25 Kasım 2012 Pazar

Hz. Âdem’den İbrahim’e Tevhit,


Kitabı okumak için tıklayınız:
Click here to view Kendimizi Bilmenin Neresindeyiz.

 



          Peygamberimiz bir hadisi şerifinde  “ben ve Ali iki nur idi Allah’ı tespih, tahmid (hamd) ve tehlil (tevhit) ederdik. Melekler de bizim tespihimizle tespih, tahmid ve tehlil ederdi. Âdem halk olununca onun cephesine ve nesline intikal eyledik” der. Âdem insanın insan olduğunu idrak etmesidir. İçimizdeki iki nur, idrakten birincisi ‘insan’ olduğumuzu anlayış ikincisi bunun uygulanması anlamında insanca davranış, ‘insanlık’ olarak kavrayıştır. Meleklerin “tespihimizle tespih edişi” deyişinin demek istediği “biz hakkı görürsek görme meleğimiz, yeteneğimiz de hakkı görür, işitme meleğimiz kulağımız da hakkı işitir” olabilir. Âdem, bireysel yeteneklerimizin her birinin bizimle beraber bir bütün olarak idrak düzeyinde tevhididir. Tüm yeteneklerimiz bize, organize bir şekilde hizmet vererek, secde eder. Diğer bir deyişle, örneğin, beş duyumuzla algıladığımız bir şeye çok farklı bir idrak seviyesinde anlam verebiliriz. Sadece görmek veya sadece işitmek yerine işittiğimizi görüp ve koklayarak hayata anlam katarız.

          Aslında ne olursa insanın içinde olur, iç olayları dış âlemde uygulanmış görürüz. Bir fikir bir bilgi de önce kavram halinde düşünülür sonra uygulamaya konur. Bir masa veya televizyon aleti böyle üretilir. Herkes bir âlemdir denebilir. Beş dış duyumuz, görme, işitme gibi; adalet, vicdan, zekâ, hayal etme, düşünme olmak üzere beş de iç duyumuzdan söz ederiz. Ancak, vücudumuzda hücre ve organlarımız gibi birçok düzeyde ve çok sayıda yeteneklerimiz, hatta sistemlerimiz vardır, sindirim ve sinir sistemleri gibi. Bireysel ve bedensel her yetenek hemen herkeste ortaktır ve vardır. İnsanı insan yapan özellikler ve insanı hayvanlardan ayıran özellikler ortaktır. Ancak, bir insanı diğerinden ayıran özellikler ortak özelliklerin kullanılmasına ilişkindir. Her kişinin yoğurt yiyişi ayrıdır. Nefis ve nefsanî güçler ortaktır ama bunların kullanımı fark yaratır.

          Âdemden itibaren efsane ve hikâyelerde çoğunlukla insanın doğadaki özel konumu ve insanlık kavramları üzerinde durulur. Bir açıdan bakıldığında Âdem’den itibaren temel olarak açıklanmaya çalışılan bir insanda, vahdette, kesretin bütünlüğüdür. İbrahim ise, kendisinin kendi bünyesinde, vücudunda idrakine varan Âdem’den sonra, diğer varlıklarla beraber bir bütün olduğunu anlamıştır, “tevhidi” getirmiştir. Âdem düzeyinde bir bütünden sonra âlem düzeyinde bütünlük gelmiş. Gerek kişiler ve kişilikler gerekse diğer ‘mevcudat ilahları’ putlarını kırmıştır. Kesrette vahdeti ispat etmiştir. Kısaca, meleklerin Âdem’e secdesi ile bireysel düzeyde, tüm mevcudatın secdesiyle de genel anlamda tevhit gerçekleşmiştir.

          Âdemin oğulları Habil ve Kabil hikâyesi, örneğin, insanın hayal gücü ve aklı arasında geçen bir macera olabilir. Hayal gücünün ürünü “ham hayal” ile aklın ürünü olan “saf akıl” yarıştırılmış olabilir. Güzel olan veya olması istenen “akıllı hayal”dir, duygularla süslenmiş akıllıca bir iştir belki de.

          Asi ve azgın olan nefs-i Nemrut ile kavmi olan gazap ve şehvet gibi nefsanî güçler Ruh İbrahim’ini, yani ruhun mazharı olan vücut incisini, zikir mancınığına koyarak rahmin doğal harareti ateşine attılar. Yüce Allah ateşten sağ ve salim olarak kurtarıp İbrahim’e hidayet etti hakiki erzaktan verdi ve olgunlaştırdı. İlim ve amel ile terbiye ederek âlemlere mübarek kılınan ‘beden arzına’ gönderdi.

          Bir kutsal mesaj “Biz, Ruh İbrahim'ini ve akıl Lût'unu, fenadan sonra onlara hakka ait baki vücudu bağışlayarak onları kurtarıp ilim, hidayet ve terbiyeye yaradılıştan yatkın kimselere olgun davranışlar meyvesi veren, yararlı, iyi işler ahlakı ve fazilet ile mübarek kılınan, ‘beden doğasına’ gönderdik” der. Nasıl ki doğada yağmurlarla bitki ve meyveler yetişirse, beden arzında da ilim suyu ile güzel ahlak meyveleri, anlayış ve idrak incirleri yetişir.

          Ayet : “Ruh İbrahim’ine, Hak’tan halka tekrar dönüşünde, kavmiyle birlikte kalp makamına dönebilmesi için kalp İshak’ını verdik. Ayrıca, iyi terbiye görmüş nefis Yakup’unu bağışladık. Her birini noksanlardan arındırıp salih kul ve hidayet eyleyen imamlar kıldık”. Kalbin hidayeti bilgi edinmesi, keşif yolu ile yeni bilgileri meydana çıkarma ve sır tutmasıdır. Nefsin hidayeti iyi ahlak, güzel davranışlar ve edeptir. “Onlar, tevhit ve kulluk ile bize ibadet etmişlerdir”. Fenadan sonra beka makamlarının sonunda, tevhit ilmiyle hidayete ermiş kişiler Hakk’a vasıl olunca tekrar halkın arasına beşerî özelliklerle dönemez. Özellikle İsmail ve kurban sonrasında ölümsüz ruh ile diriliş tamamlanmış olur. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış kişi halifeliği kazanmıştır. Halka inen peygamberin hali öğrencisinin bilgi düzeyine inen öğretmenin haline benzer. İbrahim’in kalp makamını halka iyi anlatabilmesi için bu makama henüz çıkmakta olan İshak’ın yardımına ihtiyaç duyabilir. Musa, Harun’suz yapamaz.

Her ümmetin kazandığı kendinedir, sizin de kazancınız kendinizedir. Kimse başkasından sorumlu değil. Taklit etmeyin ve dinde taklit ile yetinmeyin, çünkü nakledilene güvenilemez. Herkes kendi ilmi, ameli, ahlakı ve imanından sorumlu, başkasından değil. Bu nedenle, basiretli olup yakınlığı talep edin, ona göre davranın. Herkes kendi diniyle perdelidir, onun hak olduğunu zanneder, Yahudiler, Hıristiyanlar kendi dinlerinden olunmasını isterler. Belki de hak olan, batıla meyletmeyen İbrahim’in ümmetidir. En doğrusu peygamberlerin tümüne iman etmek, indirilen kitaplarına inanmak ve her dini kapsayan tevhit inancına güvenmektir. Tevhit temeline dayanan hiçbir peygamberi ve dini diğerinden ayırt etmeyin, birini diğerine tercih etmeden, tevhit ile dinlerin tümü kabul edilir. Aynı inanç temeline oturan herkes hidayet bulur. Biz Allah’a iman ettik ve Allah bizi boyamakla boyadı deyiniz. Her din ve mezhebin batını aynı boya ile boyanmıştır. Her millet niyetlerinin rengi ile boyalıdır. Tevhide inananlar Allah’ın boyasıyla boyalıdır. Bu nedenle, peygamberimiz “Allah Teâlâ halkı zulmette yarattı, sonra, onlara nurundan saçtı. Bu nur kime isabet ettiyse o hidayet buldu, isabet etmeyen dalalette kaldı. O nur Allah’ın boyasıdır” buyurmuştur. Bir ayetin tevili şöyle olabilir: «ruh» Rabbinden «akıl» meleği vasıtası ile «kalp» Nebi'sine nazil olan, olmuş ve olacağı içeren, kitabını oku.

          Ayetler insanları birey olarak ve doğrudan, aracısız muhatap alır. Yukarıdaki mesajlardan da anlaşılacağı gibi, siz asla başkasının inancıyla ilgilenmeyin bile, taklit hiç etmeyin, siz isteyin size de verilsin deniyor. Aklını kullananlar tevhitte birleşir, kullanmayana da mesaj yoktur zaten.

          Âdem, Nuh, İbrahim ve İmran aileleri Allah tarafından seçilmiştir. Seçilme işi her nebi için geçerlidir. Bir ayette “bazısı bazısına üstün kılınmıştır” denir, nebilerin de derece ve mertebeleri vardır. Âdem seçilmişlikte, İbrahim dostlukta ve Muhammed muhabbette üstün kılınmıştır. Din ve hakikatte, nesil olarak, bazı nesiller seçilmiştir. Doğuş, dünyaya geliş maddî de manevî de olabilir. Tevhit ve marifette, Bâtıni dinlerde bir nebiye tabi olan diğer bir nebi tabi olduğu nebinin manevi evladıdır. Baba da dünyaya getiren, terbiye eden ve ilim öğreten olabilir. Hakikî doğumda kalp vücudu istidat nefsi rahminde öğretmenin nefesinden hâsıl olur. Hz. İsa “iki defa doğmayan göklerdeki melekler âlemine giremez” demiştir. Çocuğun yaradılışında olan öğrenme yeteneği öğretmeninin gayretleriyle meyve verir, yeni bir kişilik doğar.  

          Eğitim ve öğretimde ailenin öneminin büyük olması nedeniyle, manevi doğuşların çoğu maddi doğuşları izler. Peygamberler de genelde bir nesil, aynı ağacın meyveleridir. Örneğin, İbrahim’in oğlu İshak oğlu Yakup oğlu Levi oğlu Yahir oğlu Ümran’ın oğulları Musa ve Harun idi. İsa’nın annesi Meryem’in babası Ümran da Yakup’un oğlu Yehuda oğlu Masan’ın oğlu idi. İbrahim’in Nuh neslinden, Hz. Muhammed’in de İsmail neslinden olduğu bilinir. Bu konuda peygamberimiz de “oğlan babasının sırrıdır” demiştir. Gıdası hak ve helal olanın ahlakı da mükemmeldir denebilir. Yusuf, hikâyesinin bir yerinde, (12 Yusuf, 38), “tevhit yoluna girdiğim zaman atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinlerine tabi oldum” der ve devam eder “nebilerin vücudu olmayan bir şeyi Allah’a şirk koşması uygun olmaz”. Bu şuhudun gereğidir.

          “Allah’a giden yolların sayısı tüm insanların aldığı nefeslerin sayısı kadardır denir”. Akıl aracılığı ile ruhtan alınan mesajlar her insanın kalbine iner. Her insan her nefesinden sonra Allah’a bir nefes daha yakındır. Diğerlerini örnek alabilirsiniz ama kutsal mesajlar aracı olmaksızın doğrudan sizin için sizedir. Atatürk der ki “insan ve insanlığın gelişimi paraleldir”. İnsanlık tarihi içinde eğer din keşfedilmişse, var ise, siz de bugün yeterince olgunlaşmışsanız din keşfedilmemiş olsaydı keşfetmeniz gerekirdi! Olgunlaşınca keşfedecektiniz.

          Kitapta her olay bir hikâye gibi anlatılsa da anlamı çok ve derin olabilir. Birey olarak kendi vahdetinizde kesreti ve dış âleminizdeki kesrette vahdeti ilmen, aynen ve Hak’ken yaşamanız için mesajlar inmiştir ve ilham inmektedir. Alınan ilim, edinilen bilgiler ve uygulama şekil ve zamanları farklılıklar yaratabilir. Ancak, herkes kendi âleminde Âdem, İbrahim, İsmail, kurban, Yusuf, gibi karakteristik kavramları yaşamalıdır denebilir. Her insanın hayatında bu kavramlar bir kere yaşanmalıdır ve zaten de ancak bir kere yaşanabilir.

          Âdem’de tevhitten sonra âlemde tevhit çok kapsamlıdır. İbrahim’den sonra âlemde tevhit batın ve zahirde olmak üzere ikiye ayrılmak zorunda idi. Hz. İsa’ya kadar zahiren olan tevhidin batınını anlamak zor oldu, daha sonra da Bâtıni tevhidin zahirini anlamak Hıristiyanlar için zor oldu. Son peygamberimizle evvelinde, ahirinde, zahirde batında ‘gayrisi’ kalmadı. Tevhit ilminin devamı için İshak ile devam eden nesle de kurban gerektiğinden onlar da zahiri olarak İshak’la kurbana kavuştular. Ancak, esas kurban, Bâtıni olanı, İsmail ile devam etti.

Yararlanılan ayetler :(Enbiya, 71-73) (Bakara 134-138). Bakara, 50, Bakara 253,  (Ali İmran, Ayet 33-34).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder