Kavuşmaya Azmetmek
İnsan, cahilden,
cehaletten kaçar, bilmek, öğrenmek,
bilenler ile beraber olmak,
onlarla konuşmak ister. Bilme isteği, bilgisizlikten bilgeliğe
sığınmaktır, Allah’ın âlim ismine sığınmaktır. Bir şeyden kurtulmak için önce
bunu istemek ve gereğini yapmak şarttır.
Daha iyisini isterken, daha iyi
olmayanın da idrakinde olmak gerek. Yani
bir şeyin daha güzeli veya çoğu mümkün olmadıkça eldeki ile yetinilir. Mevcut
ile yetinmek, kanaat etmek daha iyisini aramayı durdurmamalıdır. Çocuklar kendi
aralarında oynarlarken hiçbiri diğerinden sıkılmaz veya halinden şikâyetçi
olmaz. Ancak, çıraklarla veya çocuklarla beraber olmayı isteyip de aralarına
girmiş olan bir büyük, üstat, zamanı gelince ayrılmayı da bilir. Çocukluğun,
çocukluk olduğunun idraki içindedir ve esas yerinin başka olduğunu, kendisinin
bir büyük olduğunun bilinci içindedir. Sürekli çocuklarla birlikte kalması ve
çocukluk, çıraklık etmesi kendisine ve büyüklüğüne zarar verir. Halkın arasına
girmek, halk ile halk olmak, onlardan biri gibi davranmak, sıradan bir insan
gibi olmak, yetişmiş, olgun bir insan için de mümkündür. Samimiyetle
talebelerinin arasına girmiş olan bir öğretmen,
fazla kaldığında, laubalilikle
karşılaşabilir. Buna sebep olmamak için
her an diğerlerinde olmayan
“Öğretmenlik” sıfatına
sığınabilir. Cahil ile arkadaşlık edip
ona yardım etmeye çalışan bilge kişi bir süre sonra cehalet karanlığından
bilgeliğin aydınlığına çıkar. Bedensel
zevklere meyli olan bir kalbin bunlara dalıp gitmesi, sonuçta zararlı olacak
beden gecesinde kalmasını doğurabilir. Böylece, nefsanî fiiller, efalden, kalbî
duygulara, sıfatlara, geçilir.
Ancak, aklî, ulvî, uhrevî
ve manevî zevklerin derinliğine ve güzelliğine dalmış, bunları zevk etmiş bir kişi, uzadıkça acı vermeye de başlayan bedensel ve dünyevî
zevklerin karanlığından kurtulmaya, ilâhi nurların aydınlığına çıkmaya, bakar.
Bakmaz ise, bu zevklerini kaybettikçe artık ne çıkmak ister ne de
çıkabilir. Daha iyi olmaya azmetmiş bir
kişi, o yönde iradesini kullanmaya kasteder, azmeder, ancak, daha kolay elde
edilebilen zevklere dalarsa, nefsine
uyarsa, azim ve iradesini gevşetir,
kaybeder, hayal ve vehimlere kapılır. Nefsin şerrinden, mananın yüceliğine
sığınmasını, kaçmasını bilmeli, bunun kendisi için iyi olmayacağının idrakine
varmalı. Dünyada daha çok şeye sahip olma, yeme içme, şehvet gibi nefsanî
zevklerin verdiği huzur ve mutluluk eğer kalpte yerleşirse kalp artık ilmin
aydınlığından, “İlahi nurun doğuşu” zevklerinden mahrum kalır.
Özet olarak, “Zat güneşinin doğuşundan önce oluşan, sıfat tecellisi
nurunun, aydınlığının, gerçekleşmesi için, beden-vücut gecesinin şerrinden”; “Daha
iyi-doğru-güzele gitmek için gösterilen azim ve iradeye, bedensel zevklerin
vereceği hayal ve kuruntuların şerrinden”; “Kalbî ve bedensel yaşamın sağlıklı
yürütülmesine zarar veren, nefsin şerrinden” korunmalıdır. Kalp, Beden, Nefis üçlüsünün uyumu bir
ihtiyaçtır! (113 Felak S.)
Bilgi, ilim, insanın kaybıdır bulup almalı. Gece, insan, nefsine uyar,
karanlık ve uyku, insanın gaflete düşme halidir. Gaflete düşmezse eğer
uyanıktır, aydınlıktır. Bir yerde, bir kişide akıl var, ortamda da ilim var ise
bu ateş ve barut var demektir patlama kaçınılmazdır. Bu patlama “Big Bang”ten
de büyük olabilir. Birinde var olunur, diğerinde Yaradan kalır! Bedensel, maddî
âlemde, fail ve kalbî duygularla sıfatlanan, mevsuf, Haktır!
“Siz O’na ve elçisine itaat edin.
Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak anlamayı, anlamak uygulamayı
gerektirir. Sadıksanız, gayret, azim gösterin. Hayvandan da beter, duymadıkları hâlde dava edenlerden, sağır ve dilsizlerden olmayın.
Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan
duyup, anlama, basar ve uygulama yeteneklerini köreltmemiş
olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle, çabuk yüz çevirenlerde, anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların
göğsünde debelenir, tereddüt eder. Kalpleri, hakikati, huzur ve sükûn içinde
karşılayamaz; hakikati işitip,
anlayıp, kabul edip, basiretle görüp uygulayamazlar. Henüz görmeden, gaibe iman edenler, Hak görünmeden, hakikat bilgisinin
doğruluğuna inananlar, O’na ve elçisine uyunuz, duyduklarınızı uygulayınız.” (8
Enfal, 20)
“İnsan, böylece, esfel-i
safilinden yani maddenin çukurundan,
açılan temelden, ana
rahminden, arş-ı alaya yücelir. ‘İnsanlık ilmi, Allah’ın ilmiyle bağlantılıdır’ denebilir. İnsan, kuvvet ve kudretini, maddeye ve bedene hükmetme iradesini doğrudan
Hak’tan, gaip âleminden, alıyor olabilir. İnsan, onun ilmi ile âlim, vücudu ile mevcut, nefsi ile kaim yani ayakta, hayatı ile hay,
diri, kuvvetiyle kuvvetli ve hükmü ile iradelidir. Fıtratı gereğince, her
nefsin kudret âleminden kuvveti ve onu terbiye eden hükümdarlık âleminden gelen
iradesi vardır. Kudret ve kuvveti, ilim ve nurdan, aklıyla ilmin idrakinden
gelir. Hükmü yerine getirme, uygulama azim ve iradesini ise hükümdarlık
âleminden, zaman içinde, yerine ve zamanına göre, gerektikçe, yardım olarak,
alır.” (50 Kaaf, 21)
Akıl, bir tek iş yapar, o da bilgi alıp işlemesidir. Ortam da tam bu işe
hazırdır. Ortam zaten ilmin uygulanmış halidir. Akıl yuvarlansa ilmin üzerinde
yuvarlanır. Evvelinden ahirine olan da bu, olacak olan da. Başka ne beklenir
ki? İnsan var, insanda arayış var, akıl var, ataleti bozmak yeterli. İnsan,
insanı okuyunca, ayet okunur. İnsanın, bilgili, azimli ve uyanık olması
yeterlidir. Her okunan ayetin doğruluğu, âlemde ve Âdem’de yeri bulunarak,
kanıtlanabilir. İnsanın, hiçbir gayreti boşa gitmez, hak ettiği tam olarak,
Hakça verilir.
Umarım, bizim gayretimiz de, vücudu ile mevcut olduğumuzun idrakine
yeterli olur!
08042021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder