İnsan Zalimdir
Hırsız bile,
zamanla kendisinin de bir çeşit çaba ve uğraşı sonunda kazandığını düşünerek,
utanmayı kalbinden söküp atar. Bunu yapan, utanma duygusunun iyi olduğunu
bildiği halde kalbinde sürekli bir çatışma ile yaşayamadığı için yapar. Utanma
olmayınca şiddet şehvetle desteklenir. Birlikte daha büyük kötülük gücü oluşur
ve daha çok sayıda iyi sıfatı kalpten atar. Böylece şer güçlerin işbirliği
kalbi ruhtan uzaklaştırıp nefsin kucağına atar. Başta yapılan bir küçük tercih
sonunda karakter ve kader haline gelir.
Nefis
mücadelesi büyük cihat olarak tanımlanır. Savaşların en uzun soluklusu,
çatışmaların en kanlı geçenleri kalpte yürütülen iyilik ile kötülüğün
çarpışmalarıdır. Bireysel çapta ve bir kalbin içinde yürütülen çarpışmalarda
iyi sıfatlara karşı birleşen kötüler, üstünlük sağlanırsa, birbirlerine düşer.
Kalbe hâkimiyet için bir kötü sıfat diğer biri tarafından yenilgiye uğratılabilir.
Çok küçük ve basit görülen bir kötülük bile büyüme ve gelişme eğilimi gösterir.
Böylece mücadele de büyür, kalbe hâkim oluncaya kadar sürer.
Çevreye
yayılan çatışmalar çevredekilerin de ilgisine girer ve onları da içine çeker.
Bireyi aşan toplumsal savaşlarda “Halk aynen Hak’tır”, hatta “Halkın dediği
Hakk’ın dediğidir” denilir. Haklı olan iyiler ile Hak’sız olan kötüler savaşır.
Çevreye yayılmadan kalbin içinde yürütülen mücadelede ise kalbe, ruhtan akıl
aracılığı ile alınan inançsal, nurani ve manevi değerlerin kaynağı da Hak’tır.
Hakça yürütülen çatışmalarda Hak’lı olan taraf kazanır, iyilik, doğruluk ve
güzellik kalbi yeniden fetheder. Hayat da hayattaki mücadeleler de bundan
ibarettir zaten. Konuya ilişkin kutsal mesajlar, ayetler de her iki âlem için
böylece geçerli olur.
İnsanın,
fıtratına kazınmış olan güzel ahlak değerlerinin kalpten sökülüp atılmasına
karşı koyması, mücadele etme isteğini gösterir. Kişinin niyazı, arzu, istek ve
duasının karşılık bulması halinde, Allah, savaşmasına izin vermiş demektir.
Birey istemese olmazdı, izin verilmez, karşı koymaz, kötülüğe boyun eğerdi.
Kişi içinde bulunduğu bir durumda yardım istemiş olmalı ki Allah da duasını
kabul edip yardım etsin, diğer iyi sıfatları ve halkı onun yardımına göndersin.
Kötü sıfatların kalpte kök salmasına karşı koyan kişi, aynı zamanda, Allah’ın
iradesine yardım ediyor demektir. Kalp, önce havra sonra manastır ve mescit
aşamalarından geçerek, Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmış olur. Kendi bünyesinde
vücut bulan ve ortaya çıkan kötü sıfatlarla çarpışan kimseyi, Allah nuru ile
kahrederek lütfeder. Belki de bir anlamda, “Kendine yardım eden, Rabbine yardım
eder.” “Sana savaş açanlara ve sana zulüm yapanlara karşı savaşmana izin
verildi. Allah, kendine yardım edene yardım eder!” (22.39,40).
Nefsin
terbiye edilmemiş ilk hali, madde gibi katı, zalimdir, şehvet ve gazap
güçleriyle aklı ve kalbi emrine alır, menfaati için çalıştırır. Bedensel ve
dünyevî her şeyi sevdirir, benimsetir, bencillik eder. Nefis, aklı kullanarak,
her şeyin daha fazlasını elde etmeye çalışır. Sahip olduğu şeylerin zevkini
çıkarıp, lezzetine vararak bunları kalbe güzel, akla makul göstermeye çalışır.
Karşı çıkma gayretlerini zulüm ile bastırır.
Akıl, iyi
ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etmeye, reşit olmaya
başlayınca nefse etki edebilir. Nefsin kaprislerinin sonuçlarını gösterebilir.
Benlik ve bencilliğinin ruhanî güçleri ezdiğini ve üzdüğünü açıklar. İyi, doğru
ve güzeli gördükçe, nefis de esas istediklerinin bunlar olduğunu anlar. Akılcı
bilgilerin lezzetini alır, ruhtan kaynaklanan, ilim nehirlerinden akan sütün
kalp çocuğu için daha iyi olacağını anlar. Çocuğunun yetişmesi için teslim
olur, kalbe ram olur, zulmünden vazgeçer.
Arz ve sema,
hüviyeti kabule istidatları olmadığından, hakikati zahir etme, ortaya çıkarma
şeklinde taşımaktan kaçındılar ve kortular. İnsan ise istidadının kuvveti ve
taşımaya iktidarı sebebiyle emaneti yüklendi. Hakikat hüviyeti nefsine
yakıştırarak, hatta intihal etti. Hakkullahı, Allah’ın hakkını benimseyip
intihal ettiği için de zulüm sahibi oldu. Benlik ve bencilliği nedeniyle
hüviyeti bilemediği için çok cahil oldu. Yaradılışındaki nurun zuhurunu, ortaya
çıkıp parlayışını engelledi. O nurun hakkını bilemeyip vermeyen münafık oldu.
Yaradılış perdelerinin kesafeti, yoğunluğu nedeniyle de Hak ile olamayıp gayri
ile kaldıkları için şirk sahibi müşrik oldular. Tövbe eden müminler, kemalâtı
izhar ile yani ortaya çıkarıp olgunlaşarak emaneti eda eyler. (33 Ahzab (97). 72, 73)
Bakılan her şeyde
Hak görünmeli. Hak görünürse gören Allah’tır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder