23 Mart 2012 Cuma

ÇIRAKLIK, KÜÇÜK DEV ADIM

(sayın okuyucu, aşağıda, 240 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (20 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)

Kitabı okumak için tıklayınız:
Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz.
 



Sevgili kardeşlerim, bana verilen görevi iyi niyetle yapmaya çalıştım, sunacaklarımın hiç birisi
benim değil, hiç birisi için ‘ben derim ki’ diyemem. Kardeşliğin, üstatlar
aracılığı ile, verdiklerinin bir kısmını size aktarmaya çalışacağım. Ancak,
‘elçiye zeval olmaz’ kavramına sığınmadan eksik ve yanlışları kabule hazırım.
Sunuşumu, Hamtaş ve Yontulmuş Taş olarak, iki aşamada yapmayı, önce, kardeşliğe
girişin sonra da onun felsefesinin üzerinde durmayı düşündüm.

Hamtaş,

Her şeyin bir evveli bir ahiri, yani sonrası vardır. Biz de evvelde bir çırak olmaktan, evvelimizin “hamtaş” olmasından gurur duyarız. Seçildik, inşallah yontulacağız, adam olacağız diye söz verir, yemin eder, seviniriz.

Tüm varlık, “hacim sıfır-kütle sonsuz”luktan, yani, büyük patlamadan beri bir
bütündür, tüm mevcudat tek bir varlık, tek bir sistemdir. Aslında tüm varlık,
vahdet, tek’dir, ama, çok, kesret görünür. Işte bizim hamtaş da, o gün de, bu
gün de, tek varlığın bir parçasıdır. Kayalar ve kumlar dağların nasıl bir
parçası ise, biz de doğanın öyle bir parçasıyız, üstelik hem yazılım hem de
donanım açısından. Bunların bir kısmına içgüdü ve genetik deriz bir kısmına da
yaratıcılık.

Darwin’den söylenen de akılcı, doğru ve hakdır. Canlı tek hücrenin oluşumundan, hatta ilk hidrojen atomundan, itibaren bir açılım, südûr, tecelliyat gerçekleşmektedir.
Hırsız polis oyunu gibi, bakteri, virus, gen ve DNA’larla doktor ve mühendisler
oynaşıp durur.

Doğuştan, insanlar da bitkiler gibi ana rahminde ters tutunan bir nutfe, damlacıktan
biterler. Her şey doğaldır, bebek, bir varlık olarak tamamen doğanın doğal bir
parçasıdır. Bir süre sonra ayrılık başlar, aklı ile doğasının ve çevresinin
üstüne çıkabilir. Ak ile karayı, sap ile samanı, iyi ile kötüyü ayırt etmeye
başlar. Ancak, bu gelişme bazı olumsuz gelişmelere yol açabilir. En büyük ben, ben
ayrı ve farklı bir varlığım der, kendinden başkasını, hatta, arkadaşını bile
beğenmez artık. Aslında bunu diyen akıl değil, vehim, kuruntu, diğer adıyla
şeytan, benlik bencilliktir, ikilik ve şirk yaratır.

Neyse ki, tam bu sırada, hakikatin nuru aydınlatır, felsefî bilimsel sanat devreye
girer. Öğle vakti gölgelerin yok olduğu zaman, yani benlik gölgesi ortadan
kalkınca, çalışmaya başlatır. Bir anlamda, kendisine gerçeği görmede perde olan
gölgesini yok edebilecek tek güç olan Tanrı’sal ilmi öğretmeye çalışır. İyi
doğru ve güzeli, ilmin sahibini aratır. Kendini büyük ve farklı ilan eden “ben”liğe haddini
bildirir, gölge gibi, yok eder. Sen doğal bir taşsın, üstelik de hamsın der,
soyar, bağlar, boyun eğdirir; kuruntusundan, önem verdiği para, makam, güç ve
kudretten arındırır. Artık, akluhikmet, gönül süzgecinden geçirerek, ilim taşır
arş’tan arz’a, ruhtan kalbe. Çünkü, nurlu bir hitap verilmiştir: “dışarıdan
gelecek hiçbir güç ve yardıma güvenmeksizin kendi kendini yüceltmeye çalış,
düşünceye dal, tefekkür et, vicdanının, gönlünün sesini dinle, ulu Yaradan’a
doğru yücel”. Böylece, kardeşlik yolculuğu başlar, kendinden kendine, içe doğru.

Ümit edilir ki bu damıtma ve arındırma süreci sonunda, çırak olgunlaşır ve “kendini
bil” hitabı uyarınca kendini bilir, yaradılışında verilen yaratıcılığı ile
Yaradan’ını arar, bulur, bilir, olur, bildirir. Çünkü, her çalışmada, “uyanık
ve dikkatli ol, görevini her an, her nefesde, düşün, kalbini temiz ve açık tut”
denir. Su-toprak-ateş yolculuklarını unutmadan, bunları ilim-gönül-aşka
dönüştürür.

Eserleşen hamtaşlar, yontu sonrası, menziline, amacına ulaşır, bir eser olarak, bir
kaidenin üstünde, bir meydanı süsler ve herkese, güzelliğe katkısı nedeniyle,
kim bunun müessiri dedirtir, böylece, sevgi mabedinde yerini alır.

Kâmil, olgun insan da evvela elinden tutan, yol gösteren, kendini bilmesine yardım eden kardeşlerine yardım ederek, gönül ve kalplerine girerek, yanal olarak, önlüksüz kardeşlere bile
yayılır; yukarıya doğru da, şükür ederek Yaradan’ına yücelir. Böylece, şükür ve
teşekkürle, yayılıp yücelerek eserleşir.

İyilik doğruluk güzellikleri idrak ettikce, adalet duygusu kökleşir. Bu adalet duygusu
kardeşi haklı kılar Haklı yapar. “her an düşününüz” hitabı gereğince, her an
anarak, her yerde ve her şeyde hakkı gözetmek, onu müşahade etmek, kişiyi Haklı
kılar, her zerreyi sevdirir, sevgiyi pekiştirir, aşka dönüştürür.

Kendini bilmek herkesi ve herşeyi sevdirir, kendisi gibi bildirir. Seven, sevecen,
olgun bir ayrım gözetmeksizin sever, Yaradan’dan ötürü sever. İnsan bilir ki, karşıda gördüğü her eksiklik ve yanlışlık aslında kendi eksikliğinin ve yanlışlığının bir yansımasıdır.
Bakışımız ve görüşümüz taşımızı yontmamıza bağlıdır. Her şey gördüğümüz gibi
olabilir ama hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Bu konuda ulu Hacı Bayram
Veli yardımımıza koşar ve der ki:

Çalabım bir şar yaratmış iki cihan arasında
Bakıcak didar görünür ol şarın kenaresinde
Nagahan ol şar’a vardım, ol şar’ı yapılır gördüm
Ben dahi yapıldım taş ve toprak arasında

Şakirdleri taş yonarlar, yanub üstad’a sunarlar
Allah’ın ismini anarlar, ol taşın her paresinde

Bu sözü arifler anlar, cahiller işüdüp tanlar
Hacı Bayram kendi banlar, ol şar’ın menaresinde
Şar’dan oklar atılır, gelir ciğere batılır
Arifler sözü satılır, ol şar’ın pazaresinde


Yani, zahir ve batından oluşan bir hakikat şehrinde, nereye bakılsa O’nun yüzü
görünür. Derecenin sır veya surlarını geçip hakikate varınca şehre girilir.
Girince görülür ki her anda ayrı bir güzellik zahir olur görülür. Giren kendine
bile baksa, şehrin bir parçası olduğu için, kendi güzelliğinin, cemalinin, fena
ile beka arasında, farklı bir parçasının her an yapılmakta olduğunu görür.
Gerçeği bilenler ham taşları yontar kardeşlerine sunar. Taşın yontulan her
parçasında evrenin ulu mimarını her an anar, görevlerini her an düşünür,
tefekkür eder. Hacı Bayram o şehrin minaresinden, en yüksek makamından,
konuşur, kardeş sofraları gibi Pazar yerlerinde ise anlayanlar arasında
konuşulur, alegoriler ve sembollerle, anlamayanlara bu semboller batar, gül ve
diken misali.

Yontulmuş Taş,

Kardeşliğin temelindeki ülkü “İnsanlık Mabedi”, “Sevgi Mabedi” inşasıdır.
Localarda Hiram efsanesi teması işlenir. Hiram gibi hakikate ulaşmak, sevilecek
kadar sevebilmek, her kardeşin amacıdır. Ülkü kelimesinin anlamı ise “insanı
umut içinde yaşatan, ruhunu güçlü tutan, her zaman erişilemeyen ve uğrunda
özveride bulunmaktan çekinilmeyen yücelik”tir.

Hiram, “yücelmiş varlık”, “insanda tecelli eden Allah” manasını ifade eder ve her kardeş
için Hiram ya da Kamil İnsan olmak bir amaçtır. Ezoterizm tek Tanrılı dinlerden
önce geliştirilmiştir. Hazreti Adem’le başlamış olabilir. Bu akım varlığını
Musevilikte “ “Kabala” ile, Hıristiyanlıkta “Essene’ler” ve “Şövalye Örgütleri”
sayesinde ve İslamiyette “Tasavvuf” olarak sürdürmüştür. Önce sevmek sonra
sevilmek şeklinde özetlenebilir. “Beni seveni ben daha çok severim, ben her kula onun şah damarından daha yakınımdır” iyi bilinen kutsal Tanrı mesajıdır.

Felsefemiz, kardeşlik ortamında, her aşamada, her köşeye, nakış gibi işlenmiştir.
Giriş öncesinde, düşünce odasında, bizi, VİTRİOL, yani “Dünyanın merkezine in,
orada gizlenmiş küp taşı bulacaksın” kelimelerinin baş harfleri,
düşündürmüştür. Ritüelimizdeki “Düşüncelerimiz yüce varlığa doğru yükselir,
dileriz ki, Yüce Varlıkla aramızdaki mesafeyi daha çabuk aşabilmek için ortak
çalışmalarımız bize yeni kuvvetler versin” isteği de aynı kapıya çıkar. Yeni
bir hayata doğan çırak kardeşe kalbini temizlemesi öğütlenir ve O’na ulaşmaya
layık hale gelince O’nun görüneceği müjdelenir. Harici hayattan kardeşliğe
kabulde “bizim yolumuz Nur ve Sevgi yoludur, ancak, kardeşliğin kendine özgü
bir nur’u yoktur, nur kendini bilmekten doğan ‘Hakikat Severlik’ten alınır”
denir.

“Normal” denen bir hayattan, yeni bir hayata doğan çırak kardeş, bildiği
herşey yeni anlamlar kazandığı için, önceden değer verdiklerinin aslında
değersiz olduğunu gördüğü, hırs, kin ve riya gibi duygulardan sıyrıldığı için,
kısaca aslında gerçek olmayan ‘zan’lardan kurtulduğu için yeni bir hayata
başlamıştır. Zanlarının yerine gerçeklerini koydukça sevgisi artmış, sevgisini
paylaştıkça sevgi artmıştır.

Ülkümüze ilişkin araştırmaların, özellikle “yeni bir hayata doğuş” veya
“yeniden doğuş” kavramları ışığı altında, tasavvuf felsefesi alanındaki
araştırmalar ile desteklenmesi Türk Kardeşliğini zenginleştirebilir. Tasavvuf
konusunu ele alan hemen her kitapta bulunabilecek başlıca kavramlar ve deyişler
arasında şunların olduğu bilinir : “ölmeden önce ölmek”, “kendini bilen Rabbini
bilir”, koca Yunus’un dediği “sen çık aradan kalsın Yaradan” ve dediği
zannedildiği “ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm”.

Felsefenin temelinde “her zerrenin Tanrının bir parçası olduğu ve O’ndan
çıkanların yine O’na dönmek için sürekli devinim halinde bulunduğu” esası
vardır. Allah, yaradan değil varolandır ve varolan başka bir varlık da yoktur.
Varolan herşey Tanrısal südûrun, fışkırmanın bir ifadesidir. Kamil insan, Allah’ı kendi içinde, beden mabedinin en kutsal yeri olan kalbinde, bulandır. Bu nedenle, kalbin temiz
tutulması önemlidir. Yüce Varlık kendisini sevenin kalbine sığabileceğini bu
nedenle esas beytullahın, yani Allah’ın evinin, içtenlikle inananın kalbi
olduğunu bildirmektedir.

Özlü bir Kur’an Ayetinin tasavvufi açıklamasında yer alan bir cümle de şöyledir:
“Kul efalinden sıyrıldığında efal tecellisiyle, sıfatından mahvolduğunda
Hakk’ın sıfatlarının verilmesiyle ve kulun fenası halinde vücud-ı hakkaniyi
bağışlayarak zatı ile baki kılar”. Mutasavvıf, böylece, bireyin, bir çeşit
‘ben’cilliği ile kendine ait olduğunu zannettiği “efal, sıfat, zat”ının
aslında, üç aşamada, Allah’a ait olduğunu idrak etmesi halinde, iade ettiği
zanların yerine hakikilerin verileceğini, hakikate ulaşacağını ve Hakk’ı
seveceğini, öyle ki Allah’ın da onu seveceğini, ölmeden önceki ölümle
ölümsüzleşeceğini, açıklamaktadır.

İlk üç aşamada, yalnızca bir kuruntu ve ‘zan’ olan ‘ben’lik, ‘var’lık
iddiasından kurtulunması gerektiği, fani olanın yok olacağı, her doğumun bir
ölüm ile sonuçlanacağı, iş ve fiillerin ancak Allah’ın verdiği güç, kuvvet ve
kudretle mümkün olabileceği bildirilmektedir. Son üç aşamada ise, yetkin
insanın Tanrısallaşması, kendisinde O’nun tecelli etmesi, O’nunla O’nu görmek ve işitmek, Tanrının “yaratan değil varolan” olduğunu idrak etmek olarak açıklanmaktadır. Böylece, yeterince sevebilen kişi, “ben sevdiğim kulumun tutan eli, gören gözü, işiten kulağı olurum” kutsal mesajı kapsamında, sevilir.


Sevgiyi tutkuya ve aşka dönüştürmeyi amaçlayan kardeşlik çalışmalarında
her alegori, ritüel ve sembol bu yolda ve bu yöndedir. Dünyayı gerimizde
bırakıp, ‘ben’likci mevki, makam, zenginlik, güç ve kuvvetten vaz geçtik.
Önlüklü önlüksüz tüm kardeşleri sevmeye, onlara zevkle hizmet etmeye, çevreyi
ve doğayı korumaya, insanlık için kendimizi feda etmeye söz verdik. Evrenin Ulu
Mimarından gelen ezoterik yani içsel, batınî hitaplara kalpten inanarak bizden
isteneni yapar ve yaparken de bize yardım etmesini, yalnız O’ndan, dileriz.
Ölümü göze alıp sırrımızı saklarız. Hoşgörümüzle, gölgeler bize ışığın geliş
yönünü gösterir, yanlış ve hatalar bize doğruları, çirkin ise güzeli öğretir.
Kısaca, gece-gündüz, dişi-erkek gibi çift ve zıtlıklar bize varoluşun, ‘ayet’in
çoğulu olan hayatın, güzellik ve ihtişamını yaşatır.

İyi ki hamtaş olduk, kendimizi yonttuk, yontulduk. Bizi bu güne ve bu
duruma getiren geçmiş her güne, herkese ve her şeye şükür ve teşekkür.

Dileriz evrenin ulu mimarı sevmekte, aşka ermekte, aşkı idrak etmekte
bize yardımcı olur.

Dilerim E.U.M., tecellisi ile, kardeşlik zevk ve neş’emizi sürekli kılar,
sevilecek kadar sevebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder