Taklidî ve Tahkiki İman
Bilim, doğa, evren ve yaradılışa ilişkin kutsal mesajları kanıtlar. Kısaca,
‘bilimin amacı inancı kanıtlamaktır’. “Din ile bilimin ne ilgisi var” hatta
“Dinde aklın yeri yok” diyen vardır. Oysa tahkiki imanın gereği akıl ve
bilimdir. Din ve bilimin ilgi odağı
insandır, insan içindir. İnsana hitap, akla ve mantığa uygun, makul ve mantıklı
olmalıdır. Kutsal mesajlar da, bilimsel bilgiler de, evren ve varoluşa
ilişkindir. Kadim bilgiler, bilim açısından İdris Peygamber olarak bilinen Hermes’e,
dinsel bilgiler ise, büyükbabası, Hz. Âdem’e dayanır. İnsanın gelişimiyle, her iki
alanın bilgileri de, yaradılışın temelindeki evrime, değişim ve gelişime uğrar.
Kutsal mesajlar da, bilim de, insanlığın gelişimiyle birlikte gelişir. Dinde tagayyür,
‘farklılaşarak mükemmele giden belirginleşme’ esastır.
Kişiler, kişiliklerinin bakış açılarına uygun olarak, bilgi ve mesajların
uyumundan veya uyumsuzluğundan söz eder. İçten, kalpten vahiy ile gelen
mesajların da, doğadan elde edilen bilgilerin de kaynağı, ilham veya sezgiler
olmuştur. Bazı despotik kişilerin, kendi çıkarları uğruna, halkı sömürdükleri
dönemlerde, ortak akıl ve kalpten gelen mesajlar, geniş kitlelerce kabul
görmüştür. Doğanın ardındaki, fizik ve kimya gibi, ilme dayalı bilgiler de,
doğa karşısında çaresiz kalınan alan ve dönemlerde gelişmiştir. Düşünen akıl,
gerek kalpten aldığı duygusal, gerekse doğadan alınan bilimsel, bilgilerin
daima makul ve mantıklısını seçer. Bilgi ve mesajların kaynağına inen akıl,
mesaj ve bilgiler arasında asla bir tercih yapmaz, ‘akılsızlık’ veya
‘düşüncesizlik’ tercih yapar. Halkı sömürmek gibi akıl da sömürülerek, bilimsel
bilgilerin doğru, mesajların dogma olduğu söylenir. Aklı, verilen en büyük
nimet olarak, amacının dışında kullanmak yanlıştır. Âlem ve Âdemin halk
edilişi, ilmin, ‘İlahi İrade Kanunları’ halinde dünyayı döşeyip, yaşama uygunluğunun
sağlanması ve insanın bilinçle donatılarak yaratılması, mesajlar gibi hep akıl
için ve akla hitap eder.
Kutsal mesajlar, devrinin, aklını kullanan kişilerine hitap eder,
akılsızlara olmadığı üzerinde ayrıca durulur. İnsanlığın gelişimine uygun,
anlaşılabilecek şekilde ve anlaşılmak üzere, her şeyin varoluşu açıklanmaya
çalışılır. Bu nedenle, mesajlar, evrenin yoktan, yokluktan ve boşluktan
yaratıldığından başlar. Bilimsel çalışmalar da nihayet bu gerçekleri kanıtlamış
bulunmaktadır. Mesajları içeren kitap bir bilim kitabı değil ama sadece sosyal
ilişkileri düzenleyen felsefe kitabı hiç değildir. Evrende, muhteşemin ihtişamı
görülür ve Grand Dizayn, Büyük Tasarım gibi ifadelerle anlatılır. Hitap, her
zaman aklını kullanan, işleten ve ibret alan kişiyedir; evreni ve kendisini,
kendisine anlatır, ayna görevi yapar. Kitap, bakana kendini gösterir, okuyup
düşünene kendini bildirir. İnsanı, böylece muhatap alarak, Kitap, ‘Yaratıcısını
bilmek amacıyla, özgür iradesinin verildiğini’ idrak etmeye çağırır. Önce, bir
başka kişiye kulluk etmemesi istenir. Verilen cüzi iradesinin de külli irade
karşısında fazla geçerli olamayacağının idrak edilmesi öğütlenir. Bilim, özgür
iradenin yokluğunu kanıtlamıştır. İnsanın ne olduğu, nereden gelip nereye
gittiğini açıklamak dinin, aklın, bilimin ve ilmin işidir. İnsan ile evren,
Âdem ile Âlem, ikizdir. Âlem nasıl oluşmuşsa Âdem de öyle oluşur. Her ikisinde
de çok geniş çaplı doğal ve evrensel yasalar geçerlidir. İkizler, uyumlu
bütünleşme için sürekli etkileşim, değişim ve gelişim içindedir.
Gelecekte de geçerli olacak olan Kitabımızın temel konusu insandır.
Rahman Suresi ikinci ayetinin “Kuranı öğrettik”, üçüncünün “İnsanı yarattık”, oluşu
düşündürücüdür. Cenin, yumurtanın döllenişinden itibaren, ilk kırk günde ‘su
damlası’, ikinci kırk günde ‘kan pıhtısı’, üçüncü kırk günde ‘çamur’
kavramlarıyla anılır. Bilim kanıtlamıştır ki cenin, ilk dönemde ‘su içinde
damladır’, ikinci dönemde ‘bel kemiğinde kandamlası’ oluşur, üçüncü dönemde ise
‘bedenin eli ayağı organları belirginleşir’. Bebeğin önce kalbi oluşur ve kalp
atışı başlar, kalbi durunca da hayatını kaybeder. Tam bir boş ve boşluktan
oluşan atomlar, emirle, su içinde su damlası oluşturur. Kalbin oluşumu, tüm
kuvvetlerin madde ve bedeni oluşturmak üzere toplanması, izdiham etmesi
halidir. Bilim de, ‘ilgili kuvvet alanları içinde’ ‘toplanan kuvvetlerin’, ‘kütle
kazanarak’ ‘madde’leştiğini kanıtlar. Kitap da ‘kuvvetlerin izdihamıyla
bedenleşir, temessül ve tecessüm edersiniz’ der. İnsan beyni başlı başına bir
mucizedir. Boş bir madde iken bilgi ve bilinç oluşturmayı başarır. İnsan,
bildiğini bilen tek yaratıktır, ‘konuşma geni ve kemiği’ ile ayrıcalıklı olarak
donatılmıştır. Adı FOXP2 olan genin hükmettiği 116 insan geninin şempanzelerde
olmadığını bilim belirlemiştir. (1)
Ormanda kaybolmuş bir ergen insanın, konuşmayı unutup maymunlaşması,
insanın yaratıldığına delil oluşturabilir. Doğadan, doğa koşullarına uyum
sağlayarak gelmiş olamayacağını kanıtlayabilir. İnsan bedenini, farklı
titreşimlere sahip parçacıklar, irade ilavesiyle toplanıp oluşturur. Çok farklı
bilgi, bilim ve ilmin bütünleşerek oluşturduğu ‘insan bilincini’ geliştirmek,
doğal bir süreç değildir. Akıl, fikir, hafıza, düşünme, fikir geliştirme ve
konuşma, başkalarına öğretme ve öğrenim kuvvetleri, yetenekleri, diğer
canlılara ilaveten, verilmiş nimet olabilir. Gazap ve şehvet kuvvetleri,
elektrik ve manyetik kuvvetleri andırır. Elektriğin fazlası insanı öldürür,
gazabın fazlası da kahreder; şehvet ise cezp edici veya itici, manyetik
kutupları andırır. İnsanı, hangi kuvvetlerin yoldan çıkardığı ve hangi kuvvetlerin
doğru yola ilettiği anlatılır. Elektromanyetik radyasyon, ışınım, evrenin her
köşesindedir ama hiç mesaj taşımaz. Yalnız canlılarda, mesajlaşma amacıyla, bu
ışınım, verilen cüzi iradeyle, kodlanıp çözümlenir, moleküller röle istasyonu
gibi çalışır. Bu bilgi, maddesi kaybolsa da kaybolmaz. Aynı şekilde ruh da
maddeden soyunabilir.
Umarım, biz de doğa ve evreni, dedikleri ve demek istedikleriyle, ‘kozmik
bilinç’ olarak okuyabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder