Kitabı okumak için tıklayınız: Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz. |
Kurbanı Sende Ara Sende Bul
Hz. İbrahim tevhit babası, Allah
tarafından kendisine tevhit ilmi indirilen ilk insan, ilk İslam, teslim olan
ilk kişidir. Bağışlanan bu ilim sayesinde, Tanrının bir ve tek olduğunu bulan,
iddia eden, ispat eden insan. Hayatını incelersek bir hikmet de biz
yakalayabiliriz. Kendimizi onun yerine koyalım, bakalım ona anlayış
gösterebilecek, düşüncelerini idrak edebilecek miyiz? Bir efsane bir de hikâye
kısmı vardır gerçeğin. Hikâye, geçmişten gelen madde dünyasında her kişinin
anlaması düşünülen kişiler ve olaylar. Efsane kısmı ise er kişinin kendi
içinde, mana âleminde, idrakinde yaşaması beklenen dereceler veya makamlar
diyebileceğimiz, insan, olgun insan, kâmil insan aşamalarıdır. Her efsanenin
bir dediği bir de demek istediği felsefî
bir mesajı vardır. İnsanın iç âleminin mertebelerinde dış âlemin hadiselerini
yaşamak mümkündür. İnsanın içi ve dışı bir olmalıdır, belki de zaten birdir
idrak edebilene.
Felsefenin ataları mı desek, dinin
ileri gelenleri mi desek, belki de en doğrusu sünnetullah veya adetullah,
denebilir ki tarihî kişilerce tarihî eylemler yaşanmıştır. Hz. İbrahim mana âleminde
yaşadıklarını hayata geçirmiş. İlahî aşka düşmüş, aşk ateşini anlatmış. Bu
dünyada ahreti yaşamış gibi anlatmış, böylece, tek Tanrılı dini açıklamış.
Tanrı ile konuşmuş gibi nida almış, su ve toprağı kutsallaştırmış. Mana âleminde
makam atlarken, beden, kalp, ruh aşamalarını geçerken, bunlara paralel ve
bunların gereği olarak dünyada da yer değiştirmiş. Kendisini ateşe atanlar ile
artık yaşayamazdı, oradan ayrılıp göç etmiş. Beytullah’ı imar etme görevi aldı,
Kâbe’yi yerinde inşa etti ve kalp Kâbe’sini yaşadı. Kutsal topraklardan, Kudüs
şehri yöresinden, Mısır ülkesine gitti ve döndü. Dediklerinden demek
istediklerini anlamaya çalışmak gerek, umarım yapabiliriz. Bizi günümüze
getiren kültürümüz de gerçeği idrak etmemize yardım eder.
Harran ovasında ateşe atılmış sonra
da ailesiyle birlikte göç etmiş kutsal topraklara. Aramış, ilmini hale çevirmiş
ve Tanrıya kavuşmuş biri mutlaka aşka, aşk ateşine düşmüştür. İlâhi aşka
düşenin kendisi yanmaz, bedeni yanmaz, ama benliği, ikilik yaratan bencilliği
yanar. Böylece, ‘ham imiş, pişmiş, yanmış’ veya ‘kendisi çıkmış aradan kalmış
yaradan’. Artık topraklar kutsaldır, her şey Allah’ındır, Allah’tandır, ne
eylerse Mevlâ eyler. Orası kutsaldır, kudstür, Kudüs’tür. Bundan sonrası, tekrar
nefis dünyasına dönüp, kalbinin ve ruhunun ileri makamlarından tekrar bedensel
ve nefsanî ihtiyaçlarına inme, böylece, hayata devam etme zamanıdır. İnsanı
beşerî âlemden ilâhî âleme yücelten tevhit ilminin hayata geçirilmesi sürecinde
sonradan velilerce halka kabul ettirilen ‘ilâhî aşk’ ilk defa yaşanmıştır. Daha
sonra halkın aşina olduğu ‘yanmışlık’ ve ‘aradan çıkış’ ilk önce “Allah’a
kurban oluş” ile yaşama geçmiş.
Son peygamberimize, “doğal ölümden
önce iradeniz ile iradî mevt ile ölünüz” ayeti inmeden evvel, Hz. İbrahim’in
kendisine bahşedilen tevhit ilmi sayesinde, beşerî âlemden ilâhî âleme geçişi,
her zamanki gibi, ancak, tarihte ilk defa olarak “aşka düşme” halleriyle
olmuştur. Tanrı’nın hidayeti ile verilen ilmi, ilmen yakın, aynel yakın ve
hakkel yakın aşamalarını bireysel olarak makamlar halinde yaşamıştır. Hz.
Mevlana ve Yunus sayesinde bugün kültürel olarak bu aşamaları daha kolay
anlayabiliriz. Allah yolunda olma veya doğru yola girme gibi süreçlere aşina
kimselere rahatça fenafillâh ve beka billâh makamlarından söz edilebilir.
Ancak, bu halleri ilk defa kendinde yaşayan kimseye özel bir anlayış göstermek
gerekebilir. Bireysel düzeyde yaşaması ve diğerlerine öğreterek yaşantıya
geçirmesinin önemi büyüktür. Kişiliğinde mertebe atlamak kolay, insan kendi
nefsine ve kalbine hâkim olabilir ama öğretme sürecinde, örneğin, eşini ikna
etmesi ve eğitmesi güç olabilir. İlim ve hal, ilmin ve uygulanmasının Âdem ve
âlem boyutlarında olduğu söylenebilir. Bireysel düzeyde Âdem olarak insanın
nefsi zevcesidir, eşidir öğretmeye gelince, âlem boyutunda, bir başkasına bu
hali anlatırken eşi deyince karısını anlayacaktır. Mana âleminde doğru olan
madde âleminde de doğrudur. Nefsine hâkim olan karısına da hâkimdir denebilir,
bugün bile anlatırken de anlayacak bir kişinin iki düzeyde de anlaması
beklenir. Hikâye olarak karısının başına gelenler, efsane olarak nefsinin
halleri anlaşılmalıdır. Her insanın kendisi beden ya da vücut olarak bir Mısır
ülkesidir. Herkes nefsiyle kendi ülkesinin tam hâkimidir.
Kutsal topraklarda yaşarken nefsanî
işler, bedensel ve dünyevî çalışmalar pek zevk vermez artık İbrahim’e. Bedensel
faaliyetleri azalmış, ilahî, kalbî, ruhanî faaliyetleri çoğalmış. Ama bu durum
böyle gidememiş, sürdürülebilir olmamış, zayıflık ve açlık benzeri haller
görünmüş ve Mısır’a göç kaçınılmaz olmuş. Aşağıya inmişler Mısır’a varmışlar.
Mana âleminde aşağısı nefs-i emmare yukarısı nefs-i levvame ve mutmaindir. Ancak, beden Mısır’ının firavun nefsi, Nefs-i Emmare
İbrahim’in karısı Sara’yı pek beğenmiş. Bedenin tek hâkimi olan firavunun
beğendiği eşlerle birlikte olma hakkı yasalmış. Bu Mısır’da bilinir, kabul
edilirmiş, bunu kabul eden Mısır’a girermiş. İbrahim’le birlikte levvame ve
mutmain mertebelerini yaşayan karısı, zevcesi nefsi, Sara’yı, adeta serap olanı,
alıkoymak, onunla olmak istemiş. Sara ‘sen benimle olamazsın, aşık atamazsın,
bana akıl erdiremezsin’ dese de inandıramamış, ikna edememiş Firavunu. Daha ilk
oturumda Firavun taş kesilmiş, donup kalmış, gerçekten mutmain nefsin
dediklerini hiç anlayamamış, taş kafa hissetmiş kendini. Gelsin eşin beni bu
durumdan kurtarsın ben de onun Tanrısına inanayım demiş. Sabah olunca Sara’yı ülkeye, firavunun eline
düşmekten kurtulma amacıyla, eşi değil de kardeşi olarak kayda geçirten İbrahim
davet edilmiş saraya ve Sara’ya. Öğretme ve eğitme kabiliyeti olan kişiden hak
ve hakikat bilgilerini alan firavun çok memnun olmuş, kurtulmuş taş
kesilmekten. Kalbi yumuşamış, ‘madem aç kaldığınız için geldiniz buyurun size
bol nimet, nimetleri servis edecek alın size bir de cariye Hacer’ deyip
göndermiş misafirlerini yine kutsal topraklara. Böylece, hem dünyası hem ahreti
olmuş İbrahim’in. Cenneti dünyada yaşar olmuş adeta.
Her insanın kendine özgü bir iç
âlemi bir de dış âlemi vardır. Herkes dış âlemi kendi içinde değerlendirir.
İnsanın içi dışı bir olmalıdır derken söz konusu âlemler kastedilir. Tevhit
ilminin uygulamaları sonucunda, geçilen makamlardan sonra bir de arifler “bir
ben var benden içeri” demişlerdir. Aynı deyimi “insanlıktan nasip almamış”
denebilecek bir kişinin de kullandığı düşünülürse önemi daha iyi anlaşılabilir.
Hz. İbrahim iç âleminde ahreti ve cenneti dış âleminde dünyayı yaşar olmuş,
O’nun huzurunda ve huzur içinde yaşarken.
Uzunca bir süre sonra, İbrahim kendisinden
sonra ne olacağını, İslamiyet ve teslimiyetin nasıl sürdürüleceğini düşünmeye
başlamış. Belinden değil yolundan gelecek bir oğla, erkek evlada, yani tevhit
ilmini öğretecek birine gerek var demiş. Tanrı’ya kurban vaat etmiş. Eşine,
soyun devamı için, oğul veremeyeceğini idrak eden Sara ise, teslimiyetini tekrar
gösterip, daha genç olan Hacer ile evlenmesine rıza göstermiş. Bedensel ve
dünyevî zevkleri canlı olan, dünyevî nimetleri sunmakla görevli olan, cariye nefis
Hacer’in bir oğlu olur. Böylece, İbrahim’e bir veledi kalp bağışlanır. İç
âleminde bir İbrahim daha olur İbrahim’den içeri. Oğul İsmail ile annesi Hacer,
soylarının devamı için, eğitim ve öğrenimlerini tamamlamak üzere, dünyada Allah
adına İbrahim’in inşa ettiği beytullaha, Kâbe’ye, kalp Kâbe’sine, yani
İbrahim’in geride bıraktığı makamların ilkine dönerler, Sara tarafından
gönderilirler. Kalp veledi, babasının oğlu, babasının indiği kadar çıkmış, urûc
etmiş, iki yay mesafesindeki döngüyü tamamlamıştır. Hakka ulaşmış, hakka ait
bilgilere hâkim olmuştur. Sıra tevhit ilmini dünyada hayata geçirmeye ve
öğretmeye gelmiştir. İsmail’in Kâbe çevresinde içtikçe içilen, içilmeye
doyulmayan, kana kana içilemeyen, suya kandırmayan tevhit ilmi suyunun
kaynağını, zemzemi bulması bilinen hikâye ve efsanedir.
Efsanenin burasında İbrahim’in “bir
ben var benden içeri” dediğini düşünebiliriz. İçteki “ben” onun veledi
kalbidir. Bu kalp veledi önce doğacak sonra büyüyecek, eğitim ve öğrenimden
sonra kurbanlık İsmail olacaktır. Ayağının altında tevhit ilmi suyunu bulması
bu durumda gayet “doğal” olacaktır.
İsmail’in öğrenim ve eğitimi bir
seviyeye, kendisi bir makama gelince babası bir rüya görür. Vaat ettiği kurban
hatırlatılır ve “en sevdiği” şey olarak ikaz edilir. Bunun üzerine, oğlunu çok
sevdiği için, durumu İsmail’e anlatır. Allah’a kurban fikri ilmine uygun
düştüğünden, oğul derhal kabul eder. Taşı kesen bıçağın oğlunu kesmemesi,
insana, ateşe atıldığı halde yanmayan babasını hatırlatır. İbrahim’in kurbanı
kabul edilir, bencil benliğinden geçen İsmail yaşamına Allah tarafından
bağışlanmış hayatı ile devam eder, diğer bir deyişle, fenafillâh mertebesinden
geçer beka billâh mertebesi verilir, baki olan ruh verilir ve fani olan nefis
alınır. Allah yolunda verilen kurban kabul edilmiş, baki olan bağışlanmış, fani
olan alınmıştır. Bağışlanmış hayatta Hakk’ın ilmi Hak’ça uygulanır, Hak
görünür, Hak bilinir, fail, işleyen Hak, mevsuf, sıfat giyinen Hak’tır.
Bağışlanma, bağışlama ve yeniden hayata başlama sanki bir yeniden doğuştur.
Efsanenin burasında yer alan hayvansal bir tanımlama hayvanî veya dünyevî
tarafı ağır basan nefis olabilir. İsmail’in bağışlanmış hayatı ancak Hz.
İbrahim’in hayvansal nefisten arınmış haliyle devam edebilirdi. Zaten Hacer de
oğlunun su bulması üzerine Allah’a şükrederek teslim olmuştu. Peygamberimizin
soyunun Hz. İsmail’e dayandığı bilinir.
Hiçbir kişinin içindeki ben harici
bir bıçakla dıştan kesilemez, öylece kurban edilemez. Herkes bindiği dalı
kesebilir, kişiyi kişi yapan, ona ben dedirten her ne ise onu kesmelidir de
belki ama bu beşeri âlemde söz konusu olabilir ancak. Hz. İbrahim’in beşerî, fani
olan nefsi alınmış, İsmail kurbanı sayesinde, ölümsüz, baki ruh verilmiştir.
İslam ve İslamiyet kavramı, öz ve yoğun olarak, birçok husus ‘giz’li kalarak,
Hz. İbrahim ve İsmail ile yaşanmış oldu. Tevhit ilminin “sudan geliş” bölümünü
teşbih ve yeniden doğuş kapsamında Hz. Musa, öğretişe dayalı “kulaktan giriş”
bölümünü yüceliş ve tenzih kapsamında Hz. İsa tekraren açıklama niteliğinde
yaşayacaktır. Tevhit ilminin tamamı, ölümsüz ruh ile diriliş ise, hem teşbih
hem tenzih kapsamında, gizlenmeksizin, alenen yaşanması son peygamber ile
hayata geçirilmiştir. Batıl gitmiş Hakk gelmiş, zahir olmuştur.
Bir kere daha görülebilir ki bugün
ezelden beri anlatılan efsaneler ve anlatılmak istenen her şey insanın
kendisinden kendisine boyutunda gerçekleşmektedir. İç âlem aynı dış âlem, damla
ile derya ilişkisine kesret ile vahdet denmiş. Umarım bizim de hikâyemiz gerçek
olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder