30 Aralık 2019 Pazartesi

Aynasal Âlem


 Aynasal Âlem

Varoluş, görünür, bilinir oluştur
Var olmak, görür, bilir olmaktır
Varlık, yokluk aynasında görünür
Görüneni, idrak edebilmek gerektir.

Bilebilmek için göz, akıl, sezgi gerek
Algılanmasaydı, bilinip görünemezdi
Algılayan olmasa görünme olmazdı
“Bilinip, görünme” istenmesidir sır!

Önce, bilip, gören, olmadan olmaz
Yaratmadan, Yaratıcı olunmaz
Yaratılana, Yaratıcıyı anlatmadan
Bilmediğini öğretmeden olmaz.

Sonra, “Gördüğün, görüntü sen değil,
Bildiğin, bilinen, işiten, sen değilsin.
Ben bilirim, ben görürüm” deniyorsa
“Kendimi ben görür ve bilirim!” Olabilir.

Yoktan, yokluktan var eder kuvvetleri
Madde ve anti madde, artı ile eksi,
Çeker birbirini yok eder, hepsi de
‘Boyutu sıfır, kütlesi sonsuz’ ile başlar.

Aynasal evrende, zerreler boy gösterir
Biri diğerinden yüz bin kat büyük olabilir
Bu âlemde parça bütünden ağır olabilir
Zerreler birbirine yaslanır da gaipleşir.

Bilimsel bilgidir, “Kaybolmayan zerreler
Bozonlarda toplanıp kütle oluşturur.”
Ayet de der ki: “İzdiham eden, hıfzedici,
Kuvvetlerle temessül, tecessüm edersin”(*)

Elektrik, manyetik, elektromanyetik
Gazap ve şehvet, itim, çekim, cazibe,
Temel kuvvetler, zerre diye görünürler,
Fani olan fena bulur, kalanlar bakidirler.

Zaman yoktur aslında, akla var görünür
Anda var ve yok oluş, tesadüf değil
Hep bir amaç vardır her yaratılanda
Birleşir, buluşur, gelişir, yetişir, oluşur.

Necdet, bilmeyene öğretilir  Kur’an
Cehaletten bilgeliğe, yaratılır insan.
Bilinçsizlikten, hıfz ile bilince ulaşılır
Böylece, insanın amacına kavuşulur.
(*) 16.48; 6.61                   12.12.2019

Yaratılışta Cinsiyet


Yaratılışta Cinsiyet
          Hikâye çok küçük ve basit, Âdem yaratılmış, eşi ile birlikte cennette yaşarken, “Yasak ağacın meyvesini yemeyin” denmiş, ama sürünerek gelen soğukkanlı yılan Havva’yı, o da Âdem’i kandırmış, elmayı yedirmiş. Bu nedenle ‘cennetten hubut ediniz’ emri üzerine, kovulmuşlar, düşmüşler. ‘Hubut olmasaydı hidayet de olmazdı’ denir. Cennetten düşülmeseydi yücelmeye de gerek kalmazdı.
          Anlatılanın sembolik olduğu ve anlatılmak istenenin izana bırakıldığı bilinir. İlim erildir, etkendir, etkiler; madde edilgen, etkilenir, dişi ve doğurgandır. Âdem, ruhu ve Havva, bedeni temsil eder. Kendi ışık ve ısısı olmayan madde normalde ağırdır, yerdedir, sürünür, soğuktur, ilim ise kalbe sıcaklık verir. Elmanın yenmesi, doğadan elde edilen bilgiyi sahiplenmektir. Elma sahibinindir, yetiştirenin, parasını ödeyenindir. Elma tüm nimetleri sembolize eder. Nimetler doğadandır. Ancak ağaca veya doğaya bile müteşekkir olmak insanlık gereği olabilir. Ağaç sulanır, doğa korunur. ‘Doğanın işi bu, elma vermeyip de ne yapacaktı, teşekküre gerek yok’ diye de düşünen olabilir. Ayağına kesafet, gülle, madde, bağlayan ona tabi olur, onun yanında, onunla kalabilir. Madde bağımlısı, maddeye esir olur.
          Âdem ve Havva, ruhu ve bedeni olan her kişi, nimetlerin kendine verilmiş olduğunu idrak ederse, kendi aklı dâhil, tüm yeteneklerinin verilmiş olduğunu düşünür idrak ederse, cennettedir. Nimetleri doğadan alıp da kaçmayan, verilenlerin ardını gören, bulmanın yeterli olmadığını idrak eder. Her şeyine, kendisinin sahip olduğunu iddia eden, doğada kalır ve doğa ile baş başadır. Doğadan elde ettiği bilgi de onundur, elma da.  İyi, doğru ve güzeli bilemeyen bulduğu ile yetinir. Ben ve bencilliğini yaşar, mutlu olduğunu sanır. Arkasını dayayacak bir felsefesi bile yoktur. Kendisi her şeye değer ve bedeldir. Varlık âlemi içindeki her şey vardır ancak varlığın kaynağı yokluktur. İnanmamanın bedeli, sahip olunanlarla kalmaktır. İnanılanın ödülü ise inanılanın görünmesidir. Yoksa “Bilinmek” nasıl amaç olabilirdi.
           “Ruh semasından bir ilim suyu iner. Nüfus arzında, bu ilim suyu hikmet pınarları şeklinde kaynaklanır. Aynı su, arzda çeşitli amel ve ahlaka güç kaynağı oluşturur. Su, aslından çok farklı olan kök, sap ve ekin tohumlarına dönüşür. Sonuçta, isim ve sıfatları farklı olan şeyler ortaya çıkar. Bütün bu tecellilerde benlik kabuğundan soyunmuş hakikat sahipleri için büyük bir nasihat ve ibretler vardır.” (39.21) Doğadaki değişim, gelişim ve evrimden ibret alan öğrenir. Öğrendikçe, öğrenme yeteneği, melekeleri artar, melekler yardımcı olur. Tüm doğa ve nimetlerin ardındaki hakikati mertebelerle idrak edip, nefsini geliştirip teslim olur.
            Mısır ülkesi olan bedende, emmare nefisle tutulan yolun sonu olmadığı görüldüğünde, Firavun Nefis, kendini levam ederek, yererek, bir başka hale geçer, kendisinin, her şeye hükmedemediğini, eksikliğini anlar gelişir. Duygudan yoksun ortamda, sömürü ve kölelikte, kalbe ihtiyaç duyulur. Aklın kalpsizce kullanımı, maddesel zenginlik verse de mutluluk getiremez. Levama nefsin, sudan yani ilimden gelen oğlu, Hz. Musa, kalp çocuğu olarak, akla gerektiği gibi önem verenleri toparlar. Her yer ve zamanda, iş ve işlemin, tüm hareketlerin, efalin, aynı ilmin uygulaması olduğu, akla gelen fikirlerin kutsallığı, anlaşılır. Kalp Musa, kendisine vaat edilen topraklara göç edip, Yusuf’un kardeşlerini, gazap ve şehvet kabileleriyle birlikte, Mısır’dan çıkarır, aklı kölelikten kurtarır.
            Akıl aracılığıyla kalbe dolan ilim, kalpte mayalanarak çoğalır, taşar ve yayılır. Beden ve madde âleminde yalnız ve sadece bir ve tek ilmin uygulandığının idraki, ayrıca, ilmin kendisine ulaşma zevk, lezzet ve keyfini de verir. Nefis, bu aşamada tatmin olup, mutmain olup, esas krallığın mana âleminde olduğunu hissedip, gelişip yeni bir hal içine girer. Mutmain nefsin, ruh babadan olma, kalp çocuğu Hz. İsa; ilmin kendisinin, maddeden, madde halinden, daha önemli olduğunun idrakine varır. Bu aşamada kalp, duygusal âlemin tüm sıfatlarının da yine aynı bir ve tek ilmin çeşitli uygulamaları olduğunun idrakine erer. İlmin kaynağı göklerdedir. Mutmain nefis, emmare ve levvame nefsaniyetlerden sonra, ruhun üçüncü eşidir. Eril ruh ve ilim dişi maddesel ve bedensel nefsi mertebeler halinde geliştirir.
            Bir rivayete göre, rehberiyle birlikte, tevhit ilmini talep eden, nefsaniyetlerin hepsini yaşayarak, Allah’ın ilmiyle, ruhuyla, zatıyla dirilebilir. Ebeveynleri, Allah’ın kulu Abdullah ve âmin deyip teslim olarak mülheme, ilham alan, nefis sahibi Âmine hatun olan Efendimizin vahiy aldığına inanırız. Allah’ın kelamını bize ileten efendimiz, kemale ererek, olgunlaşarak tüm özellikleri kendinde toplayarak, miraca çıkmış, Hakka ulaşmış, Allah, ona ruhundan nefyetmiş, insan ve insanoğlunun yaradılışının amacını, örnek olmak üzere, gerçekleştirmiştir.
Umarım biz de namazı miraç olan mümin olup Hakkın hakikatini idrak edebiliriz.
  


4 Aralık 2019 Çarşamba

Ezoterizm Nedir?


Ezoterizm Nedir?
Genellikle önce isim gelir. Sonra adı geçmişti, işte o ismin cismi budur denir. En sonunda, ismi ve cismi bilinen bir kişi veya şeyin özellikleri, sıfatları veya kişiliği, aslı esası, özü, kısaca hakikati bilinir. Resim görülür, çok güzelse, ressamı aranır. Ressamın içinden gelen resim sanatını herkes düşünemez. Eserin özgün olması için taklit olmaması, içten ve özden gelmiş olması gerekir. İnsan davranışlarında, bitki ve hayvanlar âleminde olmayan bir boyut vardır. Bir bitki veya hayvan her ne ise odur, hep ve her zaman odur, başkası olamaz. İnsan ise bildiğini bilir ama bilmediğini bilemez. Emme basma tulumbası örnek verilir. Kaçan su ilave edilince, tulumbanın dibinden tatlı su çıkar, ne kadar çekilirse o kadar çıkar. Bu aşamadan sonra tulumba, kendisine sonradan eklenene ilaveten, artık içinden geleni verir. İçindeki hakikati ortaya çıkarır. Ezoterik düşünce, böylece, verilen bilgilerden fazlasını verir.
Bir bilim dalından mezun olan, eğer aynı dalın uzmanı olursa başkadır, doktorasını yapar da felsefesine dalarsa başkadır. Konunun uzmanı, bildiklerini iyi uygular. Konunun doktoru, yani felsefesini yapan ise konuya katkı sağlar, aldığından fazlasını verir. Bu durum genellikle meslekler için doğrudur. Çırak öğrenir, kalfa uygular, üstat ise içinden gelen hakikati dışarı çıkararak mesleğine katkı sağlar, hakikate ilişkin yeni bilgiler verir. “Bir ben var benden içeri” diyen kâmil insan da içinde bulduğu hakikati dışına çıkararak, tatlı suyunu akıtır durur. “Görmeden inanmanın mükâfatı, inanılanın görünmesidir” ama bu hakikati gören beşer olamaz veya beşer asla hakikati göremez. İnsan, insanlığın bir parçasıdır ama insanlığı göremez. Ancak basiretiyle görebilir, hakikatin hikmetini idrak edebilir. İçtenlikle, içinden gelenleri dışına aktarırken “Bu ben olamam, bunlar benden değil, bunları bildiğimi ben de bilmiyordum” gibi hayrete düşüyor ve haşyet duyuyorsa gelenler hakikate ilişkin olabilir!
Fizik, kimya gibi bilim dallarında, uygulama uzmanlığından sonra, bilim dalının felsefesini yapmak bilimin kaynağına indirir. Diğer bilim dallarıyla beraber ilmin kaynağına hatta evrenin oluşumuna götürebilir. Tanındıkça, bilim insanı, bilimden konuşur ama herkes onu ‘konuşan bilim’ olarak görebilir. Moda uzmanı gördükleri için model çıkarma ve yeni modeller tasarlayıp yaratma işinde uzmanlaştıkça, ‘hayatı modelleme’ ile geçer hatta işi, ‘hayatı modellemek’ olur. Aynı şekilde matematik uzmanı da topluca yön değiştirip hızla uçan kuşların ve hızla yüzen balıkların bile matematik modelini çıkarır. Öyle anlatılır ki kuşların ve balıkların matematik modellere göre uçup, yüzdükleri düşünülebilir. Yaşanan bu olay ve eylemlerde matematik model de modellenen kuş ve balıklar da güzeldir ama bu güzellik modellenebilir olan ‘hayatın’ güzelliğinden gelir. Görünen, Hak ve hakikatin güzelliği olabilir.
Beyin ve nöron hücreleri alanındaki çalışmalar da “Nasıl oluyor bilinmiyor ama madde bilinç üretiyor” dedirterek, insanı hayrete düşür. Ayrıntıya inildiğinde belli başlı üç ‘kuvvet’ vardır. ‘Elektrik’, ‘Manyetik’ ve ‘Elektromanyetik’ olmak üzere, bu mevcut kuvvetlerle olur her olan. Bilgi elde edilir, bilgi işlenir ve bilgi üretilir; hafızada bilgi depolanır, hafızadan alınıp hatırlanır, bilinç oluşturulup DNA geliştirilerek yeniden depolanır. Her şeyin sorumlusu ve kaynağı bu üç kuvvettir. Bu kuvvetler, fotonlar halinde yayılan ışıkta mevcuttur. Kuvvetlerin bozonlar içinde toplanmasıyla, ‘nasıl olduğu bilinmeyen’ bir şekilde, ‘kütle’ oluşur.
Kütlesi olmayan ışık ve foton, kütle kazanarak, elektron ve protonlara dönüşerek atom oluşturmaya başlar. Yeterli ısı ve basınç altında oluşan kütle ve madde ışığın gurup etmiş halidir. Işık, güneşin doğuşu ise madde de ışığın batışıdır. Hakikat güneşinin batmış haline madde denir. Dışından bir ışığın üzerine düşmesiyle görünebilen eşyanın hakikati, aslında gurup etmiş ışıktır, hakikat güneşidir, kuvvetlerin tümüdür.
Din, kulu, Hakk’a götüren yoldur. Hakikate erenin artık yola ihtiyacı yoktur dense de artık yolcu yoktur aslında. Önce ayetlere inanılır, sonra ayetlerin doğruluğu, bilinen bilimlerce, kanıtlanır. Her neye ve nereye bakarsanız bakın, her ne düşünürseniz düşünün, her şeyin ardında aynı, bir ve tek, hakikat vardır, basiretle idrak edilir. Bulduğumuz ve değerini bildiğimiz para bile bizim değildir. Doğada bulduğumuz ve değerini bildiğimiz ‘bilgi’, ‘bilgiler’ ve ‘ilim’ de bizim olamaz, ‘henüz bilemesek de bir sahibi olmalı’ denebilir.
Genellikle bilimsel ‘beyin fırtınaları’ sırasında veya özellikle muhabbete dönüşen dinî sohbetler sırasında öyle ‘laf lafı açar’ ki ‘bunlar benden olamaz’ dedirtir. Tatlı sohbetle, tatlı suya erilmiş olabilir. Hayretler içinde kalınabilir ve haşyet duyulabilir. Bu durumlarda öyle haz alınır, böyle sohbetler öyle zevk ve keyif verir ki bağımlılık yapar, mutluluk verir, tekrarı istenir, insan mest olarak kendinden geçebilir, Hak görünebilir!
Umarım, bizim muhabbetimiz sonunda da Hak görünür!

13 Kasım 2019 Çarşamba

İnsan Utanır!


            İnsan Utanır!

            Utanma ve arlanma insanın doğuştan fıtratına kazınan kalbî duygulardan biridir. Dalında olgunlaşan meyve gibi, insan, insanca olgunlaşabilmesi için gereken her şey ile donatılmıştır. Aklı baliğ yani reşit olduktan sonra, ilk yapacağı kötü veya yanlış eylemlerde, fıtratında kazılı bulunan utanma duygusu, otomatik olarak devreye girer. İlk duygular bastırılır ve kötü duygular kökleşirse, nefsin gazap ve şehvet yani mal, mülk, makam, mevki, şan, şöhret, para ve pula düşkünlüğü insanın karakteri olmaya başlar.

            Kitabımızda, utanma anlamına da gelen “Hicap” kavramı yer alır. Bu kavram daha geniş ve kapsamlı anlam taşır. Hicap, perde, örtü, utanma, setretme, gizleme anlamlarına da gelir. Kısaca, hicap, Allah ile kul arasındaki perdedir. Perdenin ardı ve arkası görünmez. Ancak basiretle görülebilir. Basiret hikmetli bakış, sezgi ve ilham gerektirir. Bunun için de kalp gözü açık olmalıdır. Örneğin, güneş ışığı, güneşin kendisini görmeye engeldir, küresel olarak her açıdan perdedir. Güneşin kendisini, aslını, esasını ve içini görmek, çok ileri teknolojiyi, ilgili alanlardaki ilmin ayrıntılarını ve bunların uygulanmasını gerektirir. Güneşin merkezinden yola çıkan bir fotonun, milyonlarca yılda güneşin yüzeyine ve açığa çıkabildiği yeni bilinmiştir. Cehalet perdesiyle perdelenen, cehalet perdesini ortadan kaldırmadan göremez. Her şey kendi bilgisinin deposudur. Her şeyin özüne, kendini oluşturan bilgiye erişilerek, cehalet yok edilerek ulaşılabilir.

            “Allah, yerin göğün nurudur” (24.35) ayetini ilk bakışta anlamak zor olabilir. Bir rivayete göre elçisi “Ey hicabı nur ve gizliliği zuhurunun şiddetinden başka bir şey olmayan Allah'ım” diyerek dua etmiştir. Buna göre, Allah’ın nuru görünür ve bu nuru kendisine perde olur. Ayrıca gizli oluşu, zahir oluşunun, zuhurunun yani meydana çıkışının şiddetindendir. Işığın düştüğü yer veya eşya görünür, ışığın kendisi de görünmez. Nurun anlamı da zaten parlaklık, aydınlık, ışıktır. Aynı şekilde, güneş de ışığı nedeniyle görünmez; ışığı, kendisini görmeye perde olur.

            Allah, nuru seninle görünür kıldı, zahir etti, böylece, O, nurun senin vücut ufkundan doğuşu ile oluşan doğunun; nurun sende gurup ederek seninle örtünmesiyle ve vücudunla gizlenmesiyle oluşan batının Rabbidir. Tüm madde, eşya, Muhammediyenin bedeni, mana ise onun nurudur, eşyanın hakikati onun nuru ile bilinir, idrak edilir. Bu nurun doğuşu ile gerçek fecir, sabah oluşur, güneşin parlaması gözleri kör edebilir, nurun parlaması ise insanın benlik, bencillik ve ikiliğini yok edebilir. (73.9)

            Bedensel kuvvetlerin kendi kendisinin idrakine engel olacağını ve nurunu perdeleyeceğini Allah biliyordu. Sizin akıl erdirmeniz ve anlayabilmeniz için cehil ölüsü, ilim ve hakiki hayatla ihya edilir, diriltilir. (2.72)

 

            Bedenin terkibini, nelerden oluştuğunu, nelerin bir araya gelip ne ve nasıl oluştuğunu bilen, her şey için nasıl bir kudret gerektiğini iyi bilir. Yeniden diriltilen kimse halini ve bedenden tecerrüdünü de, sıyrılıp çıkmayı da bilir, bedenin terkibini de bilir. Diriltilen birisi diğer insanlara örnek olsun veya delil kılınsın diye diriltilir. Hikmet, müminin gaip olmuş malıdır. İnsanlar, altın ve gümüş gibi madendirler, bedenle örtünmüş olsalar da aslı ve özü değişmez. Her kişinin istidadının gerektirdiği kadar ilim, hazinelerinde saklıdır, gizlidir. Her kişinin fıtratında, ilmin tümü, mükemmelliğe götürecek şekilde henüz başkalaşmamış halde, mevcuttur. Üzüm taneleri insanı ve onun kısmî idrakini andırır. Süt veya üzüm suyu ise kişinin yaşamını sürdürmesi için gereken beslenmeyi sağlar. Şarap, aşk, ilim, bilgi ve hakikatlere işarettir. İnsan üzüm gibi sıkılır, suyu çıkarılır ve eski yapısından kurtulup yeni bir yapılanmayla şarap, insan hakikatinin idraki, elde edilebilir. Şarabın sarhoşluğu insanı kendinden geçirerek aşka ulaşmasını sağlar, aşk ateşi de ilmin bilgiler ve hakikatler halinde ortaya çıkışını gerçekleştirebilir. İlmin tümünün idraki, incirin kendisine, insanın kısmî idraki ise incirin içindeki taneciklere benzer. Kişinin kendini bilmesiyle yapısının olgunlaşmak üzere başkalaşımı gerçekleşir. Bu ilk yapının çöküşü, harap olması ve göçüşüdür. Yapı taşlarının idraki külli idrake ve ilahi aşka götürür. Bu durum, haviye, göçmeye, göçük oluşumuna ve göçükte ilahi aşk ateşinin yanmasına, asar ateşine, eserler yaratan yanışa ve yeniden diriltilmeye gider.( 2.259)

 

            Küçük ve büyük olmak üzere iki kıyamet vardır ve gerçektir. Bir rivayete göre küçük kıyamet ‘doğal, tabii ölüm’, büyük kıyamet ise ‘ölmeden önce ölmek’ anlamındaki ölümdür. Mahcuplar büyük kıyametten haberdar değildir ama bu her iki cemden de şek ve şüphe yoktur. Nefislerini, şehvetlerde, fani lezzetlerde ve çabuk fani olan dünya nimetlerinin muhabbetinde helak edenler nefislerine zulüm etmiş olur. Herkes muhabbet ettiği şey ile birlikte haşrolunur. Sevdikleriyle perdelenip örtündükleri için nurun baki olduğu hakikatini göremezler bu nedenle de iman edemezler. (6.12)

 

            Güneşin ilk hali kara ve karanlık taş halidir. Taşın kütlesinin büyüyüp göçük, haviye, yanan taş haline gelmesi, pişmesi, güneşin ikinci halidir. Güneş ışığının foton olarak güneşin merkezinden, yüzeyine ve dışına çıkışı milyonlarca yıl alır, parlayan güneş haline gelişi ise güneşin üçüncü halidir. Güneşin halleri, ezoterik anlamda çıraklık, kalfalık, üstatlık hallerini anımsatabilir. Tasavvufta ise nefsin yücelişine tabi olarak efal, sıfat ve zat hallerine de benzetilebilir. Belki de Mevlana’nın ‘hamdım, piştim, yandım’ deyişi de bu açıdan anlam kazanabilir. Bütün halleri anlayabilen tek varlık ise yalnız ve sadece insandır.

           

            Umarım biz de hallerin tümünü idrak edebiliriz.

2 Kasım 2019 Cumartesi

İnsan Zalimdir


             İnsan Zalimdir

            Hırsız bile, zamanla kendisinin de bir çeşit çaba ve uğraşı sonunda kazandığını düşünerek, utanmayı kalbinden söküp atar. Bunu yapan, utanma duygusunun iyi olduğunu bildiği halde kalbinde sürekli bir çatışma ile yaşayamadığı için yapar. Utanma olmayınca şiddet şehvetle desteklenir. Birlikte daha büyük kötülük gücü oluşur ve daha çok sayıda iyi sıfatı kalpten atar. Böylece şer güçlerin işbirliği kalbi ruhtan uzaklaştırıp nefsin kucağına atar. Başta yapılan bir küçük tercih sonunda karakter ve kader haline gelir.

            Nefis mücadelesi büyük cihat olarak tanımlanır. Savaşların en uzun soluklusu, çatışmaların en kanlı geçenleri kalpte yürütülen iyilik ile kötülüğün çarpışmalarıdır. Bireysel çapta ve bir kalbin içinde yürütülen çarpışmalarda iyi sıfatlara karşı birleşen kötüler, üstünlük sağlanırsa, birbirlerine düşer. Kalbe hâkimiyet için bir kötü sıfat diğer biri tarafından yenilgiye uğratılabilir. Çok küçük ve basit görülen bir kötülük bile büyüme ve gelişme eğilimi gösterir. Böylece mücadele de büyür, kalbe hâkim oluncaya kadar sürer.

            Çevreye yayılan çatışmalar çevredekilerin de ilgisine girer ve onları da içine çeker. Bireyi aşan toplumsal savaşlarda “Halk aynen Hak’tır”, hatta “Halkın dediği Hakk’ın dediğidir” denilir. Haklı olan iyiler ile Hak’sız olan kötüler savaşır. Çevreye yayılmadan kalbin içinde yürütülen mücadelede ise kalbe, ruhtan akıl aracılığı ile alınan inançsal, nurani ve manevi değerlerin kaynağı da Hak’tır. Hakça yürütülen çatışmalarda Hak’lı olan taraf kazanır, iyilik, doğruluk ve güzellik kalbi yeniden fetheder. Hayat da hayattaki mücadeleler de bundan ibarettir zaten. Konuya ilişkin kutsal mesajlar, ayetler de her iki âlem için böylece geçerli olur.

            İnsanın, fıtratına kazınmış olan güzel ahlak değerlerinin kalpten sökülüp atılmasına karşı koyması, mücadele etme isteğini gösterir. Kişinin niyazı, arzu, istek ve duasının karşılık bulması halinde, Allah, savaşmasına izin vermiş demektir. Birey istemese olmazdı, izin verilmez, karşı koymaz, kötülüğe boyun eğerdi. Kişi içinde bulunduğu bir durumda yardım istemiş olmalı ki Allah da duasını kabul edip yardım etsin, diğer iyi sıfatları ve halkı onun yardımına göndersin. Kötü sıfatların kalpte kök salmasına karşı koyan kişi, aynı zamanda, Allah’ın iradesine yardım ediyor demektir. Kalp, önce havra sonra manastır ve mescit aşamalarından geçerek, Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmış olur. Kendi bünyesinde vücut bulan ve ortaya çıkan kötü sıfatlarla çarpışan kimseyi, Allah nuru ile kahrederek lütfeder. Belki de bir anlamda, “Kendine yardım eden, Rabbine yardım eder.” “Sana savaş açanlara ve sana zulüm yapanlara karşı savaşmana izin verildi. Allah, kendine yardım edene yardım eder!” (22.39,40).

            Nefsin terbiye edilmemiş ilk hali, madde gibi katı, zalimdir, şehvet ve gazap güçleriyle aklı ve kalbi emrine alır, menfaati için çalıştırır. Bedensel ve dünyevî her şeyi sevdirir, benimsetir, bencillik eder. Nefis, aklı kullanarak, her şeyin daha fazlasını elde etmeye çalışır. Sahip olduğu şeylerin zevkini çıkarıp, lezzetine vararak bunları kalbe güzel, akla makul göstermeye çalışır. Karşı çıkma gayretlerini zulüm ile bastırır.

            Akıl, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etmeye, reşit olmaya başlayınca nefse etki edebilir. Nefsin kaprislerinin sonuçlarını gösterebilir. Benlik ve bencilliğinin ruhanî güçleri ezdiğini ve üzdüğünü açıklar. İyi, doğru ve güzeli gördükçe, nefis de esas istediklerinin bunlar olduğunu anlar. Akılcı bilgilerin lezzetini alır, ruhtan kaynaklanan, ilim nehirlerinden akan sütün kalp çocuğu için daha iyi olacağını anlar. Çocuğunun yetişmesi için teslim olur, kalbe ram olur, zulmünden vazgeçer.

            Arz ve sema, hüviyeti kabule istidatları olmadığından, hakikati zahir etme, ortaya çıkarma şeklinde taşımaktan kaçındılar ve kortular. İnsan ise istidadının kuvveti ve taşımaya iktidarı sebebiyle emaneti yüklendi. Hakikat hüviyeti nefsine yakıştırarak, hatta intihal etti. Hakkullahı, Allah’ın hakkını benimseyip intihal ettiği için de zulüm sahibi oldu. Benlik ve bencilliği nedeniyle hüviyeti bilemediği için çok cahil oldu. Yaradılışındaki nurun zuhurunu, ortaya çıkıp parlayışını engelledi. O nurun hakkını bilemeyip vermeyen münafık oldu. Yaradılış perdelerinin kesafeti, yoğunluğu nedeniyle de Hak ile olamayıp gayri ile kaldıkları için şirk sahibi müşrik oldular. Tövbe eden müminler, kemalâtı izhar ile yani ortaya çıkarıp olgunlaşarak emaneti eda eyler.  (33 Ahzab (97). 72, 73)

 

            Bakılan her şeyde Hak görünmeli. Hak görünürse gören Allah’tır!

 

26 Eylül 2019 Perşembe

Tefekkür Ediniz


            Tefekkür Ediniz

            “Tüm evren bir ve tek varlıktır, canlıdır” diyen inanıyor mudur, biliyor mudur? “Görmeden, kanıtlanmadan inanmak” güçleşmektedir. Son bilimsel bulgular inançları kanıtlamaktadır. ‘Bir rivayete göre’ deyip Peygamberimizin kutsal metinleri açıklamaları üzerinde tefekkür edenlerin mesajları, tevilleri, önem kazanmaktadır. Bir ayetin açıklamalarının Kitabın tümündeki mesajlara uygunluğu da ayrıca düşünülmelidir. Ruhban sınıfı olmayan dinimizde, ayetlerdeki mesajlar kullara özeldir. Aklı olmayana mesaj olamaz. Her birey aklının erdiği kadar sorumluluk alabilir, kimseye kaldıramayacağı kadar yük yüklenmez. “İlim, gaiptir, kaybınızdır, Çin’de de olsa alınız” diyen Kitabın, inançla birlikte ilme verdiği değer açıktır. Anadolu erenlerinin “Yalnız keramet-i ilmiye vardır” mesajı değerlidir.

            Peygamberlerin sonuncusu olan efendimiz, inanç âlemi açısından, insanlığın geliştirip yaşadığı her şeyi özetlemiş, düzeltmiş, tamamlamış ve “Yeni bir din getirmedim güzel ahlakı tamamladım” demişlerdir. “Okuyun, düşünün, tefekkür edin, arayın, bulun, bilin, insan Allah’ı bilmek için yaratılmıştır” demesi, madde ve mana, ruh ve beden, ilim ve uygulama alanlarında, diğer dinlere kıyasla, daha çok düşünürün ilgisini çekmektedir. Ayetler ve Resulün açıklamalarında, özellikle din ve bilim kavramları üzerinde, olabilecek her düşünce alanında, tefekkür edilmesi istenmektedir. Bir bilim insanı, bu dinî mesajlar üzerinde derin düşünüp tefekkür ederse ancak tarihsel yanılgıya düşmeyebilir. “Aklını kullanmayana pislik yağar”, “Hiç düşünmez misiniz?”, “Akla uygun değilse inanmayın” gibi mesajlarla ikaz edilmesine karşın, kutsal mesajları “Dogma” kavramının altında düşünmek bilimsel olamaz.

            Tercüme ve tevil edilmiş, birkaç ayet üzerinde durulması uygun olur.  Bir ayetin (39.9) tercümesi: “Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır." Ata’mızın yeni harflerle Türkçeye çevirttiği K. A. Kaşaniyyüs tevili (39.9) ise şöyledir: “İlim, kalpte kök salıp sahibine muhalefeti mümkün olmayacak surette damarlarıyla nefiste yerleşendir. Et ve kan ile karışarak azalarda eseri zahir olan ilimdir. Hiçbir organ veya aza ilmin gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her şey ilminin aynıdır. Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için cahiller anlayamaz. Bu nasihatleri kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan saf akıl sahipleri anlar. Çünkü onlar zahirin, varlığın, ilmin eseri olduğunu, ilim ile tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu ile karışık akıllar tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve bu ilmi anlayamazlar. Bu ilim, tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda durmaz, gider.” 

            “İnsanlar için vaz olunan ilk mescit, sadr-ı manevî Mekke'sinde olan kalb-i hakikîdir. İşbu sadr-ı manevînin makamı, nefisten daha şereflidir ve kalb-i hakikîye müteveccih olan kuvvanın izdiham ettiği mevzidir, manevi sadır hakiki kalbe yönelen kuvvetlerin toplandığı yerdir. O beyt, kendisinden bütün vücudun feyz ve hayat ve kuvvet alması dolayısıyla ilâhi bir bere­ket sahibidir. Zira azalarda, organlarda bulunan bütün kuvvetler evvelâ hep o beytten, kalpten azalara sirayet eyler, geçer ve organları oluşturur. Ve o beyt âlemlere sebeb-i hidâyetdir, âlemler o kalp için yaratılmıştır. O sebeple hidâyete, vuslata, doğru yola girilen bir nurdur.” (2.96) İnsanın, maddi ve manevi tüm güç ve kuvvetlerinin kaynağı ilk DNA’sıdır.

            “Halk edilen zatlara ve mahlûkların, yaratılanların, hakikatlerine bakılırsa, heykel ve suretlerin, şekil ve biçimlerin cesetleştiği, maddeleştiği ve hakikatine uygun bir şekilde cisimlendiği görülür. Her şeyin ilmî bir hakikati ve o şeyin mevcut olmasına sebep olan bir aslı, özü ve melekûtu, madde ve manası, ilmi vardır. Her şeyin bir vasfı ve mazharı demek olan bir zilli, gölgeleşmiş, maddeleşmiş hali vardır. Şeylerin kendisi ve cesetleri farklıdır ve bunlar secde edici halde temessül ve tecessüm eder, cisimlenir ve cesetleşir.” (16.48)

            “Siz, Hakk’ın, ‘hıfz edicilerinden’, ilim yüklenebilen kuvvetlerinden oluştunuz. Siz, bu güç ve kuvvetlerin cisimlenmiş, şekil ve suret kazanmış, cisimleşmiş halisiniz. Bedenlerinizden sıyrılıp çıkmanız, soyunmanız halinde durum apaçık görünür. Suretlerinizin bir kısmı size sevap ve rahatlık veren ruhani latif kuvvetlerdir. Bir kısmı ise size azap veren cismani muzlim, zulmetli ve meçhul, suretlerdir. Cismani azalarınız, organlarınız, hal lisanı ile sizin yaptıklarınızı hatırlar ve işlediklerinizi söyler. Hafıza semavi bir güçtür ve ruhun bedenden ayrılması halinde yapılanları ortaya koyar.” (6.61)

            Ayetlerde kısaca değinilen, örneğin, ilmin, bilginin şekil alması, cisimlenip, maddeleşip bedenleşmesi gibi kavramlar bilimsel olarak kanıtlanır. Maddî olmayanın şekil alması, ‘temessül’, cisimlenmek, ‘tecessüm’, cesetleşmek ve ‘hıfz ediciler’ deyimleriyle yer alır. Hıfz edici, bilgi depolayıcı elektromanyetik kuvvetlerin yeri özeldir. ‘Hafızanın bedene dönüşmesi’ aklı zorlayan bir kavramdır. İnsan, bedeni var ama beden değildir, cisimleşen bilgi yüklü ışıktır, ilimdir, nurdur. Her ‘şey’ gibi insan da bilgisinin deposudur ve bu depoda bilgiden başka bir şey yoktur.

            Birkaç ayette görüldüğü gibi bilim, dinî kavramları kanıtlayan bir araçtır. Maddenin, herhangi bir şeyin, ilminin deposu olduğu ve belirli bozonlar içinde toplaşan elektromanyetik kuvvetlerce oluşturulduğu ve bunların tümünün son bilimsel bulgularla kanıtlandığı, apaçıktır. Kurcalanmadık ve sorgulanmadık bir harf, hece ve kelimesi kalmayan kutsal mesajlar asla dogma kavramıyla bağdaşmaz. Bilim, kutsal mesajların, dolayısıyla inançların, kanıtlayıcısıdır. Dinin de bilimin de aynı ilimden kaynaklandığı aşikârdır. Yeterince tefekkür edenler hep aynı sonuca yani hakikate, ilmin, Hakkın hakikatine varmışlardır.

            Umarım biz de hakikate ulaşabiliriz.

 

 

28 Ağustos 2019 Çarşamba

Kalp Çocuğunun Canlanışı


            Kalp Çocuğunun Canlanışı

            Kitapta, her zaman her kesimden herkese hitap eden ayetler vardır. Bazıları, emir bazıları da tavsiye niteliğindedir. Anlatılmak istenen bazen hikâyelerle anlatılır. Bireysel gelişim toplumsal olaylarla zenginleştirilir. Tüm hitap, bireysel olsa da toplumsal olarak da ele alınır. Çünkü bireysel nefsanî gazap ve şehvet güçleri toplumsal düzeyde uygulanır. Örneğin, gazap kuvvetleri, bu konuda işbirliği yapan bireyler bir araya geleceği için, gazap mahallesi olarak adlandırılabilir. Bilge kişiler de hakikatleri hikâyelerle anlatır.

            Bir hikâyeye göre, “Zengin yaşlının genç oğlu, mirasına göz koyan, amca ve oğullarınca öldürülür. Kimin tarafından öldürüldüğü anlaşılmasın diye de yol kenarına atılır. Katilin belirlenmesi için bir bakara boğazlanıp, kuyruğu veya dili gibi bir parçasıyla öldürülene vurulması emredilir.”  Bu olayda boğazlanan, ilim ve hikmet açısından zengin olan ruhun oğlu olan kalptir. Katiller ise amca olan hayvani nefis ve onun oğulları şehvet ve gazap kuvvetleridir. Kalbin mirası olan hikmet ve ilme sahip olma amacıyla, kalbin hayatı olan hakiki aşkı ortadan kaldırıp, kalbi, hayatından, hakiki aşkı yaşamaktan, men ederler.

 

            Rivayete göre hurma ağacı, Âdem’in toprağının kalanından yaratılmıştır. Bu nedenle Âdemin kalan toprağı, Âdemin erkek kardeşidir. Erkek kardeşinin bir kızı, nebati nefis, bir de oğlu, hayvani nefis, vardır. Böylece, nebatî nefis, insanî nefsin halası, hayvanî nefis de amcasıdır. Ruh ile nefis kardeştir, her ikisi de kutsal ruh denilen faal akıldan feyizlerini, idraklerini alır. Ruhun mirası, hikmet ve aklın anlayacağı ilmin idrakidir. Kalbi, bu mirastan mahrum edip kendi akrabalarına kalmasını sağlamak üzere, şehvet ve gazap kuvvetleri, kalbi katlettiler ve cesedini ruhani güçler ile tabii güçler mahalleleri arasındaki yol üstüne attılar. Şehvet ve gazap kuvvetleri fesattır, kendi aralarında da anlaşamaz, daima iyi işleri kendilerinin kötü işleri diğerlerinin yaptıklarını iddia ederler. Ancak kalbe karşı işbirliği yaparlar. Kalbin istila edilip katledildiği bilinir ve onun hayat nuru daima ihraç ve izhar edilir. “Kalbin hayat bulup katili ihbar etmesi için bakaranın kuyruğu veya dili ile vurunuz” dendi.

 

            Nefsi, bakarayı, öldürüp kuyruğun vurulması, dokunma duyusu dâhil dış duyuların ilk hallerine dönüştürülmesidir. Bitkisel nefse bağlantısı bulunan ve en evvel ve en ahir yönünü sürekli baki kılmak için, beş duyunun, evvelki haline dönüştürülüp bırakılmasıdır. Tüm duyular faal halde kalır ama nefis öldüğü için ölmeden önce algılanan zanların değil artık yine hakkın algılanması beklenir. Dış duyular nefsin kuyruğudur. Lisanıyla, diliyle vurulması, nefsin ahlak ve kuvvetlerinin tadili ile lisanının yani fikrinin baki kılınmasıdır. Düşüncenin baki kılınması iki şekilde olabilir. Birinci yol tasavvuf yolunda olduğu gibi riyazetle yani kanaat ederek şehvet ve gazabı öldürmektir. Bu yol cani, azgın, azmış nefisler için daha iyidir. Diğer yol ahlakın tadil edilerek tahsil etme yoludur, bu yol yumuşak ve zayıf nefisler içindir. Bakaranın parçası maktule vuruldu ve maktul şah damarından kanlar akarak kalktı, dirildi ve katilini haber verdi. Yani kalp çocuğu hakiki hayatla dirildi. Ama bedene bağlılığı nedeniyle, bedensel kirliliğin üzerinde olduğunun, katilin eserinin üzerinde olduğunun, idrakindedir. Kalp, bedensel kuvvetlerin, kendi idrakine engel olacağını ve nurunu perdeleyeceğini biliyordu. Sizin akıl erdirmeniz ve anlayabilmeniz için, cehil ölüsü yani henüz idrakten yoksun kalp, ilim ve hakiki hayatla ihya edilir, diriltilir. (2.72,73)

 

Yaşar Nuri Öztürk:
Bakara 72. Siz bir adam öldürmüştünüz de onunla ilgili olarak çekişip duruyordunuz. Oysaki Allah, sizin sakladıklarınızı ortaya çıkaracaktı.
73. Şöyle dedik: "Kesilen ineğin bir parçasıyla öldürülen adama vurun." İşte böyle diriltir Allah ölüleri. Size ayetlerini gösteriyor ki, aklınızı işletebilesiniz.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Yücelişin Seyri


            Yücelişin Seyri
 
Çok rahat ettiğim koltuğa otursam,

Ellerimi dizlerimin üzerine koysam,

Beş duyumu tam olarak kullansam,

İşittiğimi görüp, gördüğümü tutsam…
 

Düşünebildiğimi, derince düşünsem,

Hayallerimi, sınıra kadar kullansam,

Fiiller irademde, beden sanki yitiktir,

Düşünmekse bile enerji yüklenmektir.
 

Yüklenen enerji, gerektirir nakliyeci,

Enerjinin nakli, algılanması hücre işi,

Bir nörondaki, bir molekülün tek işi,

Enerji denip atoma yüklenen, ne ki?
 

Elektronların, eksi yükünün elektriği,

Tüm elektrik ise bir voltun binde biri,

Cüzi iradem, ‘yazılımın’, yaptığı iştir,

Duyular,  çevredeki bir şeyleri algılar,

Algılanan, elektromanyetiğe yüklenir.
 

Ayet: “Siz, hıfz edici, mesaj alıp, veren,

Kuvvetlerin izdihamından oluşursunuz.”

Yokluktaki ilmin bilimini konuşursunuz,

İlmi bilip, bilimsel kanıtta buluşursunuz.

 

Yüklenen, taşınır, algılanıp, çözümlenir,

İnsanın DNA’sına yazılmıştır irade bilinir,

Her şey ‘verilmiş’ bu ‘irade’ ile yürütülür.

Atomik alışveriş, dönüşür keyfe, lezzete.

“Benlik”, bu olup bitenlerin neresinde?

 
Melekler, yetenekler, Âdeme secdede!

Âdem, Mekke’de Kâbe’de, tefekkürde,

Kalp Kâbe’sinde, tavaf ederek, şükürde,

Yaratılan, yücelişin seyrinde, cennette!

 
İnsan, bencil varoluş iddiasının peşinde,

Oysa olmalı, kendi inşasının, inşa işinde.

Necdet, kurban oluşla kurtul, tefekkürle,

‘Görünen, görenin görüntüsüdür’ sende!


         Kurban Bayramı Mesajı, 10.8.2019

25 Temmuz 2019 Perşembe

Yaratıcı ve Yaratılış


            Yaratıcı ve Yaratılış

            “Hakk’ın delili, gölgesi olan ilimden ilk halk edilen cevherin, Celalî nazarla taşıp yayılmasından sonra uygulanmış olarak açığa çıkan ilmi hıfzedici kuvvetlerin izdihamıyla temessül ve tecessüd ettiniz, ilimden başka bir şey olmayacak şekilde, bedenleştiniz.” Diğer bir deyişle “Önce hiçbir şey yoktu, vakumda, yoklukta var olan ilmin, zuhurunun şiddetinden görünmeyecek şekilde, ortaya çıkışıyla; bir ‘şey’ var oldu ve ışık, parıltı, aydınlık, nur oluştu; nurun, fotonun maddeleşmesiyle her şey halk olundu, canlılık yaratıldı ve insan inşa edildi.”

            Akıl, duyuların yanılgısının toplamından daha çok yanılır. Her var olanı, ayrı birer varlıkmış gibi algılar. Geçmişte, “Sadece sen varsın” diyen, kadim bilgelerden, Mısır Firavunu vardı. Bugün de “Allah, Var Olandır” diyenler vardır. ‘Görünen, görenin görüntüsüdür’. Akıl, bilgi edinir ilme ulaşır, evrende mükemmel bir düzenin olduğunu kanıtlar. Bilim, evrende ne olduğunu, olan her şeyin düzenli olduğunu kanıtlar ama ‘neden ve ne amaçla’ olduğunu sormaz. Evrenin, aslında ilahî düzen anlamındaki, kaostan, zamanla anlaşıldıkça beşeri denebilecek, düzene doğru, doğal yasalara uygun olarak, açılım gösterdiğini akıl idrak eder. Oysa “Entropi, düzensizlik, artmaktadır, öyleyse öncesi mükemmelliktir” diyen de, uzay zaman ‘birleşik alan’ oluşturur ve ‘bağımsız değişken olarak zaman yoktur’ diyen de akıldır.

            Atılmış pamuk veya yün halinde uzay zamanda yüzerken, süpernova kalıntısı toz ve gaz bulutu; nasıl olduğu pek bilinmeyen bir şekilde, ‘güçlü kuvvet’ kazanarak hareket eder. Kuvvet, ölçülebilen bir bilgi, düzen veya özelliktir, böylece, toz ve gaz bulutuna ilimden yeni bilgi yüklenmiş olur. Kuvvetlerin sürekli iletişim ve etkileşimleriyle uzay-zaman bükülür. Bükülen uzay zamana çevredeki diğer bükümler düşer. Maddenin katı, sıvı, gaz ve plazma halleri sırasıyla oluşur. Böylece her mevcut, iradesi olmaksızın vücut bulur, yaşar ve yok olur. Rahman, rahim olarak görünür. İlim yüklü enerjinin düzenli hareket etmesiyle her şey oluşur. Böylece, kendi iradesi olmaksızın diriltilen insan, istenirse, yeniden de diriltilebilir. Kendinin ne olduğunu bilen, idrak edebilen, ‘ölmeden önce ölen’ insan, yeniden ihya edilebilir. “Sonra gölgeyi ifna ederek, ortadan kaldırarak, elde tutabiliriz. Her an mevcut olan herhangi bir fani ‘şey’in fena bulması evveline, oluşuna nispetle kolaydır. Ele alınan her şey, her an, başka bir mazharda zahir olur.” (25.46) “İnsan, anlık idrakle bedeninin yakıcı asar ateşiyle helak olup atılmış yün veya pamuk gibi toz ve gaz bulutu olabileceğini idrak etmelidir.” (101.10,11)

 

            Maddi ve manevi kuvvet alış verişi içindeyiz. Birisinin düşünce gücünden etkilenerek yeni bir fikir ve düşünce üretiriz, hepsi bilgi işleme fiilidir. İşlemin öncesi, sırası ve sonrası kuvvete dayanır. Tüm fiiller kalbimizin kurgusunda, yönetim ve denetimindedir, hepsi bir kalp fonksiyonudur. Genel ve geniş kapsamlı düşünüldüğünde, aklın sonradan geliştiği de dikkate alındığında, her şeyin kalbin yönetim ve denetiminde yürüdüğü apaçıktır. İnsan bir şey düşündüğü zaman beyin hücreleri olan nöronlardaki bir molekül, genellikle sodyum veya potasyum iyonlarıyla, bir atomu şarj eder, kodlayarak yükler. Yüklü atom diğer hücreye geçerek kodlanan mesajı iletir. Mesajı hücreler arasında ileten 5 mili voltluk elektrik yüküdür. Hücreler arası bu elektrik alış verişi, televizyon yayınları gibi sesli, renkli ve görüntülüdür. İnsanlığın, uzun sürede, keşifler sonucu yapabildiklerini nöronlar meğer hep yapıyorlarmış.

 

            Umarım biz de, ‘var ve özgür olduğumuzu düşünme’ özgürlüğümüzle, “Var olan yaratılanların, evren eserinin müessirinin, bir ve tek Yaratıcı olduğunu” idrak edebiliriz.

17 Temmuz 2019 Çarşamba

İslam’da Dört Eş!


            İslam’da Dört Eş!

            Rivayete göre, Allah’ın nefsiyle kaim, yerine geçen, ayakta, canıyla canlı, ilmiyle âlim, ruhuyla dirilmiş iken cennette yaşayan Âdem, bedenleşerek dünyaya indirildi.  Bedensel nefsaniyeti, canlılığı, Âdem’in zevcesi, eşidir. Âdem’e, aklıyla ruhtan aldığı bilgileri kalbinde anlama, özümleme ve uygulaması hatta basiretle ilim halinde tekrar ruha dönebilmesi ihsan edilmiştir. Bilgiler, kuvvetler halinde uygulandıkça hareket eder, oynaşır. Bedensel nefsaniyet, canlılık, bilgilerin özelliğine uygun bir şekilde, farklılaşarak belirginleştiği için ruh ile cilveleştiği söylenir. İnsani nefsaniyetin dişiliğinin, eril ruha, her aşamada, aldığı bilgilerin özelliğine uygun, bir kalp çocuğu doğurduğu rivayet edilir. Veledi kalp, akıl aracılığıyla ruhtan aldığı bilgilerle beslenir, büyür ve kendine vaat edilmiş topraklarda, meralarda, alanlarda serpilir, hüküm sürer. Bireysel düzeyde, her kişinin bedeni, kendine özgü bir Mısır ülkesidir. Bireyler, nefsaniyetlerinin her aşamasını, edebiyle, yaşama hakkına sahiptir.

            Mısır ülkesinde, emmare nefisle tutulan yolun sonu olmadığı görüldüğünde, Firavun Nefis, kendini levam ederek, yererek, bir başka hale geçer, kendisinin, hayalince, her şeye hükmedemediğini, eksikliğini anlar. Firavunun bir rehbere ihtiyaç duyduğu, halk arasında duyulunca, tevhit ilmine hâkim olan İbrahim’in, aklı temsil eden, oğlu Yusuf önerilir. Beden ülkesi Mısırda, aklın hükümdarlığı süresince, işlerin düzelmesi memnuniyet verir ve aklın ülkede hüküm sürmesine izin verilir. Önce baş tacı yapılan akıl, zamanla sömürülür ve sadece köle gibi çalıştırılıp nefsanî menfaat için kullanılır. Duygudan yoksun ortamda, sömürü ve kölelikte, kalbe ihtiyaç duyulur. Aklın kalpsizce kullanımı, maddesel zenginlik verse de mutluluk getiremez. Levama nefsin, sudan yani ilimden gelen oğlu, Hz. Musa, kalp çocuğu olarak, akla gerektiği gibi önem verenleri toparlar. Her yer ve zamanda, iş ve işlemin, tüm hareketlerin, efalin, aynı ilmin uygulaması olduğu, akla gelen fikirlerin kutsallığı, anlaşılır. Kalp Musa, kendisine vaat edilen topraklara göç edip, Yusuf’un kardeşlerini, gazap ve şehvet kabileleriyle birlikte, Mısır’dan çıkarır, aklı kölelikten kurtarır.

            Akıl aracılığıyla kalbe dolan ilim, kalpte mayalanarak çoğalır, taşar ve yayılır. Beden ve madde âleminde yalnız ve sadece bir ve tek ilmin uygulandığının idraki, ayrıca, ilmin kendisine ulaşma zevk, lezzet ve keyfini de verir. Nefis, bu aşamada tatmin olup, mutmain olup, esas krallığın mana âleminde olduğunu hissedip yeni bir hal içine girer. Mutmain nefsin, ruh babadan olma, kalp çocuğu Hz. İsa; ilmin kendisinin, maddeden, madde halinden, daha önemli olduğunun idrakine varır. Bu aşamada kalp, duygusal âlemin tüm sıfatlarının da yine aynı bir ve tek ilmin çeşitli uygulamaları olduğunun idrakine erer. İlmin kaynağı göklerdedir. Mutmain nefis, emmare ve levvame nefsaniyetlerden sonra, ruhun üçüncü eşidir.

            Bir rivayete göre, rehberiyle birlikte, tevhit ilmini talep eden, nefsaniyetlerin hepsini yaşayarak, Allah’ın ilmiyle, ruhuyla, zatıyla dirilebilir. Ebeveynleri, Allah’ın kulu Abdullah ve âmin deyip teslim olarak mülheme, ilham alan, nefis sahibi Âmine hatun olan Efendimizin vahiy aldığına inanırız. Allah’ın kelamını bize ileten efendimiz, miraca çıkarak Hakka ulaşmış, insan ve insanoğlunun yaradılışının amacını, örnek olmak üzere, gerçekleştirmiştir.                       
Umarım biz de namazı miraç olan mümin olup Hakkın hakikatini idrak edebiliriz.

6 Temmuz 2019 Cumartesi

Işıktan Geliş


Işıktan Geliş

 

Işıktan çıktık, ‘ol’ ile ışın olup geldik,

Dostun nazarıyla, taştık da yayıldık,

Rahmandan rahimsi olup da açıldık,

Halk olan ‘şey’lerle evrene saçıldık.

 

Hak ilminden hakkını hakça alıp oldu,

Var olup evrende tanındı, belirlendi,

Mevcudat, farklılaşarak belirginleşti,

Halk olanın hiçbiri var oluşu bilemedi.

 

Benzeri olmayan, yeni, yararlıyı yarattı,

Tüm melekler secde etti, biri haddi aştı.

Öğretti eşyayı Âdem’e, isimleri belletti,

Âdem duramadı cennette, inerek çıktı.

 

Âdemoğulları, tevhit ilmi ile inşa edildi,

Verilen akıl ve hayal, yeteneklerini aştı,

Verdikleri sözü tutarak doğru yolu seçti,

Allah’ın ilmiyle, sırat köprüsünden geçti.

 

Parlaklıkla aydınlığın, nur olduğu bellidir,

Allah’ın yerle göğün nuru olduğu ayettir.

İlmin, Hakk’ın gölgesi olduğunu bildirdi,

Gölge, ardında ilim olan eşyanın deliliydi.

 

Önce, aklını kullanıp öğrenmeyi öğrendi,

Öğrenimin yararını anlayıp, kıymet bildi,

Nefsinin ihtiyaç, lezzet ve hazzını sağladı,

Huzur içinde, huzurda iken kalbini anladı.

 

Akıl, kalbin ruha açılan kapısından işledi,

Kalp, ruhun ilmi, nuruyla dolup genişledi.

Var olanı kapsayan kalp; oluşumun ilkiydi,

İçindekilere barınak Allah’ın evi, Kâbe’ydi.

 

Ruhun nuru, ilmin idrakiyle, Âdem yandı,

‘Bilinmeyi Seveni’ bilerek, amacına ulaştı.

Necdet, aldığını verip Allah ilmine bulaştı,

Umarım, dostlarına Dostun ilmini yaşattı.

                                               3.7.2019

25 Haziran 2019 Salı

Bedende İletişim, Etkileşim


            Bedende İletişim, Etkileşim

            Hastalıkların tedavisinde elektrikli araçların kullanımı yaygındır. Kalp pilleri kalbin düzenli çalışmasını, kulaklara takılan aletler işitmenin düzenli olmasını sağlar. Bu alandaki bilimsel ve teknolojik buluşların önemi artmaktadır. Önce elektrik keşfedildi ve aydınlanmaya yaradığı anlaşıldı ve bir yerden bir yere nakledilmesi sorunu çözüldü. Sonra elektrik sinyali ile ses iletimi gerçekleşti. En sonunda sinyaller ile renkli resimli görüntü aktarımı mümkün oldu. Artık telefon, televizyon çocuk oyuncağıdır. Elektrik sinyalleri ile iletişim ve etkileşim insan için gerçek oldu. Son bilimsel buluş ise canlı hücrelerin tümünün bunu hep yaptığıdır.

            Canlı bir bedendeki organlarda, hücreler arası, hatta hücre içindeki organeller arasındaki, iletişim ve etkileşim düşündürücü olabilir. Çünkü elektriğin kontrollü aktarımı, ses ve görüntünün kodlanıp gönderilmesi, aktarılıp, alınıp mesajın çözümlenmesi, bilinçli bir halde olabilecek işlerdir. Bir amacın gerçekleştirilmesi için sonuca götürecek tüm sebeplerin, bilinçli bir şekilde oluşmasının sağlanması gerekir. Telefon ve televizyonun, doğada ve doğal koşullar altında, kendiliğinden, evrimsel gelişimle oluşmasını beklemek doğru olmayabilir.

            Bir hastalığın tedavisinde kullanılacak bir aracın yapımı için önce hücrelerarasındaki sinyallerin tespit edilmesi, kaydedilmesi, okunması, lisanının çözülüp anlaşılması gerekir. Verilen en uygun anlama göre, en uygun zamanda, zeminde ve dozunda, ilgili hücrelere gereken sinyal iletilerek iyileştirici sinyallerin üretilmesi sağlanmalıdır. Örneğin kalp kasının kasılması için kası uyarıcı sinyal üretilip, kasa ulaştırılması gerekir. Beden elektriği aksadığında, kesildiğinde, takılan pil bu elektriği zamanında ve dozunda sağlamalıdır.

            Beden elektriği sinyalleri, atom düzeyinde çalışır. (1) Sinir hücreleri olan nöronların yüzeylerinde sinyali oluşturan ve alıp ileten proteinler vardır. Eksi veya artı elektrik yüklü atomlar, bu proteinlerce, nöronların hücre duvarlarından, birbirlerine geçirilerek, sinyalleşme başlatılır ve sürdürülür. Bir hücrenin içinde bir atoma elektron yüklendikçe, hücreler arasındaki denge bozulur, balans farkı oluşur ve bu iyonların bir hücrenin içinden diğerine, hücreden hücreye pompalanmasıyla, 70 mili volt düzeyinde, bir voltaj, akım dalgalanması yaratılarak sinyal iletilir. Bir mili volt, voltun binde biridir. Kıyas ile anlaşılması amacıyla, cep telefonları 5 mili volt ile şarj edilir. Elektronları kullanan bakır tel yerine, bedenin sinir istemi, yüklenmiş elektriği, iyonları, genellikle de potasyum ve sodyum iyonlarını, kullanarak nöronlardan geçirir. İyon, normalden fazla veya az elektron yüklü atomdur. Görevli proteinler bir atomun elektron yükünü artırabilir veya eksiltebilir, böylece anot veya katot oluşturabilir. Bu mesajlarla hayal eder, düşünür, hafızaya kaydeder ve hatırlarız.

 

            İnsan beyni, bu kimyasal enerjiyle, elektrokimyasal süreçlerle, çalışır, düşünür, öğrenir. İnsanın görmesi, okuması ve dinlemesi hallerinde, beyinde milyarlarca nöron hücresinde, yüklenme yani voltaj iniş çıkışları, dalgalanması yaşanır. Atomlara yüklenen elektronlar yeterli düzeyde farklılık yaratınca atom, diğer hücreye pompalanır ve elektrik yükünü diğer hücreye geçirir. Bu kimyasal elektrik bir mesaj aktarır ve bu mesajın bir lisanı vardır. Tedavi edici müdahale yapılabilmesi için gerekli akım tespit edilmeli, lisanı çözülmeli ve mesaj anlaşılmalıdır. Daha da çarpıcı olanı voltajdaki dalgalanma, DNA’yı etkiler ve DNA da yeni duruma, örneğin öğrenilen şeye göre, nöronların yapısını değiştirir, genetik şifre oluşur.

            İnsan ancak böylece öğrenmiş olur. Voltajdaki iniş çıkışlar, dalgalanmalar, radyo dalgalarında olduğu gibi, elektriksel alan, elektromanyetik alan oluşturur. Beynin milyarlarca nöronunun her biri, bir anlamda, mikro voltaj sinyaller oluşturan ve yayan küçük radyo istasyonları gibidir. Önce normal bir atoma elektron yükleyip denge, balans bozulup akım oluşturmak, oluşturulan bu elektrik akımına kodlanarak mesaj yüklemek sonra da bu mesajı akım geçerken alıp, lisanını çözüp, manasını anlayıp, bu mesajın gereğini yapmak kendi çapında bir bilinçtir. Radyo vericileri ve alıcıları vardır, sinyalleri gönderen araçlar ve alıcı aletler vardır, radyoyu belirli dalga boyuna ayarlayıp sinyalleri alarak ses dinlenebilir veya televizyonda olduğu gibi görüntü izlenebilir. Bir proteinin işinin keşfi bilimsel gelişmedir.

            Fiziksel de kimyasal da olsa bedenimizdeki her hücremiz, elektrik oluşturuyor, üretiyor, radyo ve TV istasyonları gibi ses ve görüntü yükleyip, diğer hücreye gönderiyor sonra da mesajları alıp, lisanını ve anlamını çözümleyip, mesajların gereğini yapıyor. Daha önemlisi bütün bu iş ve işlemler, hücrelerimizin bir protein veya molekülünün yaptığıdır. Hücrelerarası mesaj alışverişi gibi hücre içindeki organeller arasındaki mesaj alışverişi de elektrikle olmaktadır. Örneğin elektrik akımının dalgalanması DNAyı da etkiler ve DNA nöronların yapısını değiştirir. Diğer bir deyişle elektronların üstünde yaşıyoruz. Elektron bilgi yüklenebiliyor, taşıyabiliyor, muhafaza edebiliyor ve hafızadan alıp hatırlama yapabiliyor.

            Hiçbir şey “Tesadüfen Var Olmaz” makalesinde bilimsel bulgular ve bunları anımsatan ayetler üzerinde durulmuştu. Elektronun elektrik yükü kritiktir, bugün belirlenen miktarın milyarda biri kadar azı da olsa, çoğu da olsa atomlar birbirini tutamaz yani su bile oluşamaz. Elektronun elektrik yükünü belirleyenin ise elektron pozitron çiftleri arasındaki ‘boşluk denizi’ olduğu unutulmamalıdır. Bir anlamda canlılığımızı borçlu olduğumuz elektronun bilimsel özellikleri çok önemlidir. Elektronun negatif elektrik yükü ve kütlesi vardır, atomların birbirlerini tutmasını sağlar. Galaksilerin uzaklıklarını, yerlerini ve hareketlerini bildiren ‘foton’ ise tanım itibariyle “Hiçbir şeyin özetidir.” Ne kütlesi ne de elektrik yükü vardır. Uzay zamanın titreşimiyle ışık hızında yolculuk edip enerji yayar. Yüz trilyon hücremiz içinde ve arasında sonsuz sayıda foton ve elektron vardır. Tam bir parlaklık, aydınlık, nur ve ışık içinde olduğumuz halde göremeyiz ve görünmez. “Allah, zuhurunun şiddetinden görünmez.” “Allah, yerin göğün nurudur. Allah’ın nuru, idrakiyle Allah görünür” (24.35)(39.22)(10.45)

            Umarım, biz de hakikati idrak edebiliriz.