14 Nisan 2021 Çarşamba

Kavuşmaya Azmetmek

 

Kavuşmaya Azmetmek

 İnsan,  cahilden,  cehaletten kaçar,  bilmek,  öğrenmek,  bilenler ile beraber olmak,  onlarla konuşmak ister. Bilme isteği, bilgisizlikten bilgeliğe sığınmaktır, Allah’ın âlim ismine sığınmaktır. Bir şeyden kurtulmak için önce bunu istemek ve gereğini yapmak şarttır.   Daha iyisini isterken,  daha iyi olmayanın da idrakinde olmak gerek.  Yani bir şeyin daha güzeli veya çoğu mümkün olmadıkça eldeki ile yetinilir. Mevcut ile yetinmek, kanaat etmek daha iyisini aramayı durdurmamalıdır. Çocuklar kendi aralarında oynarlarken hiçbiri diğerinden sıkılmaz veya halinden şikâyetçi olmaz. Ancak, çıraklarla veya çocuklarla beraber olmayı isteyip de aralarına girmiş olan bir büyük, üstat, zamanı gelince ayrılmayı da bilir. Çocukluğun, çocukluk olduğunun idraki içindedir ve esas yerinin başka olduğunu, kendisinin bir büyük olduğunun bilinci içindedir. Sürekli çocuklarla birlikte kalması ve çocukluk, çıraklık etmesi kendisine ve büyüklüğüne zarar verir. Halkın arasına girmek, halk ile halk olmak, onlardan biri gibi davranmak, sıradan bir insan gibi olmak, yetişmiş, olgun bir insan için de mümkündür. Samimiyetle talebelerinin arasına girmiş olan bir öğretmen,  fazla kaldığında,  laubalilikle karşılaşabilir.  Buna sebep olmamak için her an diğerlerinde olmayan  “Öğretmenlik”  sıfatına sığınabilir.  Cahil ile arkadaşlık edip ona yardım etmeye çalışan bilge kişi bir süre sonra cehalet karanlığından bilgeliğin aydınlığına çıkar.   Bedensel zevklere meyli olan bir kalbin bunlara dalıp gitmesi, sonuçta zararlı olacak beden gecesinde kalmasını doğurabilir. Böylece, nefsanî fiiller, efalden, kalbî duygulara, sıfatlara, geçilir.

Ancak,  aklî,  ulvî,  uhrevî ve manevî zevklerin derinliğine ve güzelliğine dalmış,  bunları zevk etmiş bir kişi,  uzadıkça acı vermeye de başlayan bedensel ve dünyevî zevklerin karanlığından kurtulmaya, ilâhi nurların aydınlığına çıkmaya, bakar. Bakmaz ise, bu zevklerini kaybettikçe artık ne çıkmak ister ne de çıkabilir.   Daha iyi olmaya azmetmiş bir kişi, o yönde iradesini kullanmaya kasteder, azmeder, ancak, daha kolay elde edilebilen zevklere dalarsa,  nefsine uyarsa,  azim ve iradesini gevşetir, kaybeder,  hayal ve vehimlere kapılır.  Nefsin şerrinden, mananın yüceliğine sığınmasını,  kaçmasını bilmeli,  bunun kendisi için iyi olmayacağının idrakine varmalı. Dünyada daha çok şeye sahip olma, yeme içme, şehvet gibi nefsanî zevklerin verdiği huzur ve mutluluk eğer kalpte yerleşirse kalp artık ilmin aydınlığından, “İlahi nurun doğuşu” zevklerinden mahrum kalır.

Özet olarak, “Zat güneşinin doğuşundan önce oluşan, sıfat tecellisi nurunun, aydınlığının, gerçekleşmesi için, beden-vücut gecesinin şerrinden”; “Daha iyi-doğru-güzele gitmek için gösterilen azim ve iradeye, bedensel zevklerin vereceği hayal ve kuruntuların şerrinden”; “Kalbî ve bedensel yaşamın sağlıklı yürütülmesine zarar veren, nefsin şerrinden” korunmalıdır.  Kalp, Beden, Nefis üçlüsünün uyumu bir ihtiyaçtır! (113 Felak S.)

Bilgi, ilim, insanın kaybıdır bulup almalı. Gece, insan, nefsine uyar, karanlık ve uyku, insanın gaflete düşme halidir. Gaflete düşmezse eğer uyanıktır, aydınlıktır. Bir yerde, bir kişide akıl var, ortamda da ilim var ise bu ateş ve barut var demektir patlama kaçınılmazdır. Bu patlama “Big Bang”ten de büyük olabilir. Birinde var olunur, diğerinde Yaradan kalır! Bedensel, maddî âlemde, fail ve kalbî duygularla sıfatlanan, mevsuf, Haktır!

“Siz O’na ve elçisine itaat edin.  Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir. Sadıksanız, gayret, azim gösterin. Hayvandan da beter,  duymadıkları hâlde dava edenlerden,  sağır ve dilsizlerden olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup,  anlama,  basar ve uygulama yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle,  çabuk yüz çevirenlerde,  anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde debelenir, tereddüt eder. Kalpleri, hakikati, huzur ve sükûn içinde karşılayamaz; hakikati işitip,  anlayıp,  kabul edip,  basiretle görüp uygulayamazlar.  Henüz görmeden,  gaibe iman edenler,  Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna inananlar, O’na ve elçisine uyunuz, duyduklarınızı uygulayınız.” (8 Enfal, 20)

“İnsan,  böylece, esfel-i safilinden yani maddenin çukurundan,  açılan temelden,  ana rahminden,  arş-ı alaya yücelir.  ‘İnsanlık ilmi,  Allah’ın ilmiyle bağlantılıdır’  denebilir. İnsan,  kuvvet ve kudretini,  maddeye ve bedene hükmetme iradesini doğrudan Hak’tan,  gaip âleminden,  alıyor olabilir. İnsan,  onun ilmi ile âlim,  vücudu ile mevcut,  nefsi ile kaim yani ayakta, hayatı ile hay, diri, kuvvetiyle kuvvetli ve hükmü ile iradelidir. Fıtratı gereğince, her nefsin kudret âleminden kuvveti ve onu terbiye eden hükümdarlık âleminden gelen iradesi vardır. Kudret ve kuvveti, ilim ve nurdan, aklıyla ilmin idrakinden gelir.  Hükmü yerine getirme,  uygulama azim ve iradesini ise hükümdarlık âleminden, zaman içinde, yerine ve zamanına göre, gerektikçe, yardım olarak, alır.” (50 Kaaf, 21)

Akıl, bir tek iş yapar, o da bilgi alıp işlemesidir. Ortam da tam bu işe hazırdır. Ortam zaten ilmin uygulanmış halidir. Akıl yuvarlansa ilmin üzerinde yuvarlanır. Evvelinden ahirine olan da bu, olacak olan da. Başka ne beklenir ki? İnsan var, insanda arayış var, akıl var, ataleti bozmak yeterli. İnsan, insanı okuyunca, ayet okunur. İnsanın, bilgili, azimli ve uyanık olması yeterlidir. Her okunan ayetin doğruluğu, âlemde ve Âdem’de yeri bulunarak, kanıtlanabilir. İnsanın, hiçbir gayreti boşa gitmez, hak ettiği tam olarak, Hakça verilir.

Umarım, bizim gayretimiz de, vücudu ile mevcut olduğumuzun idrakine yeterli olur!

                                                                                                          08042021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder