8 Mart 2013 Cuma

Alçak Gönüllülük Nasıl Olabilir?

(sayın okuyucu, aşağıda, 240 sayfa olarak yayınlanan  bir kitabın bir bölümünü bulacaksınız. Kitabın "pdf" halini ücretsiz veya basılı kitabı (20 TL) necdet.altinay@gmail.com adresinden isteyebilirsiniz, umarım bulduklarınız zamanınıza değer, sevgiler.)



Revize edilmiş Kitabı okumak için lütfen: Tıklayınız
 

 
 

 Bir önceki toplantımızda tasavvufun ilme dayalı olduğunu ama ilmin uygulama olmadan bir işe yaramayacağını konuşmuştuk. Aslında her bilgi öyledir uygulanmazsa yararı yoktur. Sadece bilmek için öğrenmek bir lükstür.

          Tanım itibariyle “ledün” zaman ve mekânı kaplayan ve kapsayan bir zarftır. Ledün ilmi olarak Kur’anı kerimde geçen bu ilim her şeyi kapsar çünkü kitap da her olmuş ve olacağı kapsar. Çalışmalarımızda kitap ve ilim deyince ne anlayacağımız böylece belirlenmiş olur.

          Kitabın bizim için indirilmiş ve hitabın bize olması, kimden geldiğinin idrakinde isek, bizim için şereftir. Birisiyle tanıştırılmaktan şeref duyunca, genellikle, davranışlarımız değişir. Biz de “ey düşünen akıl sahipleri”, “ey akıllı, düşünen insanlar” gibi hitaplarla başlayan ayetleri okurken mesajları anlamaya çalışmamız gerekir. Tanışmaktan şeref duyduğumuz bir büyüğün dediklerini unutmamaya ve hayata geçirmeye çalışırız. Böyle yapmanın bize yararlı olacağını düşünürüz.

          Her kişinin anlayış ve idraki farklıdır. Köyden kente, cahilden bilgeye veya fakirden zengine herkes bir diğerinden oldukça farklıdır. Hitap ve kitap herkese olacak kadar evrensel ve ayrıca geçmişten geleceğe olacak kadar da kapsamlıdır. Ülkeler düzeyinde anayasaları ve ülkelerarası düzeyde de insanlığa ilişkin bildirgeleri anımsatır. En önemli özelliği kitap “aracı” istemez, doğrudan kişiye hitap eder. Te’vil de bu demektir, “kişiye ne diyorsa o!”

          Kitabı yalnız okuyup kaldırsak da duygusal zenginlik kazanabiliriz. Vereceği mesajı anlayıp uygularsak maddi ve manevi zenginlik elde edebiliriz. Kitabı çeşitli amaçlarla okuyabiliriz. Okumuş olmak için okuruz. Anlamak için okuruz. Anlatmak için okuruz. Bir konuda ne diyor acaba diye okuruz. Biz de burada, ele alacağımız değerler, kitapta nasıl işleniyor acaba diye okuyabiliriz.

          Bugün ele alacağımız değer alçak gönüllülüktür. Alçak gönüllü olmak gerek, tamam, ama kitapta bu değer nerelerde nasıl geçiyor acaba birkaç örnek üzerinde durmaya çalışalım.

          Genel Olarak Alçak gönüllülük ne demektir?
 
          Alçak gönüllülük tam anlamıyla kibir ve gururun karşıtıdır. Yetersizlik, korkaklık ve güvensizlik değildir. İnsanın kendini küçük görerek alçaltması da değildir. İnsanın kendi değerlerini, yeteneklerini, olumlu ve olumsuz yanlarını iyice bilerek; kendini olduğundan başka türlü görmemesi ve göstermeye kalkışmamasıdır.

          Alçak gönüllülük, benlik tutkusundan kurtulmayı bilmek, gösterişe değil öze önem vermek, gereksizcesine övünmemek, övülmeyi de beklememektir. İnsanın gerçekten alçak gönüllü olabilmesi için önce kendine karşı dürüst olması sonra da karşısındakilere karşı dürüst olması gerekir. Alçak gönüllü kişiler aynı zamanda mütevazı kişilerdir.

          Kitaptaki Yeri ve Önemi nedir?

           Bir mesaj: “Müminlerin nefisleri ve malları cennet karşılığında alınmıştır.” Yani, kendilerine böyle bir ticaret teklif edilmiş olanlardan bunu kabul edenler, buna inananlar, böylece mümin olanlar, nefis ve mallarını teslim etmişlerdir. Bu alışverişte akıllı bir seçim vardır. Bu nedenle buna ilmî iman denebilir, ilmen yakin denebilir. Ellerindeki her şeyi, akıllı seçimle teslim etmeyi, “zaten sen verdin senin bunlar” demeyi kabul edenler önemli bir karar vermişlerdir. Eldeki kaybedilince kıymeti bilinir, kaçan balık büyük olur misali. Değeri ve kıymeti daha iyi bilinen bir dünya vardır artık elde. Üstelik sahip siz olmadığınız için gerçekten cennetteymişsiniz de verilenlerin zevkini çıkarıyorsunuz gibi. Her şey az gelirken hepsi fazla fazladır artık.

          Hepsi elinizdekini teslim etmekten doğdu. Dikkat edilirse bilimsel bir karar ile başladık. Aynı topraktan aynı su ile sulanan dünya bahçesindeki nimetleri teslim ettik aklımızca, hem de gerçek sahibine. Aklın olduğu yerde daima şeytan da iş başındadır. Aynı toprak olamaz kimisi kumlu kimisi humuslu gibi veya su da aynı olamaz bir kısmı yağmurdan bir kısmı kuyudan gibi araya girer. Biz de onu büyük patlamaya kadar geri götürüp hepsi aynı hidrojen atomundan değil mi diyerek susturabiliriz.

           Akıllı seçim ile elimizdekileri teslim ettiğimizde daha zevkli ve keyifli bir şekilde bunlardan yararlanabiliyoruz. Nefis cenneti de böyle olsa gerek. Nefis ve mal muhabbetinden vazgeçilince alçak gönüllülük sıfatıyla sıfatlanılır. Ben diye bencilce kazandıklarımız yetmez iken, teşekkür ve şükür içinde olunur, var olanlar nimet olarak görülüp gönlümüzde bir diyalog içine girilir. Bu diyalog da bizi içine çeker. İçine çekildikçe nimetleri gözümüz görmeyebilir. Konumuz alçak gönüllülük olduğu için, bundan ötesindeki gönlümüzün boyutlarını şimdilik düşünmeyelim.

 

          Elimizdekileri teslim edince bunlar geldi başımıza bir de biz teslim olsak kim bilir neler olur. Bu mesajda önemli olan alçak gönüllülüğün bir sıfat olduğunu ve bu sıfat ile sıfatlanmanın sonuçlarının nefis cennetine kadar ulaştığı dikkat çekmekte. (9.111).

          Diğer bir mesaj: “Ey müminler, hangi mekânda olursanız olun yüzünüzü Mescid-i Haram olan kalbinizin sadır, yani beden, yönüne döndürün. Orada göreceğiniz cemal ve kemali müşahede ederek, gözleyerek yüz çevirmeyin. Böylece, Hak’tan gafletiniz anında, insanlara sözlü veya fiilen üstünlük taslamış olmazsınız”. Eğer amacınız halkın arasında da Hak ile olmaksa her zaman ve her yerde hakkın cemalini ve halkın kemale erişini müşahede edersiniz. Böyle bir gözlem içinde olursanız kimse karşı çıkmaz, herkes size tevazu gösterir, alçak gönüllü olur ve boyun eğer. Ancak tard edilmiş olanlar, dünya ehli olanlar size alçak gönüllülük gösteremez. Size anlayış gösteremeyenler size zarar da veremezler. İlk mesajda konu biz nasıl alçak gönüllü olabiliriz iken burada başkaları bize karşı hangi durumlarda tevazu gösterebilire yer verilmiş. (2.150).

          Mesajların bir akıl yönü bir de hikmet yönü vardır. Hikmet yönüne iyi örneklerden biri de bu mesajdır. “Kalbi istila etmek isteyen nefsin şeytan filini de önüne katarak kalbe saldırmasını, ruhun nuruyla nurlanan fikir ve zikir kuşları alçak gönüllülük, iffet, akıl ve fikir taşlarını atarak defetmiştir”. Bilindiği gibi Fil suresinde açıklanan bir olay vardır. Kâbe inançsız bir komutan tarafından fil ordusuyla yıkılmak, yerle bir edilmek istenir. Ancak, ağızlarında ateş topları veya taş taşıyan kuşlar tarafından bozguna uğratılmış, kâbe kurtulmuştur. Bu surenin bin bir hikmetinden biri de şöyle anlatılmaktadır. Kalp her insanda imanın merkezidir. Her kişinin nefsi, file benzetilen şeytanın komutasında, şeytani güçleri arkasına alarak kalbi işgal etmek ister. Böyle bir nefis savaşında iyi ahlakın güçleri, kötü ahlakın güçlerini, ilimden ve imandan alınan destekle her zaman yener. (alçaklık kibri, tevazu böbürlenmeyi, oruç şehveti, merhamet gazabı yenmiş, gidermiştir). (105.1-5).

      Hoşgörü ve tevazu konusunda güzel bir örnek de tevhit ilminin başlangıcında verilir. Hz. İbrahim bir gün “bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demiş. Kitapta geçtiği şekilde 2 Bakara, 260 (…tuhyil mevta) İbrahim Aleyhisselam’ın “Ey Rab’bim bana ölüleri ne suretle dirilttiğini göster” dediğini hatırla. Yani beni ilm-i yakin makamından iyan makamına erişdir. “Evet iman ettim, yakinen biliyorum fakat gönlümün rahat olmasını istiyorum”. İlmî yakin tam sükunu sağlamaz ancak aynî yakin sağlar. Rab’bi İbrahim’e “sen kuşlardan dört tanesini al” yani İbrahim’i aynel yakin makamından, hakiki hayatın şuhudundan men eden kuvvetleri al dedi. “o kuşları kendine zam et”, yani, bu kuvvetleri, lezzetlerini istemeye, aramaya çıkmaktan men eyle. Onları kendine meylettir. Rivayet kuşlar tavus, horoz, karga ve kaz idi, yani, kendini beğenmişlik (ucub), şehvet, hırs ve dünya muhabbeti idi. İbrahim’in kuşları kesip tüylerini yolması, etlerini kanlarını karıştırması emredildi. Yalnız başları saklandı. Murad, işlerinden men edip, riyazatla tabiat ve adetlerini, alışkanlıklarını kökünden kazıyarak nefsini bunlardan arındırmasıdır. (…cebelin…) Sonra her dağın üstüne bir parça koy, yani, bedeninin yapısında bulunan dört anasır (toprak, ateş, hava, su), veya yedi dağ, yedi aza-organ (gözler, kulaklar, burun delikleri, ağız). Bu kuvvetleri kökünden sök ve öldür. Sonra, o kuşları çağır. Yani sen bu kuvvetlerin hayatı ile diri iken bunlar sana tabi değil sen onlara tabi idin, onlar seni işgal etmişlerdi, senin emrini dinlemiyorlardı, sen onların her istediğini yapıyordun. Sen onları öldürünce mahv u fenadan sonra bağışlanma olan hakiki hayat ile diri olursun. Onlar da kendi hayatı ile nefsin hayatı ile değil, senin hayatınla diri olarak sana muti olurlar ve emrine boyun eğerler. O vakit onları davet ettiğinde sana koşarak gelirler.

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi “alçak gönül” insanı insan yapan sıfatlardan birisi ve eğitimle kazanılan bir değerdir. Sıfat olduğuna göre çok sayıda ve çok çeşitli fiilleri kapsar. Öğretmen sıfatını kazanan kişi öğretme, ölçme, değerlendirme gibi birçok iş ve işlemleri gerçekleştirir. Kendisine yakışan ve yakışmayan davranışlar vardır. “Hayvanat bahçesi, insan davranışlarını incelemek amacıyla hayvanların toplandığı yerdir” denir. Aynı şekilde, her insanın hayvanlıktan kurtulma ve uzaklaşma yolunda, örnek alarak, eğitim görerek, ilim sahibi olarak gelişmesi şarttır. Güzel ahlak sıfatlarıyla sıfatlanmamız kendimizin kullanım klavuzu olan kitaptan yararlanmamız kaçınılmazdır. Bu kapsamda bu sıfat da insan olma yolunda bir aşamadır, bir makam veya derecedir denebilir. İlmen yakınlık cabasıdır. Sevgi ve saygılar.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder