9 Nisan 2013 Salı

Her Şey Halk Edilir İnsan Yaratılır !

(sayın okuyucu, aşağıda, 237 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (15 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)

Kitabı okumak için tıklayınız:
Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz.


          Kitap, Kur’anı kerim ona, hitap ona hem de akıllı olanına, insanın kitaptaki yeri çok geniş ve önemli. Kendini bilsin ki öğreticisini, yaratıcısını bilsin. Evrim süreci gerektiren tüm mevcudat içindeki yeri ve önemine değinilmiş kitapta, özellikle, insanın, evrimsel gelişimin ötesindeki, devrimsel yaratılışı anlatılmıştır. Evrimsel gelişim canlılığın, hayatın tek hücreliden insana kadar gelişimi sürecidir. İlk insan olarak kabul edilen Âdemden Habib’ine kadar olan süreç ise insanın yaratılış sürecidir, bu süreç devrimseldir, yeni, yararlı, örneği olmayan bir insan yaratılır ve süreklidir. Söz konusu süreçte insan nasıl geriye gidebilir, aşağı düşebilir, nasıl hayvansal düzeye inebilir, nasıl yukarı çıkabilir, yükselebilir, fıtratını gerçekleştirerek insan-ı kâmil olabilir ve nasıl olur da habip olarak yücelebilir, aşağıda incelemeye çalışalım.

          Kitapta insan diğer canlılardan farklı bir şekilde ele alınır. Sure ve ayetlerden bazılarında çekirge, fil ve örümcek gibi hayvanlar yer alır, özellikleriyle anlatılır, kıssadan hisseler çıkarılır. Bazı insan davranışları için de hayvanlar âlemine inilir. Örneğin, yalan ve iftira suçların en ağırıdır. Konuşma insanı insan yapan özellik olduğu için bu yeteneğin yanlış kullanılması insanı hayvanlıktan da aşağı konuma indirir. Bedensel, nefsanî ve hayvansal davranışlar insanın kendine zararlıdır oysa yalan ve iftira bir başka insana, kula zarar verir ve “kul hakkı” doğurur bu da şirktir, Tanrı affetmez. Zina şehvetin, cinayet gazabın azgınlığı ve hâkimiyeti sırasında ortaya çıkar, sonra pişmanlık duyulduğunda, af dilenmesiyle insanlığa dönüş gerçekleşebilir. Havva’nın ve dolayısıyla Âdemin konuşma ile aldatıldığı şeytanlık büyük günahtır. Yüce, ulvî değerler doruk ise, bu tür aldatma dip, yani, esfel-i safilindir.

          “Dünya üzerinde hareket eden hayvanların her sınıfı kendilerine özgü bir sudan, yani kendilerine özgü bir ilimden halk edilmiştir. Her birinin kendisine özgü bir akıl, fikir ve düşünce sistemi vardır.  O her ilmin bir ameli olmak üzere amellerin inşasında dilediğini halk eder. En aşağılık yaratıkların arasından dilediğine ilim, bilgi ve hikmet verir ve tevhit ile hidayet eder. Her yaratılmışın bir ilmi vardır ama tevhit ilmi yalnız Âdem ve oğulları içindir O’na götürür.”

            Tevhit ilmi, her olmuş ve olacağı kapsayan kitapta, ledün ilmi, yani, her şeyi, zaman ve mekânı kapsayan ilim olarak anlatılır. İlim ve amel üzerinde durulur, ilim sahibi olanların ne yapıp ne yapmayacakları anlatılır. İlim akıl aracılığı ile ruhtan kalbe iner, amel olarak bedene ve nefse yayılıp onlara hâkim olur. Elde edilen yeni bir bilgi beden ve nefiste yeni davranışların doğumuna sebep olur. Bu açıdan ilim ve edinilen bilgi erildir, etkiler, fikir ve uygulamaların doğumunu sağlar. Beden ve nefis dişi özelliği gösterir, etkilenir, kişiye ilmine göre amel, uygulama fırsatı doğurur. Bu eril ve dişil özellikler “bir başka beşer eli değmeden yapılan doğum”, “bakirelik” tarihî kavramını ortaya çıkarır.

          “Bir bütün olarak ve ayrıntılı bir biçimde tevhit ilmine sahip olduklarını ve gerektirdiği ameli gösterdiklerini iddia edenlerden bir kısmı daha sonra her şeyi mubah görerek geriye döner”. İşte bunlar “ilmi billâh” ile mümin değildir. “Ruh ile beden denizleri birbirine karışmayacak şekilde iç içe yaratıldı. Ruh denizi saf ve lezzetli; cisim denizi ise başkalaşan, değişim gösteren, lezzetsizdir. Ruhun kesafet kazanarak kederlenmesini önlemek ve cismin ruh ile nurlanmasını sağlayabilmek amacıyla ikisinin arasına hayvanî nefis berzahı, ara yüzü kondu. Berzah âlemi her ikisinin diğerinden sığınabileceği bir yerdir. Nur, eşyanın kendisiyle zahir olduğu şeydir. Ruhun nuru ile aydınlanmış bir kalp lambalıkta zeytinyağı yakan cam kandil gibidir. Kendisi aydınlandığı gibi başkalarını da aydınlatır. Zat, nurun zuhurunun şiddetinden hafidir, gizlidir, görünmez!”

             Tevhit ilmi ile insana hakiki dirilik verileceği müjdelenir. İnsanın aslında uykuda olduğu, ilim alıp uyanınca yaşamaya başlayacağı anlatılır. Gece ve gündüz, uyku ve uyanıklık ile misal âleminde çeşitli gerçeklere değinilir. Gece ölüme, gündüz yaşama benzer. Sabah olunca ölüye benzeyen nefisten diri bir kalp çıkar, ihya olur. Gün boyu kalp ruhtan aldığı nur, anlayış, idrak ile çalışma ibadeti yapar, ulvî hayat başlar. Akşam olunca çalışmakta olan kalpten, aletsiz, zamansız, örneği olmaksızın ve mekânsız nefsin çeşitli halleri ortaya çıkar, nefsanî hayat yaratılır, ihya edilir. Bu durum, bir açıdan, iradî mevtten, ölümden sonra beden arzının dirilmesi, ihya edilmesidir. Burada gece, sabah ve gündüz derken iki durumu açıklığa kavuşturmak gerek. Birincisi dünya ve güneş olayları ikincisi kendisi bir âlem olan insan ve hakikatin nurunun parlamasıdır.

          Dünya mekânında güneş doğar gece ölüsünden diri bir gün doğar. Mekân olarak bireysel bedende ise hakikat nuru doğunca kalp çalışmaya, ibadete ulvî yaşama başlar. Ulvî, ilâhi yaşamda teklik, birlik hüküm sürer. Kalbin bireysel çalışmasına tam teslimiyetle iradî olarak son vermek bireyin iradî ölümüdür, kişiye kişisel düzeyde parlayan hakikat nuru inmiş, gurup etmiş, bireysel düzeyde akşam olmuştur. Kalp aklın ruhtan aldığı nur ile tam teslimiyete, fakirliğe giderken nefs de mertebe atlar. Emmare, levvame, yerme, mülhime, ilham alma makamlarını geçer. Böylece yücelen kalpten nefsanî nefis bir hayat yaratılır. Nefsin raziye, razı olan ve marziye, razı olunan mertebeleri ihya edilir, beden arzı dirilir. O’ndan razı olan ve O’nun razı olduğu nefs arzı dirilir. Bu durumda bedende ihya olan nefsanî hayatın doğurganlığı veled-i kalp yaratır, çünkü kalpte eril Ulvî, İlâhi yaşam tam teslimiyet sonucu vahdet, teklik, birlik hüküm sürerek çalışmaya devam etmektedir. Veledi kalp, kalbe inen ruhun nuruyla dirilir, ruhun mazharı, göründüğü yer olur. Kalp çocuğu ölümsüz ruh ile doğmuş, dirilmiş olur. Habib’inde görüldüğü gibi, ikinci doğuş ile kâmil insan yaratılmış Âdem ile başlayan devrimsel süreç tamamlanmış olur.

          Keza, siz de böyle bir sürecin son aşamasından geçilerek yaratılan insan neslinden yaratılmışsınızdır. Dostluk ve muhabbet etmeniz amacıyla nefsanî tarafınıza meyletmeniz için ruhunuza bedensel bir eş, zevce izhar edilir. Ruh ve kalp tarafınız ile nefis ve beden tarafınız arasında, rahmet olarak, muhabbet oluşur, fikir doğar, maya çalınır. Nefsiniz ruhun nuru, anlayış ve idrakiyle kurtuluşa erer sefa bulur, neşelenir, tatmin olur. Böylece, nefsin fıtratında olan doğurganlık rahminde kendisine itaat edici bir kalp veledi bağışlanır. Onun bereketiyle nefis de hidayet bulur ve ahlakıyla ahlaklaşıp kurtuluşa erer. Ruh da nefsi etkilediği ve kendisinin idrak edilmesini sağladığı için; ruhun nurunun idrakine erişen yeni bir hayat verdiği, anlayışının hayata geçirilmesini sağladığı için nefsi sever. Allah’ın, bağışlanmış bulunan veledi, yeniden doğuşu, mübarek kılarak rahmet etmesiyle yeni doğan kalp veledi ruh ile dirilmiş olur. Bu diriliş ile ruh terakki eder ve onunla kemali, olgunluğu zahir olur, ortaya çıkar. Bu halk edişlerde tefekkür edenler için olgunlaşma fırsatı vardır.

          Dünyevî yaşam, yaradılışında doğurganlık olan nefisle, ruha eşlik edecek bedenin muhabbet için verilişinden ve kalp veledinin rahmet için ihsanından sonra gerçek canlılığına ve amacına kavuşur. “Tevhit ilmi ile ruh verilir ve dirilir. İşte bunlara fenadan sonra bilgilerimle bilgili, ilmim ile âlim, sıfatımla mevsuf, sıfatlanmış vücut vardır”. Benim mülküm O’nundur diyerek O’nda fani olan O’na dönerek O’nunla baki olur. Sen çık aradan kalsın yaradan!

             İnsan “ben öldükten sonra dirilecek miyim?” diye soruyor. “O insan düşünmez mi ki halk edilmeden önce bu şahadet âleminde o hiçbir şey değildi. Halktan önce vücudu yoktu, mevcut değildi, yok idi. Sizi madde denizinden, balçıktan halk ve izhar etti, görünür kıldı, zahir etti. Sonra size biri belirli diğeri belirsiz iki tür ecel kaza eyledi. Belirsiz ecel fıtratınızdan gelenidir. Tevhit ile fıtratını gerçekleştiren, teslimiyetle fakirliğe erişen, iradî eceldir. Diğeri, Allah’ın indinde belirli bir vakitteki doğal eceldir. Her yer ve gökte eşya ve mevcudat suretinde zahir olan O’dur. Gizli ve aşikâr her şeyi bilir ve hükmeder”.

            Ricalün, hak ile kaim tecrit ve tefrit olan rical yani kâmil âdemler dünya işleri ile ilgilerini sürdürür ama zikirleri daimdir. Fenada Şuhut namazını kılar bekada irşat, öğretme ve tekmil, açıklama, tamamlama zekâtını verirler. O kâmil erler, belki de, sır ile dolu kalpleri ve basiretli görüşleriyle fena bulup hak ile kaim olarak bakiyenin zuhurundan ve benliğin bekasından korkarlar”. Ayet: “Başkalarının yanıldığı hususları bilsen ve onlara anlayış göstersen de, seni sevsinler diye, sen de onlardanmışsın gibi aynı taraftanmışsın gibi yapma noksan sıfatları üstlenme. Bütün insanların ve insanlığın vekili olduğun için tarafsız bir şekilde eksiklik ve yanlışlıkları göstermeye devam et. Rab’bin suret-i halk ile perdelendi, ben senin suretinle zahir oldum, artık halk suretinde benimle kaim ol, Haktan halka geri dönüşte Hak ile halk ol. Yaratışın ve halk oluşun, halk edilişin, halkın tümünün temsilcisi olarak da insan seçildi. Yaratılmışların seçilmişi olan insan kan pıhtısından yaratılmıştır”.
      
    Yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır” buyrulur. Yüce Hak, sıfatını, bir şeyin açığa çıktığı yeri yapmak suretiyle; her şeyin yaratılışını, meydana getirilişini güzel yapan yüce, ulu olan zattır. Çünkü güzellik ifadesi sıfata aittir. Yaratılmış olan varlıkların tamamı sıfatın mazharıdır. Ancak “İnsan-ı kâmil”, olgun, kâmil insan, bu özellikten ayrı tutulmuştur ki o, Zat olan cemal’e özel kılınmıştır. Bu sebepten; kâmil insan, tam teslimiyet ile en güzel ahlaklı olarak en uygun kıvamda ve yaratılışın adaletlisi olarak orta halde bulunan, iki tarafını bir etmeye mahsus kılındı, tahsis edildi. Orta halde olması sebebiyle, yüce Hakk’a ait olan ruhu kabul etme kabiliyetinde oldu. Kâmil insana bahşedilen veledi kalbe, kendi ruhundan üfledi. İnsana Hakk’ın ruhundan üflenmiş olmasıyla, bu insan cinsiyle, yaradılış sona ermiş olup, Hak görünür, zahir oldu.

          Ruhu kabul yeteneği gösterilmeden, kalbin veledi doğmadan, ruh üflenmez. Eşyanın insana yükselişi evrimsel, insanın benliksiz, bencilliksiz ve gayriden bakiyesiz, tam fakirlikle kemale yücelişi böylece devrimseldir.

Not: İlgili ayetler; 24 NUR 24/45, 25 FURKAN 54, 96 ALAK 2, 30 RUM 20, 19 MERYEM 67, 6 EN’AM 2, 32 SECDE 7, 32 SECDE 8,  32 SECDE 9, 2.157. Bu ayetlerin sentez edilmeden, sadece analiz için ayrı ayrı okunması halinde anlamak zor olabilir. Her ayette bir başka konu ele alınıyor gibi gelebilir.  Örneğin, insanın çamurdan mı, kan pıhtısından mı, sudan mı yaratıldığı anlaşılamaz, zıt görüşler gelişebilir. Yukarıda bu ayetlerin tümü tevhit ışığı altında birleştirilmeye çalışılmıştır. Evvelinde çamurdan, doğadan, sonra sudan yani ilimden, kan ise kalbin veledi için kurban da olabilir, fena bulan, yeniden doğuşu mümkün kılan da. Bağışlayınız lütfen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder