Kitabı okumak için tıklayınız: Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz. |
Çocukluktan, gençlikten, yetişkinliğe ermiş,
kendisi için iyi ile kötü, doğru ile yanlışı ayırt eden, kendini öğrenmeye
başlamış her insan için Kitap ve Hitabın muhatabı olmak bir şereftir demiştik.
Bu çağlarda insan ve insanlığın nereden gelip nereye gittiğini düşünmek
kaçınılmazdır. Her birey kendine göre bir çevre algısı oluşturur. Çevresi ile
alış veriş içinde olur, verdiklerine karşılık aldıkları vardır. Aldıklarının
bir kısmını biriktirir. Sahip olduklarının gerçek sahibini idrak edince ve
teslim edince de alçak gönüllü olabilir demiştik. Bazılarına tevazu sıfatı, ilk
aşamada, çok pahalı görünebilir. Bu eşiği geçemeyen yalnız ve sadece dünyada
kalır, kalbinin mana âlemine açılamaz. Nefis ve mal muhabbetinden vazgeçme
cesareti bir sabır işidir aslında. Kitapta sabır içeren bir iki örnek üzerinde
çalışabiliriz.
Konuşabilmeniz,
anlatıp öğrenebilmeniz, ayetleri okuyup anlayabilmeniz, kitabı ve hikmetini
idrak edebilmeniz için kendi cinsinizden bir insanı size resul göndererek sizi
andığımız gibi, zikir olunduğunuz gibi veya hatırlandığınız gibi siz de davete
icabet ederek, uyarak, iradenizle itaat ederek beni zikrediniz. (Fezkürûnî, Ezkürküm).
Bana doğru
yapacağınız yolculukta idrakinizin artması ve nimetlerinizin bollanmasıyla ben
de sizi zikredeyim. Bu yolculuğunuza muhabbetle devam ediniz ve doğru yolda
olduğunuza şükrediniz ki ben de irfanınızı ve size olan muhabbetimi artırayım.
Nimetleri alıp da nimetlerin kimden geldiğini bilmemek küfürdür. 2.151,2.
Görüldüğü gibi
mesaj “okuma”, “öğrenme”, “anlama”, “idrak” hatta “hikmet” diyerek de sezgi
üzerinde yoğunlaşmakta. Bu kavramların hakkını verebilmek için ne gerekirse
sizde zaten vardır denmek isteniyor. Bilgi alma, bu bilgileri işleme ve yeni
bilgiler üretme yeteneği insana verilmiş durumda. Çevre ile alışveriş iki
boyutlu iken bu mesaj ile bir üçüncü boyutla ilişki devreye girmekte. Bu
nedenle evrim iki boyutlu devrim üç boyutlu diyebiliriz. Kalbin mana ve ruh
âleminden ilim alması ve bunu uygulayarak cevap vermesi yeni bir boyut oluşturmaktadır.
İnsan ancak böyle insan olabilir, yaratılabilir!
Ey aynî imanla iman edenler, azamet ve kudretimin tecellisi
sırasında benimle sabredin ve benden hakiki şuhut, basiretli görüş ile yardım
isteyin. Yüce Allah, nurlarının tecellisi sırasında, sabredenlerle beraberdir.
Resulün “mutu kable ente mutu – ölmeden önce ölünüz” dediği gibi, nefsanî
heveslerinden kurtulan, tevhit yolunda ilerleyerek nefsini fani kılmış olan
kimselere aciz, miskin demeyin. Belki, onlar hakiki hayat ile diridirler,
kişisel huzur ile Allah’ı şahit tutmuş ve onunla kadirdirler ve siz
bilemeyebilirsiniz. (Yâ eyyühellezîne âmenû..bisabbri vessalât, 2.153,4).
Biz elbette sizleri birçok şeyle ve birçok şekilde
sınayacağız, imtihan edeceğiz. Benden korkarak, korkutularak, mallarınızı
kaybederek, nefsinizi güçlendiren şeyleri eksilterek ve kalbinizi güçlendiren
şeyleri kaybederek sınanacaksınız. (Eh dünya için neden “sınav yeri” dendiği
belli oluyor.) 2.155.
Benimle olma iradesinin kuvveti ve benim muhabbetimin
lezzeti sebebiyle alışmış, alışkın oldukları şeylerle olmamaya sabredenleri
müjdele. Bu nedenlerle uykusuz kalanlara, yani bir derece uyananlara, bir
musibet isabet ettiğinde onun kudretimin etkisiyle olduğunu düşünüp olayda
sıfatımın tecelli ettiğinin idrakini yaşarlar. Böylece, kendi mülklerinin,
tasarruf sahibi olduğum mülk olduğunu yakinen, ilmen bilerek “biz O’ndan gelir
O’na döneriz” diyerek, benimle bende Halik olduklarını müşahede ederler.
(2.156: (..esabet musîbet) (Kalû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci'ûn).
O’nunla olmak ve O’nun muhabbeti için sabredip burada
olanlara müjde!
151. Nitekim size aranızdan bir resul
göndermişiz; size ayetlerimizi okuyor, sizi temizleyip arıtıyor, size Kitab'ı
ve hikmeti öğretiyor, size, daha önce bilmediklerinizi belletiyor.
152. Anin beni ki, anayım sizi. Şükredin
bana, sakin nankörlük etmeyin!
153. Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza
sarılarak yardım dileyin. Hiç kuskunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle
beraberdir.
154. Allah yolunda öldürülenler için
"ölüler" demeyin. Tam aksine, onlar dirilerdir ama siz farkında
olmazsınız.
155. Yemin olsun ki sizi korku, açlık;
mallardan-canlardan-meyvelerden eksiltme türünden bir şeyle mutlaka imtihan
edeceğiz. Sabredenlere müjdele.
İşte
bunlara fenadan sonra bilgilerimle bilgili, ilmim ile âlim, sıfatımla
sıfatlanmış vücut vardır. Benim mülküm O’nundur diyerek O’nda fani olan O’na
dönerek O’nunla baki olur. Sen çık aradan kalsın yaradan! Veled-i kalp! 2.157.
Kalbin vücûdu «Safa»sı ve nefsin vücûdu «Merve»si ilâhi
dinin alâmet, işaretlerindendir. Yakin, ihlâs, rıza ve tevekkül kalp
adetlerinden; namaz oruç ve diğer beden ibadetleri kalıbın ibadetlerindendir.
(2.158: ..safâ ve merve..)
Cemal ve celal tecellilerinin idrakinde fena bularak tevhid-i
sıfata umre eyleyen kişiler bağışlanmış hakkanî vücutla, hakkın vücuduyla kalp
ve nefis makamları olan “safa” ve “merve”ye geri dönerek aralarında tereddüt
etmezler, gidip gelmezler. Bağışlanmış hakkanî vücutla şüpheye düşmek olmaz, bu
vücut evvelki vücut gibi değildir. “Misal âlemi olan dünyada her olmuş, olan ve
olacak için, cemal veya celal sıfatlarından birinin tecellisidir” diyebilen
kişiler kalbin dünyaya açık kapısından, sadır, kalbe sığınmış olurlar. Kalp
sıfatların tevhit edildiği, birleştirildiği yerdir. Bu açıdan kalp “Kâbe”dir,
Allah’ın evidir, burasını gezen, gören, hac eyleyen, idrakinde olan artık dünya
işlerine geri dönüp o mu bu mu şüphesine düşmez safa ve Merve tepelerinde
dolaşmaz. “O vardır, gayrisi de yoktur” diyebilen, vücudun O’na ait olduğunu
idrak ettiğinden kendi vücudunun da bağışlanmış olduğunu idrak eder. Bu tevhit
Hak’dan halka inen piramide yukarıdan bakarak tümden gelim, fiillerden
sıfatlara çıkan tevhit ise tüme varımdır. (2.158: ..haccelbeyte evi'temere.. tavvafe).
Yere göğe sığmayan müminin kalbine sığmış. Böylece, hac,
umre, tavaf, safa, Merve kavramları anlam kazanır. Hepsinin temelinde tevhit
kavramı vardır.
16
Nahl, (Ayet 127) (Vasbir ve mâ sabrüke
illâ billahi) Habibim; sabr eyle ve senin sabrın ancak Allah iledir.
Bilmek gerektir ki sabrın; «Allah, fillâh, ma'allah, anillah, billah»
olmak üzere kısımları vardır, îmdi :
1. «sabrullah»: Sabrullah, Allah için, O’nun rızasını
kazanmak için sabır. İmanın yarısı sabır yarısı da şükürdür. Sevilen bir şeyin
kaybında ve sevilmeyen bir şey olduğunda nefsin feryat etmemesi sabırdır. İyi
ahlak sahibi olmak bunları gerektirir.
2. Sabr-ı
fillâh: Sabrı
fillah Allah’da sabırdır. Hak yolunda ilerlemek, sebat etmek, isteyerek nefsi
isteklerine karşı yatıştırmak, nefis lezzetlerini terk etmek sabır gerektirir.
Bu yolda başa gelebilecek belalara tahammül ederek olgunlaşmanın kaynağına
doğru inmek azmin güçlü olmasını gerektirir ki bu da sabırdır. İyi niyetle Hak
yoluna çıkmış olanlara bu sabır bağışlanır.
3. Sabr-ı
ma'allah: Sabrı
maallah Allah ile beraber sabırdır. Efal ve sıfat elbiselerinden soyunma, cemal
ve celal tecellilerine maruz kalma, alışılanlara uzak kalma zamanında huzur
duyabilmek keşif ehlinin sabrıdır. Bu sabır kalbin huzuru ile başarılabilir.
4. «Sabr-ı
anillah»: Sabrı anillah, Allah’dan sabır, fenaya, yok
olmaya sabır.
5. «Sabr-ı
billah»:
«Allah ile sabırda» Sabrı billah,
habibini kocaltan sabırdır, kimsenin bunda nasibi yoktur.
2 Bakara, (Ayet 163) (Ve ilâhüküm ilâhim vâhid) Ey
muvahhidler, tevhit edenler! İbâdete mahsus kıldığınız mabudunuz, zâtıyla bir
ve mutlak bir olan bir mabûddur. (Lâillâhe
illâ hu) (Ayet 163) Vücûdda o Vahid-i Mutlak'ın gayrı bir şey ve O'ndan başka mevcûd yokdur ki,
ibâdet olunsun, imdi ona şirk etmeniz, nasıl mümkün olabilir. O'nun gayrı, sırf ademdir, yoklukdur,
bu sebebden şirk, ancak O'na cahil
olmakdan neşet eder, kaynaklanır. (Errahmânü)
(Ayet 163) Rahmeti her mevcuda şamil, kapsayıcı olan, rahmet sahibidir. (Errahîm) (Ayet 163) Hususi ve
hidâyet rahmetini mümin ve muvahhidlere, tevhit edenlere, çokluğu bir
görenlere mahsus kılan rahmet sahibidir. Bu ayet-i kerime, rütbe hasebi ile
tevhid hakkında nazil olan âyetlerin evvelidir. Yâni bizim cihetimizden
değil, Hak cihetinden olan tevhidin akdemidir, (ilkidir, öncekidir).
Çünkü, bizim tarafımızdan olan tevhidin evvelki mertebesi, ef'âl tevhididir. Bu
tevhid ise, zât tevhididir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder