23 Mart 2012 Cuma

BİZİ BURAYA GETİREN ÜLKÜ NEDİR ?

(sayın okuyucu, aşağıda, 240 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (20 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)

Kitabı okumak için lütfen tıklayınız  
  

Kardeşliğin temelindeki ülkü “İnsanlık Mabedi”, “Sevgi Mabedi” inşasıdır.
Çalışmalarda Hiram efsanesi teması işlenir. Hiram gibi hakikate ulaşmak,
sevilecek kadar sevebilmek, her kardeşin amacıdır. Ülkü kelimesinin anlamı ise
“insanı umut içinde yaşatan, ruhunu güçlü tutan, her zaman erişilemeyen ve
uğrunda özveride bulunmaktan çekinilmeyen yücelik” tir.

Öncelikle, ayrıntılı alıntılar yapmak ve yararlandığım kaynakları
sıralamak yerine, kendilerine özgü kişiliklerinin çok iyi bilindiğinden emin
olduğum birkaç ismi yazmakla yetinmek istiyorum. Bu isimlerin başında, semavi
dinler ile onların kitapları ve peygamberleri arasındaki uyum, bağlantı ve
bütünlüğü çok güzel ortaya koyan çalışmalarıyla kardeşliğin temelini oluşturan
Sahir Erman, bu çalışmaları Kur’an ayetlerine dayanarak daha da geliştiren
Tamer Ayan ve ezoterizm felsefesinin tarihi gerçeklerine inen Cihangir Gener
üstadlar gelmektedir.

Hiram, “yücelmiş varlık”, “insanda tecelli eden Allah” manasını ifade eder ve her kardeş
için Hiram ya da Kamil İnsan olmak bir amaçtır. Ezoterizm tek Tanrılı dinlerden
önce geliştirilmiştir. Hazreti Adem’le başlamış olabilir. Bu akım varlığını
Musevilikte “ “Kabala” ile, Hıristiyanlıkta “Essene’ler” ve “Şövalye Örgütleri”
sayesinde ve İslamiyette “Tasavvuf” olarak sürdürmüştür. Önce sevmek sonra
sevilmek şeklinde özetlenebilir. “Beni seveni ben daha çok severim, bir yaklaşana iki yaklaşırım” bilinen kutsal bir mesajdır.

Felsefenin temelinde “her zerrenin Tanrının bir parçası olduğu ve O’ndan
çıkanların yine O’na dönmek için sürekli devinim halinde bulunduğu” esası
vardır. Allah, yaradan değil, varolandır ve varolan başka bir varlık da yoktur.
Varolan herşey Tanrısal südurun, fışkırmanın bir ifadesidir. Kamil insan, Allah’ı kendi içinde, beden mabedinin en kutsal yeri olan kalbinde, bulandır. Bu nedenle, kalbin temiz
tutulması önemlidir. Yüce Varlık kendisini sevenin kalbine sığabileceğini bu
nedenle esas beytullahın, yani Allah’ın evinin, içtenlikle inananın kalbi
olduğunu bildirmektedir.

Felsefemiz, kardeşlik ortamında, her aşamada, her köşeye, nakış gibi
işlenmiştir. Giriş öncesinde, düşünce odasında, bizi, VİTRİOL, yani “Dünyanın
merkezine in, orada gizlenmiş küp taşı bulacaksın” kelimeleri düşündürmüştür.
Ritüelimizdeki “Düşüncelerimiz yüce varlığa doğru yükselir, dileriz ki, Yüce
Varlıkla aramızdaki mesafeyi daha çabuk aşabilmek için ortak çalışmalarımız
bize yeni kuvvetler versin” isteği de aynı kapıya çıkar. Yeni bir hayata doğan
çırak kardeşe, kalfalıkta, dönemeçli merdiveni, kalbini temizleyerek, çıkması
öğütlenir ve O’na ulaşmaya layık hale gelince O’nun “görünürlüğü” müjdelenir.
Üstadlık derecesindeki “Yeniden Doğuş” inancında ise iradi ölümün dünya
yolculuğunun sonu olduğu söylenerek, bu yolculuk ötesinde vadedilen diriliş ve
ölümsüzlük için, daima ölüm saatini düşünmesi ve son anını hatırlaması istenir.
“Normal” denen bir hayattan, yeni bir hayata doğan çırak kardeş, bildiği
herşey yeni anlamlar kazandığı için, önceden değer verdiklerinin aslında
değersiz olduğunu gördüğü, hırs, kin ve riya gibi duygulardan sıyrıldığı için,
kısaca aslında gerçek olmayan ‘zan’lardan kurtulduğu için bu yeni hayatta
yaşayabilmiştir. Zanlarının yerine gerçeklerini koydukça sevgisi artmış, sevgisini
paylaştıkça sevgi artmıştır.

Ülkümüze ilişkin araştırmaların, özellikle “yeni bir hayata doğuş” ve
“yeniden doğuş” kavramları ışığı altında, tasavvuf felsefesi alanındaki
araştırmalar ile desteklenmesi Türk Kardeşliğini zenginleştirebilir. Tasavvuf
konusunu ele alan hemen her kitapta bulunabilecek başlıca kavramlar ve deyişler
arasında şunların olduğu bilinir : “ölmeden önce ölmek”, “kendini bilen Rabbini
bilir”, koca Yunus’un dediği “sen çık aradan kalsın Yaradan” ve dediği
zannedildiği gibi “ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm”. (bu soruyu kendine
“göründüm diyen Yunus olabilir mi” diye tekrar sorduğunda herkes Yunus
olmadığını anlıyor!)

Özlü bir Kur’an Ayetinin tasavvufi açıklamasında yer alan bir cümle de
şöyledir : “Kul efalinden sıyrıldığında efal tecellileri ile, sıfatından
mahvolduğunda Hakk’ın sıfatlarının verilmesiyle ve kulun fenası halinde vücud-ı
hakkaniyi bağışlayarak zatı ile baki kılar”(*). Mutasavvıf, böylece, bireyin,
bir çeşit ‘ben’cilliği ile kendine ait olduğunu zannettiği “efal, sıfat,
zat”ının aslında, üç aşamada, Allah’a ait olduğunu idrak etmesi halinde, iade
ettiği zanların yerine hakikilerin verileceğini, hakikate ulaşacağını ve Hakk’ı
seveceğini, öyle ki Allah’ın da onu seveceğini, ölmeden önceki ölümle, kalanın,
bir anlamda Hakk olarak, ölümsüzleşeceğini, açıklamaktadır.

İlk üç aşamada, yalnızca bir kuruntu ve ‘zan’ olan ‘ben’lik, ‘var’lık
iddiasından kurtulunması gerektiği, fani olanın yok olacağı, her doğumun bir
ölüm ile sonuçlanacağı, iş ve fiillerin ancak Allah’ın verdiği güç, kuvvet ve
kudretle mümkün olabileceği bildirilmektedir. Son üç aşamada ise, yetkin
insanın Tanrısallaşması, kendisinde O’nun tecelli etmesi, O’nunla O’nu görmek ve işitmek, Tanrının “yaratan değil varolan” olduğunu idrak etmek olarak açıklanmaktadır. Böylece, yeterince sevebilen kişi, “ben sevdiğim kulumun tutan eli, gören gözü, işiten kulağı
olurum” kutsal deyişinin idraki içinde, sevildiğini anlayabilecektir.

Sevgiyi tutkuya ve aşka dönüştürmeyi amaçlayan atelyelerde her alegori,
ritüel ve sembol bu yolda ve bu yöndedir. Dünyayı gerimizde bırakıp, ‘ben’likci
mevki, makam, zenginlik, güç ve kuvvetten vaz geçtik. Önlüklü önlüksüz tüm
kardeşleri sevmeye, onlara zevkle hizmet etmeye, çevreyi ve doğayı korumaya,
insanlık için kendimizi feda etmeye söz verdik. Evrenin geometrik düzenini
kuran, yücelerin yücesi, ulu mimardan gelen ezoterik yani içsel, batınî
hitaplara kalpten inanarak bizden isteneni yapar ve yaparken de bize yardım
etmesini dileriz. Ölümü göze alıp sırrımızı saklarız. Hoşgörümüzle, gölgeler
bize ışığın geliş yönünü gösterir, yanlış ve hatalar bize doğruları, çirkin ise
güzeli öğretir. Kısaca, gece-gündüz, dişi-erkek gibi çift ve zıtlıklar bize
varoluşun, ‘ayet’in çoğulu olan hayatın, güzellik ve ihtişamını yaşatır.
Dilerim Evrenin Ulu Mimarı, tecellisi ile, kardeşlik zevk ve neş’emizi sürekli
kılar, sevilecek kadar sevebiliriz.
--------------------------------------------------------------------
(*) Kemaleddin Abdürrezzak Kaşaniyyüs Semerkandi, “Te’vilat-ı Kaşaniyye”, Cilt 1 s. 3, yeni yazıya aynen aktaran, Y. Müh. M. Vehbi Güloğlu, Kadıoğlu Matbaası, Ankara, 1987.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder