Kitabı okumak için tıklayınız: Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz. |
Kitap,
Kur’anı kerim ona, hitap ona hem de akıllı olanına, insanın kitaptaki yeri çok
geniş ve önemli. Kendini bilsin ki öğreticisini, yaratıcısını bilsin. Evrim
süreci gerektiren tüm mevcudat içindeki yeri ve önemine değinilmiş kitapta,
özellikle, insanın, evrimsel gelişimin ötesindeki, devrimsel yaratılışı
anlatılmıştır. Evrimsel gelişim canlılığın, hayatın tek hücreliden insana kadar
gelişimi sürecidir. İlk insan olarak kabul edilen Âdemden Habib’ine kadar olan
süreç ise insanın yaratılış sürecidir, bu süreç devrimseldir, yeni, yararlı,
örneği olmayan bir insan yaratılır ve süreklidir. Söz konusu süreçte insan
nasıl geriye gidebilir, aşağı düşebilir, nasıl hayvansal düzeye inebilir, nasıl
yukarı çıkabilir, yükselebilir, fıtratını gerçekleştirerek insan-ı kâmil
olabilir ve nasıl olur da habip olarak yücelebilir, aşağıda incelemeye
çalışalım.
Kitapta
insan diğer canlılardan farklı bir şekilde ele alınır. Sure ve ayetlerden
bazılarında çekirge, fil ve örümcek gibi hayvanlar yer alır, özellikleriyle
anlatılır, kıssadan hisseler çıkarılır. Bazı insan davranışları için de hayvanlar
âlemine inilir. Örneğin, yalan ve iftira suçların en ağırıdır. Konuşma insanı
insan yapan özellik olduğu için bu yeteneğin yanlış kullanılması insanı
hayvanlıktan da aşağı konuma indirir. Bedensel, nefsanî ve hayvansal
davranışlar insanın kendine zararlıdır oysa yalan ve iftira bir başka insana,
kula zarar verir ve “kul hakkı” doğurur bu da şirktir, Tanrı affetmez. Zina
şehvetin, cinayet gazabın azgınlığı ve hâkimiyeti sırasında ortaya çıkar, sonra
pişmanlık duyulduğunda, af dilenmesiyle insanlığa dönüş gerçekleşebilir. Havva’nın
ve dolayısıyla Âdemin konuşma ile aldatıldığı şeytanlık büyük günahtır. Yüce,
ulvî değerler doruk ise, bu tür aldatma dip, yani, esfel-i safilindir.
“Dünya
üzerinde hareket eden hayvanların her sınıfı kendilerine özgü bir sudan, yani
kendilerine özgü bir ilimden halk edilmiştir. Her birinin kendisine özgü bir
akıl, fikir ve düşünce sistemi vardır. O
her ilmin bir ameli olmak üzere amellerin inşasında dilediğini halk eder. En
aşağılık yaratıkların arasından dilediğine ilim, bilgi ve hikmet verir ve
tevhit ile hidayet eder. Her yaratılmışın bir ilmi vardır ama tevhit ilmi
yalnız Âdem ve oğulları içindir O’na götürür.”
Tevhit ilmi, her olmuş ve olacağı kapsayan
kitapta, ledün ilmi, yani, her şeyi, zaman ve mekânı kapsayan ilim olarak
anlatılır. İlim ve amel üzerinde durulur, ilim sahibi olanların ne yapıp ne
yapmayacakları anlatılır. İlim akıl aracılığı ile ruhtan kalbe iner, amel
olarak bedene ve nefse yayılıp onlara hâkim olur. Elde edilen yeni bir bilgi
beden ve nefiste yeni davranışların doğumuna sebep olur. Bu açıdan ilim ve
edinilen bilgi erildir, etkiler, fikir ve uygulamaların doğumunu sağlar. Beden
ve nefis dişi özelliği gösterir, etkilenir, kişiye ilmine göre amel, uygulama
fırsatı doğurur. Bu eril ve dişil özellikler “bir başka beşer eli değmeden
yapılan doğum”, “bakirelik” tarihî kavramını ortaya çıkarır.
“Bir
bütün olarak ve ayrıntılı bir biçimde tevhit ilmine sahip olduklarını ve
gerektirdiği ameli gösterdiklerini iddia edenlerden bir kısmı daha sonra her
şeyi mubah görerek geriye döner”. İşte bunlar “ilmi billâh” ile mümin değildir.
“Ruh ile beden denizleri birbirine karışmayacak şekilde iç içe yaratıldı. Ruh
denizi saf ve lezzetli; cisim denizi ise başkalaşan, değişim gösteren,
lezzetsizdir. Ruhun kesafet kazanarak kederlenmesini önlemek ve cismin ruh ile
nurlanmasını sağlayabilmek amacıyla ikisinin arasına hayvanî nefis berzahı, ara
yüzü kondu. Berzah âlemi her ikisinin diğerinden sığınabileceği bir yerdir. Nur,
eşyanın kendisiyle zahir olduğu şeydir. Ruhun nuru ile aydınlanmış bir kalp
lambalıkta zeytinyağı yakan cam kandil gibidir. Kendisi aydınlandığı gibi
başkalarını da aydınlatır. Zat, nurun zuhurunun şiddetinden hafidir, gizlidir,
görünmez!”
Tevhit
ilmi ile insana hakiki dirilik verileceği müjdelenir. İnsanın aslında uykuda
olduğu, ilim alıp uyanınca yaşamaya başlayacağı anlatılır. Gece ve gündüz, uyku
ve uyanıklık ile misal âleminde çeşitli gerçeklere değinilir. Gece ölüme,
gündüz yaşama benzer. Sabah olunca ölüye benzeyen nefisten diri bir kalp çıkar,
ihya olur. Gün boyu kalp ruhtan aldığı nur, anlayış, idrak ile çalışma ibadeti
yapar, ulvî hayat başlar. Akşam olunca çalışmakta olan kalpten, aletsiz,
zamansız, örneği olmaksızın ve mekânsız nefsin çeşitli halleri ortaya çıkar,
nefsanî hayat yaratılır, ihya edilir. Bu durum, bir açıdan, iradî mevtten,
ölümden sonra beden arzının dirilmesi, ihya edilmesidir. Burada gece, sabah ve
gündüz derken iki durumu açıklığa kavuşturmak gerek. Birincisi dünya ve güneş
olayları ikincisi kendisi bir âlem olan insan ve hakikatin nurunun
parlamasıdır.
Dünya
mekânında güneş doğar gece ölüsünden diri bir gün doğar. Mekân olarak bireysel
bedende ise hakikat nuru doğunca kalp çalışmaya, ibadete ulvî yaşama başlar.
Ulvî, ilâhi yaşamda teklik, birlik hüküm sürer. Kalbin bireysel çalışmasına tam
teslimiyetle iradî olarak son vermek bireyin iradî ölümüdür, kişiye kişisel
düzeyde parlayan hakikat nuru inmiş, gurup etmiş, bireysel düzeyde akşam olmuştur.
Kalp aklın ruhtan aldığı nur ile tam teslimiyete, fakirliğe giderken nefs de
mertebe atlar. Emmare, levvame, yerme, mülhime, ilham alma makamlarını geçer. Böylece
yücelen kalpten nefsanî nefis bir hayat yaratılır. Nefsin raziye, razı olan ve
marziye, razı olunan mertebeleri ihya edilir, beden arzı dirilir. O’ndan razı
olan ve O’nun razı olduğu nefs arzı dirilir. Bu durumda bedende ihya olan
nefsanî hayatın doğurganlığı veled-i kalp yaratır, çünkü kalpte eril Ulvî,
İlâhi yaşam tam teslimiyet sonucu vahdet, teklik, birlik hüküm sürerek
çalışmaya devam etmektedir. Veledi kalp, kalbe inen ruhun nuruyla dirilir,
ruhun mazharı, göründüğü yer olur. Kalp çocuğu ölümsüz ruh ile doğmuş, dirilmiş
olur. Habib’inde görüldüğü gibi, ikinci doğuş ile kâmil insan yaratılmış Âdem
ile başlayan devrimsel süreç tamamlanmış olur.
Keza,
siz de böyle bir sürecin son aşamasından geçilerek yaratılan insan neslinden
yaratılmışsınızdır. Dostluk ve muhabbet etmeniz amacıyla nefsanî tarafınıza
meyletmeniz için ruhunuza bedensel bir eş, zevce izhar edilir. Ruh ve kalp
tarafınız ile nefis ve beden tarafınız arasında, rahmet olarak, muhabbet oluşur,
fikir doğar, maya çalınır. Nefsiniz ruhun nuru, anlayış ve idrakiyle kurtuluşa
erer sefa bulur, neşelenir, tatmin olur. Böylece, nefsin fıtratında olan
doğurganlık rahminde kendisine itaat edici bir kalp veledi bağışlanır. Onun
bereketiyle nefis de hidayet bulur ve ahlakıyla ahlaklaşıp kurtuluşa erer. Ruh
da nefsi etkilediği ve kendisinin idrak edilmesini sağladığı için; ruhun nurunun
idrakine erişen yeni bir hayat verdiği, anlayışının hayata geçirilmesini
sağladığı için nefsi sever. Allah’ın, bağışlanmış bulunan veledi, yeniden
doğuşu, mübarek kılarak rahmet etmesiyle yeni doğan kalp veledi ruh ile
dirilmiş olur. Bu diriliş ile ruh terakki eder ve onunla kemali, olgunluğu
zahir olur, ortaya çıkar. Bu halk edişlerde tefekkür edenler için olgunlaşma
fırsatı vardır.
Dünyevî
yaşam, yaradılışında doğurganlık olan nefisle, ruha eşlik edecek bedenin
muhabbet için verilişinden ve kalp veledinin rahmet için ihsanından sonra
gerçek canlılığına ve amacına kavuşur. “Tevhit ilmi ile ruh verilir ve dirilir.
İşte bunlara fenadan sonra bilgilerimle bilgili,
ilmim ile âlim, sıfatımla mevsuf, sıfatlanmış vücut vardır”. Benim mülküm
O’nundur diyerek O’nda fani olan O’na dönerek O’nunla baki olur. Sen çık aradan
kalsın yaradan!
İnsan
“ben öldükten sonra dirilecek miyim?” diye soruyor. “O insan düşünmez mi ki
halk edilmeden önce bu şahadet âleminde o hiçbir şey değildi. Halktan önce
vücudu yoktu, mevcut değildi, yok idi. Sizi madde
denizinden, balçıktan halk ve izhar etti, görünür kıldı, zahir etti. Sonra size
biri belirli diğeri belirsiz iki tür ecel kaza eyledi. Belirsiz ecel fıtratınızdan
gelenidir. Tevhit ile fıtratını gerçekleştiren, teslimiyetle fakirliğe erişen,
iradî eceldir. Diğeri, Allah’ın indinde belirli bir vakitteki doğal eceldir. Her
yer ve gökte eşya ve mevcudat suretinde zahir olan O’dur. Gizli ve aşikâr her
şeyi bilir ve hükmeder”.
“Ricalün, hak ile kaim tecrit ve tefrit olan rical yani
kâmil âdemler dünya işleri ile ilgilerini sürdürür ama zikirleri daimdir.
Fenada Şuhut namazını kılar bekada irşat, öğretme ve tekmil, açıklama,
tamamlama zekâtını verirler. O kâmil erler, belki de, sır ile dolu kalpleri ve
basiretli görüşleriyle fena bulup hak ile kaim olarak bakiyenin zuhurundan ve
benliğin bekasından korkarlar”. Ayet: “Başkalarının yanıldığı hususları bilsen
ve onlara anlayış göstersen de, seni sevsinler diye, sen de onlardanmışsın gibi
aynı taraftanmışsın gibi yapma noksan sıfatları üstlenme. Bütün insanların ve
insanlığın vekili olduğun için tarafsız bir şekilde eksiklik ve yanlışlıkları
göstermeye devam et. Rab’bin
suret-i halk ile perdelendi, ben senin suretinle zahir oldum, artık halk
suretinde benimle kaim ol, Haktan halka geri dönüşte Hak ile halk ol. Yaratışın
ve halk oluşun, halk edilişin, halkın tümünün temsilcisi olarak da insan
seçildi. Yaratılmışların seçilmişi olan insan kan pıhtısından yaratılmıştır”.
“Yarattığı
her şeyi güzel yaratmıştır” buyrulur. Yüce Hak, sıfatını, bir şeyin açığa
çıktığı yeri yapmak suretiyle; her şeyin yaratılışını, meydana getirilişini
güzel yapan yüce, ulu olan zattır. Çünkü güzellik ifadesi sıfata aittir.
Yaratılmış olan varlıkların tamamı sıfatın mazharıdır. Ancak “İnsan-ı kâmil”,
olgun, kâmil insan, bu özellikten ayrı tutulmuştur ki o, Zat olan cemal’e özel
kılınmıştır. Bu sebepten; kâmil insan, tam teslimiyet ile en güzel ahlaklı
olarak en uygun kıvamda ve yaratılışın adaletlisi olarak orta halde bulunan,
iki tarafını bir etmeye mahsus kılındı, tahsis edildi. Orta halde olması
sebebiyle, yüce Hakk’a ait olan ruhu kabul etme kabiliyetinde oldu. Kâmil
insana bahşedilen veledi kalbe, kendi ruhundan üfledi. İnsana Hakk’ın ruhundan
üflenmiş olmasıyla, bu insan cinsiyle, yaradılış sona ermiş olup, Hak görünür,
zahir oldu.
Ruhu
kabul yeteneği gösterilmeden, kalbin veledi doğmadan, ruh üflenmez. Eşyanın
insana yükselişi evrimsel, insanın benliksiz, bencilliksiz ve gayriden bakiyesiz,
tam fakirlikle kemale yücelişi böylece devrimseldir.
Not: İlgili
ayetler; 24 NUR 24/45, 25 FURKAN 54, 96 ALAK 2, 30 RUM 20, 19 MERYEM 67, 6
EN’AM 2, 32 SECDE 7, 32 SECDE 8, 32
SECDE 9, 2.157. Bu ayetlerin sentez edilmeden, sadece analiz için ayrı ayrı
okunması halinde anlamak zor olabilir. Her ayette bir başka konu ele alınıyor
gibi gelebilir. Örneğin, insanın
çamurdan mı, kan pıhtısından mı, sudan mı yaratıldığı anlaşılamaz, zıt görüşler
gelişebilir. Yukarıda bu ayetlerin tümü tevhit ışığı altında birleştirilmeye
çalışılmıştır. Evvelinde çamurdan, doğadan, sonra sudan yani ilimden, kan ise
kalbin veledi için kurban da olabilir, fena bulan, yeniden doğuşu mümkün kılan
da. Bağışlayınız lütfen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder