İnsan Yaratıcıdır!
İnsan, esveli safilinden, aşağının
aşağısından, maddenin, bedenin çukurundan, yüceliğin doruğuna çıkmak üzere;
İlim, Akıl, Fikir Üretme, Hayal Etme, Hatırlama gibi her türlü sıfatla
donatılmıştır. Reşit olduğunda Kutsal Mesajlara muhatap kılınmış, fıtratına,
genetiğine, dipten doruğa çıkış için gereken her tülü sıfat, Allah’ın
sıfatlarının tümü, kazınmıştır. Gereğinde, elinden tutulmuş, ‘Bilen ile
Bilmeyen bir olmaz’ ilkesi gereğince, İlmullah, Allah’ın İlmi öğretilmiştir.
Hz. Muhammet, hem Kulu hem de Resulüdür. Kuran, Makamlar ve Mertebeler halinde,
Olgunlaşma, Seyri Süluk, Sırat el Müstakim, Doğru Yola girenlere nasihat ve yol
göstermeleri, ayrıntılarıyla kapsar. Konuya ilişkin bazı ayetler ele
alınmıştır. Okumak, okuyup anlamak, idrak edip uygulamak ve vuslat kişiye kalmıştır!
“Habibim, sen de ki, hayır ve şerrin tümü Allah'ındır,
Allah’tandır.” (4 Nisa, 78) “Kaaf, mevcutların tümünü kapsayan, İlahî Arş olan,
Muhammed’in Kalbine işarettir. Kalp, Rahmanın Arşıdır. «Müminin Kalbi, Allah'ın
arşıdır ve Ben yerlere göklere sığmadım, lâkin mümin kulumun kalbine sığdım»
buyurmuştur. Sad, Muhammed'in suretidir. Kalbin, Sad denilen bedensel yönünün ardında Kaf denilen manevî, ilim,
vardır. Her ikisi mevcudatın tümünü kapsar, birisi manevî diğeri maddî yönünü
oluşturur. İlim esastır, Madde, İlmin, görünür, uygulanmış, halidir. Henüz gündüz
olmayan sabah veya henüz gece olmayan akşam vaktinde ayrıntılarıyla görülemeyen
madde bir bütün halinde algılanır. Bu madde dağına Sad ve dağın üzerine oturduğu
ilim dağına, vadisine de Kaf denebilir. Muhammed’in Kalbi, Vücudun tümünü
ayrıntısıyla kapsayan Kuran Aklını yani istidadı evveli içerir. Sad, tüm
mevcudatı maddi yönden kapsayan dağdır. İlmin tümünü idrak eden Kalp, Rahmanın
arşıdır ve bu Kalp de Sad dağını kapsar, içine alır. Sad dağı, Kaf dağının
üzerindedir ve Kaf dağının ardında Anka vardır. Bu durum ise yerlere ve göklere
sığmayan Rahmanın, mümin kulunun kalbine sığdığını gösterir. Kalbi bilmeyen,
Rabbi bilemez. (50 Kaaf, 1; 38 Sad, 1) Her şey enerjiden oluşur. Kütle Enerjiye
dönüştüğünde Bilgi Baki kalır. İnsan maddeden soyunabilir, İlim baki kalır.
Sad, aslında enerjidir, bedensel ve maddi suret, kütle gibi enerjiye
dönüşebilir; Kaf, kütlesi olan ilimdir, canlılığı verendir, ardında Anka
vardır. Kalbe sığan, Sad, Kaf’a dönüşür, Kaf, Baki kalır! Dönüşüm, süreklidir,
her an Halkı cedid oluşur!
“Ervah, canlılık, Semalar gibi ‘Eşyanın Evveli’, ilk eşya, halk edilen
ilk şeyleri ve onların hakikatini idrak edin. Allah'ı, Hak marifeti, bilgisi ile ‘Arif’ olun ve halkı
evvelinin icadını, İlimden ve yakinden bilin. Her anda yeniden yenilenen yeni Halktan şüphe etmeyin, her anda Halkı Cedidi,
yenilenen yeni halk edilişi ve yeni halk edileni, müşahede edin, görün, yeniden
dirilişi inkâr etmeyin, ölümü, zamandan bilmeyin. Biz, insana, şah damarından
daha yakınız.” (50 Kaaf, 2, 15; 55 Rahman, 29) Görünen, Gözde oluşan bir
görüntüdür, Hak gözünde ise bu görüntü, Hak görülür; görüntü oluşan Göz, Halk
gözü ise aynı görüntü Halk görünür. Görünen, Görenin İlmidir, Görüntüsüdür!
Göz, görüneni, Kalp basiretle, idrakle ardını görür! Kalpte, Sad; Sadın ardında,
Kaf ve Kafın ardında Anka vardır, Anka, Halkı Cedid olarak, yeniden yenilenen
bir şekilde oluşur, küllerinden yeniden doğar.
“Kalp, Ruh ve Vahdet; yani Ef’al, Sıfat ve Zat makamları
Ayetlerde tanımlanır. Kalbin ufku, Ruh Semasıdır. Kalpten ruha çıkmak, kalpten
ruh semasına çıkıp sonuna, ufku alaya, apaçık ruha, ufku mübine, açılmak,
demektir, ufkun sonuna yaslanmaktır. Değişmesi ve yanıltması mümkün olmayan, İlmin
doğruluğu, sabit ve muhkem, emin oluşu, mertebeler halinde inişi, zanları
ortadan kaldırır. Her makamda tekrarlanan, örneğin, Efal makamında, Fena-i
efal, tevhidi efal ve tecelli-i efal şeklindeki mertebeler, bireysel bencillik
zanlarını yok eder. Bu durum, Kutsal Ruhun tesirini gösterir. Resul, var olduğu, zuhur ettiği
yerden, böylece, fani olup fena bularak, gurup ettiği zaman, huzura çıktığında,
zahir oluşundan, varlığından, eser kalmaz, itibar edilecek bir şeyi bulunmaz.
Kalbin ufkuna çıktığından, vasıl olduğundan itibaren, ufkun en tepe noktasına,
ufku alaya, kadar, Kutsal Ruh öğretir. Üç makam, üçer mertebe
halinde geçildiğinde, varlıktan, var olma zanlarından eser kalmaz. Resulü,
Ruhulkuds, Kutsal Ruh, talim eyledi, terbiye etti, her şeyi öğretti. Nebi,
Kutsal Ruhu, en güzel suretinde iki defa görmüştür. Birisi, Hazreti Ehadiyet’e
yücelişinde, diğeri oradan inişindedir.” (53 Necm, 1-7) Akıl, Kalbin bilgi
işleyen bölümüdür. Akıl, bilgiyi anlar; Kalp ise, basiretle, İlmi idrak eder.
İlim, Ruhtur; Hakkın Gölgesi olarak, Kutsaldır. İlim, Kaf, kütlesiyle suretlere
dönüşür; Sad, suretler, anlaşıldıkça İlim idrak edilir; İlim, suretler ve eşya
ile kendini öğretmiş olur. Her zerre, farklı bir titreşim, farklı bir bilgi ve
yok denecek kadar az veya çok bir kütlesi olan, bilimsel özelliklere sahip,
Bilgi Küpüdür, Evrenin Yapı Taşıdır. Eşya, madde, kütleli Kuvvetlerin
toplanmasıyla, ayetin dediği gibi ‘izdihamı’ ile ilimden, bilgi veya
bilgilerden oluşur. Önce Kaf, Sad haline gelir, sonra ise Sad, Kaf haline
dönüşür. Aynı şekilde İnsan, maddeden soyunur, yüzerek yanıp, Anka gibi
küllerinden yeniden doğar, Arif olur, Hakkın Bağışladığı Vücut ile yeniden
küllerinden dirilir.
“Sonra, Allah’a yaklaştı, Ruh, Sıfat, makamından terakki ederek, Resul,
ufkun ötesine geçti. İşte burada, Cebrail: ‘Ben buradan öteye bir parmak
geçersem yanarım’ dedi. Ruh (Sıfat) makamının ötesi, Zatta fena ve ihtirak,
yanmaktır. Resul, maddeden soyunarak, Vahdette fena ile Ruh, Cebrail,
makamından terakki ederek, geçerek, Allah’a yanaştı, yaklaştı. Ruh makamının
ilerisi Zatta fena bulmak ve maddeden soyunarak, uzay zaman boşluğunda yüzen
Gaz ve Toz bulutu misali, yüzerek yanmaktır. Resul Aleyhisselam, fenadan sonra
beka halinde, Vücudu Mevhub-u Hakkani, Hakkın Bağışladığı Vücut ile Hak'tan Halka
rücu ile ciheti insanîye meyletti, insanlığa yöneldi. Böylece, Nebi de Zat
makamında yanarak fena buldu ve Hakkın bağışladığı vücut ile Bekaya geçti yani
Haktan Halka rücu etti, insanlığa meyletti.” (53 Necm, 8) Her derecede, Fena,
Tevhit ve Tecelli olmak üzere, üç mertebe yücelerek; Efal, Sıfat ve Zat
makamlarını, derecelerini, geçip, yücelen kişi; Halk ve Hak Kavislerini
geçerek, Kalbin Ufkunun ötesine geçip, Fena bulup Fani olabilir, Zatta yanarak,
yüzerek yanıp, bedenden soyunmuş olur. Böylece, Sad dağı ortadan kalkmış,
Kafdağı kalmış, Anka’ya ulaşılarak yeniden, yanıp kül olup, küllerinden, doğmuş
olur. Bağışlanan vücut ile insanlığa rücu eder. (Anka kuşu ile
ilgili bir hikâye şöyledir: “Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg
(Zümrüd-ü Anka ya da
Phoenix), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun
özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi,
sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir.) (1)
“Resul, Halk ve Hak itibar edilen hayalî iki kavse bölünmüş değildir.
Vücudu içine alan daire oldu. Aşağı inişte, dairenin ilk kavisine Halk itibar
edilir, mahlûkatın suretleri açıktır ama hüviyetleri gizlidir. Allah’a tedricen
yaklaştıkça mahıv ve fena olunan kavis ise Kavsi Ahirdir, Haktır. Ezelden ve
ebeden üzerinde sabit olunan kavis Kavsi Evveldir, ilk kavistir. Halk için,
fenadan sonra kendisine hibe edilen vücudu cedid, yeni vücut ile hadis olan,
var olan, kavis ise Kavsi Ahirdir, ikinci kavistir. İki kavisi, birbirinden
ayıran hayali ve zan olan ikilik düşüncesidir; birbirine kavuşturan ise ikilik
zannının ortadan kalkışı ve Kesretin Vahdette yok oluşudur. Diğer bir deyişle,
Kesrette, hakiki Vahdetin tahakkukunu, gerçekleştiğini, görmekle, Zat ve
Sıfatın Ehadiyeti, Birliği, idrak edilir. Böylece, Zat ve Sıfatın Birliği,
dairenin bölünmediğini gösterdiğinde, Baki Olanın, Resule, iki kavisten daha
yakın olduğu idrak edilir. Yani aslında kavislerin hayali, zan, olan Zat ve Sıfatın
varlığı nedeniyle ortaya çıkar, zanlar kalkınca hayali kavisler de ortadan
kalkmış olur. Zan ve hayallerin kalkmasıyla oluşan Vahdette, Allah, Resulüne,
Cebrail vasıtası olmadan hitap eder. Bu hitap ile Nübüvvet sahibine, keşfi
mümkün olmayan İlahi Sırlardan dilediğini vahyeder. Resulün Gönlünün,
Fuad’ının, Cem Makamında, Zatını müşahede eden, Hakkın Hibe ettiği vücut ile
mevcut olan Kalptir. Cemi' Cem'i Vahdette küllisi fani olduğundan Fu’adda,
gönülde, Abid de, Kul da, yoktur. Cem’i Vücuda, vechi baki tesmiye olunur,
denir; Vücudun bütününe Baki Yüz denir, denir ki cem'i sıfat, sıfatların tümü
ile mevcut Zat demektir.” (53 Necm,
9-11) İnsan, evvelinde, zerre kütle, madde, bedenle ve boş bir beyinle başlayıp
doğar. Fıtratında, Allah’ın sıfatlarının tümünü kapsayan insanî olgunluğun
tamamını kapsayan İlim kazınmış haldedir. Aklı başına geldikçe, bilgiler
edinir, olgunluğun yolunu tutar, insan olmaya başlar. Kutsal Kitaplara ve Hitaplara
muhatap olur. Kalbinin ufkuna çıktıkça, ufkun ötesine yayılmaya ve ufku alaya
yaslanıp yücelmeye gayret eder. Yolculuğunda, Kutsal Ruh, eğitim ve öğretimine
yardımcı olur. Hak ettikçe, Hak ettiğini, Hakça, Haktan alır. İlk Kavis, Halk
Kavisi, belirginleşmeye, aşağı doğru inişe başlar ama aslında insan yukarıya
doğru Allah’a yücelmeye başlar. Bireysel bedeninden soyundukça iniş devam eder,
soyunma bitince de kendine Halkı Cedid, Hakkın Bağışladığı Vücut, verilir, bu
durumda ise Hak Kavisi, yukarıya doğru çıkışa geçer, insan ise insanlığa doğru
rücu etmeye başlar. Zan ve hayalî olan Kavisler ortadan kalkar. Öyle bir an
gelir ki Kalbinin Ruha açılan Kapısı, Fuad’ında, Kul yoktur artık, geriye Baki
Yüz, Sıfatların tümüyle mevcut Zat, kalır. Bu hal içinde Allah, Kulu veya
Resulüne, İlahî sırlardan dilediğini vasıtasız vahiy eder.
İyi bilinir ki “Allah, kuluna şah damarından daha yakındır; Şirk, yani
ikilik yapacak şekilde Benlik, affedilmeyen tek günahtır.” Kavislerin ortadan
kalktığı hal içinde iken Fuadında Kul yoktur, mevcut olarak sadece Zat kalır;
Kul çıkar aradan Kalır Yaradan; bu durumda Allah, Kuluna, İlahi sırlardan
dilediğini vahiy edebilir. Resulü gören, Allah’ı görür!
Necdet Altınay 22092024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder