbir şey yoktu, vakum ortamında, yoklukta, var olan ilmin,
zuhurunun şiddetinden görünmeyecek şekilde, hakkını Hak’tan hakça, adaletle,
alarak, ortaya çıkışıyla; bir ‘şey’ var oldu ve ışık, parıltı, aydınlık,
nur oluştu. Nurun, fotonun maddeleşmesiyle her şey halk olundu, canlılık
yaratıldı ve insan inşa edildi.” (3) Adalet, ruh güneşinin, kutsal
bedende gurup etmesiyle sonradan oluşan karanlıkta, farklı titreşimler halinde,
kuvvetlerden, oluşan zerrelerin temelidir.
“Emanetleri ehline, sahiplerine veriniz. İlk önce istidadınızın hakkını
ödeyin. İlk yaptıklarınız içinizden gelenlerdir, fıtratınıza uygun olarak
yaparsınız. Yaptığınız iş ve işlemler, eylem ve olaylar, daima bir kuvvete
dayanır. Bu kuvvetlerin hakkını verin, kuvvetlerin sahibinin siz olmadığını
bilin. Her işin ve eylemin bir sıfatla yapıldığını ve hiçbir sıfatın size ait
olmadığını, tüm sıfatların Allahın olduğunu, idrak edin. En sonunda tevhitte
fani olup, vücudun Hakka ait olduğunu anlayın. Fenadan sonra bekaya
döndüğünüzde, insanlar arasında hüküm verirken, eşyanın da Allah’ta kaim
olduğunu bilerek, Allah’ın adaletiyle sıfatlanarak hükmedin. Nefsiyle kaim
olan, ebeden adalete kadir olamaz. Allah sizi bilir, işitir ve görür.” (4 Nisa,
58) “İnsanlara gönderilen on iki vekil, beş dış duyu; görme, işitme, koklama,
dokunma, tat alma ve beş iç duyu; adalet, vicdan, zekâ, hayal ve fikir gücü ile
teorik ve pratik akıldan ibarettir. Eğer siz ruh, kalp ve melekût, hâkimiyet,
imdadından gelen akıl, hikmet ve ilhamla, isabetli fikirler ve doğru
hatıralarla, akıl ve fikir resullerine hürmet edecek olursanız, fena ile
zatınızı da teslim ile Allah'a iyi bir ödünç verirseniz, sizden hicaplarınız
olan zat, sıfat ve fiillerinizin
vücutlarını elbette setir eder,
örterim.” (5 Maide,
12) “Hak terazisinin dili adalet sıfatıdır, bir kefesi his, kalp âlemi,
diğer kefesi akıl âlemidir.” (7 Araf, 8) “Ceset arzı, kemik dağları ve damar
nehirleriyle döşendi. Ahlak ve idrak yemişleri olarak da zulüm-adalet ve
soğukluk-hararet gibi zıtlıklarla süslenmiştir. Ruh cesetle örtüldüğü gibi
ruhaniyet gündüzü de cismaniye gecesi ile örtülmüştür. Böylece düşünenler için
delil ve işaretler konmuştur.” (13 Rad, 3) “Her bir ‘şey’in, o şeyi diğerinden
ayıran bir özelliği vardır. İnsan, insanlığı ile insandır. İnsan, insanlığını
kaybederse, kendisi de kaybolur, ona
insan denmez. Her özellik Hakk’ın vahdaniyetine, birliğine, delildir. Gökler ve
yerler adalet ile ayakta durur. Adalet, kesret âleminde, vahdetin gölgesidir. Eşyanın
düzeninde yumuşak huyluluk, birbirleriyle uyumluluk gibi vahdaniyete, birliğe, beraberliğe
götüren özellik mevcut olmasa düzen mevcut olamaz. Birlikten gelen ve birliğe
götüren özellik yok olursa düzen ve düzenlilik hemen bozulur. İnsan veya
insanların, insanlık özelliğini kaybetmesi durumunda birlik ve beraberlik
içinde yaşamaları mümkün değildir, insanlık düzeni bozulur.” (21 Enbiya, 22)
Uyumsuzluk yaşayan insan, akıl, hikmet ve ilhamla, akıl ve fikir resullerine
hürmet etmemiş, vahdaniyeti ve Hak terazisinin dili olan adalet sıfatını, kesret
âleminde, vahdetin gölgesi, olan adaleti kaybetmiştir. Ruh gündüzü-cisim
gecesi, zulüm-adalet ve soğukluk-hararet gibi zıtlıkları, delilleri,
görememiştir.
“Biz, kıyamet günü için hazırlanmış adalet terazilerini koyarız. Allah’ın
terazisi, vahdetine lâzım gelen bir sıfatı ve vahdetinin zilli demek olan
adaletidir ki «ervah gökleri» ve «madde,
eşya yeri» o adaletle kaim ve müstakim olmuştur. Eğer adalet olmazsa; emir-i vücut nizamı, tertibi, mahdut üzere
kararlaşmaz. İmdi adalet; eşyanın tümünü kapsayınca, her mevcuda, haline ve
yükleneceği miktara göre, adaletten hakkı isabet etmiştir.” (21 Enbiya, 47)
“Olgunlaşma amacıyla verilen yetenek ve kuvvetleri, adaletle, bu amaç için
kullanmayan sevilmez ve hesap sorulur.” (22 Hac, 38) “Hak Teâlâ, sıfatının
zuhuru kılmak suretiyle; her şey’in halkını, zuhurunu güzel kılan «zatı celil,
yüce ve âlâdır.» Zira güzellik, sıfata mahsustur. Var olanların tümü «sıfatının
mazharlarıdır, göründüğü yerdir.» Ancak «insan-ı kâmil» müstesnadır ki o, «Cemal-i
zata» ihtisas etmiş, mahsus bulunmuştur. Bu sebepten; «İnsan-ı kâmil», tesviye
ile yani, Ahsen-i takvim ve mizacın pek adaletlisi ile mutedil kılınmıştır, iki
tarafı bir edilmiştir. Bu tadil, mutedil kılınma, sebebiyle, «Hakka mahsus olan
ruhu kabule müsait» oldu. Ve insana da «kendi ruhundan nefha eyledi» ve işte bu
nevi insan ile cemadatı halk ediş, nebatatı ve hayvanatı, canlıları, yaratış ve
insanı inşa ediş, nihayet bulup, Hak zahir oldu.” (32 Secde, 7,9)
“Biz, Kuran’ı kutsal gecede indirdik. Kutsal gece, sonradan oluşan bir
karanlıktır. Resulün bünyesinin, ruh güneşinin nurunu örtmesiyle; ruh güneşinin,
Resulün bünyesinde gurup etmesiyle, sonradan oluşmuştur. Âlemdeki hidayet ve
adalet, rahmet ve bereket, o bünye-i saadet sebebiyle ortaya çıkmıştır ve
Resul'ün rütbe ve kemali, olgunluğu da o bünyeyle arttığı için leyle-i mübarek,
bereketlenen, çoğalan, kutsal gece olarak sıfatlanmıştır. Nitekim kadir gecesi
denmesi de bu sebepledir. Resulün kadri,
değeri nefsini bilmesinden ve kemalinin, ancak nefsiyle zahir olmasından gelir.
Miracı da cesedi ile olmuştur. Zira cesedi olmasaydı mertebelerde tevhide kadar
yükselmesi mümkün olmazdı. Kutsal gecede kitapların inzali, gerçeklerin tümünü
kapsayan Kuran aklının ve mevcudatın düzenlenmesi, sıfatın tafsilatını ve velayetinin
kurallarını açıklayan, isimlerin manasını, fiillerin ahkâmını doğrulayan,
Furkan aklının, Muhammed’in bünyesine inzaline işarettir. Yahut gerçekten her
olmuş ve olacağı içeren kitap olan ruh-u Muhammed’inin, suret-i Muhammedi’de
inzaline yahut Kuran’ın inzaline işarettir. Mevcut, Vücudun elçisidir, irsal
edilmiş halidir, ilmin zahir olmuş kısmıdır, mevcudat akıllı bir şekilde
düzenlenmiştir, Kuran aklıyla, onun
inzali, inmişliği ile tertiplenmiş, Furkan aklı haline dönüşmüştür. Büyük
kıyamet zamanında, insan; aramızda kalan bu duhanı da, duman perdesini de,
kaldır, aynî imanla iman ederim derse, akıl Resullüğünü de geride bırakmış,
geçmiş, Allah indinden kendisine verilen ilimle eğitilmiş, ilmi ile âlim,
hikmetini arif olur.” (44 Duhan, 3)
Umarım biz de Allah’ın kendi ruhundan nefha edilip, hikmetini arif
olabiliriz.
Necdet
Altınay 04022023
(1) https://necdetaltinay.blogspot.com/2018/07/hakikatin-golgesi-insanlkhali-deyip.html
(2) https://necdetaltinay.blogspot.com/2017/04/rahmani-rahim.html
(3) https://necdetaltinay.blogspot.com/2019/03/ilim-ve-insan-kanttr.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder