27 Mart 2012 Salı

Ben !


Kitabı okumak için tıklayınız:
Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz.

Üstadı muhterem, sevgili kardeşlerim, beni aranıza kabul
ettiğiniz için çok mutluyum, umarım sizi üzmem. Bugün burada olmaktan çok
memnunum. Bu katılım, bir muhasebe yapma fırsatı verdi. Size tanıtabilmek için, kendimi bulmaya ve çözümlemeye çalıştım, itiraf da diyebilirsiniz. Varmısınız benle ‘ben’i aramaya,
aradığımızı bulmaya, bulduğumuzu bilmeye, bilinen olmaya ?

Kısaca : Sakarya’nın Pamukova ilçesi Turgutlu köyünde doğdum annemden, köy ilkokulu, ilçe ortaokulu, il lisesi ve başkentte, ODTÜ İşletme Fakültesi. Yani, hemen her kardeşin olduğu
gibi, benimki de sıradan bir başarı. Ama, sıradan olmayan, zaman içinde
geliştirdiğim, kocaman “ben”. Bu ben, önce, çevreden aldıklarıyla büyüdü,
örneğin iyi okuyor, öğreniyordu, sonra, çevreye verdikleriyle büyüdü, iyi
çalışıyor, sonuç veriyor diye. Ben ve benliğim, her alışverişten kârlı çıktı.

Hakikat güneşinin gurubuyla oluşan siyah maddenin karanlığından, bir madde olarak çıkıp yüzümü ışığa dönünce esmerleştim. Arkam siyah, önüm nurlu beyaz idi. Böylece akla
karayı seçen de ben. Çünkü, ne madde ne de mana, hem madde hem de mana idim.
Renksiz iken, yüzüme renk düşmüş, grileşmiştim. Öğrenmeyi öğrendim, ilim
denizinde yüzerek aydınlandım, renklendim.

Benim olan herşey, kendim, evim, işim, eşim, arabam en iyi ve güzeldi, çünkü, ben bendim ve onlar benimdi. Bir gün “daha büyük” ile karşılaştım. Ben’liğim kendini felsefeye verdi. Yaşamın arkasında bir felsefe olduğunu hissetti. Kendisinin de arkasında bir felsefe olursa daha
da büyük olabilirdi. Böylece, ne dese dinlenir, ne yapsa beğenilirdi.

Gerçekten, önce öyle oldu. Bilgileri arasında, yerden göğe, insandan Tanrı’ya, maddeden manaya nice kelime ve deyim vardı. Artık özendikleri tarihî kişilikler idi, hem de Hz. Adem’den Yunus’a kadar. Hayatın tümünün ne olduğunu öğrenmeye çalıştı, tarihî deyişleri
değerlendirdi. İlk bilgilerinin biraz eksik olduğunu, hatta biraz da yanlış
olabileceğini kabul etmeye başladı. Her ele aldığında, bu kitap meğer ne diyor, ne demek
istiyormuş, denilen ile denmek istenen ne kadar da farklı imiş, gibi hayretler
yaşadı.

Hayretini başkaları ile paylaşırken, bir arkadaşı, sen bunlara hayret mi diyorsun, “Gel de gör, gör de ‘an’la demez mi?” En beklenmeyen zamanda, zeminde ve şekilde geldi, Doğuş’ta “Yeniden Doğuş”, gerçek anlamda, babadan doğuş!

Felsefede, ilim ile amel vardı. Tanrı’yı herkes bilirdi, elçileri de insanlar arasında
yaşamış ve herkes görmüştü. Esas olan bilineni görmek, görüleni bilmekti.
Yeniden doğuş, tam da aradığı idi. İşte ilim işte amel. Tekris sonrası demişti
ki, “işte hayatın gerçeği, gerçek hayat bu”. Ancak, şimdi bir de kelime aramak
çıktı, hani kaybolmuş olanı, tam kendini bulmuşken kelime kayıptı, neyse ki. Ya
kelimeyi bulup da kendi kaybolsaydı. Nasıl açıklardı, kime?

Bir küçük yanılgıyı kabul etmek “ben” için tarihi bir yanılgı oldu. Yanılgılar peşpeşe geldi. Gerçek karşısında ‘ben’ neydi ki, meğer önceleri ne de yanılmıştı, “ben en büyük, başka büyük yok” iken şimdi ara ki bulasın, basit, gerçek beni. Arayan bulur denir, aranan bulunur
da, arayan kaybolur mu, beyaz pirince giderken gri bulgurdan oldu.

Her doğru iki kere doğru, her bulgu iki yönlü oldu. Örnek mi, “Tanrı vardır” doğrusu, bir, evet O vardır, iki, sadece Tanrı vardır gayrisi yoktur. Bulgunun iki yönü ise şöyle,
mutasavvıflar, biraz önceki gibi, Tanrı vardır demiş, kardeşler ise, “Tanrı
yaratan değil varolandır” demiş. Yani, denilen farklı denmek istenen aynı,
aklımız ile denileni, sezgimiz ile denmek isteneni idrak ederiz. Gönül gözü de
desek, basiret de desek idrak değişmez, ama kolaylaşır, 3+5+7 basamaklı dönen
merdivende yükselirken yüceliş gibi, hem paralel hem de iki yönlü deyişlerden
anlayacağımız tek şey Hakk’tır, hakikattir, gerçektir. Bu deyişlerden örnekler
mi, şöyle:

Herkesin ben deme hakkı vardır, kendini kastetmedikçe.
Ey düşünen akıl sahipleri! Bir ben vardır benden içeri.
Beni gören O’nu görür, beni bilen O’nu bilir. Zâtı, zâtının aynasıdır.
Var olan birdir, iki olamaz. Evvel O, ahir O, zahir O, batın O.
Ben, besmelenin altındaki noktadır. Akıl, fikir üretir.
Hitap, daima, akıllı olana, düşünen akladır.
İlim bir noktadır, cahiller onu uzatır. İlim kendini bilmektir.
Kendini bilen Tanrı’yı bilir.
Sende ara sende bul, ne varsa sendedir.
Küçülttüm Adem ettim, büyülttüm alem ettim.

Tanrı, yaradan değil varolandır.
Var olan hep vardır, yok olamaz; yok olan da hiç yoktur, var olamaz. Kardeşlik,
senden sana, dıştan içe bir yolculuktur. Dünyanın merkezine in, orada kendini bulacaksın
(VİTRİOL). Bulduğunda, içinde büyük bir ziyanın parladığını göreceksin.
Bedeninde hakikat güneşi doğacak, nurun parlaklığında gölgen kalmayacak. Hiram
gibi yücelecek, tecelliyatı anlayacaksın. Hiram, Allah’ın kendisinde tecelli
ettiği insandır. Her kardeşin amacı Hiram olmaktır. Tekâmül yoktur, tecelli
vardır. Taşını kendin yont, eser çıkar ortaya. Ya eser yarat, ya da ol. Aynada
gördüğüne eser diyebilir misin?

Allah, Adem’i kendi suretinde ve kendi ruhundan yaratmıştır.
“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm“ diyen Yunus olamaz!
Her canlı ölümü tadar, ama ölmekden önce, ama ölmekden sonar!
Ruh ölümsüzdür! Ölmeden önce ölünüz!
Can ile canlanan fâni, ruh ile dirilen bâkidir.
Görünen, görenin görüntüsüdür !

İnsanı insan yapan aklıdır. Kutsal mesajlar düşünen akıl sahiplerinedir.
Herkesin aklı varsa, demek ki bir külli akıl ve akıldan da aşka yol var!
Arayan bulur, kelimeyi de, mevlasını da.
Elmadan yer çekimine, Akıl ile ilme, Külli akıl ile külli ilme, varılır.
Evrenin bir düzeni vardır, kaos, ilâhi mükemmellikte bir düzendir.

Kutsal hitaplar da, bunları yazan kitaplar da, akıldan aşka, gelmiş, geleceği, olmuş, olacağı kapsar. Her “şey” bir ilmin uygulamasıdır, çatal-kaşık da, yerler-gökler de öyle, evren de. Aklın
yolu birdir, arar bulur, ilim kazanır, bilgi üretir. Akıl ilim kazandıkca, fikir geliştirir, uygulama bilgisine dönüştürür. Akıl, ilim ile, istediği, sevdiği birşeyi yapar, onu ortaya çıkarır. En çok sevdiği şey ne ise, önce onu yapar.

Siz olsaydınız, bu dünyada, ne olsun, ya da, ne olmasın isterdiniz?
Sevdikleriniz olsun, sevmedikleriniz olmasın mı?
Sadece en çok sevdiğiniz olsun da, az sevdikleriniz olmasa da olur mu?
Sizin sevdiğiniz olsun da, sevdiklerinizin sevdikleri olmasın mı?
Sevgiden de öteye, sadece aşık olduğunuz mu olsun kâinatta?
Haklısınız, aşıkla maşuktan başkası yoktur bu hayatta!

Aşkolsun size, sevgi aşka dönüşürse, gurur mu kalır, akıl mı?
Aşkın olduğu yerde maşuktan başka ne vardır, benlik de kalkar, aşık da.
Önce hayalimizde yaratırız aşkımızı, sonra, hayalim der aşık oluruz. Aşıkın canı
maşuğuna, aşık olduğuna kurbandır.
Kavuşma halinde, kim seven kim sevilen, olur mu bilen.
Aşkın gözü kördür, aşık başkasını görmez, yoktur başkası.

O’nun vücuduyla mevcut, hayatı ile hay, canı ile canlı, yani diri,
ilmi ile alim, nefsi ile kaimiz, bilmezsek, nicedir halimiz.

Biri bilinir görünmez, biri görünür bilinmez.
Görünen bilinirse, ancak, bilinen görünür,
Görünen bilinmişse, bilinen görünmüştür.
Bilinen görünmüşse eğer, görünen bilinendir.

Buz sudan, herşey Allah’tan.
Masa ağaçtan, ama, ağaç masa değil.
Düşününce varız, kendimizi ararız, çünkü,
Aradığımızda, sorulur, peki ya siz kimsiniz ki?

Biri aranır bulunmaz, biri bulunur aranmaz,
Bulunan aranırsa, aranan bulunur,
Bulunan aranmışsa, aranan bulunmuştur.
Aranan bulunmuşsa, bulunan aranandır.
Aranan bulunursa, arayış da, arayan da kaybolur, kelime de okunamaz!
Ne yapıyorum ben, tereciye tere mi satıyorum, masal mı anlatıyorum.

Sabrınız için çok teşekkür ederim. En derin sevgi ve saygılarımla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder