30 Mart 2012 Cuma

ÇALIŞMANIN AMACI AKLA UYGUN OLMALIDIR

 

Sevgili kardeşlerim, konunun araştırma görevi olarak verilmesinin ardından uzun bir süre sonra farkettim ki kendi kendime “aklı” sorguluyorum. Nedir, etkisi nedir, kimde vardır, olmayanda ne vardır, nereden gelir, nereye gider gibi sorulara cevap aradım durdum.
Konuya ilişkin daha önce kim ne demişten çok, özgün olmasını istediğim için ben
ne düşünüyoruma yer vermeye çalıştım.

İnsanlığın düşünce sisteminin temelinde felsefe var. Akîl insanlar önce felsefe yapmış.
Güvenliğini sağlayan, barınma, yeme, içme ve sosyal ihtiyaçlarını garantiye
alan insanların ilk yaptığı felsefe olmuş. Doğaya uyum gösterenler önce kendini
aramış denebilir. Kendinde bulduğu ama doğada göremediği ilk “şey” de “akıl”
olmuş. Aklını kullanmış, kullandıkça sevmiş, sevdikçe kullanmış. Çevresindeki,
hatta dünya ve evrendeki algılanan her şeyi birleştirip “varlık” hakkında akıl
yürütmüş.

Aklını yürütmesi, ilk insanlar dediğimiz bu kişilerde dahi, okadar ileri gidebilmiş ki, “varlık ve
ben iki etmez” diyebilmiş. Sokrat bu sonuca “tek bildiğim, hiç birşey
bilmediğimdir” diyerek varmış. Başka hikmetli anlamlar verilebilir, ancak,
böylesine anlamlı deyişin bir hikmeti de şöyle olabilir : “varlık, var olandır,
var olanındır, var olan akıllı tasarımdır, bilinerek ilmine uygun var olmuştur,
bilinçli bir varoluştur, bilen ben değil var olandır”. Buna uygun son bir deyiş
de üstatdan : “Tanrı, yaradan değil, var olandır”. Tüm bunlar aslında
çıraklıktaki VİTRİOL kelimesinde gizlidir. Bir üstadımız da bu gerçeği “Hiram,
kendisinde Allah’ın tecelli ettiği insandır ve bizim bireysel amacımız Hiram
olmaktır” deyiminde saklamış.

Doğudan doğan hakikat güneşinin Batıya geçmesiyle başlayan “aydınlanma” dönemi aydınlarından Dekart aynı deyişi az farkla “ne bilebilirim ki” şeklinde söylemiş. Anadolu kültüründe ise “gören, bilen, işiten sen isen”, “fiilleri işleyen fail, sıfatlarla sıfatlanan
mevsuf sen ve hüviyetlerin sahibi zat sen isen” ben bir şey yapamam, bilemem,
bilen ben olamam, okuyamam, bu nedenle ben “ümmîyim” denmiş.

Hasan Ali Yücel üstadımız bilememesini, kitabın ve hitabın kendisine olamayacağı gerçeğini şöyle özetlemiş:

Budur özeti dört kitabın,
Senden sanadır hitabın.

Bir kardeş de akıl için
der ki :

Kalpleri nur ile doldurur meraklı arayışıyla akıl,
Halktan yola çıkıp Halik’a erer, anlayışıyla akıl,
Hakk’ı halk için, göz önüne serer, idrakiyle akıl,
Canlı yayındır sohbeti, değil O’ndan sana nakil.

İdrak edilebilirse, “görünen, görenin görüntüsüdür” gerçeğin ifadesi olabilir.

Akıllı geçinenler aklın işinin sonsuz olduğunu söyler. Oysa, bir diğer açıdan “aklın en önemli ve
öncelikli işi kendini bilmektir” derler. Bu işi sonsuz görmek gururdan
olabilir, kendini sonsuz görmeklikten olabilir. Cüzî akıl kendinin çok küçük
hatta küllî aklın yanında yok denilebileceğini idrak edebilir. Kendisinin bir
armağan olduğunu düşünebilen akıl bunun Türk Sultanından Pers Kralına
gönderilen armağan gibi, eşitler arasındaki bir alış veriş olmadığını
anlayabilir. Kolumuzu bacağımızı kesmek, koparmak bizi iki yapmaz, bir ve tek
olan “varlık”tan ayırmaz. Efsane veya masallarda, “bir arpa boyu yol gitmek” de
bu kapsamda olsa gerek. Bireysel cehalet kuyusunu doldurmak nedir ki, bireyin
kendi ne ki, kuyusu ne olsun, bir nebze gerçek bilgi bile bu kuyuyu doldurup
kaf dağına çevirebilir. Hele akıllı seçimler onu aşka, aşık olma mutluluğuna
ulaştırabilirse akıl hepten aşk içinde erir gider, yiter.

Çalışma ve çaba gösterme konusu ayrıca ele alınabilir. Yaşam, sürekli devinim içindeki enerjinin bir form, bir şekil almasıyla oluşur. Ayakta ve hayatta kalmak yerçekimine karşı
koymayı da içeren bir mücadeledir. Çalışmak ve çaba göstermek zorunludur ve
bundan kaçınmak mümkün değildir. Hayatta ve hay, diri olmanın tek yolu çalışma
ibadetini yapmaktır, yapmamak elimizde değildir. Yerinde duran bir “abide”,
“büst” herşeyiyle kendini ele verir, kim olduğunu haykırır durur, tabii bilene.
Aynı şekilde, herşey ve herkes birer “abd”, “abd-i Hu”, abide olarak, varlığın
temsilcisi, bir küçük parçası, deryanın bir damlası olarak bilene çok şey
söyler. Böylece, bir taraftan içgüdüsel diyebileceğimiz hareketler diğer
taraftan çevre koşullarının uyum gösterme amacıyla bizi zorladığı davranışlar,
hatta, isteyerek aklımızı kullanarak daha iyiye ve güzele götürecek uygulamalar
bizi çalışmaya ve çabalamaya sevk eder. Atomik yapı ve yörüngesel hareket küçük
ve büyük sonsuzlukta nasıl sürekli ve kaçınılmaz ise biz de küçültülmüş bir alem
olarak, bu yapının tamamlayıcı, bütünleyici bir parçası olarak ona ayak uydurur
birlikteliğimizi sürdürürüz. Hatta bize sadece, kendimizi dahi, seyretmek
kalır, seyir seyre dönüşür.

Açık sistem olarak incelenebilecek bir süreci düşünmek konuyu anlatmaya yardımcı olabilir. Canlı veya organik diye bilinen herşey açık sistem olarak incelenebilir. Hücre bile
çevreden girdi alır, kendi içinde bir üretim sürecinden geçirir ve çevreye
çıktı verir. Ezoterik sistemler de çevrelerinden ham taş alır kendi içlerinde
kendilerine özel ve özgü süreçlerden geçirerek çevrelerine daha uyumlu cilalı
taş verirler. Süreçler içinde, girdi alımından çıktı verimine kadar, tesadüfi
bir şey olamaz. Her türlü seçim, üretim, sunum faaliyetleri akıllı olmak, akla
dayanmak durumundadır. Hedefe ulaşım asla rasgele veya tesadüfi olamaz. Hedefi
olmayan yelkeni neyler.

Akıllı seçim, akıllı tasarım, akıllı uygulama ve üretim sonuçta bizi, sevdiklerimizle beraber, sevgi
için, sevgiyle bilgilerin kaynağı olan ilme, ruha ulaştırır. Akıl bilgi peşinde
koşar, gül derer gibi bilgi derler, hikmetle bir olup sezgi yeteneğinden
yararlanarak (küllî) ilme ulaşır. Denilenlerden denmek isteneni de sezip
anlamaktan öteye idrake ulaşır, ruhun nuruyla giderek daha çok aydınlanıp, ısınıp, yanar. Aklımızın aydınlanma hedefine ulaşması bizi nura kavuşturur ve nurlandırır. Kişiliğimizin
nurlanarak, nur içinde benlikten kurtulmasıyla nur saçma ve aydınlatma başlar.
Her kardeşi kendimiz gibi biliriz ve kendimizi sedir ormanında buluruz. Nuh
gibi gemiler yapıp bedende kalmamak ve madde denizinde boğulup kalmamak için
suyun üstünde yürüyüp yaşayabilir, ilmimiz ile ihtiyaç duyanlara yardımcı
olabiliriz. Bedensel güçleri kuvvetlendirmek yerine artık ahlâkî değerlere önem
verir, karakter ve kişiliğin güçlendirilmesini öne çıkarır, öncelik veririz.

Bu evrende hareketin sürekliliğinin ve kaçınılmaz oluşunun göstergesi olan çalışma ve çaba
göstermenin zaten akla uygun olduğunun idrakine varmamızda E.U.M. yardımcımız
olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder