İlahi Hikmet
Hikmet, akılla izi sürülen, gereği yapılıp hak edilen, ‘eşya’ bilgisi
nimetidir, verilir; müminin gaibidir. Kaynağı kutsaldır, ilahidir, insana
özeldir, verilirse nimet, idrak edilirse akluhikmettir. Ayetlerde tanımlanan fiil
ve sıfat tecellilerinin delilleri, aranıp bulunup izlenirse; ilahi emir
uygulanırsa ve hikmet için şart olan infak hikmeti verilirse; eşyadan soyunup, ‘say’
ile halis öz akla ulaşılırsa, hikmet verilir. Evrende her şey amaca doğru
düzenlenmiştir, sonuca götüren sebepler gerçekleşir. Yaratanını bilen kâmil
insana, sıfatların en özeli olan hikmetin verileceği müjdelenir. Allah’ın
hikmetinden infak edilmesi için infak hikmetinin verilmesinin cezası,
karşılığı, hakkın vücudunun bağışlanmasıdır!
“Konuşabilmeniz, ayetlerimizi okuyup anlayabilmeniz, öğrenip anlatabilmeniz,
kitabı ve hikmetini idrak edebilmeniz için kendi cinsinizden bir insanı size
resul göndererek sizi andığımız gibi, zikir olunduğunuz gibi veya hatırlandığınız
gibi siz de daveti kabul ederek, uyarak, iradenizle itaat ederek, beni
zikrediniz. Bana doğru yapacağınız yolculukta, idrakinizin artması ve
nimetlerinizin bollanmasıyla, ben de sizi zikredeyim. Bana olan yolculuğunuza
muhabbetle devam ediniz ve doğru yolda olduğunuza şükrediniz ki ben de irfanınızı
ve muhabbetimi artırayım. Nimetleri alıp da nimetlerin kimden geldiğini bilmemek
küfürdür.” (2 Bakara, 151,152)
“Size ef’âl ve sıfat tecellilerinin delilleri zahir olduktan sonra eğer
siz, ilâhi emre teslim makamından düşerseniz,
biliniz ki, Allah galiptir. Sizi kahır eder.
Kahretmesi de, hikmet muktezası üzeredir, hikmetinin gereğidir. Çünkü
muti olan kimsenin ibret alıp itaatini ziyadeleştirmesi için hikmet-i ilâhiye
muhalefet ve münazaa edenlerin, çekiştirenlerin kahrını iktiza eyler,
gerektirir. Bu kabil tam olarak teslim olamayan kimseler, ancak, sıfat
tecellileri cümlesinden hüviyet sıfatı gölgelerinde Allah’ın ve semavi
kuvvetler melekleri suretlerinin tecelli etmesini beklerler. Hâlbuki levhde,
levha-i mahfuzda yalnız bunların ihlâk, helak, olunması işi kaza olunmuştur.
Bütün işler, ancak Allah’a rücû eder, döner. Bu nedenle, herkes, cezasıyla
karşılanır, yani, herkes ve her şey fena ile Allah'a rucû edip döner, Allah’ta
fena bulur ve fani olur. Fena bulduktan sonra Allah’ı görmek istemeleri ve
görmeleri levhalarında, genlerinde, yazılı değildir.” (2 Bakara, 209, 210)
“İnfak, nafaka vermek, ‘benliğini’ vermek, ihlâs ile
Allah ile olduğu zaman, dilediğine Hakk’ın sıfatlarıyla sıfatlanması ve
Allah'ın hikmetinden infak etmesi için infak hikmetini verir. Ve her kim hikmet
verilmişse, tahkik o kimseye çok hayır verilmiştir. Zira hikmet, Allah'ın en
hususi sıfatıdır. Hikmetin, eşyanın en şereflisi ve sıfatın en hassı olduğu fikir
edilemez, düşünülemez, ancak Allah'ın, hidayet nuruyla nurlandırmasıyla
akılları vehim şaibesinden rüsum, resim, şekil ve adetler, nefis hevesleri
kabuklarından saf olan, halis öz akıl sahipleri düşünebilir. İmdi, birinci
infakın, nafakada ihlâsın cezası, karşılığı, katıyla fazlasının verilmesi;
ikinci infakın, Hakkın sıfatıyla sıfatlanarak infakın, cezası sıfat cennetidir;
üçüncü infakın, Allah’ın hikmetinden infak etmesi için infak hikmetinin verilmesiyle
yapılan infakın, cezası hakkın vücudunun bağışlanmasıdır, aralarında ne derece
fark bulunduğu dikkate değer.” (2 Bakara, 269)
“Rabbinin, öğreticinin, eğitimi ve öğretimiyle makul ilimler kitabını,
hikmetlerini, batın ve zahir bilgilerini öğrettiği nebiler gönderilmiştir.” (3
Ali İmran, 48) “Âlimdir, ilim sıfatıdır,
ilmi başka kimse bilemez, Allah’ta fani olanın kalbi, hakkın vücuduyla mevcut
olur. Zira sıfat vücuda tabidir, ilmi de Allah’ın ilmidir.” (4 Nisa, 113) “İsa’ya,
Kutsal Ruhu teyit eden ve levha-i mahfuzda sabit olan hakikatler ve bilgiler
kitabımı, ahval, koşullar ve ahlak makamlarını, soyunma ve arınmanın
ayrıntılarını, Allah’ta sülûk hikmetini, fiiller ve sıfatların tevhidine
götüren batın ve zahir ilimlerini öğrettik.” (5 Maide, 110) “Sana hikmeti
öğreten ve seni konuşma makamına getiren, «hikmet sahibi Allah ben'im.»” (27 Neml, 9) “İlmimizle sıfatlanması nedeniyle,
Davut’a nazari ve ameli hikmeti verdik.” (38 Sad, 20) “Allah, yüzleşmekten ve
muhatap alınmaktan arîdir.” (42 Şura, 51) “Dilemeniz istenmeden,
dileyemezsiniz; iradem, iradeniz olur.” (76 İnsan, 30)
“İnsanlar, ezeldeki fıtratları
itibariyle Hak din üzerine ve bir ümmet idiler. Her doğan, fıtrat üzere doğar,
her doğan çocuğun bir çocukluk dönemi vardır. Sonra farklı arzular ve nefis
sıfatlarının kazanılmasıyla doğası değişir, neşeleri farklılaşır, mekânları ve
yaşam koşullarının başkalaşımı nedenleriyle her biri diğerinden ayrılır. Beden
ve madde ile perdeli, mahcup olanlar, özel zarar ve menfaat kaygısıyla, ‘sırf
diğerinden farklı görüş ve biliş olsun, ayrışma olsun’ diye vahdetten kesrete,
birlikten sonsuzluğa, farklılaşırlar. Oysa tekrar Hak din üzerinde ittifaka,
kesretten vahdete, sonsuzluktan birliğe, karşıtlıktan muhabbete davet için
peygamberler ve kitaplar gönderilmiştir.” (2 Bakara, 213)
‘Allah’ın vücuduyla mevcut, fiilleriyle fail, sıfatlarıyla mevsuf,
ilmiyle âlim, hayatıyla hayat sahibiyiz’ deyip fani olduktan ve fena bulduktan
sonra, Allah’ın veya semavi meleklerin tecellisini görmek istemek ve görmeyi
beklemek; saklı levhada, genlerde, yazılı değildir, böyle bir yazılım yoktur.
Bütün var olanlar sonunda Allah'a döndürülür. Tam olarak
teslim olup, fena bulup fani olarak dönüş, ilahi emrin ve ilahi hikmetin
gereğidir. Hakkın bağışlanmış vücudunda, üflenen ruhun dirilişiyle, bekayı
yaşamak, olgunluğu hak eden kâmil insanın hakkıdır. İlk insan Âdeme de nebi
olarak verilen, diğer nebilere de verilenler gibi, ‘Tevhit’ ilmidir. Resul ile
insanlığın olgunluğu tamamlanmış Hak zahir olmuş, infak hikmeti verilen Resul,
hikmete mazhar, göründüğü yer, olmuştur. Hikmete ermek için gerekeni yapmaktan,
bir anlamda ‘bal yemek için balı üretmekten’, başka çare yoktur!
Umarım biz de delilleri izleyerek, insanlığın amacına erer, hikmete
mazhar olabiliriz!
Necdet
Altınay, 03032022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder