Kontrollü Mükemmelleşme!
İnsan, kendisine bağışlanan ilim ve İlmi idrak edecek Aklı kullanmadan öncesi
ve sonrası olmak üzere, iki durumda olabilir. İlk durumda yani kendini bile
bilmeden önce, Kendisi, Çevresi ve Evreni, karma karışık, sorunlarla doludur. Kendini
bilince ise her alanda cevap ve çözümler olabilir. Âlem, Âdem için; Âdem, Allah
içindir, Halifesidir. İlim idrak edilince; Evrende, Ruh, İlim, Akıl, Hayal,
Hafıza, Tasavvur ve Vicdan ile donatılıp İnşa edilen ‘İnsan’ ile ‘Eşya’ denen
Cansız ve Canlılar, Bitki ve Hayvanlar olduğu anlaşılabilir. Eşyanın her
zerresinin, en başından itibaren, zaten olması istendiği gibi kontrol altında,
olduğu, oluştuğu, görülebilir.
Özgür İrade ile Allah’ın Halifesi olarak inşa edilen İnsanın davranışlarının
ise ne kadar Allah’ın istediği gibi olduğu, Yaşamında kontrol altında olabilir!
Herkes Doğru Yoldadır, İyiler Cennete, Kötüler Cehenneme doğruca götürülür!
“Eşyanın mahiyeti, özü, aslı ve esası, görünen maddenin hakikati, Hakkın gölgesi
olan ‘İlim’dir. Nasıl ki gölge; Güneşin, aydınlığın, nurun varlığına
delildir; maddenin her zerresi de
enerjiye nispetle, kıyasla, hakkın varlığına, ardındaki bilimsel özelliklere
sahip bilgiye, ilme, delildir. Bilinmelidir ki eşyanın mahiyeti ve görünenin
hakikati, hakkın gölgesi ve mutlak vücudun sıfatının işaretidir, kanıtının
ortaya çıkışıdır. Kütlenin, görünen
enerji olan ışığın hakikati, hakkın gölgesi olan ilme, bilimsel özelliklere,
sahip kuvvetlerdir. İzdiham eden kuvvetler, gölgeleşip cisimleşir. Kütlenin
hakikati bilinirse, kütlenin görünen ışık enerjisi olduğu idrak edilir. İzafi
vücut, Mutlak vücudun ortaya çıkmış, görünür, aşikâr olmuş sıfatıdır. Her cisim,
ışır, ışık saçar, ışınım halindedir, hakikatini görünür kılar, enerji yayarak
yanar.” (25 Furkan, 45) “İlim, kalpte kök salıp sahibine muhalefeti mümkün
olmayacak surette damarlarıyla nefiste yerleşendir. Et ve kan ile karışarak azalarda
eseri zahir olan, bedeni kullanan, ilimdir. Hiçbir organ veya aza ilmin
gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her şey ilminin aynıdır.
Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için, cahiller anlayamaz. Bu
nasihatleri, kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan, saf akıl sahipleri
anlar. Çünkü onlar zahirin, davranışların, ilmin eseri olduklarını, ilim ile
tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu ile
karışık akıllar, tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve bu
ilmi anlayamazlar. Bu ilim, tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda durmaz,
gider.” (39 Zümer, 9) “Sizin üzerinize gönderilen hıfz edici kuvvetler, Hakkın
kuvvetleridir. Bu kuvvetler, merkezî kontrol altındadır ve yerinden
yönetilirler, özgürce hareket ederler. Sizler tabedilmiş ve basılmış nüshalar
halindesiniz. Bedenden sıyrılıp çıkmanız halinde, durum size apaçık aşikâr olur.
Söz konusu olan kuvvetler, sizlere münasip suretlerle temessül eder, suretleşir,
cisimlenir, bedenleşirler. Suretlerin bir kısmı ruhanî latif kuvvetler, bir
kısmı da cismanî kesif kuvvetler halinde oluşur. Suretler, hayvanlar bitkiler
gibi her çeşit canlılar ve organları halinde de oluşabilir, teşekkül edebilir.
Organlar, hal lisanıyla yapmış oldukları işleri, göz gördüğünü, kulak
işittiğini gibi, kendilerini söyler. Hafıza, tüm olay ve eylemlerin
ayrıntılarıyla nakşolunduğuna işaret edilen, ‘Semavî Kuvvetler’ olarak bilinir.
Ruhunun bedenden ayrılması anında, bu nakışların tümü zahir olur, kişinin
kendisine görünür. Her kişinin, her ameli ayrıntılı bir şekilde kendisine sayılır,
gösterilir.” (6 Enam, 61)
“Sonra gölgeyi ifna ederek, ortadan kaldırarak, elde tutabiliriz. Her an, mevcut olan herhangi bir şeyin fena
bulması, evveline, oluşuna nispetle kolaydır. Ele alınan her şey, her an,
başka bir mazharda zahir olur. Var olanın fena bulmasının, onu ortadan
kaldırmak olmadığına, o şeyin suret ve hakikatine, ezelde ve ebeden kaydeden
akıl şahitlik eder. Akıl Hakkın elidir. Tutuş ve ifna, o şeyin değişime
uğramasıdır, tamamen yok olması değildir. Yok, ifna, ediş mevcut olanın bir
önceki halini, hakkın eli veya pençesinden ibaret bulunan, akılda
bulundurmaktan men etmek ve yeni haliyle kaydetmektir.” (25.46) İnsan, ancak,
varlığına inandığı, zannettiği, iradesiyle, maddeden arınıp soyunup, amacına
ulaşır, Hakka kavuşabilir. “Mevt ile Hayat, harekâtı iradîyedir; hayat,
iradenin olması, mevt ise iradenin olmamasıdır. Yaşam ile Ölümün halk
edilmesinin amacı, maluma tabi olan ilmin insanlarda uygulanarak ortaya
çıkışıdır. Malumun zuhuru ile zahir olan Allah’ın ilmidir.” (67 Mülk, 2)
“İnsana, ilim öğretir ve kudretimizle onu kadir kılarız. İnsan; İlâhi Vücudun
vasıtası ve Kudretinin vekilidir.” (16 Nahl, 75) Kutsal hadis: “Kulum, güzel
ahlak ile bana yaklaşırsa ben kulumu severim, sevdiğim vakit, işittiği semi
sıfatı Kulağı, gördüğü basar sıfatı Gözü, tuttuğu kudretli Eli ben olurum.” (19
Meyem, 96) “Göklerin ve yerin muhafazası, Yaratıcıya ağırlık vermez, manevî
âlem onun Batını, suretler âlemi onun Zahiridir, onunla mevcuttur, gayri
değildir.” (2 Bakara, 255) “Şaki, kötülük yapan, nardan, ateşten, yanmaktan
çıkmaz, ateşin bir tabakasından, derecesinden, diğerine geçer. Şaki, Birlik
haysiyetiyle Rabbi ile beraberdir. Rabbi onun nasiyesinden yani perçeminden
tutar ve sıratı müstakim, doğru yol üzerindedir. Nefsinin heveslerinden ibaret
olan rüzgârının yularından çekerek onu cehenneme sürükler, cehennem ona nimet
olur. Kötülüklerle ulaşmak istedikleri küçük ve geçici zevklerle mutlu olur. Bu
takdir üzere ebedî şakî olmaz. Keza said, iyilikler yapan, kişiler de bunun
gibidir. Zira saîdin intikali de; cennetlerde ve cennetin derecelerindedir. «Ehadiyet-i
Zât» da fenası ve «sebehat-i Cemâlde, cemalini görme ateşinde» aşk ateşiyle
yanmasıdır. Bu yanmak, «makam-ı müşahede» de Ruhun vücuduyla olmayıp, şahit ve meşhut, şahit olan ve şahit olunan,
Hak olmak ve gayrin, ayn ve eseri baki kalmamak derecesinde; gören göz, işiten
kulak, hatırlayan kalp-i beşer olmaksızın, «Şuhûd-i Zâtiy-i Ehâdî» ile olandır.”
(11 Hud, 107) Akıl mı bizi, biz mi Aklı kullanırız, İdrakimize kalmıştır!
“Önemli olan maddedir, mana maddenin bir üretimidir!” yanılgısına
düşülmezse, her parçacığın bir bilgi ve bilinçle halk edildiği görülür. Bilim,
bize evreni indirgeyip anlatır. Aynı kapsamda, Allah ehli, Allah’ı, indirgeyip,
“Allah yerin, göğün nurudur” ayetiyle anlatır. Bu ayetten ‘Bilince’ tırmanıp
yücelmeyi yalnız insan başarabilir. İnsan, indirilenlerle yetinmeyip, bilgilere
tutunup, yücelmeyi bilmelidir. Einstein, “Olabileceğimi olabilmek için, ne olduğumdan
vazgeçmeliyim” demiş. İnsan da Hakka ulaşmak amacıyla, Halk olmaktan,
benlikten, soyunmalıdır. Var ise de yok ise de, İrademizle, Hakkın eli olan,
Aklı kullanırız!
Umarım biz de Hakkın eli olarak verilen Akılla, İlmi İdrak ederek, Hakka
ulaşabiliriz!
Necdet Altınay, 14122024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder