Âşık Bilir Aşkı
“Hararet, aşk ve şevk ile beraber, vahdetten kaynaklanan, cennetteki bir
muhabbet kaynağıdır. Vuslat yolundaki salik, talip ve her şeyi bir tarafa
bırakmış olan âşıklar, aşklarının hararetinden hiç bir zevkin kıyas
olunamayacağı bir zevktedirler. Efalde, ilahi kudreti ve hükmedişi izlerler,
sıfatta ise eserleri, güzel sıfatlı hurileri izlerler. Burada devamlı
kalabilirler.” (76 İnsan, 18, 19) “İnsan vücudunun aslı, madde ve mana veya
ulvi ve süfli olmak üzere, iki âlemden oluşturulur. Hangi âlemde ve halde
olursa olsun insan, kendisine emanet verilmiş ve sonra kendi başına terk
edilmiş değildir. Emanet edilen şevk ve muhabbet, sürekli gelişim
içindedir. Örneğin kimse, sıfat makamında Zat’tan perdeli şekilde terk edilmez.
Keşfetmeyi alışkanlık haline getiren salikin, âşık olması için, kendisine
Zat’ın tevhidi keşfettirilir ve perdesi kaldırılır. Böylelerine, muhabbetin
ateşiyle benliğinin erimesi ve sırrın letafet kazanması için Zat tecellisi yolu
engellenir. Sonra, keşfinin mükemmel olması için yolu açılır ve Hakk’ı
keşfetmesi sağlanır.” (93 Duha, 2, 3)
“Seyr-i sülûktan, doğru yola girdikten sonra yapılacak şey içinizdeki
Hakk’a yaslanıp, sabırla
beklemektir. Bu durumda sabrınız taşsa
bile Rabbiniz size melek ve melekeler ile yardımcı olacaktır. Çıkmış olduğunuz
yoldaki zorluklar, cihat, mücadelede karşınıza çıkacak üzüntülere karşı sabır
ve ilahi rıza için Allah’a itaat etmeyi, zorluklara dayanmayı, nefse karşı
koymayı gerektirir. Ancak, Hakkın size kuvvet vermesi ve nuru görerek nurlanmak
ve size sekine, huzurda bu isteğin inmesi için, sabır, Hakk’ın emrine karşı
gelmemek, menfaat ve ganimete
meyletmemek, nefis korkusundan sakınmaktır. Nefsin, ruh ve kalp sultanlarının
zorlaması altında kırılması gerekir. Sabır, sebat ve onur ruhun sıfatıdır. Hareket ve acı ise nefsin sıfatıdır. Ruhun gücü kalbe sahip olunca, kalbi nefse
karşı korur. Nurun Zat’ındaki sevgi nuru ile kalp, ruha âşık olur ve
sükûnete kavuşur. Bu şekilde kalp, nefis kuvvetlerini yener, nefis sıfatlarının
zulümlerini kovar. Ve nefis de kalbin nuru ile aydınlanır, mutmain olur. İşte o zaman rahmet, Ruh semasından ilmen
yakin suyu, iner ve kalp, bu nurla, ilmin idrakiyle, nefis kuvvetlerini yok
ederek, ûrûc eder; semanın meleklerine ulaşır ve tüm meleklerin kuvvetini ve
vasıflarını çekip indirir. Meleklerin inmesi, özellikle, dünyadan tamamen
çekilip koparılarak yücelik yönüne tevekkül edildiğinde ve gazaba uğrandığında
yardımcı olmaları içindir. Ancak kalp, sabırsız davranıp acele eder, bağırıp çağırıp, korkuya yenik düşerse veya dünyaya
meylederse, nefis kalbe galip gelir,
kahır ve istila eder, sıfatlarının zulümleriyle nuru engeller ve o ilişki
kopar, yardım da kesilir, melaike de inmez.” Halil kendisinde gayrilik bakiyesi
tevehhüm, vehim olunmaya, kuruntuya düşmeye, yakın olan bir muhiptir,
sevendir. Habib ise kendisinde bu cihet
tasavvur olunmayan bir mahbup, sevilendir.
İşte bu sebeptendir ki, Halil aşk ateşine atılmış Habib bu ateşe
atılmamıştır. (3 Ali İmran, 125) “Akıl, kalbe ezelden âşıktır.” (12 Yusuf, 94) “Ruh semasından aşk ateşi
gelerek nefislerini yer bitirir ve ifna, yok, eder.” (3 Ali İmran, 181) Kutsal
mesajlar, kâmil insan olma yolundaki insana, yol göstermek üzere, delil olma
niteliğindedir. Seyri sülûk yolunda, soyut kavramlarla, somut adımlar atılmasını
önerirler. Hareket, fiil, iş ve işlemler, sıfat ve kişiliğin; ruh, ilim, akıl,
kalp, nefis ve beden üzerindeki yansımalarını kapsar. Örneğin, ‘güzel’ sıfatı,
ruh, akıl ve nefsi farklı titreştirir.
“İstisna hükmüyle cennetten çıkmak öyle bir şeydir ki o da
saîdin; «Ehadiyet-i zât» da fenası ve
«sabahat-i cemâlde, cemalin güzelliğinde» aşk ateşiyle yanmasıdır. Ki bu
yanmak, «makam-ı müşahede» de Ruhun
vücuduyla olmayıp, şahit ve meşhût,
şahit olunan, Hak olmak ve gayrin, ayn
ve eseri baki kalmamak derecesinde; gören göz, işiten kulak, hatırlayan kalp-i
beşer olmaksızın, «Şuhûd-i Zâtiy-i Ehâdî» ile olandır.” (11 Hud, 108) “Akıl;
ancak fıtrata hidayet bulabilir ve ancak maarife, bilgi bilmeye, hidayet
edebilir. Amma cemal nuruyla nurlanmak
ve visal, vasıl olma, talebine şevk ve celâl ve cemâlin kemâline belki cemalin
celâline ve celâlin cemaline aşk zevkiyle lezzetlenmek, ancak hidayet-i
Hakkaniye nuru ile müyesser olunabilen bir iştir. Şüphesiz bizim ona
talimimiz dolayısıyla Yakup, ilim sahibidir,
ayan ve şuhud sahibi değildir. Lâkin insanların çoğu bunu bilmeyip,
kemâli «Akılda olan ilimden ibarettir» zan ederler, Havas insanları, aklı
küllinin ilmini bilemezler.” (12 Yusuf, 68) Hak edene, celalin cemaline
âşık olma zevki verilir!
“Şevkinin şiddetinden kendine özgü çalışması ve gayretiyle, nefsini terbiye ederek, Allah yolunda, menfaat beklemeksizin, çalışıp
ilerleyenler, içtihat ederler. Bu nefisler, fikir ile bilgileri birleştirip,
nazar çakmağını çakarak, faal akıl nuruyla iştigal, meşgul olma, uğraşma,
ateşini çıkarır. İlahî tecelli sabahının nurunun, anlayışının, idrakinin,
ortaya çıkışıyla ve eserinin sürekli görünüşüyle; nefsin, vehim ve hayal
vesveseleri, şehvet ve lezzet eğilimleri, ortadan kalkar. Nefsin efal ve
sıfatının tümü yağma edilir. Büyük kıyamet sabahında, aşk ile Hakk’a şiddetli
yönelme nedeniyle, bedeni geride bırakıp, kalp ve ruh dostluğuna dönüş, beden
toprağının tozunu atar ve bedenden toz koparır. Yani ifna ve helak ederek,
tecelli sabahının nuruyla, cemi aynı zata dâhil ve aynı cemde gark
olurlar. Beden toprağını o derece latif
hale getirirler ki cemi zata dâhil olurlar.
Çünkü miraç beden ile olmuştur, vasıl olma ancak beden ile olur. Hakka,
hakkın nimetleriyle vasıl olunur. Hakka ulaştıran malı çok sevmesi nedeniyle,
insan, Hakka arkasını, mala önünü, döndüğünden cimri olur ve şen şakrak güler
yüzlü olamaz, Hak’tan mahcuptur. Beden kabirlerinde bulunan nefis ve ruhları
dirildiği zaman sadırlarında gizlenmiş olan tüm niyet, sıfat ve ameller ortaya
çıkar, herkes hak ettiği karşılığı alır.” (100 Adiyat, 1-8)
Molekül, organel, hücrenin organları, hücre ve bedenin organlarından
oluşan bedensel bütünlük içindeki bilinçli insan, ‘düşünen akıl’ sahibi ise,
idrak eder, bilir ki, bu alt sistemler, insana, nimet olarak ‘verilmiştir’.
Genler, doğa ve çevre bilinçli kişiyi, kişiye gerek duymadan, emaneten
oluşturur. İnsan, bunu idrak edip: “Biz, vücudumuz günahlarından sana rücu
eyledik, bize bu dünyada fenadan sonra bekada adalet, ahrette müşahede takdir
et” demeli. (7 Araf, 156) Evrenin amacı insan oluşturmak; dinin amacı olgun
insan, kâmil insan olmak isteyeni inşa edip kendini ve Rabbini bilmesini
sağlamaktır!
Umarım
biz de kendimizi bilip, dünya ve ahrette Haktan hakkımızı, aşkla alabiliriz!
Necdet
Altınay 15102022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder