Resulün Mührü 19122020
Resulümüz Ahmet-i Mahmut-u Muhammed Mustafa (S.A.V.) insanlık tarihine
önemli bir katkıda bulunmuş ve katkısına mührünü vurmuştur. İnsanlık tarihi,
Âdem ile başlar Resul ile Hakk’a ulaşır. Bu ulaşım yolu diğer bütün yolların
özeti ve özüdür. Halkı Hakka ulaştırır ama yolu ve yöntemi kendine özgüdür.
İnsan olmanın düzeni ve insanlığın kullanma kılavuzu olan ‘Kuran’ resule inmiş
ve yaşamında uygulamıştır. Ayetlerin yani delillerin Âlemde ve Âdemde özel yerleri
vardır. Sure ve ayetler okunduğunda, baş kaldırılıp Âlem veya Âdeme bakılırsa, yerleri
bulunup görülebilir.
Ayetlerin bir kısmı “Muhkem”, anlamı değişmez ve
değiştirilemez; bir kısmı da “Teşbih” edici yani teşbihlere dayanan, hikâyeler
gibi anlatılan, olarak açıklanabilir. Bu gerçeği bildiren ayet de vardır zaten.
Bu nedenle olacak, en azından bazıları için, ayetler kadar Resulün açıklamaları
da önem kazanabilir. Yerine, zamanına ve ilgili olaylara göre ayetlerin önem ve
anlamları değişebilir. Marifet, teşbihleri muhkemler ile aynı anlama
getirebilmektir. Günümüze kadar gelen açıklamalara bakıldığında ayetlerin
toplumsal anlamlarında çok farklılıklar olduğu görülebilir. Sosyal yaşantı ve
topluluklar farklı yorumlara ulaşabilir. Oysa bireysel düzeyde yapılan
açıklamalarda hiçbir fark görülemez. Günümüz âşıklarından, Yunus ve Mevlana’ya,
Resule kadar en ufak ayrılık mümkün değildir. Elden ele, ağızdan kulağa geçen
mektup ve mesaj aynıdır ama zarfı farklı olabilir. Her yiğidin bir yoğurt
yiyişi vardır. Süt ve maya aynı olduğu sürece, yoğurt aynı olduktan sonra
herkes farklı yiyebilir. Nasıl yenirse yensin yoğurdun etkisi aynıdır.
“Her şey ilminin aynıdır; şeyin, ilminden ayrı ne ismi ne
cismi ne de resmi olabilir” ayettir. Bilim de aynı gerçeğe gelmiştir. Her
‘şey’, ‘infosunun’ deposudur, ilminin aynıdır. Şey, kara deliğe düşse info
kaybolmaz, yeniden diriliş için, bilgisi kalır. Canlıların özellikleri
DNA’larına genetik bilgi olarak konmuştur. İnsan ise “Fıtrat” ile ayrıca
donatılmıştır. Herkes fıtratına kazınanları gerçekleştirir. DNA ve Fıtrat,
yaşamın koşullarına göre açılım gösterip, içindekileri ortaya koyar. Batında ne
varsa zahire o çıkar. Belki de Halk zahir, Hak batın denmesinin nedeni budur.
Halk, aynen Hak’tır da denir. Her şey Hakk’ın ilminden hakkını, Hakça aldığı
için, aldığı kadar, aldığı şekilde, var olur. ‘İlim, Hakk’ın gölgesidir, delilidir’.
Resul ile Hak arasında geçen hadislerden biri “Sen
olmasaydın Âlemi yaratmazdım” deyimidir. Âdem, ilk insan ve ilk peygamber
olarak bilinse de, “Âdem, Muhammed’in nurundan yaratılmıştır” denir. Ruhun nuru
olur, ışığın aydınlığı gibi. Bu açıdan bakıldığında tüm madde için “Beden-i
Muhammed’i”, tüm mana için “Ruh-u Muhammed’i” denmesi normaldir. “Mana” tüm
ilim, idrak ve iradeyi kapsayabilir. “Madde” ise mananın görünür hali olabilir.
Kısaca, mana tüm kuvvetlerin toplamı; madde de kuvvetlerin ortaya çıkışı,
potansiyelin kinetiğe dönüşümü, olabilir. Bilimsel bulgular da maddenin,
kuvvetlerin Higgs bozonu içinde toplanmasından oluştuğunu kanıtlamıştır. Benzer
anlamda ‘kalbin, izdiham eden kuvvetlerden oluştuğu' ayetlerde belirtilir.
Vakum ortamında var olup yok olan zerrelerden birinin ani genişlemesiyle
evrenin oluştuğunun bilimsel kanıtları bulunmuştur. Ayet ise ‘var olsun yok
olsun eğlence olsun diye yaratılmadı her şeyin bir amacı vardır’ der.
Rivayete göre, Mekke’nin fethinden sonra sıra Kâbe’deki
putların kırımına gelir. Hz. Ali ile Resul alt kattaki küçük putları kırar ve
sıra yukarıdaki büyük puttadır. Ali, ‘ya Allah’ın resulü çık omzuma kır büyük
putu’ der. Resul ‘ya Ali sen beni çekemezsin, kaldıramazsın sen çık da kır’
der. Ali, Nebi’nin omzuna çıkınca, nübüvvet mührünü görür, başı göğe değer ve
büyük putu anında kırılır. Rivayet edildiğine göre o, ‘benlik putu’ idi. Bütün
savaşlardan sonra Müslümanlar, kâfirlerle yapılan savaşlardan rahata erince;
Resul, ‘sıra geldi savaşların en büyüğüne, Nefis mücadelesine’ demiştir. Kâbe’nin
içindeki eylem böylece dışarıya aksetmiştir.
Somut anlayış ve anlamların, soyut anlatımları çok
gizemlidir. Beden Mekke’sindeki Kalp, Kâbe’yi anımsatabilir. Mekke’den
Medine’ye hicret de, Dünya telaşından beyinsel düşünce aktivitelerine göç edip,
bilinçlenmeye geçme olabilir. Bilinçlendikten sonra, idrakten idraksizliği
görüp, idraksizlikten idraki görebilir insan. Yaşamak için yaşayanlardan
bazıları, yücelmeyi amaç edinebilir. Benliğinin farkına varan bazıları da
benliğinin ötesini merak etmeyebilir. Çokluk içinde, diğer mevcudatla birlikte,
uyum içinde, mutlu olabilir. Kesretin Vahdet olduğuna kulak vermeyebilir.
Nefsiyle barışık yaşamak en kolayıdır. Savaşların ve mücadelenin en büyüğü olduğu
söylenen ‘cihat’ olayına girmek; gerçekten azim, kararlılık, cesaret, kendini
vermek, adamak, tabi olmayı gerektirebilir. Üstat, dirilmez, en az üç yetkilinin
işbirliğiyle ‘diriltilir’, hayata döndürülür de üstat olur.
“Mitokondrilerinde mutasyona uğrayan bir gen, genellikle,
20 veya 30 yaşlarındaki erkekleri, 30 veya 50 binde bir ihtimalle, retina
hücrelerini öldürerek, kör eder. Konu Genetik Mühendislik konusudur. Mutasyona
uğrayan genin, normali ile değiştirilmesi düşünülür. Virüslerin hücreye girip genlerini
DNA’lara kopyalamasından yararlanılır. Bir virüs ele alınır ve kendini
kopyalayamasın diye de önce kısırlaştırılır. Kısır virüse normal gen yüklenir.
Virüs gözün retinasına enjekte edilir. Hastanın bir gözüne enjekte edilse de
virüsün, hastanın optik sinirlerini kullanarak, diğer göze de geçtiği ve onu da
iyileştirdiği görülür.” (1) Bu hafta yayınlanan bu
bilimsel makale, insanın doğal olanı araç olarak kullanımı konusunda sınır
tanımadığını gösterebilir. Cansız, yeni bir virüs yaratmak yerine, var olanı,
mevcut olanı, verilen aklıyla, amacına uygun kullanmada sınır yok. “Nimetlerle
kendimi sevdirdim” ayetine uygun bir davranış. Bir adım ötesi nimetleri vereni
aramaktır.
Varsan eğer, baktırır, besletir hepsini / Çık aradan, bakıp da bildirir,
kendini!
Umarım biz de Nübüvvet Mührünü görebilenlerden
olabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder