26 Ekim 2022 Çarşamba

Kader Levhasında Yazılıdır (2)

 

Kader Levhasında Yazılıdır (2)

Somut gerçekler, araştırılıp bulunabilir, incelenebilir, yaşamdaki yeri belirlenebilir, bilimsel bilgi ve bulgularla kanıtlanabilir, akıl ve bilgiye dayandığı için kutsal mesajlarda da yer alabilir. ‘Varoluş’, bu gerçeklerden biridir. Evvelinde, hakkında hiçbir şey bilinmezken,  bir hiçlik-yoklukta iken, bir şey, bir konu, önce akıl ve hayal, Külli akıldan, Kaza âleminden, Cüzi akıl, Kader âlemine düşer, sonra ilgili ilim ve bilgisiyle, Nefis Âleminde gerçekleşir.

“Kur’an, değişmez, bozulmaz, bozulamaz, noksansız, korunmuş, kanıtlanmak üzere, evrenin tümünde, apaçık olan ve hakikatleri muhkem, sağlam kılınmış bir kitaptır. Hakikatlerini,  daha sağlam ve daha güzel olması mümkün olmayan,  bir ilim ve hikmet üstüne inşa eder.  Zahirde,  görünürde, muayyen ve malum,  belirli ve bilinen,  miktarda, belirli zamanlarda aşikâr olur. Takdir ve tertibi, hikmete uygun intizamda, düzendedir. Ayrıntılarından lâyıkıyla haberdar,  bilgi sahibi, olan ilim ve hikmet sahibince,  ahkâm ve ayrıntısı cüzi âlemde ortaya çıkarılmış, aşikâr edilmiş bir kitaptır. (11 Hud, 1) “İlim, tüm mevcutlar için gereklidir, her mevcut kendine özgü bir ilmin uygulaması, bilgisinin deposudur. Keza, uygulaması olmayan ilim gerçek ilim değildir. Uygulaması olmayan bir ilim, geçici olup,  kalbi güçlendirmez.  Her şey ilminin aynısıdır. İlmi, organlar ve objelerden ayrı düşünen cahil, inkârı nedeniyle kâfirdir. Zerrenin, ilminden ayrı ismi, cismi ve resmi olamaz. Diğer yandan, ‘vehim’ ile karışık olan akıllar, tezekkür edemez ve bu ilim ile aşikâr olamazlar, bu ilmi anlayamazlar. İlmin ayrı bir varlığının idraki ise Hakkın varlığına delildir. Nasıl ki bir eşyanın gölgesi varsa, gölge,  ışığın varlığına delilse, aynı şekilde, ilmin varlığı da Hakkın varlığına delildir. İlim, böylece Hakkın ‘gölgesidir’.” (39 Zümer, 9) (3 Ali İmran, 96)

Varoluşun, bilimsel açıklaması vardır. “Evren kavramı, bir Uzay-Zaman, ‘Uzam Balonunu’ ve ‘Galaksiler’ gibi bunun ‘İçindekileri’ kapsar. Önce ‘ani bir genişlemeyle, Patlamayla, Uzam Balonu oluşmuş ve sonradan bu ‘Boşluğa’, kendine özgü bilgi, ilmi ve özelliğiyle oluşan mevcutlar doluşmuştur. “Evren, yoktan, yokluktan var olmuştur. Küçük kütleli zerrelerin yokluktan çıkıp, kısa bir süreliğine, var olduğu sürekli görülür, deneylerle kanıtlanır. Zerreler, çok az miktarda enerji taşırlar ve bir an için var olup yok olurlar. ‘Ani Genişleme Kuramına’ göre küçük bir zerrenin sonsuz derecede ani genişlemesi sonucunda, 13,8 milyar yıllık bilinen bu ‘Evren’ oluşmuştur. Yokluktan herhangi bir ‘Şey’ olmuş değildir, Evren hala bir ‘Hiçlik’, ‘Yokluktur’, sadece ‘Düzenli Yokluktur’. İsviçre’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısında, CERN’de, kanıtlanmıştır ki ‘yokluk’ sadece enerjinin olmamasıdır, ‘fizik yasalarının olmaması’ değildir. Çünkü ‘Uzay Zamandaki’ bir ‘Boşluk’, tanımlanmış bölgede enerjinin olmadığını gösterir, ama Uzay Zamanda ‘fiziksel yasalar’ her zaman, ‘Doğanın’ matematiksel olarak tanımlanması için vardır. Belirli bir zamanda bir şeyin ya enerjisi, hareketi ya da hızı ölçülebilir. Hızı bilinirse enerjisi bilinmez, enerjisi bilinirse hızı bilinemez. Bu, geçerli olan ‘Belirsizlik Kuramıdır’. Yokluktan yaratılan küçük miktardaki enerji, ani bir şişme ile bugün bilinen evreni oluşturur. Bu süre içinde, E=MC2 formülüne göre, ‘Kütle’ içindeki pozitif enerji (E) ile ‘Gravite’, ‘Yer Çekimsel’ formundaki negatif enerji (M) birbirine eşittir, birbirini dengeler. Toplam enerji böylece ‘sıfır’dır.” (1) (55 Rahman, 19)

Yokluktan var olup boşluğa çıkan cansızlar, ilmin uygulanmış halleriyle,  boşluk denizini,  kesret âlemini,  oluşturacak şekilde,  görkemli büyüklükte, doldurur. Bilimsel bulgulara göre bir atomun % 99,9 (12 adet 9)u boştur ve dolu alanın da neyle dolu olduğu bilinmez. Uzay zaman boşluğundaki belirli küçük alanlar içinde toplaşan, enerji yüklü ‘Kuvvetler’, kütle ve madde oluşturur.  Enerjinin, toplaşıp dönüşümüyle oluşan madde, yine enerjiye dönüşebilir. Yokluktan boşluğa çıkıp var olan cansızlar,  ilmin uygulanmış halleriyle, ‘boşluk denizi’ sayesinde, kesret âlemini, oluşturacak şekilde, görkemli büyüklükte, doldurur. Bu ‘Boşluk Denizi’, yokluktan boşluğa çıkan elektron-pozitron çiftinin arasında yer alan, ‘Olasılıklar Denizi’ de denen, ‘Boşluk Denizini’ hatırlatır. (2)(3) Kütlenin, hakikati bilinirse, görünen ışık enerjisi olduğu idrak edilir. Her cisim ışır, ışık saçar, ışınım halinde, hakikatini görünür kılar, enerji yayar. Enerji, iletişim ve etkileşim içinde olan kuvvetler halinde hareket eder, gölgeleşip maddeleşir. Akıl, Hakk’ın elidir, vücut gölgesinin delili ve şahididir. Akıl, her mevcudun, Hakkın gölgesinin uzatılmasıyla vücut bulduğunu idrak eder. Akıl ayrıca, maddeden soyunarak, esaretinden kurtulabilir. Buna da ifna ediş denir ki akıl, eski halini unutup yeni haliyle kaydederek yapabilir.

Varoluş, Kuranda da açıklanır. “Eğer biz  ‘var olur yok olur’ mevcudat olsun isteseydik kudret yönünden bize mümkün olurdu. Lâkin öyle mevcudat, varlık, olsun istemedik, çünkü hikmet ve hakikate uygun olmaz, aykırı olurdu.” (21 Enbiya, 17,18) “İnsanlar bir düzen (order) içindedir ancak düzeni bilmezler, kaos derler! Batıl inancı, yakin olmanın kanıtı ve keşfiyle değiştiririz. Hak, batılı kökünden söker, batıl derhal zail, yok olur. Ve hemen mevcudatın fâni olduğu görülür, hakikat zahir olur. Önce her şey, ilmiyle, Kaza Âleminde, Külli Akılda resmedilir, Sonra Levha-i Mahfuz denen Külli Nefis Âleminde şekil ve sebepleriyle oluşturulur, Sonra şekilleri, miktarı ve vasıfları, sıfatları ayrıntısıyla, Kader Levhası da denen Dünya Semasında çizimleriyle yer alır.” (15 Hicr, 21) “Sakfı  merfu',  levha-i  mahfuza, levha-i kaderden, ilmin suretleri ve ahkâmı nazil olan  sema-i  dünyadır.  Dünya semasına nüzulden,  aşağı inişten,  sonra ilmin,  cansız şeylere, hululü, içine gizlice girişi ile ilim şahadet âleminde zahir, aşikâr, olur. Bu da insandaki mahal-i hayal,  tasavvur merkezi, var oluş yok oluş, levhasıdır.” (52 Tur, 5) “Bahri mescur, ‘Boşluk Denizi’, adı geçen ruh, ilim ve cansızlarla ispat olunan eşyanın kâffesinin,  tümünün, zahir olduğu, göründüğü, canlı cansız suretlerle dolu heyuladır, görkemli büyüklüktür.” (52 Tur, 6) (4) Varoluşun, levhadan levhaya nüzulü, inişi, yazılıdır hatta bazı levhalarda kanıtlanmış şekliyle, DNA’nın A, T, G, C harfleri gibi bilinen şekilde, yazılıdır. Her zerrenin bir sembolü, harfi, vardır.

Umarım, bilimsel ve kutsal gerçekleri idrak ederek ‘Hakkın Hakikatine’ ulaşabiliriz.                                                                                     Necdet Altınay 30102022

(1)      By PAUL BALDWIN EXCLUSIVE, Mar 10, 2016. https://www.express.co.uk/news/science/612340/Origin-of-the-universe-riddle-solved-by-Canadian-physicists-and-er-it-wasn-t-God

(2)     Boşluk Boş mudur? (https://www.youtube.com/watch?v=FYf7af2tb5U)  

(3)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2021/02/kuran-kantlanr.html

(4)     http://necdetaltinay.blogspot.com/2022/01/golgeden-hakka.html

 

Âşık Bilir Aşkı

 

Âşık Bilir Aşkı

“Hararet, aşk ve şevk ile beraber, vahdetten kaynaklanan, cennetteki bir muhabbet kaynağıdır. Vuslat yolundaki salik, talip ve her şeyi bir tarafa bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas olunamayacağı bir zevktedirler. Efalde, ilahi kudreti ve hükmedişi izlerler, sıfatta ise eserleri, güzel sıfatlı hurileri izlerler. Burada devamlı kalabilirler.” (76 İnsan, 18, 19) “İnsan vücudunun aslı, madde ve mana veya ulvi ve süfli olmak üzere, iki âlemden oluşturulur. Hangi âlemde ve halde olursa olsun insan, kendisine emanet verilmiş ve sonra kendi başına terk edilmiş değildir. Emanet edilen şevk ve muhabbet, sürekli gelişim içindedir. Örneğin kimse, sıfat makamında Zat’tan perdeli şekilde terk edilmez. Keşfetmeyi alışkanlık haline getiren salikin, âşık olması için, kendisine Zat’ın tevhidi keşfettirilir ve perdesi kaldırılır. Böylelerine, muhabbetin ateşiyle benliğinin erimesi ve sırrın letafet kazanması için Zat tecellisi yolu engellenir. Sonra, keşfinin mükemmel olması için yolu açılır ve Hakk’ı keşfetmesi sağlanır.” (93 Duha, 2, 3)

“Seyr-i sülûktan, doğru yola girdikten sonra yapılacak şey içinizdeki Hakk’a yaslanıp,  sabırla beklemektir.  Bu durumda sabrınız taşsa bile Rabbiniz size melek ve melekeler ile yardımcı olacaktır. Çıkmış olduğunuz yoldaki zorluklar, cihat, mücadelede karşınıza çıkacak üzüntülere karşı sabır ve ilahi rıza için Allah’a itaat etmeyi, zorluklara dayanmayı, nefse karşı koymayı gerektirir. Ancak, Hakkın size kuvvet vermesi ve nuru görerek nurlanmak ve size sekine, huzurda bu isteğin inmesi için, sabır, Hakk’ın emrine karşı gelmemek,  menfaat ve ganimete meyletmemek, nefis korkusundan sakınmaktır. Nefsin, ruh ve kalp sultanlarının zorlaması altında kırılması gerekir. Sabır, sebat ve onur ruhun sıfatıdır.  Hareket ve acı ise nefsin sıfatıdır.  Ruhun gücü kalbe sahip olunca, kalbi nefse karşı korur. Nurun Zat’ındaki sevgi nuru ile kalp, ruha âşık olur ve sükûnete kavuşur. Bu şekilde kalp, nefis kuvvetlerini yener, nefis sıfatlarının zulümlerini kovar. Ve nefis de kalbin nuru ile aydınlanır, mutmain olur.  İşte o zaman rahmet, Ruh semasından ilmen yakin suyu, iner ve kalp, bu nurla, ilmin idrakiyle, nefis kuvvetlerini yok ederek, ûrûc eder; semanın meleklerine ulaşır ve tüm meleklerin kuvvetini ve vasıflarını çekip indirir. Meleklerin inmesi, özellikle, dünyadan tamamen çekilip koparılarak yücelik yönüne tevekkül edildiğinde ve gazaba uğrandığında yardımcı olmaları içindir. Ancak kalp, sabırsız davranıp acele eder,  bağırıp çağırıp,  korkuya yenik düşerse veya dünyaya meylederse,  nefis kalbe galip gelir, kahır ve istila eder, sıfatlarının zulümleriyle nuru engeller ve o ilişki kopar, yardım da kesilir, melaike de inmez.” Halil kendisinde gayrilik bakiyesi tevehhüm, vehim olunmaya, kuruntuya düşmeye, yakın olan bir muhiptir, sevendir.  Habib ise kendisinde bu cihet tasavvur olunmayan bir mahbup, sevilendir.  İşte bu sebeptendir ki, Halil aşk ateşine atılmış Habib bu ateşe atılmamıştır. (3 Ali İmran, 125) “Akıl, kalbe ezelden âşıktır.”  (12 Yusuf, 94) “Ruh semasından aşk ateşi gelerek nefislerini yer bitirir ve ifna, yok, eder.” (3 Ali İmran, 181) Kutsal mesajlar, kâmil insan olma yolundaki insana, yol göstermek üzere, delil olma niteliğindedir. Seyri sülûk yolunda, soyut kavramlarla, somut adımlar atılmasını önerirler. Hareket, fiil, iş ve işlemler, sıfat ve kişiliğin; ruh, ilim, akıl, kalp, nefis ve beden üzerindeki yansımalarını kapsar. Örneğin, ‘güzel’ sıfatı, ruh, akıl ve nefsi farklı titreştirir.

“İstisna hükmüyle cennetten çıkmak öyle bir şeydir ki o da saîdin;  «Ehadiyet-i zât» da fenası ve «sabahat-i cemâlde, cemalin güzelliğinde» aşk ateşiyle yanmasıdır. Ki bu yanmak, «makam-ı müşahede»  de Ruhun vücuduyla olmayıp,  şahit ve meşhût, şahit olunan, Hak olmak ve gayrin,  ayn ve eseri baki kalmamak derecesinde; gören göz, işiten kulak, hatırlayan kalp-i beşer olmaksızın, «Şuhûd-i Zâtiy-i Ehâdî» ile olandır.” (11 Hud, 108) “Akıl; ancak fıtrata hidayet bulabilir ve ancak maarife, bilgi bilmeye, hidayet edebilir.  Amma cemal nuruyla nurlanmak ve visal, vasıl olma, talebine şevk ve celâl ve cemâlin kemâline belki cemalin celâline ve celâlin cemaline aşk zevkiyle lezzetlenmek, ancak hidayet-i Hakkaniye nuru ile müyesser olunabilen bir iştir. Şüphesiz bizim ona talimimiz dolayısıyla Yakup, ilim sahibidir,  ayan ve şuhud sahibi değildir. Lâkin insanların çoğu bunu bilmeyip, kemâli «Akılda olan ilimden ibarettir» zan ederler, Havas insanları, aklı küllinin ilmini bilemezler.” (12 Yusuf, 68) Hak edene, celalin cemaline âşık olma zevki verilir!

“Şevkinin şiddetinden kendine özgü çalışması ve gayretiyle,  nefsini terbiye ederek,  Allah yolunda, menfaat beklemeksizin, çalışıp ilerleyenler, içtihat ederler. Bu nefisler, fikir ile bilgileri birleştirip, nazar çakmağını çakarak, faal akıl nuruyla iştigal, meşgul olma, uğraşma, ateşini çıkarır. İlahî tecelli sabahının nurunun, anlayışının, idrakinin, ortaya çıkışıyla ve eserinin sürekli görünüşüyle; nefsin, vehim ve hayal vesveseleri, şehvet ve lezzet eğilimleri, ortadan kalkar. Nefsin efal ve sıfatının tümü yağma edilir. Büyük kıyamet sabahında, aşk ile Hakk’a şiddetli yönelme nedeniyle, bedeni geride bırakıp, kalp ve ruh dostluğuna dönüş, beden toprağının tozunu atar ve bedenden toz koparır. Yani ifna ve helak ederek, tecelli sabahının nuruyla, cemi aynı zata dâhil ve aynı cemde gark olurlar.  Beden toprağını o derece latif hale getirirler ki cemi zata dâhil olurlar.  Çünkü miraç beden ile olmuştur, vasıl olma ancak beden ile olur. Hakka, hakkın nimetleriyle vasıl olunur. Hakka ulaştıran malı çok sevmesi nedeniyle, insan, Hakka arkasını, mala önünü, döndüğünden cimri olur ve şen şakrak güler yüzlü olamaz, Hak’tan mahcuptur. Beden kabirlerinde bulunan nefis ve ruhları dirildiği zaman sadırlarında gizlenmiş olan tüm niyet, sıfat ve ameller ortaya çıkar, herkes hak ettiği karşılığı alır.” (100 Adiyat, 1-8)

Molekül, organel, hücrenin organları, hücre ve bedenin organlarından oluşan bedensel bütünlük içindeki bilinçli insan, ‘düşünen akıl’ sahibi ise, idrak eder, bilir ki, bu alt sistemler, insana, nimet olarak ‘verilmiştir’. Genler, doğa ve çevre bilinçli kişiyi, kişiye gerek duymadan, emaneten oluşturur. İnsan, bunu idrak edip: “Biz, vücudumuz günahlarından sana rücu eyledik, bize bu dünyada fenadan sonra bekada adalet, ahrette müşahede takdir et” demeli. (7 Araf, 156) Evrenin amacı insan oluşturmak; dinin amacı olgun insan, kâmil insan olmak isteyeni inşa edip kendini ve Rabbini bilmesini sağlamaktır!

            Umarım biz de kendimizi bilip, dünya ve ahrette Haktan hakkımızı, aşkla alabiliriz!

                                                                                    Necdet Altınay 15102022